AÇIKLAMA: Mesihdin bilginleriyle çatışmaya devam ediyor. Onlar İsa’yı yasayı çiğnemekle suçlamaya çalışıyorlardı oysaki sorun yasa değil Ferisiler’in kendi ekledikleri kurallardı. Yahudiler arasında çok eskiden beri yemek yemeden önce elleri yıkamak ve buna benzer daha birçok abdest kurallı vardı. Tabi sağlık açısıdan el yıkamak iyi bir şeydir ama özellikle Ferisiler olayı öyle abarttılar ki el yıkamadan hiç bir şeye dokunamıyordun. Buna çok üzülen İsa, Peygamber Yeşaya’dan alıntı yaparak din bilginlerinin yürekleri Rab’den ne kadar uzak olduğunu belirtir. Ayrıca şunu da belirtir: ‘Çünkü öğrettikleri, sadece insan buyruklarıdır.’Başta belirttiğimiz gibi Mesih, Rab’bin Yasası’na seve seve uyuyordu ama Ferisiler’in ekstradan çıkarttıkları buyrukları takmıyordu. Nedeni şuydu; din bilginleri kendi kurallarını uygulatmakta öyle gayretliydiler ki Rab’bin gerçek yasasını bile göz ardı edebiliyorlardı. Mesih bunun bir örneğini şöyle verir: Musa’ya verilen 10 Buyruk arasında ‘Annene babana saygı göstereceksin’buyruğu vardır. Burada saygıdan kastı yeri geldiğinde anne babamızın maddi ihtiyaçlarını karşılamak da vardır. Ancak Ferisiler paraları kimseye gitmesin diye şöyle bir yaratıcı yol buldular: Tanrı’ya ‘kurban’ olarak adanan paralardan kimseye paylaşmaya gerek yoktu. Böylece Yahudiler paralarını Rab’be adadıklarını söyleyerek anne babalarına destek çıkmaktan kurtuluyorlardı. İşte Rab’bin temel buyruğuna uymamak için kendilerince başka bir takım kural geliştirdiler. Sonra İsa el yıkama meselesine dönüyor. Günümüzde olduğu gibi Yahudiler abdest gibi olaylara öyle odaklandılar ki yürek temizliğini görmezden geldiler. Mesih’e göre ise insanı gerçek anlamda kirleten yediği ve içtiği değil yüreğine girip çıkandır. Daha sonra İsa buna daha da açıklık getirdi: Mideye inen doğal yoldan helaya gider, yani ahlaki boyutu yoktur. Bu anlamda yediğimiz ya da içtiğimiz her hangi bir şeyin kendiliğinden ‘haram’ olması mümkün değil. O yüzdendir ki Mesih inanlıları olarak yemek konusunda takıntı yapmıyoruz. Çünkü yürek temizliği bundan kat ve kat daha önemlidir. İsa kötülüğün esas kaynağı kirletilmiş insan yüreği olduğunu belirtir. Her gün yüreğimizi boş konuşmalar veya iğrenç görüntülerle doldurursak ister istemez bu gibi pis şeyler er ya da geç ağzımızdan da çıkacaktır. Bu yüzdendir ki insan midesine inenden çok aklına girenlere dikkat etmelidir.
Bu sırada İsa öğrencileriyle birlikte oldukça uzak olan Sur memleketine gider. Anlaşılan İsa O’nu her yerde kovalayan kalabalıklardan yorulmuştu. Ne var ki adı öyle ünlendi ki yabancı bir memlekette bile gizlenemedi. Onu bulan Fenikeli bir kadın cine tutulmuş kızı için O’na yakarmaya başladı. İsa’nın ona verdiği karşılık başta bizi çok şaşırtabilir: ‘Bırak, önce çocuklar doysunlar. Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir’Bu sözle İsa ne demek istedi. Bize çok kaba gelebilir ama ilginç olan şu ki kadın hiç aldırmadan, ‘Haklısın Rab’ diye cevap veriyor. Burada Mesih öncellikle ‘çocuklar’ dediği kendi halkı olan Yahudiler’e gönderildiğini belirtir. Genel olarak İsa’nın kendi memleketi dışına çıktığını pek görmüyoruz çünkü misyonu Yahudiler’e vaat edilen egemenliği halkına müjdelemekti. Tabii ki onlar bunu reddettikten sonra Rab müjdenin artık bütün uluslara duyurulmasını buyuracaktı (Matta 28:19). Ama bu sırada İsa henüz diğer uluslara başlamadı o yüzden Fenikeli kadının talebini sıcak karşılamadı. Şunu da anlamalıyız ki Mesih’in burada ‘köpek’ dediği yavru evcil köpekler için kullanılan isimdi. Kadın da buna çok yaratıcı bir cevap veriyor: ‘Ama köpekler de sofranın altında çocukların ekmek kırıntılarını yer.’İmanına hayran kalan İsa bu defa dediğini yapar ve kızını iyileştirir.
