Mısır’dan mucizevi bir şekilde kurtartıldıktan sonra İsrail halkının RAB ile ilişkisi, kısa bir süre sonra gerçekleşen özel bir antlaşma aracılığıyla resmiyet kazandı. Bu antlaşma ya da sözleşme, kutsal bir ulus olabilmek için insanların nasıl yaşaması gerektiğini bildirdi. Onları bağlayan iki grup hüküm vardı. Antlaşmanın temel yükümlülüklerini belirten On Emir, kişinin Tanrı’yı ve komşusunu sevmesinin önemini vurguluyordu. Antlaşma Kitabı ise farklı şekillerde ve daha detaylı hükümler içeriyordu. Bunlardan bazıları insanların kendi mahkemeleri ile yürürlüğe koyabileceği yasalar iken, bazıları özellikle toplumun zayıf üyelerine yönelik örnek davranışları öğreten ahlaki kurallardı. Ayrıca dinsel sorumluluklara odaklanan hükümler de vardı. Temel ve detaylı bu hükümler birbirlerini tamamlayarak, RAB’bin insanlardan nasıl yaşamalarını beklediğini bildiriyordu. Bu hükümlere uymak Tanrı’nın kutsamasına, baş kaldırmak ise cezaya götürecekti.
Mısır’dan Çıkış’ın merkezinde RAB ile İsrail halkı arasında kurulan özel bir antlaşma ilişkisi yer alır. Bu antlaşmanın en basit hali Çık. 19:4-6 arasında görülebilir. Eğer İsrail, Mısır’dan kurtuluşunun ışığında RAB’be itaat ederse, bu onu “RAB’bin öz halkı, kâhinler krallığı, kutsal ulus” yapacaktı. Bu antlaşma ile ilgili dört unsur dikkate değerdir.
İlk olarak, başından sonuna kadar Tanrı bu antlaşmanın inisiyatifini eline almıştır. İsraillileri Mısır’dan kurtarıp Sina Dağı’na götüren O’dur (krş. Çık. 19:4; 20:2). Orada Musa’ya insanların kendilerini nasıl hazırlamaları gerektiğini buyurur (Çık. 19:10-13, 21-22). Sina Dağı’na dramatik bir şekilde vardıktan hemen sonra Tanrı insanlara antlaşmanın temel hükümlerini doğrudan bildirir. İsrailliler ile müzakere yapmaz. Bu olaylar boyunca Tanrı ilk adımı atan olurken insanlar O’na karşılık vermeye davet ediliyorlardı. Tanrı onları bu antlaşma ilişkisine girmeye zorlamaz. Onlara lütfedip Tanrı’nın seçilmiş halkı olma fırsatını sunar.
İkinci olarak, Tanrı İsrail’in özel konumuna vurgu yapar: “Bütün uluslar içinde öz halkım olursunuz” (Çık. 19:5). Dahası, onlar “kâhinler krallığı, kutsal ulus” (Çık. 19:6) olacaktır. “Kâhinler krallığı” ifadesi “kâhinsel krallar” veya “kraliyet kâhinleri” olarak da çevirilebilir olup, İsraillilerin hem kraliyet mensubu, hem de kâhinlik ayrıcalığına sahip olduğunu belirtir. Tüm bu gelişmeler, insanlığın Adem ve Havva’nın Aden Bahçesi’nde Tanrı’ya ihanet etmesiyle (Yar. 3) kaybettiği konumunu tekrar bir kazanmasına süreci işaret etmektedir. “Kâhinler krallığı” olarak İsrailliler, yakında Tanrı’nın ikamet edeceği yerin inşasına katılacaktır. Bu aynı zamanda RAB’bin bu dünya için olan yaratılış planını da kısmen gerçekleştirecektir.1 Kutsal bir ulus olacak, Kutsal Olan RAB gelip onların arasında yaşadığında.2 Bu durum İsraillilerin günlük hayatlarını nasıl yaşayacağına ilişkin önemli sonuçlar doğuracaktır. RAB’bin insanlara yüklediği sorumluluklar, onların yaptıkları her işte Tanrı’nın doğruluğunu ve sevgi dolu doğasını yansıtmalarını gerektirecektir.
