İçindekiler
İsa Mesih kadar dünya çapında bilinen ama o kadar da az tanınan kimse yoktur herhalde. Günümüzde herkesin İsa hakkında bir fikri ya da yorumu vardır ama O’nun kim olduğunu gerçek anlamda irdeleyen pek az kişi vardır. Kendi gününde de İsa’nın aynı sorunu vardı, herkes onu takdir ediyordu ama çoğu O’nu gerçekten anlamıyordu. Mesih’te sorun yoktu, kendini gayet güzel ve açık bir şekilde ifade ediyordu ama sorun şu ki O’na yaklaşan herkesin farklı bir beklentisi vardı, Bugün de öyle! İnsanlar İsa’yı kendi taraflarına çekip tutmak, işlerinde kullanmak ister fakat Mesih’in kendi sözlerine bakacak olursak buna hiç müsaade yoktur. İsa Mesih’i gerçekten tanımak istiyorsak öncellikle kendi sözlerine kulak kabartmalıyız; O’nu can kulağıyla dinlemeli ve yaptıklarına çok dikkat etmeliyiz. İncil’in ikinci bölümü olan Markos’un müjdesi İsa Mesih’in kim olduğunu oldukça yalın bir şekilde sergiler.
İsa’nın öğrencilerinin çoğaldığı ilk dönemde insanlar doğal olarak bu ‘Mesih’in kim olduğunu birinci ağızdan öğrenmek istiyorlardı. Yahudiler’e soracak olsaydık onlar ezelden beri ‘Mesih’ dedikleri büyük bir kral ve kurtarıcı bekliyorlardı. Bu sırada Roma’nın işgali altında yaşayan İsrailliler beklenen Mesih’in bir an evvel gelip düşmanlarını dağıtarak vaat edilen krallığını kuracağını umuyorlardı. Zaman zaman bu gibi kahramanlar çıkardı ama Roma onları hemen ezerdi. Fakat Tanrı’nın Egemenliğini müjdeleyen İsa ortaya çıktığında herkesin beklendiğinin tam tersini yapıyordu. Tanrı’nın yetkisini kullanarak etrafında güçlü bir ordu toplayıp yabancılara saldırmak yerine İsa insanlara başkalarını sevmeyi öğretiyor ve yeri geldiğinde Yahudi olmayanlara da yardım ediyordu. Dahası sözleri ve eylemleriyle İsa sıradan bir insan ya da peygamberden de çok öte olduğunu gösteriyordu. Nitekim Markos baştan beri İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğunu vurgular. Ama yine de Tanrı’nın Oğlu Mesih olmasına rağmen İsa kahramanlık yapıp kendini yüceltmek peşinde değildi. Aksine kendi söylediği gibi:‘İnsanoğlu bile hizmet edilmeye değil, hizmet etmeye ve canını birçokları için fidye olarak vermeye geldi (10:45).’ Anlaşılan İsa çok farklı bir Mesih ve de çok farklı bir egemenlik sunuyordu.
İşte son derece gizemli olan bu kutsal şahsı tanımak için yapabileceğimiz en iyi şey İncil’in sözlerine odaklanmak. Başka türlü İsa’nın gününde olduğu gibi insanların dediklerine bakarsak çok yanılabiliriz. Mesih’in mesajını kendi kulaklarımızla dinlemek ve hayatını kendi gözlerimizle izlemek her zaman en doğrusudur. Markos’un Kutsal Ruh’un yardımıyla kayda geçirdiği bu sözlerde yalnızca tarih içinde geçen İsa’nın hayatıyla ilgili ayrıntıları değil dahası Mesih’in tüm insanlara aktarmak istediği kutsal öğretisini görüyoruz. Çünkü İsa Mesih’ın şahsı daha bugüne dek ne kadar büyük önem taşıyorsa da mesajı o kadar daha büyük önem kazanmaktadır. Markos’un yazılarında hem İsa’nın kutsal sözleri ve örneğini hem de sonunda Mesih’in tüm insanlık uğruna nasıl kurban olduğunu da göreceğiz. Esasında bu yüzden İsa Mesih günümüzde bile hala arkasından en çok konuşulan kişidir.
