AÇIKLAMA: Mesihartık Celile’deki hizmetinin sonuna doğru geliyor. Yakında çarmıha gerilmek üzere Yeruşalim yoluna koyulacaktır. Yaklaşık üç sene boyunca Tanrı’nın Egemenliğini duyurmuştur ancak öğrencilerinden başka kendisine inanan sayısı pek fazla değildir olmadı. Öğrencileri de tam anlamış da sayılmazlar çünkü aralarında Mesih egemenliğini kurduğu zaman kimin hangi koltuğa sahip olacağı tartışmasını yapıyorlardı. Bunu sezen İsa elbette ki çok üzülmüştür çünkü sergiledikleri bu tavır onlara öğrettiği ve hayatıyla örneklediği tavırdan oldukça uzaktı. Sonra İsa temel prensiplerinden birini şöyle özetledi: ‘Birinci olmak isteyen en sonuncu olsun, herkesin hizmetkârı olsun.’ Bunu onlara net bir şekilde göstermek için İsa bir çocuk alıp orta yere diker. Günümüzde olduğu gibi o dönemde de insanlar çocukları pek önemsemezlerdi. Çocuklar fazla gürültü yaptıkları zaman hemen elimizin tersiyle dışarı göndeririz. Ya da bizden bir şey istedikleri zaman pek dinlemeden hemen sus diyerek geçeriz. Ama İsa tam tersini söylüyor. Eğer gerçek anlamda yükselmek, Rab’bin gözünde büyük olmak istiyorsak o zaman aramızdaki en küçük canlara değer vererek başlamalıyız. Bu neden önemli? Bizler genellikle birine değer vereceksek ondan bir şey beklediğimiz için bunu yaparız ama bir çocuğa değer verdiğimizde bunu karşılıksız bir sevgiyle yapmak zorundayız çünkü ondan bir şey bekleyemeyiz. Böylece çocuk olsun, öksüz ve dul olsun, toplumun hor gördüğü insanlara el uzattıkça bizler benciliğimizden uzaklaşmış oluyor ve Tanrı’nın gözünde gerçek anlamda büyüyoruz (Yakup 1:27).
Gerçek şu ki hepimiz bir nebze de olsa bencilizdir. Bunu başkalarında çok çabuk fark edebiliyorsak çoğu zaman kendimizde fark etmede zorluk çekiyoruz. Bir sonraki olayda Yuhanna bunun iyi bir örneğini gösteriyor. Mesih’in adıyla cin kovan birini görmüşlerdi ve İsa’nın öğrencilerinden biri olmadığı için ona engel olmaya çalıştılar. Tabii Yuhanna bunu yapmakla Mesih’in itibarını koruduğunu düşünmüştür mutlaka, oysaki esas öğrenci grubunun ve kendi menfaatini kolluyordu. Başkalarının da kendileri gibi Mesih’in yetkisine sahip olmalarını istemiyordu. Kendince iyi bir şey yaptı, yani İsa’ya sahip çıktı. Mesih’in cevabı ise onu çok şaşırtmıştır. İsa ‘ona engel olmayın’ der çünkü öğrenci grubundan olmasa da insanlara Mesih uğruna iyi bir şeyler yapmaya kalktıysa o zaman kötü niyetli biri değil demektir. Neticede Mesih’in adıyla cin kovanın İsa’ya zararı yoktur. Hatta her kim Mesih uğruna bir imanlıya bir bardak su bile verse mutlaka Rab’den ödülünü alacaktır. (bkz. Matta 24:31-46).
Sonunda İsa çocuk örneğine geri gelir ve onlar gibi küçüklere tökez olmanın ciddi sonuçlarından söz etmeye başlar. Hatta İsa’ya göre küçüklere tökez olmaktansa intihara kalkışmak yeğdir. Peki, küçüklerden kastı nedir? Yaşça küçük olanların yanı sıra imanda zayıf, maddi olarak zor durumda olanları da kastediyor olabilir. Aynı zamanda İsa kendi kendimizi de günaha düşürmenin ne denli korkunç bir şey olduğunu da vurgular. Elimiz, ayağımız ya da gözümüz bizi günaha sürüklüyorsa onu kesip atmamızı önerir. Tabii burada mecazi bir dille konuştuğu bellidir. Rab gerçekten bedenimize bu şekilde zarar vermemizi istemez. Ancak bununla İsa günaha bulaşmamak için radikal kararlar vermemiz gerektiğini belirtmekle beraber günahın nihai sonucu olan cehennemin ciddiyetini de vurgulamak istiyordur. Mesih için cehennem espri konusu değildir, gerçekten korkunç bir yerdir. Cehennemi Peygamber Yeşaya’nın sözlerini kullanarak şöyle tasvir eder: ‘Oradakileri kemiren kurt ölmez, yakan ateş sönmez.’ İsa, oraya mahkûm olan herkesin tuzlanır gibi ateş yağmuruna tutulacağını söyler. İşte bu yüzden imanlılar olarak hem kendimize hem de başkalarına dikkat etmeliyiz. Bizler dünyanın tuzu ve ışığı olmaya çağrıldık; dünyada fark yaratmalıyız, karanlıkta ışık gibi parlamalıyız (Matta 5:13-16). Sonuç olarak Rab’bin yanında önemli bir yer edinmek istiyorsak kendimizi her tür günahtan arındırmaya dikkat etmeliyiz ve zor durumda olan ‘küçüklere’ Mesih’in sevgisiyle yönelmeye gayret göstermeliyiz.
