AÇIKLAMA: Mesihharika bir öğretmendi. Bazı öğretmen çok bilgili olabilir ama dinleyicilerin anlayacağı şekilde öğretmedikten sonra söyledikleri havada kalır. Mesih sözünü ettiği Göklerin Egemenliği’nin sırlarını sıradan halkın anlayabileceği güncel örnekler ve renkli benzetmeler kullanarak aktarırdı. Bu şekilde çocuklar bile Mesih’in ne dediğini rahatlıkla anlayabiliyorlardı. Aynı zamanda İsa bu şekilde kendisine düşman kesilen din bilginlerine karşı öğretisini kamufle etmiş oluyordu. Böylece yalnızca yüreği açık olanlar anlatmak istediği sırları çözebiliyorlardı. Bu bölümde Mesih birçok benzetmeye başvurarak Göksel Egemenliğin içyüzünü göstermekle beraber esas kimlerin ona layık görüleceğini anlatır. İlk benzetmede tohum eken bir çiftçi söz konusudur. Tohumu sağa sola saçar ancak her tohumdan arzu ettiği güzel ürünü bulamıyor. Neden? Çünkü her tarlada olduğu gibi bu tarlada da bazı sıkıntılar vardır. Tarlanın kenarında insanların yol olarak kullandığı sertleşmiş patikalar var, dolayısıyla oraya düşen tohum kök salamadığı için kuşlara yem oluyor. Tohumların bazısı kayalık yerlere denk gelir. Oraya düşen tohumlar hemen filizlenir ancak kök salamadıkları için kısa bir süre sonra kuruyup gidiyor. Başka tohumlar dikenlere denk gelir. Bunlar başta güzel gelişir fakat büyüyünce dikenlerin gazabına uğruyor. Yine de tohumun bir kısmı güzel topraklara düşüyor ve beklenen ürünü sağlıyor.
Peki, oldukça basit bu benzetmeyle İsa neyi anlatmaya çalışıyor? Hatırlarsak bir önceki bölümde din bilginlerinin Mesih’i İblis’e çalışmakla suçladığını gördük. Burada İsa bu gibi insanların yürekleri neden bu kadar sert olduğunu açıklar. Tanrı’nın Sözü’nü temsil eden tohum çok farklı yüreklere denk gelebilir. Bazıların yüreği aşırı baskıdan dolayı nasırlaşmış olabilir dolayısıyla yüreklerine ekilen sözü hiç algılayamıyor bile. Başkalarının yüreği taşlarla doludur, böylece Rab’bin sözünü sevinçle kabul etseler bile gelen zorluklara hiç katlanamıyor çünkü kökleri derine inmiyor. Bazıların yüreği dikenli toprağa benzer, aslında çok isteklidirler ancak dünyasal kaygılar ve daha başka dünyevi hevesler yüreklerine ekilen Tanrı Sözü’nü boğuyor. Ancak yüreği açık ve temiz olanlar gelen kutsal sözü hem kabul eder hem de verimli bir şekilde karşılık verir. Bizler de bu gibi manzaralarla çok kez karşılaştık. Bir insan Rab’bin müjdesine heyecanla karşılık verebilir ancak aileden gelen baskılardan dolayı ya da dünyanın caziplerinden dolayı bir süre sonra kayıplara karışır. Bazısı Mesih’in dönemindeki Ferisiler gibi ilk tohuma benzer çok sert bir yüreğe sahip olabilir. Böyle Rab’bin Sözünü ne kadar duysalar bile yürekleri müsait olmadığı için tövbeyle karşılık vermiyor. Yine de bazıların yüreği gerçek anlamda Rab’bin gerçeğini kabul etmeye hazır ve bir süre sonra harika bir ürün verir. İlerleyen ayetlerde İsa bu durumu saklanmış bir kandile benzetir. Yandıkça herkes tarafından görülür ve takdir edilir. Aynı şekilde Rab’bin ışığına gelen ve O’nun sevgisinden beslenen tohum eninde sonunda harika bir meyve verir. Rab Tanrı da çok meyve vermemizle yüceltilir (Yuhanna 15:8). Bununla beraber Rab’be olan imanımızın ölçüsüne göre bereketini biçeceğimiz de kesin: Ne ekersek onu biçeriz! Rab’bin işlerinde verimli olursak gün geçtikçe verimliliğimiz de artar.