Mesih’in hayatını anlatan ve Markos’un adını taşıyan bu eser öncellikle Kutsal Ruh’un esinidir. Rab’bin Ruhu bu kutsal sözleri iletmek için de ne kadar ki Markos’un kalemini kullandıysa da büyük ihtimalle Markos da bunları Mesih’in elçisi Petrus’un yerine kaydediyordu. İkinci yüzyılda yaşayan Papias adlı bir Kilise Babası şöyle yazmıştır: “Petrus’un tercümanı olan Markos, kronolojik olmadığı halde, Petrus’un İsa’nın hayatı ve sözleriyle ilgili hatırladığı her şeyi yazdı.”Anlaşılan Petrus’un her yerde yaydığı Mesih’in mesajını kayda geçirmek için yol arkadaşı Markos ona yardım etmişti. Peki, Markos nereden çıktı? Mesih’in havarilerinden biri değildi. İncil’in sağladığı birçok ipucundan Markos’un hikâyesi şöyle ortaya çıkıyor:
Markos’un diğer adı Yuhanna’ydı ve Yeruşalim’de oturuyordu. Annesinin ismi Meryem’di ve ilk kilise topluluğu büyük olasılıkla onların evinde toplanıyordu (E.İşleri 12:12). İsa Mesih, ele verildiği gece, belki bu evin üst katında öğrencileriyle beraber kalıp son sofraya oturmuş olabilir. Öyleyse, Markos İsa’nın havarileriyle birlikte paylaştığı son gece konuşmalarına kulak misafiri de olmuş olabilir. Yemekten sonra da öğrencilerin ardından Getsemani Bahçesi’ne gitmiş ve İsa’nın tutuklandığı zaman çıplak kaçan o genç kendisi de olmuş olabilir (Mk. 14:51). Aradan geçen yıllardan sonra Markos’u Yeruşalim’de buluyoruz ve bu sefer Pavlus ve Barnaba ile birlikte Antakya’ya yol alıyor (E.İşleri 12:25). Ardından bu ünlü müjdecilerin yardımcısı olarak Kıbrıs’a açılıyor (13:5). Ne var ki çok geçmeden Markos onlara eşlik etmekten vazgeçip evine dönmeye karar veriyor (13:13). Nedenini tam bilemiyoruz fakat tahmin edebiliyoruz. Markos yolculuk ve görevin çok zor ve tehlikeli olduğunu gördükten sonra korkmuş olabilir. ÇünküPerge’den Galatya bölgesine çıkan yol çok engebeli ve ağırdı. Her ne olmuşsa Markos göreve sadık kalmadı ve ayrıldı. İki ya da üç sene sonra Pavlus ve Barnaba kurdukları kiliselere teşvik etmek amacıyla onları ziyaret etmek istediler. Barnaba Markos’u yine yanlarına alıp getirmek istedi. Pavlus ise Markos onları terk etti diye onu kesinlikle getirmeye karşıydı. Böylece Markos’tan dolayı Pavlus’la Barnaba arasında büyük bir anlaşmazlık oluştu. Sonuçta Pavlus Silas’la beraber Asya’ya gidiyor Barnaba ise Markos’u yanına alarak Kıbrıs’a geçiyor. Belli ki Pavlus Markos’a hiç güvenmiyor. Barnaba ise ona ikinci bir şans tanımak istiyor (15:37-39). Barnaba’nın bu tutumunun başka bir sebebi de olabilir. Başka bir yerden Markos’un Barnaba’nın yeğeni olduğunu öğreniyoruz (Koloseliler 4:10). Bu ayet önceki olaydan yaklaşık 10 sene sonra yazılmıştı ve Pavlus’un Markos’tan büyük övgüyle bahsettiğini görüyoruz. Hatta bir kaç sene sonra zindanda yatan Pavlus en son mektubunda özellikle Markos’un yanına gelmesini talep eder (2.Timoteos 4:11). Son olarak Petrus’un yazdığı bir mektupta ‘oğlum’ diye hitap ettiği Markos’un onunla beraber Roma’da olup hizmetinde yardım ettiğini söyler (1.Petrus 5:13). Anlaşılan bir zamanlar gözden düşen Markos ilerleyen yıllarda kendini fazlasıyla kanıtlamıştı.
Başta belirttiğimiz gibi Markos, Petrus adına Mesih’in hayatını kayda geçiriyor. Petrus’un hayatının sonuna doğru tüm bunları derleyip yazdığını düşünüyoruz. Markos’un yazısı özellikile Matta’nın yazdıklarına benzer ancak daha kısa ve öz bir hal alıyor. Amacı büyük olasılıkla müjdeyi Yahudi olmayanların daha rahat anlayabileceği net ve yalın bir dille aktarmaktır. Bu, birçok yerde Yahudiler’in törenlerini anlattığı ve genellikle hızlı ve seri bir şekilde yazdığından belli oluyor (Markos 7:3-4). Böylece özellikle Eski Antlaşma’dan habersiz olan gayri-Yahudiler için Markos’un kayıtları her yerde duyurulan şu ünlü İsa Mesih’in kim olduğunu çok açık ve net bir şekilde iletir.