AÇIKLAMA: Mesihbu sırada Fısıh Bayramına giden kalabalıklarla beraber Yahudiye bölgesine yaklaşıyor. Ferisiler, her zamanki gibi, İsa’yı denemek amacıyla aklarına gelen her tür zor soru sormaya çalışırlar. Bu seferinde boşanma konusu gündeme gelir. Bugün bile bu mevzu oldukça hassas bir konudur. Musa’nın Yasası’na fazlasıyla bağlı olan Ferisiler’in esas sorduğu şu: Kutsal Yasa’ya göre boşanmak mümkün mü? Mesih birçok kez yaptığı gibi soruyu netleştirmek ve de onları düşündürmek için sorularına bir soruyla cevap verir: Musa ne buyurdu? Yasa’ya göre bir erkek karısını boşamak istese ona bir boşanma belgesi verebilir ve öylece evine gönderebilir. Aslında İsa daha önce boşanma ile ilgili öğretisini verdi (Matta 5:31-32). İsa zina gibi ciddi bir sorun haricinde boşanmaya hiç sıcak bakmadığını belirtti. Musa’nın Yasası’na gelince boşanmaya İsrailliler’in sert yüreklerinden dolayı izin verdiğini söyler. Yani unutmamalıyız ki Yasa’da geçen her şey Tanrı’nın esasında arzuladığı şeyler olmamakla birlikte Rab insanlar kendilerine ve birbirlerine daha çok zarar vermesinler diye bazen istemediği durumlara izin vermek zorundaydı. Benzer şekilde insanın bir elinde kanser tespit edilirse daha fazla yayılmaması için onu kestirmeye razı olması gerekir. Boşanma da kesinlikle güzel bir şey değil ancak zina gibi bir durum söz konusuysa başka çare kalmayabilir. Ancak Mesih burada Tanrı’nın esas arzuladığı olan orijinal evliliği hatırlatır. Yaratılışın başlangıcında bir erkek ve bir kadın bir ömür boyu paylaşmak ve bir beden olmak üzere Tanrı’nın onayıyla bir araya gelerek evlendi. Böylece Mesih evlilik ve boşanma ile ilgili öğretisini şöyle özetler: ‘Tanrı’nın birleştirdiğini insan ayırmasın!’ Daha sonra İsa’nın öğrencileri yine boşanma konusunu açınca İsa şunu söyler: ‘Karısını boşayıp başkasıyla evlenen karısına karşı zina etmiş olur.’ Buradaki boşanma elbette ki Mesih’in istisna olarak anlattığı zina sonucu bir boşanma değil. O dönemde Yahudiler her hangi bir sebepten dolayı karılarını babalarının evlerine yollayıp boşayabiliyorlardı. Mesih işin aslı buna karşı geliyordu çünkü bu gibi durumlarda kadın gerçek anlamda boşanmış değildi çünkü boşanma belgesi verilmemişti. Böylece kadın ya da erkek başkasıyla birlikte olursa zina sayılır.