Kendi memleketine dönünce İsa’nın önüne sağır ve dili tutuk bir adam getirdiler. Bu sefer İsa çok farklı bir yöntem kullanarak hastaya şifa verdi. Parmaklarını adamın kulaklarına soktu sonra tükürüp adamın diline dokunduruyor. Ardından göğe bakarak Aramice dilinde ‘Effata’ diyerek adamı iyileştirir. Peki, tüm bunlara ne gerek vardı? Çoğu zaman İsa insanlara dokunmadan bile şifa verebiliyordu. Sebebini tam olarak bilemesek de İsa’nın çok farklı yollardan insanlara şifa verdiğini görüyoruz. Bundan Tanrı’nın her birimizle bireysel olarak çok farklı ilgilendiği dersini çıkartabiliriz. Ardından İsa bunun haberini yaymamalarını söylemesine rağmen yine duyuruluyor ve kalabalıklar Mesih’in etrafında toplanıyor. O’nu hayranlıkla izleyen halk sonunda şöyle bir yorum yaptı: ‘Yaptığı her şey iyi!’
style="position: absolute; top: 0.49cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: İsaile öğrencileri yaklaşık 3 yıl birlikte köy kasaba gezdiler. Birçok mucizesine şahit oldular, yeri geldiğinde kendileri de Mesih’in adıyla insanlara şifa verdiler. Tüm bunlara rağmen, bu bölümde gördüğümüz gibi, imanları henüz tam olgunlaşmamıştı. Kalabalıkların Mesih’i sıkıştırdıkları ve İsa’nın da akşama kadar onlarla ilgilendiği bir günde yine ıssız bir yerde yemeksiz kalakaldılar. Hatta Markos’un dediğine göre kalabalıklar onunla üç gün birlikteydiler ve yemeklerini iyice tüketmişlerdi. İsa onları eve göndermeden önce yiyecek bir şeyler vermek istedi. Öğrencileri ise ıssız bir yerde bu kadar kişiyi doyuracak ekmeği nerede bulacaklarını tartışırken İsa ‘kaç ekmeğiniz var?’ diye sorar. ‘Yedi tane’ diye karşılık veririler. Böylece Mesih herkesi oturtur ve daha önce yaptığı gibi Tanrı’ya şükrettikten sonra yeki ekmeği dağıtmaya başlar. Böylece toplanmış bulunan dört binden fazla erkek ve aileleri yiyip doydu. Hatta geriye yedi küfe dolusu ekmek de kaldı. Böylece herkes esenlik içinde evine döndü. Tabi bu olay bizi şaşırtmıyor çünkü Mesih aynısını daha önce yaptı. Ancak anlaşılan şu ki öğrenciler çok şaşırdılar. Neden? Büyük olasılıkla o anki telaşa öyle kapıldılar ki Mesih’in sorunu bir anda çözebileceğini unuttular. Aslında onları bu konuda çok yermemek lazım çünkü bizler de zaman zaman aynı tuzağa düşüyoruz. Tanrı’nın hayatımızda mucizeler yaptığına şahit olmuşuz ama nedense zora düştüğümüzde yine telaşlanıyoruz. Sanki diğer her şeyi yapan Tanrı bunu çözemeyecek. Doğrusu, insan olarak imanımızı elden bırakıp bir anda dünyevi kaygılara kapılıyoruz. O yüzden imanımızı daha da güçlendirmeye ihtiyacımız vardır.