İsa’nın Celile’deki Hizmeti (1:1-8:26)
İsa’nın Başlangıçları (1:1-2:12)
İsa’nın vaftizi (1:1-11)
İsa’nın denenmesi (1:12-13)
İsa’nın hizmetinin başlangıcı (1:14-2:12)
İsa’nın Zorlukları (2:13-3:35)
İsa Ferisilerle (2:13-3:12)
İsa Öğrencileriyle (3:13-35)
İsa’nın Benzetmeleri (4:1-34)
İsa’nın Mucizeleri (4:35-5:43)
İsa’nın Celile’deki son işleri (6:1-8:30)
Öğrencilerin son hazırlıkları (6:1-56)
Ferisilerin baskıları (7:1-8:26)
İsa’nın Yoldaki Hizmeti (8:27-10:52)
İsa’nın kendisini açıklayışı (8:27-9:32)
İsa’nın son öğretileri (9:33-10:52)
İsa’nın Yeruşalim’deki Hizmeti (11:1-16:20)
İsa’nın kendini sunması (11:1-26)
İsa’nın reddedilmesi (11:27-12:44)
İsa’nın geleceği açıklaması (13:1-37)
İsa’nın çektiği acılar (14:1-15:47)
Son günler (14:1-11)
Son sofra (14:12-31)
Son gün (14:32-15:47)
İsa’nın kazandığı zafer (16:1-20)
AÇIKLAMA: Markos müjde kitabına oldukça açık ve net bir ifadeyle başlar: Tanrı’nın Oğlu İsa Mesih’le ilgili Müjde’nin başlangıcı… Kimsenin şüphesi kalmasın diye en baştan beri İsa’nın Tanrı’nın Oğlu olduğunu belirtir. Markos, müjdenin diğer yazarları Matta ve Luka gibi, İsa’nın doğuşuna yeniden değinmeye gerek duymuyor. Onlarda Meryem’den doğan ve doğuşu meleklerce kutlanan bebeğin Tanrı’dan gelen kutsal ‘Oğul’ olduğunu gördük zaten. Markos ise doğrudan Mesih’in insanlar arasındaki hizmetine odaklanır. Fakat hemen işin başında ortaya çıkan İsa’nın kendi kedini yücelten biri olmadığını vurgulamak istiyor. Asırlar önce Rab peygamberler aracılığıyla gelen Mesih’in haberini gönderdi bile. Yeri geldiğinde en son peygamber Yahya bizzat İsa Mesih’in yolunu hazırladı. Bunu yedi yüz sene önce yaşayan Peygamber Yeşaya’nın şu sözleri doğrultusunda oldu: ‘İşte habercimi gönderiyorum, O senin yolunu hazırlayacak!’ Peki, Yahya kimin yolunu hazırlayacaktı? Rab’bin Yolunu! Çünkü gelen başka bir peygamber değil, Rab’bin ta kendisiydi. Böylece Yahya gelen Tanrı’nın Oğlu Mesih için İsrail halkını tövbeye çağırarak onları ırmakta vaftiz etmeye koyuldu. Yahudiler arasında vaftiz töreni, yani suya batıp çıkmak, murdar olandan arınmanın güncel bir sembolüydü. Ancak onlar genellikle Tapınağa çıkmak ya da ibadete başlamak için vaftiz olurlardı. Yahya ise halkı çöle çağırarak günahlarının bağlanması için gelenleri vaftiz ediyordu. Bu ara Yahya oldukça farklı bir karakterdi. Deve tüyüne bürünmüş ve yaban balı yiyerek beslenen Yahya çok eskiden İsrail halkı arasında hizmet eden Peygamber İlyas’ı andırıyordu. Nitekim Rab’bin Sözü Mesih’ten önce gelen haberci İlyas’a hep benzetti (Malaki 4:5, Luka 1:17). Sonuç olarak Yahudi halkı Şeria Irmağına akın ediyordu. Yahya’nın duyurduğu mesaj oldukça net ve açıktı: Mesih geliyor! Asırlardır gelen büyük Kral ve Kurtarıcı kapıya dayanmış, diyordu. Bu müjde Roma istilası altında inleyen Yahudi halkı için çok harika bir haberdi.