Boşanma sözü açılırken aslında bunun en büyük bedelini genellikle arka planda kalan çocuklar ödüyor. Ama pek kimse onların başına geleni düşünmüyor. İnsanlar ‘ama ben mutlu değilim’ gibi bencil sözlerle yalnızca kendilerini düşünüyor. Günümüzde olduğu gibi eski zamanlarda da pek kimse çocukları önemsemezdi. İsa Mesih ise bu konuda çok farklıydı. Bir çok sefer çocukları örnek göstererek ne kadar değerli olduklarını belirtti bile (Markos 9:36-37). Bu seferinde bazıları çocuklarını İsa’nın yanına onlara dokunması için getirmeye çalışırken öğrencileri onlara engel olmaya çalıştılar. Çocukların bazısı hasta olabilirdi, belki şifa bekliyorlardı, bazısı yalnızca İsa’yı merak ediyorlardı ve yanında olmak istiyorlardı ya da onlara dua edip bereketlemesini istiyor olabilirlerdi. Ama sebep her neyse öğrenciler onları azarlardı. Olup biteni sezen İsa Mesih ise öğrencilerine dönüp onları iyice fırçaladı: ‘Bırakın çocuklar bana gelsin!’ Mesih için çocuklar zaman kaybı değildiler. Onlarla ilgilenmekten zevk alırdı. Verdiği sebep de şu: ‘Çünkü Tanrı’nın Egemenliği böylelerinindir’. Bu ne demek? Aslında daha önce İsa kendisine gelen birinini bir çocuk gibi yaklaşması gerektiğini belirtti. Yani bir çocuğun saf güveniyle Rab’be yaklaşmalıyız. Ama bu cümlenin ikinci bir boyutu da olabilir. İnsanlar hep sorarlar, ‘Ölen çocuklara ne oluyor?’ Acaba İsa burada henüz masumiyet çağında ölen çocukların Rab’bin huzuruna kavuştuklarını söylüyor olabilir mi? Sonuç olarak bizim de o günkü öğrenciler gibi değil, Mesih gibi çocuklara çok büyük bir sabır ve merhametle yaklaşmamız gerekir.
style="position: absolute; top: 0.75cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
Tam bu sırada zengin bir delikanlı koşarak İsa’nın yanına gelir ve çok ilginç bir soru sorar: ‘İyi öğretmenim, sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?’ Aslında çok önemli bir soru. Ancak sorma şekline dikkat edersek belli ki adam kendi yaptıklarına çok güveniyordur. Yani sonsuz yaşamı bir şekilde hak edebileceğini sanıyordur. O yüzden Mesih hemen ‘iyi olan yalnız biri vardır’ diyerek Tanrı’dan başka hiç kimsenin gerçek anlamda iyi olmadığını belirtir. Tabi ki İsa, Tanrı olduğu için gerçekten iyiydi, zaten o yüzden ona hayranlık duyan bu delikanlı ona başvurdu. Sonra İsa Tanrı Yasası’nın temel buyruklarından bazısını sıralayarak adamı test eder. Ama kendine çok güvenen delikanlı, ‘bunların hepsini gençliğimden beri yerine getiriyorum’ diye cevap verir. Görüyoruz ki İsa bu adamı gerçekten sevdi ancak bir eksiğini tespit etti. Çok zengin olduğu için bir tek kendini düşünüyordu ve mal varlığını paylaşmaya yanaşmıyordu. Aslında maddi şeylerden vazgeçebilseydi İsa’yı izleyebilirdi ama bunu yapamadı. Ayrılan delikanlıyı üzüntüyle izleyen Mesih zenginliğin imana ne denli büyük bir tökez olduğunu belirtir. Böylece özellikle zenginlerin kurtulmaları imkânsız denecek kadar zor olduğunu söyler. Ama şükürler olsun ki Rab imkânsızı başaran Tanrı’dır ve tövbe edip kendisine imanla yaklaşan zengini de kurtarabilir (bkz. Luka 19). Bu sırada Petrus diğer öğrencilerin de kaygılarını şöyle dile getirir: ‘Biz her şeyi bırakıp senin ardından geldik…’ Yani biz ne olacağız? Böylece İsa kendisi ve müjde uğruna fedakârlık yapan herkesin Rab’bin elinden hem bu dünyada hem öbür dünyada fazlasıyla ödüllendirileceğini belirtir.
AÇIKLAMA: Yeruşalim’egiderken İsa artık yolculuğun son aşamasına geldi. Yanındakiler çok tedirgindiler çünkü başkentteki dini önderlerin İsa’ya karşı ne denli büyük bir nefret beslediklerini biliyorlardı. Ama hiç korkmayan İsa emin adımlarla önlerinde yürüyordu. Aslında Mesih başına gelecek her şeyi biliyordu ama ona rağmen hiç tereddütlü değildi. Öğrencilerine Yeruşalim’de yaşayacaklarını şöyle sıralar: Tutuklanacağım, ölüm cezasına çarptırılacağım, kamçılanıp öldürüleceğim, ama üç gün sonra ölümden dirileceğim. Biz olsaydık eminim o yöreden uzaklaşmak için elimizden geleni yapardık. Ama Mesih’in kutsal bir misyonu vardı: O ‘canını birçokları uğruna fidye olarak sunmaya geldi.’ İsteseydi tabi ki tüm bunlara engel olabilirdi ama bu acılara katlanarak tüm insanların günahının bedelini ödeyeceğini bildiği için kararlı adımlarla hedefine doğru yürümeye devam etti.