Ardından Ferisiler yine Mesih’le tartışmak istediler. Onlar gökten bir belirti ya da mucize görmek istiyorlardı. Tabi bu çok komikti çünkü Mesih durmadan mucizevi belirtiler gösteriyordu zaten. Aslında Ferisiler’in Mesih’e inanmak gibi bir istekleri yok, yalnızca İsa’yı eleştirmek için sürekli fırsat kolluyorlardı. Oradan ayrıldıktan sonra İsa öğrencilerine dönüp din bilginlerinin mayasından sakınmalarını söyler. Neden bahsettiğini anlayamayan öğrenciler yanlarına ekmek almayı unuttuklarını fark ederler. Bu sefer Mesih imansızlıklarına kızarak yaptığı onca mucizeye rağmen kendisine hala güvenemediklerine şaşırır. Daha önce gördüğümüz gibi İsa’nın yanında bulunan öğrencilerinin bile İsa’nın ilahi yetkisini tam kavrayamadıklarını görüyoruz. Sonra ilginç bir mucize sahne alır. Bir önceki bölümde gördüğümüz gibi Mesih’in herkesle farklı ilgilendiğini ve mucizelerini her zaman farklı bir yöntemle yaptığını görebiliyoruz. Ama bu mucize gerçekten sıra dışıdır. İsa kör adamı önce köyün dışına götürür. Sonra adamın gözlerine tükürük sürer ve neler gördüğünü sorar. Adam etrafındaki insanları yürüyen ağaçlara benzetir çünkü henüz tam görmüyor. Sonra İsa bir daha gözlerine dokunur ve bu sefer adam tam görmeye başlar. Peki, neden ilk defada olmadı? İsa bu işi beceremedi mi? Hayır! Bununla İsa öğrencilerine bir ders vermeye çalışıyordu. Onlar da kör adam gibi henüz tam göremiyorlardı. Yani kısmen iyileştiler ve görmeye başladılar ama tam görmek için bir az zaman gerekiyordu.
Sonra İsa öğrencileriyle Celile’den biraz açılır ve onlara şu önemli soruyu sorar: ‘İnsanlar benim kim olduğumu söylüyor?’ Tabi bugün olduğu gibi o zaman da herkes farklı düşünüyordu. Ama sonra İsa onlara ‘Peki, siz ne diyorsunuz?’ diye sorduğunda Petrus sözü alıp ‘Sen Mesih’sin!’ yanıtını verir. Matta’nın bölümünde İsa Petrus’u bu sözü üzerinde tebrik eder ve şöyle der: ‘Bu sırrı sana açan insan değil, göklerdeki Babam’dır (Matta 16:17). Yani, Petrus nihayet görmeye başlıyor! İsa’nın gerçek kimliğini anlamaya başladı. Ancak hemen sonra Petrus imanının henüz tam olgunlaşmadığını da gösterir. Çünkü İsa Yeruşalim’e gittiklerinde ölüp dirileceğini söyleyince Petrus karşısına çıkıp onu azarlamaya çalışıyordur. Belli ki Mesih’in esas kim olduğunu ve niçin geldiğini henüz tam anlamadı. Bunun üzerinde İsa öğrencilerine önemli bir kaç ders verir: ‘Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin.’ Mesih’in öğrencileri gibi bizler Mesih’e bir yere kadar inanıyor olabiliriz ama İsa’nın istediği tam bir adanmışlıktır. Çünkü kendimizi Tanrı’ya tam vermeyip geriye bir şey sakladığımız sürece imanımız kör topal yürüyor. İsa’yı tam anlamıyla algılamak ve izlemek istiyorsak kendimizi inkâr edip çarmıhına sarılmalıyız. Kendimizi Tanrı’nın kutsal işlerine adadığımız oranla iman gözlerimiz de açılacak ve Rab’bin harikalarına şahit olacağız.
style="position: absolute; top: 0.23cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
AÇIKLAMA: Enson bölümde Petrus Tanrı’dan esinlenerek İsa’nın ‘Mesih’ olduğunu açıkça ikrar etti. Sonra Rab ‘Burada bulunanlar arasında Tanrı Egemenliği’nin gerçekleştiğini görmeden ölümü tatmayacak olanlar var’ dedi. Mesih bu sözle ne demek istedi acaba? Bunun iki ihtimali var: Birincisi Mesih hemen sonraki bölümde görünümünün değişip görkeme bürünmesine şahit olan öğrencilerinin yaşadığını kastediyor olabilir. İkincisi, yıllar sonra İsa’nın hayatta kalan son elçi olan Yuhanna’ya kendi görkemini açıkladığı ‘Vahiy’ kitabında geçen olaylara işaret ediyor olabilir. Bu sırada İsa yanına sadece en yakın üç öğrencisini alarak yüksek bir dağa çıkar. Muhtemelen İsrail’in kuzeyinde bulunan Hermon Dağı’nı kastediyor. Oradayken birden İsa’nın görünümü değişmeye başlar. Gözleri önünde Mesih göz kamaştırıcı bir görkeme bürünür. Dahası, İsa’nın yanında ünlü peygamberler Musa ve İlyas da birden görünür. Olup bitenleri izleyen üç öğrenci için bu olay hem dehşet verici hem de heyecan vericiydi. Çoktan ölmüş bu meşhur şahısları birden görmek gerçekten ürpertici olsa gerek. Aynı zamanda bu gibi ünlüleri öğretmenleri (Rabbi) İsa’nın yanında da görmek çok harika bir duyguydu. Petrus, her zaman ki gibi, hemen öne atlayıp hepsine birer çardak yapmayı önerir. Bundan kastı ne olabilir? Yahudiler son günlerde tüm peygamberlerin bir daha dirilip Çardak Bayramı’nı hep birlikte kutlayacaklarına inanıyorlardı. Petrus İsa’yı bu kadar önemli insanların yanında görmekten seviniyor ve kimsenin bir yere gitmesini istemiyor. Ama tam bu sırada bir bulut birden hepsini sarıyor ve gökten gelen Tanrı’nın sesi şöyle diyor: ‘Sevgili Oğlum budur, O’nun dinleyin!’ Bulut dağılınca öğrenciler etraflarına baktılar ve İsa’dan başka birini göremediler. Buradaki olayın mesajı oldukça net ve açıktır: İsa, en üstün peygamberler olan Musa ve İlyas’tan bile çok üstündür. Çünkü Baba Tanrı’nın belirttiği gibi İsa kutsal oğludur, artık O’na boyun eğmeliyiz.