Bu sırada İsa Yahya tarafından vaftiz edilmek için Şeria Irmağı’na yönelir. Başta Yahya itiraz eder ama İsa’nın ısrarı üzerinde O’nu vaftiz eder (Matta 3:13-15). Tam bu sırada gökler yarılır ve Kutsal Ruh güvercin olarak Mesih’in üzerine konar. Tanrı da gökten İsa’ya seslenerek şöyle der: ‘Sen benim sevgili Oğlumsun, senden hoşnudum!’ Bu sözlerle Baba Tanrı İsa Mesih’in kim olduğunu en bariz şekilde belirtir. Böylece Ruh’la meshedilmiş bulunan İsa hizmetine başlar. Ancak yaptığı ilk şey bizi şaşırtabilir; Ruh’un yönlendirmesiyle Şeytan tarafından denenmek üzere kırk gün için çöle gider. Bu süreçte İsa’nın oruç tuttuğunu ve İblis’in birçok oyunuyla karşı karşıya kaldığını biliyoruz (Luka 4:1-13). Ayrıca Markos yabanıl hayvanlar arasında kaldığını belirtir. Bu sözler İblis tarafından ilk denenen Adem ve Havva’yı akla getirir. Ancak atalarımızın karşı koyamadığı yerde İsa Mesih tam bir zafer elde ediyor. Ardından İsa, Yahya’nın da yaptığı gibi, halkı tövbeye çağırır ve gelen Tanrı’nın Egemenliğini müjdelemeye başlar. Peki, Tanrı’nın Egemenliği’nden kastı neydi? Aslında Tanrı ilk insanı yarattığı zaman bu dünyayı onlara emanet etti, hatta yaratılan her şeyi emirlerine verdi (Yaratılış 1:26). Böylece Rab Dünya’nın Egemenliği üzerine insanı koydu (Mezmur 8). Ne var ki çok geçmeden atalarımız İblis’ın yalanlarına kanıp günaha batarak harika dünyamızın hâkimiyetini Şeytan’a kaptırdılar. Ama Rab sevdiği insanlardan vazgeçmedi ve asırlar boyunca gelecek Mesih’le yeryüzündeki egemenliği yeniden ele geçirip düzene koyacağına söz verdi (Yeşaya 9:6-7). İşte Yahya ve Mesih’in sözünü ettikleri egemenlik budur. Bu yüzden de İsa hizmetine başlar başlamaz İblis’i karşısına alır ve ona kanmayacağını gösterir. Ama Tanrı Egemenliği’nin yeniden kurulması için insanların günahlarından arınıp Rab’bin yoluna dönmeleri gerekir. O yüzden İsa yer yer gezerek Tanrı’nın Egemenliğinin müjdesini anlatmaya başlar.
Bu arada Mesih yanına bir kaç kişi alır. O dönemde İsa gibi birçok gezgin hoca vardı, onlara ‘Rabbi’ denirdi. Onlar Tanrı’nın Yasası’nı yorumlar ve etraflarında güçlü bir kitle oluşturmaya çalışırlardı. Mesih ise şan ve şöhret peşinde değildi. Hatta etrafında ümit verici bir grup öğrenci toplamaktansa kimsenin saymadığı bir takım balıkçıyla işe başladı. İsa’nın onlara söylediği sözü oldukça ilginçtir: ‘Ardımdan gelin, sizleri insan tutan balıkçılar yapacağım.’ Ne demekti bu? Bu adamlar bir tek balık tutup karınlarını doyurmaktan anlıyorlardı. Mesih ise onları çok daha onurlu bir işe çağırıyordu. Artık can kurtaracaklar. Fakat bunun için her şeyi geride bırakıp İsa’nın ardından gitmeleri gerekti. Tabi bu adamlar İsa’yla daha önce karşılaştılar (Yuhanna1:35-51) ve Mesih’in öğretisini büyük ilgiyle dinleyip mucizelerine şahit oldular (Luka 5:1-11). Ama şimdi artık karar zamanı geldi, ardından gidecekler mi? İlk öğrenciler hiç tereddüt etmeden ağlarını indirip Mesih’in peşinden gitmeye karar verdiler.