Tam bu sırada en yakın öğrencilerinden ikisi Yakup ve Yuhanna oldukça bencil bir istekte bulunurlar. Matta bölümünden annelerinin bu işin içinde olduğunu öğreniyoruz (Matta 20:20). O da büyük ihtimalle İsa’nın akrabasıydı o yüzden böyle bir hamle yapmaya cesaret etti. Arzuları şuydu: ‘Sen yüceliğine kavuşunca birimize sağında, ötekimize de solunda oturma ayrıcalığını ver.’ Ne ilginçtir ki Mesih ölüme gitmekten söz ederken öğrencileri yücelik hayallerini kuruyorlar. İsa’nın sağında ve solunda oturmak demek, kurulacak krallığın en önemli ikinci ve üçüncü konuma sahip olmak demekti. Tabii diğer öğrenciler bunu duyunca doğal olarak çok kızdılar. Mesih ise, ‘Ne dilediğinizi bilmiyorsunuz’ diyerek onlara ne büyük bir yanılgı içinde olduklarını göstermeye çalışır. Sonra içeceği bir kâseden ve katlanması gereken bir vaftizden söz eder. Bunların anlamı neydi? Bir kâse pek çok anlam ifade edebilir ancak buradaki ayetlerde olumsuz anlamda kullanıldığı belli. İsa yakında yaşayacağı ıstırabı acı bir kâseden içmeye benzetir. Daha sonra çarmıha gerilmeden önceki akşam Getsemani bahçesinde Tanrı’ya yakarırken İsa yine bu kaseden söz eder (14:36). Mesih için çarmıh olayı zehirli bir kâseden içmek gibidir çünkü bile bile tüm insanların günahını yüklenip ölüme teslim olacaktır. Aynı zamanda bunu bir tür vaftize benzetir (Luka 12:50). Bu anlamda vaftiz ölüme teslim olma anlamını taşır, nitekim bizler de vaftiz olduğumuzda Mesih’in ölümüne ortak oluyoruz (Rom. 6:3-4). Şimdi İsa iki öğrencisine, ‘Siz de bunlara katlanabilir misiniz?’ diye sorar. Onlar da kendilerinden çok emin bir şekilde ‘Evet!’ diye yanıt verirler. İsa yine de olayın ciddiyetini anlamadıklarını belirterek kimin sağında ve solunda oturma ayrıcalığı alacağını saptamak için henüz çok erken olduğunu söyler. Sonra onlara ve kızmakta olan diğer öğrencilere bu tür beklentinin tümden yanlış olduğunu anlatır. Rab’bin Egemenliği’nde bir yere varmak isteyen önce herkesin kulu olmalı. Nitekim Mesih’in kendisi, kendini yüceltmek için çabalamadı, aksine insanlara her tür hizmet sergileyerek sonunda canını insanlık uğruna ortaya koydu. İşte takınmamız gereken tavır budur!
style="position: absolute; top: 0.1cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
Sonra İsa Eriha kentine girer ve orada Bartimay isminde kör bir adam ile karşılaşır. Aslında burada anlatılanları Matta ve Luka’da geçen aynı olayla karşılaştırdığımızda bir kaç ilginç farklılık ortaya çıkar. Matta’ya göre yalnızca bir değil, iki kör adam vardı (Matta 20:29). Luka’ya göre de Eriha’ya girerken değil (Luka 18:35). Bazıları bunları bariz çelişki olarak göstermeye çalışır. Aslında öyle değil. Markos’un iki kör adamdan yalnızca ismini bildiği Bartimay’a odaklanması gayet normaldir. Olay Eriha’ya girerken mi çıkarken mi oldu sorusuna gelince aslında o dönemde iki Eriha söz konusu olduğunu hatırlamalıyız. Bir tanesi çok eskiden Yeşu döneminde yıkılan antik Eriha’ydı. Daha sonra yakınında yeni bir kent kuruldu. Anlaşılan İsa birinden ayrılırken ve diğerine girerken kör adamlarla karşılaştı. Bartimay özellikle Mesih’in geldiğini duyunca çok ısrar ettiği için İsa’nın dikkatini çekmeyi başardı. İsa da kör adamın büyük imanını görünce, ‘İmanın seni kurtardı’ diyerek ona şifa verdi. Böylece Bartimay yol boyunca İsa’nın ardından giderek Tanrı’yı yüceltiyordu.