Rab’bin Egemenliğini tarif etmek için İsa iki benzetme daha anlatır. Birincisinde yine bir ekinci söz konusudur. Adam yeri geldiğinde kendisine düşen görevi yapar, tohum saçar. Ama bundan başka bir şey yapamaz çünkü gerisini Rab’be bırakması gerek. Tanrı’nın nimetleriyle donatılmış toprak gelen yağmurla harika bir ürün yetiştirir. Bu durumda ekinci dua etmekten ve beklemekten başka bir şey yapamaz. Hasat için Tanrı’ya güvenmesi gerekir. Benzer şekilde Tanrı’nın Egemenliği insanların yüreklerine ekilen tohumların büyümesine kalmıştır. Bize düşen görev ekinci gibi tohumu saçmak ve sabırla beklemek, gerisi Rab’bin işidir (Yakup 5:7-8, 1.Kor 3:6-17). İkinci benzetmede İsa Tanrı’nın Egemenliğini hardal tohumuna benzetir. Hardal tanesi pirinçten de küçük minik bir tohumdur. Ama ne ilginçtir ki ondan yetişen hardal bitkisi koskoca bir ağaca dönüşebilir. Bu örnekle İsa küçümsenecek kadar küçük bir tohum gibi başlayan Tanrı’nın Egemenliğinin zaman geçtikçe bir hayli büyüceğini belirtir. Söylediği bu söz aslında son iki bin yıl içinde devamlı büyüyen kilisenin bünyesinde gerçekleşti. Bir avuç insanla başlayan kilise topluluğu şimdi dünyanın her dört yanına ulaştı. Tarih içinde de Mesih’in öğretisinin medenileşen topluluklar üzerindeki etkisi tartışılmaz bir gerçektir. Günümüzde binlerce dile çevirilen Rab’bin Sözü sayesinde de İsa’nın adı her lisanda yüceltiliyor. Mesih’in dediği bu şekilde fazlasıyla yerine gelmiş oldu.
style="position: absolute; top: 1.1cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: Bubölümde Mesih’le geçirilen bir günün ne kadar maceralı olduğunu görüyoruz. Mesih yardımına başvuran kalabalıklarla her gün uğraşmaktan bir hayli yorulmuştur o yüzden öğrencileriyle birlikte ıssız bir yerlere çekilmek istedi. İsa, tekneye binince kopmakta olan fırtınaya hiç aldırmadan teknenin arka tarafında hemen uykuya daldı. Celile Gölü’nde kopan bu tür fırtınalar bugün de çok meşhur çünkü kuzeydeki dağlardan aniden gelen rüzgârların etkisiyle gölün suları çabucak dalgalanabiliyor. O yüzden yerel halk göle ‘deniz’ adını vermişti, çünkü denizin dalgaları kadar birden yükselebiliyor. Bu sırada öyle şiddetli bir fırtına koptu ki tecrübeli balıkçı olan öğrenciler bile ‘Öleceğiz!’ diye bağırarak canları için korkmaya başladılar. Özellikle Mesih’in oldukça acil bu duruma hiç aldırmamasına çok şaşırdılar. İsa’yı nihayet uyandırmaya başardıkları zaman Mesih ayağa kalkıp rüzgârı azarladı ve gölü tek cümleyle sakinleştirdi. Sonra öğrencilerine dönerek, ‘Neden korktunuz, imanınız ne oldu?’ diye sordu. Bu sefer öğrenciler Mesih’in olağanüstü yetkisi ve kuvveti karşısında daha da korktular: ‘Bu adam kim ki, rüzgâr da göl de O’nun sözünü dinliyor?’ Peki, Mesih neden onları azarladı? Çünkü onlar şunu bilmeleri gerekiyordu ki İsa teknedeyken batması mümkün değildi. Bizler de bazen hayatımızda aniden baş gösteren fırtınalar karşısında ‘Öleceğiz’ diye bağırarak, Rab’bin yardımımıza neden hemen gelmediğine şaşırabiliriz. Ancak şunu asla unutmalıyız ki Mesih bizimle beraber iken başımıza ne gelirse gelsin emniyetteyiz.