style="position: absolute; top: 0.29cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: Nasırakasabasında yetişen İsa hizmetine başladığında Celile gölünün kenarında bulunan ve birçok yolun kesiştiği Kefarnahum’a yerleşti. Oradan bölgedeki bütün köyleri tek tek gezip Rab’bin Müjdesi’ni duyuruyordu. Yahudiler için özellikle Şabat gününde Rab’bin Yasasını okumak çok kutsal bir törendi. İsa da Yahudi olarak Şabat günlerinde herkesin Rab’bin Sözünü dinlemek için toplandığı havraya düzenli olarak giderdi. Normal düzene göre önce Kutsal Yazılar’dan bir parça okunurdu sonra bir yasa uzmanı ya da din bilgini üzerinde yorum yaparak halkın anlayabileceği bir şekilde aktarmaya çalışırdı. İlerleyen süreçte İsa ‘Rabbi’ yani öğretmen olarak ünlendikçe uğradığı havralarda Rab’bin Sözü’nü açıklamaya davet edilirdi. Ancak öğretme tarzı diğer meslektaşlarından oldukça farklıydı. Mesih tam bir yetkiyle Rab’bin Sözü’nü açıklıyordu o yüzden herkes öğretisine şaşıp kalıyordu. Bunun yanı sıra İsa yalnızca bir şeyler anlatmakla kalmıyordu, Rab’bin yetkisini canlı olarak sergiliyordu. Bu bölümde İsa havrada kötü ruha tutulmuş bir adama rastlıyor. Tutsak adamın içindeki cin İsa’nın kim olduğunu hemen anladı ve onu herkesin önünde ifşa etmeye kalkıştı. Mesih’in ilahi yetkisinden çok korktuğu belliydi. İsa onu azarladıktan sonra kötü ruhu adamdan kovdu. Böylece cin çığlık atarak adamın bedenini terk etti. İzleyenler daha fazla şaşıp kalıyordu. Bu şekilde Mesih’le ilgili şaşırtıcı haber tüm bölgeye hızla yayılıyordu. Ama İsa nedense kendisiyle ilgili haberin bu şekilde yayılmasına pek sıcak bakmıyor. Neden?
Havradan çıkınca İsa öğrencileriyle beraber yakınlarda bulunan bir eve geçti. Orada Simun Petrus’un kaynanasının ateşler içinde yattığını öğrendi. Mesih derhal hastanın yanına varıp kadını iyileştirdi. Bir anda iyileşen kaynana da hemen hizmete başladı. Olup bitenleri duyan halk cinli ve hasta olan herkesi İsa’nın yanına getirmeye başladılar. Böylece geç saate kadar insanlar Petrus’un evinin etrafına üşüştüler. Burada önemli bir ayrıntı daha vardır. Günümüzde bazı insanlar İsa’nın cinleri kovduğunu okuyunca bu ibareyi o dönemde bilinmeyen bir takım hastalık için kullandığını sanıyor. Kötü ruhların varlıklarına inanmadıkları için böyle düşünüyorlar. Başka bir grup da her hastalığın altında kötü bir ruh etkisini ararlar. Ancak yazılanlara dikkat edersek İsa’nın hem hastalara hem de cinlilere yardım ettiğini görebiliyoruz. İsa her hastaya cinli diye bakmıyordu. Aynı zamanda normal sebeplerden oluşan illetleri cinlere bağlamıyordu. Sonuç olarak bazı hastalıkların olağan nedenlerden ve bazısının olağanüstü sebeplerden kaynaklandığını görüyoruz. İsa Mesih bunları ayırt etmeye dikkat ettiği gibi bizler de dikkatli olmalıyız. Çok yoğun bir geceden sonra sabah erkenden İsa evden çıkıp ıssız bir yere gidip duaya yönelir. Mesih bunu sık sık yapar çünkü ruhsal olarak tabiri yerindeyse şarj olmak için Baba’yla zaman geçirmeye ihtiyaç hissediyordu. Tanrı’nın Oğlu Mesih buna ihtiyaç duyduysa düşünün artık bizim daha ne kadar çok ihtiyacımız var. Öğrencileri onu bulunca İsa’yı bir daha halkın yanına getirmek niyetindeler ama İsa bunu istemedi. Mesih tek bir yerde kalıp insanları etrafında toplamak yerine köyleri tek tek dolaşmayı tercih ediyordu. Ama neden?
Bu sırada cüzamlı biri Mesih’in yanına varıp, ‘İstersen beni temiz kılabilirsin’ diye yalvarır. O dönemde cüzam en korkunç ve en bulaşıcı hastalık olarak biliniyordu. Bu ilete bulaşan kişiler acı duyamadıkları için farkında olmadan kendi kendilerine zarar verirler. Cüzamlılar toplumdan uzak yapayalnız yaşarlardı çünkü herkes onlardan korkuyordu. Ama İsa çok farklı bir karşılık veriyor. Acınacak halde olan adamı görünce yüreği sızladı ve ona şifa vermek için özellikle ona dokundu. Anında adamın cüzamı geçti ve tertemiz oldu. Ancak İsa daha önce yaptığı gibi bunun haberini her yere yaymamasını rica eder. Yine soruyoruz, neden? İsa neden çekiniyor? Bunun cevabını bölümün sonunda alıyoruz. Mesih’in uyarısına uymayan adam yaptığını her yere yayınca İsa artık kentlere giremez oldu çünkü herkes etrafına yığılıyordu. İsa’nın popüler olmak gibi bir derdi yoktu. Aynı zamanda kendi kişisel menfaatlerini güden insanlardan sakınıyordu. İsa Mesih ruhsal ihtiyaçlarını fark eden insanlara ulaşmaya çalışıyordu. Bu yüzden kalabalıklardan kaçınıyordu.