AÇIKLAMA: FısıhBayramından bir kaç gün önceydi, Pazar günü İsa Celile’den gelen kalabalıklarla beraber Yeruşalim’e geldi. Şehire varmadan hemen önce Beytanya adında küçük bir kasabaya uğradı. Oradan öğrencilerini bir sıpa bulmaya gönderir. Peki, ne yapmayı çalışıyordu? Eğer bir kral ya da fatih olarak başkente girmeyi düşünmüş olsaydı güçlü ve görkemli beyaz bir at talep ederdi. Ancak İsa böyle biri değildi. Evet, Mesih olarak kendini halkına sunmak istiyordu ancak bunu gururlu gösterişle değil alçakgönüllülükle yapmak istedi. Aslında Peygamber Zekeriya çok önceden bu olayı şöyle tarif etti: ‘Ey Siyon kızı, sevinçle coş! Sevinç çığlıkları at, ey Yeruşalim kızı! İşte kralın! O adil kurtarıcı ve alçakgönüllüdür. Eşeğe, evet, sıpaya, eşek yavrusuna binmiş sana geliyor! (Zek. 9:9). Aynı bu sözler uyarınca İsa sıpaya binmiş olarak Yeruşalim’e gelip İsrail ulusuna vaat edilen Mesih olduğunu kanıtladı. Halk onu büyük sevinçle karşıladı: Hozana! Rab’bin adıyla gelene övgüler olsun! diye bağırdılar. Hozana demek, ‘Şimdi kurtar’ demektir. Mesih’le beraber gelen halk O’na koca bir ‘Hoşgeldin!’ dedi. Onu Davut’un tahtı üzerinde görmek istiyorlardı. Artık Romalılar’ın baskı ve zulmünden kurtulmak istiyorlardı. Ancak din bilginleri İsa’yı o kadar hoş karşılamadılar. Onlar Romalılar’dan gelecek tepkiden korkuyorlardı. Dahası kendi tahtlarının da sarsılmasından korkuyorlardı. Böylece Mesih önderlerden aradığı sıcak karşılamayı alamayınca akşam olunca Beytanya köyüne döndü.
Ertesi gün yine Yeruşalim’e inince İsa ile incir ağacı arasında ilginç bir olay gelişir. İsa acıkınca ağaca yaklaşır ama onda incir bulamayınca onu lanetler. Başta bu bizi şaşırtabilir çünkü yazdığı gibi incir mevsimi değildi. Şimdi öncellikle Mesih’in burada ne yaptığını anlamak için bunun ruhsal boyutunu anlamamız gerekir. Tabi ki İsa’nın incir ağacıyla bir sorunu yoktur. Ancak incir ağacı ve asma gibi bitkiler çok eskiden beri İsrail ulusunun bir sembolüydü (Hoşea 9:10). Aslında Rab peygamberler aracılığıyla egemenlik geldiğinde herkesin asması ve incir ağacı altında oturup meyvesini yiyeceğini söyledi (Zekeriya 3:10). Ne var ki, özellikle önderlerin Mesih’i reddetmelerinden dolayı, vaat edilen egemenlik askıya alındı ve İsrail ulusu büyük bir lanet altında kalacaktı. Aslında ilkbahar mevsiminde küçük ‘yalancı’ incirler olur ve bunlar güzel bir hasatın habercileridirler. Ancak Mesih bunları bile bulamadı. Anlaşılan, İsrail halkı Mesih’in onlara sunmak istediği kutsal egemenliğe hiç de hazır bulunamamıştı. Ardından İsa tapınağa giriyor ve O’nun koyduğu bu teşhisin ne kadar yerinde olduğunu görüyoruz. ‘Ulusların dua evi’ olarak tasarlanan Tanrı’nın mekânı hırsızlar ve tefecilerin yuvası olmuştur. Böylece Mesih Tanrı’nın kutsal öfkesiyle dolarak para bozanları ve tüccarları kovmaya başlar. Bunlar kırlardan hayvanlarını sunu olarak getiren halkı sömürmek için fırsat kolluyorlardı. Getirdikleri paraları kabul etmeyip fahiş fiyatlarla bozdurmaya zorluyorlardı. Fakat İsa Mesih o gün üçkâğıtçılıklarına son vererek Rab’bin evini arındırdı. Tabi ki bu yaptığı olanlara müsamaha gösteren ve belki de o işlerden yararlanan din bilginlerinin hiç hoşuna gitmedi.