Üçüncü olarak, antlaşma ilişkisinin kurulması İsrail’in Tanrı’ya itaatine şartlanır. Mısır boyunduruğundan kurtulduktan sonra İsrailliler şimdi yeni bir egemene itaat etmelidir. Tanrı’ya itaat etmek antlaşma ilişkisinin kalbinde yer alır (krş. Çık. 19:8; 24:3, 7). Ama yine de itaat tek başına antlaşma ilişkisi yaratamaz. İtaat daha çok, Tanrı’nın lütfu ile attığı ilk adıma sevgi ile verilen bir karşılıktır (krş. 20:6, “beni seven, buyruklarıma uyan”).
Dördüncü olarak, İsrailliler için iki grup yükümlülük getirildi. İlk grup On Emir’den oluşuyordu (Çık. 20:3-17) ve Tanrı tarafından tüm halka doğrudan bildirildi. Bu insanların kabul etmeleri gereken temel antlaşma yükümlülükleriydi. Daha sonradan Musa aracılığıyla Tanrı başka yükümlülükler de getirdi. Sonradan gelen bu yükümlülükler Antlaşma Kitabı olarak bilinir (Çık. 20:22-23:33). Bu kitapta yer alanlar, On Emir’den daha farklı türde ve daha detaylı yükümlülüklerdir. Ama her iki grup da İsraillilerin Tanrı ile olan antlaşma ilişkilerini sürdürebilmek için nasıl yaşamaları gerektiğini açıklar.
İnsanlar Sina Dağı’nda hayranlık içinde Tanrı’nın sesini işitirken, Tanrı onlara kendisini tanıttı: “Seni Mısır'dan, köle olduğun topraklardan çıkaran Tanrın RAB benim” (Çık. 20:2; krş. Yas. 4:12-13; 5:4). Bunun ardından İsrail’in Tanrı ile olan antlaşma ilişkilerinin temelini oluşturan bir dizi koşul açıkladı (Çık. 20:3-17). Bunlara sonradan “On Söz” dendi (Çık. 34:28; Yas. 4:13; 10:4) ve böylece “On Emir” ifadesini kullanmaya başladık. Daha sonra Tanrı onları iki taş tablete yazarak ne kadar önemli olduklarını bir kez daha vurgulamış oldu (Çık. 24:12; 31:18; 34:1, 28).
Aslında ‘On Emir’ bir grup yasa değildir. Bazı unsurlar onu Pentatuk’taki diğer yasal hükümlerden ayırır. Öncelikle, Tanrı onu insanlara doğrudan söyler; Musa bu aşamada aracılık yapmaz (Çık. 20:1, 19; krş. Yas. 4:12-13; 5:4-5, 22-27). İkinci olarak, Tanrı sadece ‘On Emir’i “kendi eliyle” taş tabletler üzerine yazdı (Çık. 31:18; krş. 24:12; 32:15-16; 34:1, 28b; Yas. 5:22). Diğer tüm buyruk ve kuralları Musa kendisi yazmıştı (Çık. 24:4; 34:27). Üçüncüsü, On Emir ‘yasa’ değildir çünkü onlarla ilgili herhangi bir ceza belirtilmemiştir. İkinci ve beşinci buyruk, ihlal edildikleri takdirde bazı cezaları içeriyor gibi görünse de, bunlar esasında ilahi talimatlara uyulmasını teşvik etme amacıyla tasarlanmış yönlendirici hükümlerdir. Dördüncüsü, On Emirde kullanılan dil geniş kavramları işaret eder ve hukuki belgelerde görebileceğimiz türden bir kesinlik barındırmaz.3 Son olarak, bir dünyasal mahkeme onuncu emirde tarif edilen ‘göz koyma’ya karşı nasıl bir yasak uygulayabilir?
RAB tarafından ana hatları çizilen bu koşullar İsrail’in RAB Tanrısı ile olan ilişkisini yönetmek içindir. İsrail halkının ilahi/insani antlaşma ilişkisini kurabilmesi ve sürdürebilmesi için Tanrı’nın onlara verdiği ana yükümlülüklerdir. Mısırdan Çıkış 20’deki antlaşma hükümleri önem sıralamasına göre dizilmiştir. İsraillilerin önce RAB ile ilişkisine, sonra başkalarıyla olan ilişkilerine odaklanır. İnsanlar onları Mısır’dan kurtaran RAB’be adanma konusunda tam anlamıyla kararlı olmalı, yalnızca Yahve’ye tapınmalıdır (20:3). Ayrıca bireylerin yaşam, evlilik ve mülk hakkına önem veren bir sosyal davranış kalıbı edindiler. Bu buyruklara Tanrı’ya olan sevgilerinden dolayı uymaları gerekliydi, böylece Tanrı’nın “beni bilen ve buyruklarıma uyan” diyerek tarif ettiği insanlar olacaklardı (Çık. 20:6).