AÇIKLAMA: Bubölümde İsa din bilginleriyle sık sık çatışıyor. Aralarında yaşanan gerginliğin sebebini şu benzetmeyle özetler: Yeni şarap eski tulumlara doldurulmaz. Ferisiler İsa’yı kendi kalıplarına sokmaya çalışıyorlardı ama Mesih’in tarzı ve öğretisi çok farklıydı. Daha önce gördüğümüz gibi insanlar şifa bulmak için İsa’nın yanına akın ediyorlardı. Bulundukları yer öyle dolup taştı ki ihtiyacı olan insanlar içeri giremiyorlardı. Bu sırada felçli arkadaşlarını şiltede taşıyan dört kişi İsa’ya ulaşmak için başka bir yol deniyorlar. Evin damına çıkıp bir delik açarak felçli adamı Mesih’in önüne indirmeye başarıyorlar. İmanlarına hayret eden İsa hemen hasta adamla ilgileniyor. Ancak onu ayağa kaldırmak yerine ‘Oğlum, günahların bağışlandı’ diyerek söze başlar. Olup bitenleri izleyen din bilginleri buna çok şaşırıp aralarında hemen mırıldanmaya başlarlar: ‘Bu adam neden böyle konuşuyor, kendini ne sanıyor?’ Anlamadıkları esas şu: Tanrı’dan başka kim günahları bağışlayabilir? Bu çok doğru! Hiç bir insan başkasının günahını bağışlayamaz. Bu açıdan İsa’nın böyle bir şey söylemesi gerçekten şaşırtıcı hatta küfür sayılır. Ancak İsa normal bir insan değil, O Tanrı’nın Oğlu’dur. Nitekim onlar bir şey söylemeden İsa ruhunda ne düşündüklerini bile sezebildi. Sonra İsa ilginç bir soru sorar: Birine ‘günahların bağışlandı’ demek mi kolay yoksa ‘kalk, yürü’ demek mi daha kolay? Tabi ki günahların bağışlandı söylemek daha kolay çünkü hiç kimse gerçekten işe yaradığını bilemez. Ancak birinin hastalığına bariz bir şekilde son vermek esas zor olandır. Sonunda İsa insanların günahlarını bağışlamaya yetki sahibi olduğunu kanıtlamak için felçli adama şifa verir. Bununla İsa Mesih esas Tanrı olduğunu da kanıtlamış oldu. Tabi din bilgileri bunu hiç hoş karşılamadılar.
Ardından İsa şaşırtıcı bir şey daha yapar. Mesih’in ardından gelen bir kaç havarisi vardı ama bu sefer de İsa Roma’ya vergi toplayan ve dolayısıyla hiç kimsenin sevmediği Levi isminde bir adamı yanına çağırır: “Ardımdan gel!” Deyince Levi de kalkıp Mesih’in diğer havarilerine katılır. Bu yetmemiş gibi İsa Levi’nin arkadaşlarıyla aynı sofraya oturur. Tabi bunlar da din bilginlerinin gözlerinde oldukça günahkâr sayılan kimselerdi o yüzden Mesih gibi ruhsal bir adamın toplumun dışladığı bu gibi insanlarla oturup kalkması çok ayıplanırdı. Ferisiler İsa’nın öğrencilerine gelip, ‘Öğretmeniniz niçin böyle bir şey yapıyor?’diye sormalarına karşı Mesih ‘Sağlamların değil, hastaların hekime ihtiyacı var’der. Ne demek istiyordu? Ferisiler kendilerini ‘sağlam’ sanıyorlardı o yüzden Mesih’e iman etmiyorlardı. Fakat ‘günahkâr’ dedikleri bu insanlar ruhsal anlamda hasta olduklarını kabul ettikleri için İsa’ya akın ediyorlardı. Burada iman etmenin en temel prensibini görüyoruz. Tanrı’ya geldiğimizde öncellikle günahlarımızın farkınavarıp Rab’bin yardımına muhtaç olduğumuzu kabul etmeliyiz. Başka türlü kendimizi ‘sağlam’ gördüğümüz sürece Tanrı’nın lütfundan yararlanmamız mümkün değil.