Bir sonraki gün İsa yine Yeruşalim’e iner. Öğrenciler yolda daha önce lanetlenen ağacın kuruduğunu görünce şaşırıyorlar. Aslında Mesih’in ne yaptığını belki o anda anlayamadılar. Ancak İsa onlara duayla her şeyin mümkün olduğunu belirterek Tanrı’nın bunu yaptığını gösterir. Sonra tapınağa gelince din bilginleri Mesih’in karşısına dikilirler. İsa’ya ne yetkiyle böyle davrandığını sorgulamaya başlarlar. Anlaşılan bir önceki gün tapınakta yaşananlar büyük sansasyon yaratmıştır. Burada Mesih çok akıllıca sorularına bir başka soruyla cevap verir: ‘Yahya’nın vaftiz etme yetkisi Tanrı’dan mıydı yoksa insanlardan mıydı?’ İsa bu soruyla din bilginlerini çok zor duruma soktu. Çünkü halk Yahya’yı seviyor ve Tanrı’dan geldiğine inanıyordu. Ancak din bilginleri tövbe etmeyerek Yahya’yı reddetmiş oldular (Luka 7:29-30). Böylece kaçamak bir cevap vermeye karar verirler. Aslında cevabı biliyorlardı ama halkın tepkisinden çekiniyorlardı. Burada aslında İsa cevabını gayet güzel bir şekilde verdi. Şunu demek istedi: ‘Yahya ne yetkiyle hareket ettiyse ben de aynı yetkiyle bunları yapıyorum.’ Yani Yahya’ya vaftiz etmek için yetkiyle donatan Tanrı Mesih’in bu yaptıklarını onaylıyordu. Böylece ikiyüzlü din bilginleri Mesih’i bırakmak zorunda kaldılar.
style="position: absolute; top: 0.25cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: Yahudihalkının önderleri İsa’yı benimsemediklerini birçok açıdan belirttiler. Son günlerde onunla sürekli tartışarak açığını bulmaya çalışıyorlardı. Mesih ise her defasında onlara son derece zeki ve isabetli cevaplar vererek üstün bilgeliğini kanıtladı. Aynı zamanda sergiledikleri tutumdan dolayı Tanrı’nın yargısına tabi olacaklarını da bildirdi. Burada İsa son derece anlamlı bir benzetme anlatır. Yahudiler için bağ ve üzüm oldukça önemli bir semboldü çünkü Rab’bin sözüne İsrail halkı Rab’bin bağına benzetilir (Yeşaya 5). Hatta rivayete göre tapınağın girişi üzerinde İsrail’i temsil eden bir asma ve üzüm resmi vardı. Mesih’in anlattığı hikâyede ise bağcılar pek akıllı insanlar değildirler. Bağı diken ve onlara emanet eden sahibine ürününü vermek istemiyorlar. Hasat zamanında ürününden payına düşeni almak için sahibinin gönderdiği köleleri dövdüler, bazılarını öldürdüler bile. En sonunda gönderdiği oğlunu da öldürmeye kalktılar. Bağın mirasçısını öldürerek bağın kendilerine kalacaklarını sanıyorlardı. Ne büyük bir yanılgı! Peki, bu benzetmeyle Mesih neyi göstermeye çalışıyor? Bağ Rab’bin İsrail halkına emanet ettiği kutsal nimetlerdir. İbrahim’den başlayarak Rab onları bir bereket kaynağı olmak için seçti (Yar. 12.2-3). Ne var ki bu nimetleri başkalarıyla paylaşmayıp Tanrı’ya çok kez isyan ettiler. Dahası onlara gönderilen peygamberleri kimi zaman dövdüler, kimi zaman öldürdüler. En sonunda Rab kendi oğlu İsa Mesih’i gönderince de onu da öldürmeye kalktılar. İlginçtir ki bunu yaparak da Davut’un yıllar önce 118. memurda yazdığı sözleri yerine getirmiş oldular. Ancak reddettikleri taş, yani Mesih, tüm uluslara hizmete eden yeni egemenliğin köşe taşı olacaktı. Böylece İsa’yı reddeden din bilginleri nasırlaşmış yüreklerinden dolayı Rab’bin yargısı altında kalacaklardı, çünkü İsrail’e vaat edilen nimetleri ve egemenliği kendilerine saklamak istediler.