Benden başka tanrın olmayacak. Yalnız RAB’be olan sadakat antlaşma ilişkisinin tam kalbinde yer alır. Diğer her şey bu temele dayanır. İnsanlar hayatta yalnızca tek bir tanrıya, sadece RAB’be tapınacak ve hizmet edecektir. Pentatuk’un başka bir yerinde de ifade edildiği gibi, diğer ilahlara tapınmak ölüm cezası ile cezalandırılır (Say. 25:1-18; Yas. 13:1-18).
Kendine bir put yapmayacaksın. Çevredeki halklarının davranışların aksine İsrailliler için Tanrı’nın görsel temsillerini yapmak ve onlara tapınmak yasaktı. Hem Mısır hem de Kenan topraklarında insan ya da hayvan şekillerinin bir ilahın niteliklerini görselleştirmede önemli bir yeri vardı. Ama İsraillilerin RAB’bi bu tür şekillerle tasvir etme girişimleri, Tanrı’nın gerçek doğasının çarpıtılmış bir resmini oluşturacaktı. Kadim dünyada putlar bir ilahı sadece temsil etmiyordu; daha önemli bir role sahiptiler. Tanrıyı temsil eden görseller ya da putlar, ilahın kendisini gösterdiği yer olarak görülüyordu. Oysa Mısırdan Çıkış’ta RAB’bin kendisini açıklama yolları ‘insana görünme’, sözel iletişim, “işaretler ve şaşılası işler,” çoğu zaman da hepsinin bir kombinasyonu olarak belirtiliyor. Ayrıca, Tanrı’nın İsrailliler arasındaki varlığı buluşma çadırı ya da tapınma çadırı ile ilişkilendirilmiştir. RAB burada ‘ilahi belirme’ ve konuşma ile kendisini insanlara açıklar. RAB’bin kendisini açıklamak için kullandığı bu alternatif yollar nedeniyle putlar ve görseller yapmak hem gereksiz hem de uygunsuzdu. Mısırdan Çıkış 32’deki altın buzağı olayı, insanların RAB’bin görsel bir temsilini yapma konusundaki isteğinin gözler önüne sererek bu yasaklamanın hem gerekliliğini hem de ihlalinde doğabilecek ciddi sonuçları açıklamaktadır.
Tanrın RAB'bin adını boş yere ağzına almayacaksın. İkinci emir Tanrı’nın görsel temsillerini yasaklarken, üçüncüsü sözel temsillere odaklanır. RAB’be olan saygının bir işareti olarak insanlar RAB hakkında konuşur ve onun adını ağızlarına alırken son derece dikkatli olacaklardır. O’nun gerçek doğası ve kimliğinin gerçek takdirini düşürebilecek şeyler söylemeyeceklerdir.
Şabat Günü'nü kutsal sayarak anımsa. İnsanlar yedinci gün, yani Şabat Gününde çalışmaktan kaçınacaktı. Çık. 31:12-18’e göre Şabat Günü Sina’da başlayan antlaşma ilişkisinin simgesiydi. Tıpkı bir önceki antlaşmanın simgesi olan sünnet gibi bir işlevi vardı (Yar. 17:9-14). Şabat Gününü kutsal saymayan herkes RAB ile İsrail arasında kurulan özel ilişkiyi önemsemediğini gösteriyordu. Dinlenmeye yaptığı vurgu ile bu emir, RAB’bin tapınak-şehrinde dinlendiği zaman tüm yer yüzünde mutlak bir hakimiyet kurmuş olacağını öngörür (krş. Yar. 2:1-3).
Annene babana saygı göster. Saygı gösterme kavramı sıklıkla RAB ya da onun temsilcileri olan kâhinler ve krallar ile ilişkilendirilmişti. Anne babalar da çocukları için Tanrı’nın temsilcisi olarak görülmüş, aile küçük bir ulus gibi düşünülmüştü. Kadim İsrail’de geniş aileler önemliydi ve aile reisleri toplumsal meselelerde önemli roller oynuyordu. Anne babaların otoritelerine baltalayacak her girişim, yerel topluluğun içindeki temel otorite yapısına karşı bir saldırıydı. Kasten anne babasına saygısızlık eden çocuklara ölüm cezasının verildiği gerçeği, bu emrin ne kadar ciddi olduğunun bir göstergesidir (Çık. 21:15,17). Eğer çocuklar anne babalarına aile içindeki otorite figürleri olarak saygı gösterirlerse, toplum içindeki otoriteli kişilere de aynı saygıyı gösterirlerdi.