Daha sonra İsa din bilginleriyle yine bir takım tartışma yaşar. Birincisi oruçla ilgilidir. İnsanlar Mesih’in öğrencilerini Ferisiler’in kalıbına sokmaya çalışıyorlardı ama İsa buna izin vermiyor. Burada kendini bir güveye benzeterek İsa oruç tutmanın zamanı olmadığını belirtir. Tabi ki aralarından ayrıldıktan sonra öğrencilerin oruç tutmaları doğaldır, nitekim bugüne dek Mesih imanlıları zaman zaman belli durumlar karşısında oruç tutarlar. Ama mesele oruç değil, mesele İsa’yı kendi yanlarına çekmektir, ama Mesih buna izin vermiyor. Daha sonra Şabat Günü’yle ilgili olarak yine benzer bir anlaşmazlık yaşadılar. Ferisiler Mesih’in kendi oluşturdukları kurallara uymasını istiyorlardı ama İsa onlara boyun eğmiyor çünkü O Kral Davut’tan bile daha üstün bir konuma sahip ‘Şabat’ın Rab’bidir’. İsa yaşananları eski bir elbiseye dikilen yeni kumaş parçasına benzetir. Tabi ki tutmaz çünkü yama çeker ve elbise yırtılır. Aynı şekilde eski tulumlara yeni şarap doldurulmaz çünkü şarap mayalanma süresince şişer. Eski deri tulumlar daha fazla büyüyemez o yüzden yeni tulumlara koyulur. Burada İsa, Ferisiler’in öğretisini eski tulumlara benzetiyor, kendi öğretisiyse yeni bir şarap gibidir. Yeni ürün eski kalıba uymadığı gibi Mesih’in öğretisi din bilginlerinin eskimiş ve çürümeye mahkûm kalıbına asla uymayacaktır.
style="position: absolute; top: 0.59cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: Dahaönce gördüğümüz gibi Mesih baştan beri kendisini kıskanan din bilginleriyle çatışıyordu. Aslında bakarsak İsa, Musa’nın Yasası’na karşı değildi, Tanrı’nın buyurduğu her şeyi eksiksizce yerine getirirdi. Ferisiler ile yaşadığı tartışmanın özü din bilginlerinin sonradan Rab’bin Yasası’na ekledikleri konulara ilişkindi. En çok çatıştığı konulardan biri de Şabat Günü’ydü. Yahudiler yasa gereği cuma akşamı güneşin batımından başlayarak cumartesi akşamına kadar her tür işten istirahate çekiliyorlardı. Aslında Tanrı bu haftada bir gün dinlenme ilkesini yaratılıştan beri bütün insanlara öğretti (Yaratılış 2:1-3). Daha sonra Musa’ya bildirilen 10 Emir’de de Şabat Günü yasası geçiyordu (M.Çıkış 20). Yalnızca zamanla din bilginleri kimse Şabat yasasını çiğnemesin diye, insanlar evden şu kadar adım atabilir gibi, ekstradan bir takım kurallar daha geliştirdiler. İşte İsa’nın tahammül edemediği kurallar bunlardı çünkü Ferisiler aslında Yasa’yı uygulamaktan çok herkesin kendi çıkarttıkları kurallara uymalarını istiyorlardı. Şimdi bir daha Şabat gününde İsa havraya geldiğinde eli sakat bir adamla karşılaşır. İsa’yı suçlamak için neden arayan din bilginleri sabırsızlıkla Mesih’in ne yapacağını merak ediyorlar. İsa da basit bir soru sorar: ‘Kutsal Yasa’ya göre Şubat Günü iyilik yapmak mı doğru, yoksa kötülük yapmak mı?’ Tabi ki bunun cevabı oldukça barizdir: Elbette ki iyilik! Ancak din bilginleri bunu söylemekten kaçınıyor çünkü yürekleri taş kesilmiş durumundaydı. Buna çok üzülen İsa adamı derhal iyileştiriyor, Ferisiler ise Mesih’i yok etmek için düşmanları olan Hirodes yanlılarıyla beraber komplo kurmaya başlarlar.