Din bilginleri İsa’nın bu benzetmede onların ikiyüzlülüğünü gösterdiğini biliyorlardı o yüzden İsa’yı tuzağa düşürmek için ellerinden geleni yapmaya başladılar. Sırada Mesih’e oldukça zor bir soru sorarlar. Ama ilginçtir ki soru soranlar normal şartlarda birbirinden nefret eden Ferisiler ve Hirodes yanlıları. Ancak İsa’yı tuzağa düşümeye gelince hemfikirdiler. Soruya gelmeden ilginç bir şekilde İsa’nın dürüstlüğünü onaylayan sözler sarf ederler. Tabi bu sözlerle muhtemelen sadece Mesih’e yağ çekmeye çalışıyorlardı. Sonra sordukları soru şu: Sezar’a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mu? Şimdi Roma işgali altında yaşayan Yahudiler ağır vergiler ödemek zorundaydılar. Dolayısıyla Mesih ‘vergi ödemeye gerek yok’ dese halk ve Ferisiler çok sevinirlerdi. Ancak Hirodes yanlıları devletten yanaydılar ve onu şikâyet edebilirlerdi. Aksi takdirdi İsa ‘vergi ödemelisiniz’ dese, halk İsa’yı hain gözüyle bakıp terk ederdi. İsa ne yapabilir? Mesih bir dinar getirilmesini ister. Sonra Sezar’ın resmini taşıyan dinarı göstererek ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin’ der. İnanılmaz bir cevaptır! Peki, tam olarak ne demek istedi? Başımızdaki devletten bir nebze de olsa yararlanıyorsak ona hakkını vermeliyiz. Ama Tanrı’nın devletin üstünde olduğunu da asla unutmamalıyız. Yahudiler Sezar’ın parasını kullanarak Roma devletinin sağladığı düzenden yararlandıklarını gösteriyorlardı. O yüzden bunun hakkını da vermek gerek. Ama aynı zamanda Sezar gibi önderleri neredeyse Tanrı’nın yerine koyup tapanlara karşın İsa Rab’bin her tür yetkinin üstünde olup her hakkının esas sahibi olduğunu belirtir.
Bu arada bir başka mezhep mensupları olan Sadukiler de İsa’ya karşı şanslarını denemek istiyorlar. Onlar olağanüstü her şeyi reddediyorlardı; onlar meleklere veya ölümden dirilişe inanmıyorlardı. Sadukiler çok garip bir senaryo çiziyorlar. Evli kadın kocasını kaybeder ve yeniden evlenir. İkinci kocasını kaybeder ve yine evlenir. Bu olay yedi kez tekrarlanır. Sonra şunu sorarlar: Diriliş gününde, cennette, bu kadın yedi kocasından hangisinin karısı olacaktır? Şimdi öncellikle çizilen senaryonun arka planını biraz açıklayalım. Musa’nın Yasası’na göre eğer evli bir adam çocuk sahibi olmadan ölürse kardeşi ağabeyine bir soy yetiştirmek adına dul kalan eşiyle evlenmeli (Y.Tekrarı 25:5-10). Şimdi Sadukiler’in çizdikleri senaryo pek gerçekçi olmazsa da bununla ölümden sonra diriliş gününe inanmanın saçma olduğunu ispatlamaya çalışıyorlardı. Mesih ise onlara iki açıdan yanıldıklarını belirtir: Ne Tanrı’nın Sözü’nü ne Rab’bin gücünü anlıyorlardı. Sanki Rab’bin hikmeti ve kuvveti bu gibi sorunları çözmeye yetersizmiş gibi davranıyorlardı. Ardından İsa dirilişten sonra Rab’bin huzuruna layık görülen insanların artık evli bir hayat sürdürmeye ihtiyaç duymayıp melekler gibi olacaklarını söyler. Son olarak da İsa Tanrı’nın sık sık tekrarladığı bu cümleyi hatırlatır: ‘Ben İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Tanrısıyım.’ Rab bunu yaklaşık onlardan 500 yıl sonra Musa’ya söyleyerek ataları İbrahim, İshak ve Yakup’un yanında yaşamakta olduklarını belirtmiş oldu.
style="position: absolute; top: 0.85cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: Mesihüstün hikmetiyle karşısına çıkan herkesi susturdu. Şimdi de daha iyi niyetle yaklaşan ve gerçekte önemli bir soru soran bir din bilgini var. Soru şu: ‘Yasa’nın buyrukları arasında, en önemli hangisidir?’ Yahudi toplumu Rab’bin yüzlerce sene önce Musa’ya verdiği yasalara bağlıydı. Verilen yüzlerce buyruk arasında günlük hayat için önemli birçok talimatların yanı sıra nihai anlamda büyük önem taşıyan yasalar da vardı. Yasa’nın başında ünlü on emir de vardı. Peki, İsa bunlardan hangisini seçecek? İlerleyen ayetlerde Mesih tüm buyrukları iki temel buyruğa indirgeyerek Yasa’nın özetini dâhice sunar. İlk ve en temel buyruk, Tanrı’yı bütün yüreğimizle, bütün canımızla, bütün aklımızla ve bütün gücümüzle sevmektir. Bununla İsa on emirin ilk dördünü özetliyor, çünkü Rab’bi gerçek anlamdan seven, O’ndan başkasına asla tapmaz, adını ağzına boş yere almaz ve düzenli olarak onu anımsar. Aslında Mesih bunu havadan çıkarmadı, bu ünlü sözler Yasa’nın Tekrarı 6:4’de geçer. Rab’bin tek Tanrı olduğunu vurgulayarak kendisinden başka hiç bir varlığın sevgimizi daha fazla hak etmediğini belirtir. Aynı zamanda Tanrı’nın sadece duygusuz ibadetimizi değil, bilinçli sevgimizi istediğini hatırlatır. Ama Mesih burada durmuyor, buna ikinci bir buyruk daha vurgulamak istiyor: Komşunu kendin gibi seveceksin. Bu da yeni bir şey değildir Rab bunu çok önceden Yahudiler’e buyurdu (Levililer 19:18). Ancak Mesih bunu ekleyerek bununla kalan buyrukları özetliyor ki nitekim kendini komşusunun yerine koyan asla zina veya hırsızlık yapmayı düşünmez. İşte bu iki buyruğu devamlı uygulayan aslında Tanrı’nın tüm yasasını yerine getirmiş olur (Romalılar 13:8-10). Soru soran din bilgini Mesih’in olağanüstü bilgeliğini görünce onu takdir eder. İsa da adamın iyi niyetini sezince ‘Rab’bin Egemenliği’nden uzak değilsin’ diye söyler.