Gölün karşı yakasına varınca daha da ürkütücü bir manzarayla karşılaşırlar. Cine tutulmuş çığlık atan bir adam yanlarına koşup geliyordu. Bu zavallı adam kötü ruhların etkisinde öyle kaldı ki yıllarca yalnız başına mezarlar arasında yaşıyordu. İnsanlar onu zincirler ve kösteklerle zapt etmeye çalıştılar ama hiç işe yaramadı çünkü cinlerin gücüyle her tür zinciri parçalayabiliyordu. Böylece korkusundan kimse oralara uğramıyordu ama Mesih korkmuyordu. Cinli adam Mesih’in yanına varınca önünde yere kapandı çünkü İsa’nın kim olduğunu biliyordu. Adamın içindeki kötü ruhlar Mesih’e onları kovmaması için yalvarmaya başlıyorlar. ‘Tümen’ sözünden anlaşıldığı gibi adamın bedeninde binlerce cin barınıyordu. Sonra İsa kötü ruhların ricası üzerinde onları yakınlarında otlayan domuz sürüsüne gönderir. Birden kötü ruhların etkisinde kalan binlerce domuz dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğulurlar. Oldukça ilginç bu manzaradan cinlerin kalabalık sayısını ve korkunç etkilerini anlayabiliyoruz. Kötü ruhlar araç olarak kullandıkları birinin bedenine ihtiyaç duyarlar. Bir insan kendini aldatıcı işleyişlerine açıp kendisini manipüle etmelerine müsaade ederse cinler mümkünse onu ölüme kadar sürüklemeye çalışırlar. Tabi her cinli bu adam kadar korkunç bir durumda olmayabilir. Kötü ruhlar çok sinsi çalışırlar ve çoğu zaman hiç çaktırmadan insanların hayatlarındaki işlerini sürdürler. Ama önemli olan şu ki cinlerin oyunu ne olursa olsun Mesih’in yetkili adıyla son verilebilir. Olayın sonunda adamın ne denli değiştiğini görüyoruz. Ne var ki o bölgedeki insanlar kurtulmuş adamı kutlamak yerine uğradıkları maddi ziyandan dolayı İsa’nın bir an evvel bölgelerini terk etmesini talep ederler.
Şimdiye kadar bir gün içinde Mesih’in hem doğa hem de cinler üzerindeki kuvvetini gördük. Gölün karşı yakasına dönünce kalabalıklar yine Mesih’in etrafında toplanır. Bu arada topluluğun hatırı sayılır önderlerinden biri Yair ölmekte olan kızı için Mesih’in yardımına başvurur. İsa kalabalığın içinden adamla birlikte evine gitmeye çalışırken ilginç bir durum yaşanır. Adı bilinmeyen ve on iki yıldır kanama geçiren bir kadın vardır. Tüm çabalarına rağmen bir türlü iyileşememiştir şimdi son umut olarak Mesih’in giysisine dokunarak iyileşeceğine inanıyor. İsa’nın etrafını sıkıştıran kalabalığın arasından bir şekilde Mesih’in mintanına dokunmaya başaran kadın birden iyileştiğini fark eder. İçinden şifa gücünün aktığını hisseden İsa da birden duruyor ve etrafına bakarak, ‘Bana kim dokundu’ diye soruyor. Tabi olup bitenden habersiz olan diğer herkes sorusuna şaşırıyor. Büyük korkuya kapılan kadın titreyerek İsa’nın önüne gelip ayaklarına kapanıyor. Yaşadıklarını duyan Mesih de ‘Kızım, imanın senin kurtardı, esenlikle git, acıların son bulsun’ der. Burada İsa’nın amacı elbette ki kadını rencide etmek değil, aksine ona sevgisini kanıtlamaktır. Bu arada Yair’in kızının öldüğü duyuluyor. Gelen habere hiç aldırmayan İsa da Yair’e ‘Korkma, yalnız iman et’ diye söyler. Eve gelince İsa herkesi susturur. Sonra kızın cesedinin yanına gelip ‘Kızım, kalk’ diyerek elinden kaldırır. On iki yaşındaki kız birden canlanır ve yürümeye başlar. Bununla İsa hayatın en büyük tehdidi olan ölümün üzerindeki gücünü de kanıtlamış bulunuyor.
AÇIKLAMA: Hizmetinedevam ederken İsa çok farklı tutumlarla karşılaştı. Kendi köylüleri O’na inanmazken diğer köylerden akın edenler Mesih’e hayrandılar. Halkın çoğu İsa’yı çok seviyordu ama dini ve siyasi önderler O’ndan nefret ediyordu. En başta İsa’nın büyüdüğü Nasıra halkının tepkisini görüyoruz. İsa’yı çocukluktan beri tanıyan bu insanlar kendisini küçümsüyorlardı. Mesih hizmetine başlamadan önce muhtemelen genç yaşta kaybettiği üvey babası Yusuf’un mesleği olan marangozluğa devam etmiş ve kardeşleri büyüyene kadar ailesinin ihtiyaçlarını karşılamıştı. Böylece kardeşleri dâhil olmak üzere kendisiyle birlikte büyüyenler İsa’yı bir türlü Mesih olarak kabul etmek istemiyorlardı. O yüzden İsa imansızlıklarından dolayı aralarında pek mucize yapamadı. Ardından Mesih öğrencilerini köylerde mesajını yaymaya gönderir. İlginçtir ki İsa mucize yapma ve kötü ruh kovma muhteşem yetkisini öğrencileriyle paylaşmaktan kaçınmıyor. Onları da bu kutsal hizmete paydaş kılıyor. Ancak İsa bu hizmeti üstelenen öğrencilerine bunu oldukça mütevazı bir şekilde sürdürmeleri gerektiğini vurgular. Böylece on iki havari Mesih’ten aldıkları yetkiyle tüm yöreyi dolaştılar ve Rab’bin harikalarına şahit oldular.