style="position: absolute; top: 0.38cm; left: 0cm; margin-left: 115.58cm"
Dağdan aşağı inerken İsa yakında ölüp dirileceğine yeniden değiniyor. Aynı zamanda bu gördüklerini şimdilik kendilerine saklamalarını buyurur. Tabii öğrenciler için bu inanılmaz bir tecrübeydi ama bu aşamada İsa’nın esasen neden bahsettiğini anlamaları imkânsızdı. Sonra İsa’ya beklenen İlyas hakkında bir soru sormaya başlarlar. Peygamber Malaki Mesih gelmeden önce ‘İlyas’in geleceğinden söz etti (Malaki 4:4-5). Gelmekteki amacı İsrail halkını tövbeye getirerek Mesih’in gelişi için gerekli düzeni sağlamaktı. İsa, İlyas denilen birinin gelmesi gerektiğini doğrular, hatta geldiğini söyler. Bununla Vaftizci Yahya’yı kastediyor (Matta 17:13). Tabii ki İlyas ve Yahya aynı kişi değildi çünkü dağda İsa’yla görünen İlyas farklıydı. Ancak Yahya’nın İlyas’ın ruhsal gücü ve yetkisiyle geldiğini söyleyebiliriz (Luka 1:17). İlyas gibi Yahya’nın amacı İsrail halkını ruhsal açıdan uyandırmaktı. Ne var ki halkın çoğu onu kabul ettiyse de İlyas’ın da başına geldiği gibi halkın önderleri onu reddettiler ve onu yok etmek için uğraştılar.
Mesih diğer öğrencilerinin olduğu yere varınca çok karışık bir manzarayla karşılaştı. Bu arada bir adam dilsiz bir ruha tutulan oğlunu öteki öğrencilere getirdi ama onlar onu kurtarmayı bir türlü beceremediler. Anlaşılan delikanlının durumu gerçekten ciddi, ağzından köpükler saçıyor, dişlerini gıcırdatıyor ve kendine zarar veriyordu. Bundan cinlerin ne denli tehlikeli olduklarını görebiliyoruz. Amaçları mümkünse sahiplendikleri kişileri yıkıma sürüklemekti. Peki, çocuk nasıl bu hale gelmişti? Babasının dediğine göre çocukluğundan beri bu kötü ruhlar oğluna musallat olmuşlardır. Zaman geçtikçe çocuğun üzerindeki güçleri artmış ki şimdi onu hiç kontrol edemiyorlar ve kendisini öldüreceğinden endişe ediyorlardı. Tüm bunlardan kötü ruhların korkunç gücünü görebiliyoruz. İnsanlar bazen ruh çağırarak ya da şeytani oyunlara katılarak eğlendiklerini sanıyor, oysaki hiç de oyun değildi. Bazen de ruhların etkisi nesilden nesile de aktırılıyor ve böylece çocuklar bile kötü ruhların etkisinde kalabiliyor ve sonuçlar gerçekten korkunçtur. İsa durumu sezince öncellikle kendi öğrencilerinin imansızlığına üzülür. Sonra babanın da imanını sorgular. Adam ‘elinden bir şey gelirse bize yardım et’ demişti. İsa buna, ‘iman eden biri için her şey mümkün!’ diye yanıt verir. Böylece çaresiz baba ‘İman ediyorum! İmansızlığımı yenmeme yardım et!’ diye haykırır. Evet, bizler de Baba ve öğrenciler gibi bazen bu tür durumların karşısında ne yapacağımızı bilemeyebiliriz. Ancak Mesih’e imanla yakardığımız zaman her şeyin üstesinden gelebileceğimize emin olabiliriz.