style="position: absolute; top: 0.44cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
Ardından İsa kendisine bunca soru soranlara de bir şey sormak ister. Yahudiler asırlardır Davut’un soyundan çıkacak büyük Mesih’i bekliyorlardı. Çünkü Rab Kral Davut’a soyundan gelen birinin tahtına çıkıp sonsuz egemenliğini kuracağına söz verdi (2.Samuel 7). Ama başka bir yerde yazdığı bir mezmurda Kral Davut Mesih’ten söz ederek onu ‘Rab’ olarak betimler. 110. Mezmurdan yapılan bu alıntı aslında çok ilginçtir çünkü Rab (Yahveh) Rab (Adonay) ile konuşur ve ona sağında tahta oturmasını söyler. İbranice’de bu iki isim Tanrı için kullanılır ama burada Rab’bin ‘Rab’ diye seslendiği bir başkasına hitap ettiği bellidir. Bu nasıl olabilir? Buna benzer başka örnekler de var Eski Antlaşmada (bkz. Malaki 3:1). Dahası, Davut’un soyundan gelen Mesih nasıl oluyor da burada Davut’un Rabbi olarak geçiyor? Tabi din bilginlerinin buna verecekleri bir cevap yoktu çünkü İsa’yı ne Mesih olarak ne de Rab olarak kabul ediyorlardı. Ancak Kutsal Ruh’un yıllar önce Kral Davut aracılığıyla yazdığı bu sözlere daha dikkatli baksaydılar karşılarında duran İsa’nın hem vaat edilen Mesih hem de beklenen Rab olduğunu anlarlardı. Çünkü Davut’un soyundan gelen İsa aynı zamanda Davut’un Rabbidir.
Bunca tartışmadan sonra İsa öğrencilerini din bilginlerinin ikiyüzlülüğüne karşı uyarmak ister. Bu dindarlar sözde yasanın bekçiliğini yapıyorlardı ama kendileri gizliden Rab’bin buyruklarını çiğniyorlardı. Onlar için önemli olan Tanrı’nın takdiri değil halkın övgüsüydü. O yüzden her fırsatta gösterişli bir şekilde insanların alkışlarını toplamaya çalışırlardı. Ama dışarda çok dindar görünürken aslında fırsat buldukça toplumun en zayıf insanları bile ezmekten kaçınmıyorlardı. İsa din bilginleri tarafından ezilen dul kadınlardan söz ettikten sonra bunun canlı örneğini görüyoruz. Bu sırada İsa Tapınağın karşısında oturmuş paralarını bağış kutusuna atan insanları izliyordu. Zenginler büyük tantanayla gelip bol kepçeyle paralarını kutuya atıyorlardı. Ardından dul bir kadın gelip ancak iki bakır kuruş atar. Bunu göre İsa ilginç bir şey söyler: Bu yoksul dul kadın kutuya herkesten daha çok para attı. Ne demek bu? Zenginler servetlerinden arta kalanı bağış ettiler. Dul kadın ise elinde kalan son iki kuruşu verdi. Böylece kişilerin bütçelerine göre değerlendirirsek kadın onlardan kat ve kat daha fazla verdi. Neticede zenginler gösteriş için Tanrı’ya bir sadaka atıyorlardı. Kadın ise büyük fedakârlıkla varını yoğunu vermekten hiç çekinmedi. Böylece dul kadın Mesih’in takdirini kazanmış oldu çünkü bu davranışıyla Tanrı’yı gerçekten sevdiğini kanıtlamıştı.