Bu sırada Mesih’in adıyla yapılan harika işler Celile Kralı olan Hirodes’in kulağına erişti ve çok şaşırdı. Hatta vicdan azabından dolayı İsa’nın öldürtmüş olduğu Yahya’nın dirilmiş versiyonu olduğunu düşünmeye başladı. Sonra Kral Hirodes’in Yahya’yı nasıl öldürttüğünü okuyoruz. Hirodes, babası ‘Büyük’ Hirodes kadar olmasa da, oldukça gaddar ve ahlaksız bir insandı. O kadar ki kardeşi Filipus’un karısı olan Hirodiya’ya göz dikip yanına aldı. Bunu duyan Yahya, Kral’ın yaptığı evliliğin yanlış olduğunu söylemekten kaçınmadı. Buna dayanamayan Hirodes de Yahya’yı tutuklatıp zincire vurdu. Tabii, Kral Hirodes itibarını korumaya çalışıyordu ama insan olarak Yahya’ya hayranlığını da gizleyemiyordu. Ne var ki Yahya’ya kin bağlayan eşi Hirodiya peygamberi yok etmek için fırsat kolluyordu. Hirodes’in doğum günü gelince kızını kralın önünde dans etmek üzere misafirleri önüne salıyor. Genç kız erotik dansını tamamlayınca büyülenmiş bulunan babası ona ne isterse vereceğine söz verir. Böylece Hirodiya’in teşviğiyle Yahya’nın başını tepsi üzerinde getirilmesini talep eder. Böylece misafirlerinin gözlerinden düşmek istemeyen Kral hayranlık duyduğu Yahya’nın başını kestiriyor. Bu trajik olayın haberi Mesih’e ulaşınca çok derinden üzüldü. Bu sırada seyahatlerinden henüz dönen havarileri de alıp dinlenmek için gölün karşı yakasına geçmek ister. Ne var ki, güzergâhını tahmin eden halk vardıkları yerde O’nu bekliyor. Onları kırmak isteyen Mesih yine de hastalarına şifa verir ve Rab’bin sözünü öğretir. Ama akşam olunca herkesin aç olduğu ve yiyecek alabilecekleri yerlerden uzak oldukları anlaşılıyor. Her zamanki gibi halka acıyan İsa yine mucizevi bir şekilde ihtiyaçlarını karşılıyor. Bunu beş ekmek ve iki balıkla gerçekleştiriyor. Göklerdeki Babasına dua ettikten sonran elinde bulunan ekmekle balığı çayırda oturan binlerce insanlara dağıtmaya başlar. Herkes doyduktan sonra da başta imansızlık yapan havarilere 12 sebep dolusu yemek kalır.
Artık iyice yorulmuş bulunan İsa dua ederek Baba ile vakit geçirmek üzere öğrencilerini salar ve kendiside dağa çekilir. Mesih’in bunu sıklıkla yaptığını görüyoruz çünkü Tanrı’yla geçirdiği zaman olmazsa olmazdı. Bu sırada öğrencileri yine fırtınaya yakalanmış kürek çekmekte zorluk çekiyorlardı. Sabaha karşı İsa da gölün dalgaları üzerinde yürüyerek yanlarına geldi. Belki onları korkutmak istemediği için yanlarından geçmek niyetindeydi ama kendisini fark etmeleri üzerinde İsa, ‘Cesur olun, benim, korkmayın!’ diyerek onları sakinleştirmeye çalıştı. Bulundukları tekneye binince birden dalgalar yatıştı ve rüzgâr dindi. Öğrencileri hayranlık içinde şaşakaldılar. Aslında beş ekmekle iki balıktan beş binden fazla kişiye yemek çıkartan Mesih’in suyun üzerinde
style="position: absolute; top: 0.29cm; left: 0cm; margin-left: 0.04cm" yürümesine de şaşırmamaları gerekiyordu. Ama gerçek şu ki hayatımızda Rab’bin ne kadar çok mucizesine şahit olsak da zaman zaman içinden çıkılmaz dediğimiz durumlardan bizi kurtarınca yine de şaşırıyoruz. Yani kendisine ne kadar inandığımızı söylesek de sürekli olarak imanımızı daha da büyüten olaylarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Karşı yakaya gelince kalabalıklar hazır bekliyorlardı. Artık Mesih’in ünü öyle büyüdü ki köy, kent her yerden insanlar geliyordu. Bazısı kalabalıktan ötürü ona ulaşamayınca yalnızca elbisesine dokunma ümidiyle yaklaşıyordu ve hepsi dokunanların hepsi şifa buluyorlardı.