Böylece İsa artık havralarda değil dışarda, kâh denizin kenarında kâh dağın başında kendisini izleyenlere ders vermeyi sürdürüyordu. Sıradan halk İsa’yı çok seviyor, özellikle kendini beğenmiş din bilginlerine meydan okuması onların hoşuna gidiyordu. Bu şekilde insanlar çok uzaktan bile İsa’yı dinlemek için yanına akın ediyordu. Bazen halk öyle kalabalık oluyordu ki İsa ders vermek için bir kayığa binip sahilde duran insanlara vaaz veriyordu. Her zamanki gibi İsa hastaları iyileştirip kötü ruhlara tutulan insanları özgür kılıyordu. Tabi cinler İsa’nın kim olduğunu biliyorlardı ama Mesih’in onların reklamına ihtiyacı yoktu o yüzden konuşmalarına izin vermiyordu. Yapılacak iş büyüdükçe İsa kendisine destek olacak on iki elçi seçmeyi uygun gördü. Aslında İsrail’in eskiden beri on iki oymak şeklinde olduğu gibi İsa’nın on iki adam belirlemesi tesadüf değildi. Bununla İsa İsrail ulusunu yenilenmeye çağırıyordu. Daha sonra Kilise Topluluğunun temellerini oluşturacak bu adamları seçerek İsa İsrail’in görevini yerine getirecek yeni bir halk oluşturmaya başladı (1.Petrus 2:9-10). Tabi Ferisiler bundan hiç ama hiç hoşlanmadılar. Hatta başkentten bir takım din bilgini oraya gelip olanları görünce öfkeden öyle kudurdular ki İsa’yı Şeytan’a çalışmakla suçlamaya kalktılar. Mesih bunu duyunca çok basit bir mantık yürüterek karşılık verdi: Şeytan Şeytan’ı nasıl kovabilir? İblis kendisine çalışan cinlerin işini bozar mı? Şeytan kendi evini yıkar mı? Sonra Mesih cinleri kovmakla yaptığını birinin evine giren adamın önce ev sahibini bağlamasına benzetir. İsa, İblis’e tutsak olan insanları kurtarmak için önce Şeytan’ı bağlaması gerekiyor. Sonunda Mesih din bilginlerinin bu noktada işledikleri günahın asla bağışlanamayacağını belirterek ettikleri küfrün ne denli korkunç olduğuna işaret eder. Kutsal Ruh’a bu şekilde küfredenin asla silinmeyecek bir günah işlediğini söyler. Gerçekten ürpertici bir sözdür. Peki, bizim bu tür bir günah işlememiz mümkün mü? Aslında Rab’bin Sözü bu şekilde lütfuna karşı gelmenin ciddiyetini bir çok yerde vurgular (İbraniler 6:4-6). Bu durumda öncellikle bu sözlerin kime ne durumda söylendiğine dikkat edelim. Din bilginleri Mesih’e zaten inanmıyorlardı ve bu şekilde onu suçladıklarına göre asla inanmak gibi bir niyetleri olmadığını belirtmiş oldular. Bir de Mesih’in kendisi mucize yaparak karşılarında durmasına rağmen inanmayı reddettiklerine göre gerçekten ümitsiz vakaydılar demek ki. Aynısını bugün bizim için söylemek mümkün değil.
Daha sonra İsa yine halk ile ilgilenirken bu sefer annesi ve kardeşleri onu aramaya gelir. Olup bitenleri duyunca iyice endişelendiler demek. Kalabalıktan ötürü Mesih’in yanına gelemedikleri için ona ancak bir mesaj iletiyorlar. Bu arada unutmayalım ki İsa’nın kardeşleri henüz kendisine inanmıyorlardı (Yuhanna 7:1-5). İsa’ya ‘ailen dışarda, seni çağırıyor’ deyince Mesih çok ilginç bir cevap verir: Kimdir annem ve kardeşlerim? Sonra kendisini izleyenleri işaret ederek, ‘İşte annem ve kardeşlerim!’ der. Bu sözlerle İsa hiç bir taraf tutmadığını en açık şekilde belirtir. Onun için etnik kimlik olsun, din arkadaşları olsun, aile olsun, Tanrı’ya bağlı kalmanın yanında hiç bir önemleri yoktu. Dediği gibi, ‘Tanrı’nın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kız kardeşim ve anne odur’. Bu söz bugün de tüm hepimiz için geçerlidir. Her kim Tanrı’nın isteğini yerine getirmek üzere Mesih’in ardından gidiyorsa kutsal ailesinin mensubu sayılır. Mesih de böylelerine kardeş diye hitap etmekten hiç utanmaz (İbraniler 2:11).
style="position: absolute; top: 1.54cm; left: 0cm; margin-left: 0.04cm"