Adam öldürmeyeceksin. Bu emir insanın insanı öldürmesini4 yasaklayarak, RAB’bin insan yaşamına verdiği yüksek önemi gösterir. Hiçbir insan bir başkasının canını alma hakkına sahip değildir, çünkü herkes Tanrı’nın benzerinde yaratılmıştır (krş. Yar. 1:27; 9:6). Pentatuk’ta bir başkasının canını almanın cezası normalde ölümdür ama cezayı tam olarak belirleyebilmek için birden fazla unsur göz önünde tutulur. Eski Antlaşma yasaları kasti ölümler ile kaza eseri meydana gelen ölümler arasında dikkatli bir ayrım yapar (bkz. aşağıda “Yaşamın Kutsallığı). Bu emir her ne kadar İsrailli bireylerin birbirlerinin canlarını almasını yasaklasa da, Tanrı tarafından onaylanan savaşlardaki ölümler ve büyük suçlar nedeniyle gerçekleştirilen ölüm cezaları bu kapsamın dışındadır.
Zina etmeyeceksin. RAB’bin öncelik sıralamasında insan yaşamının ardından evlilik ilişkisinin önemi gelir. Zina burada evli bir kişinin kendi eşi dışında birisiyle yaşadığı cinsel ilişki anlamına gelir. Zina ederken yakalananlar idam edilebilirler (Lev. 20:10; Yas. 22:22). Boşanmaya izin vardır ancak bu teşvik edilmez (krş. Yas. 24:1). Bir bütün olarak Kutsal Kitap’tan anlayabileceğimiz şey, Tanrı’nın uyumlu ve eşlerin evliliklerini baltalayacak her hangi bir şeyi yapmadığı ilişkilerin kurulmasını istediğidir.
Çalmayacaksın. İsrailllilerin RAB ile olan ilişkilerini düzenleyen bir sonraki prensip başkalarının mülküne saygı göstermektir. Bir başkasının malını el koyduğu için suçlu bulunan birisi çalınan malın değerine uygun olarak cezalandırılır ve mağdur olan tarafın zararı telafi edilir. Diğer Yakın Doğu kültürleri bazen hırsızlık için idam cezası uygulasa da, Eski Antlaşma böyle bir uygulamayı hep reddetmiştir çünkü RAB insan yaşamına ve evlilik ilişkisine maldan daha fazla önem vermektedir.
Komşuna karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin. Son iki emirde, hareketlere getirilen kısıtlamalardan sırasıyla sözcüklere ve düşüncelere getirilen kısıtlamalara doğru ilerliyoruz. Dokuzuncu emir dürüstlüğün önemini vurgular. Yalan yere tanıklık etmenin yasaklanması ilk önce mahkemeler için düşünülmüştü ama bu kapsam gerçek dışı sözlerin bir başka bireye zarar verdiği her durum ölçeğinde genişletilebilir.
Komşunun evine göz dikmeyeceksin. Son emir bir kişinin başka birine ait olana göz dikmesini yasaklar. Diğer tüm emirlerden farklı olarak bu da kıskançlık ya da aç gözlülük gibi belli içsel hisleri işaret eder. Eğer İsraillliler RAB ile uyum içinde bir antlaşma ilişkisi yaşayacaklarsa, yaşamlarının her alanı bu isteğe uygun olmalıydı. Yalnızca dıştan uyum sağlamak yeterli değildi, iç dünyaları da On Emir’deki ilahi ahlak ilkelerine uyum göstermeliydi.
On Emir’deki temel yükümlülüklerin yanında, Tanrı Musa aracılığıyla yerine getirilmesi gereken başka yükümlülükler de bildirdi. Musa RAB’bin söylediği her şeyi tek tek kaydetti ve bu kayda sonradan Antlaşma Kitabı denildi (Çık. 24:7; krş. 24:4). Bu eserın çoğu, belki de tamamını, Çık. 20:23-23:33 arasında yer alır. Buradaki hali beş kısma ayrılabilir. Açılış kısmı Tanrı’nın ilahi varlığı ve İsraillilerin Tanrı ile karşılaşmasına yönelik konulara odaklanır (Çık. 20:23-26). İkincisi, sosyal yaşamın çeşitli yönleriyle ilgili yasalardan oluşan uzun bir listedir (Çık. 21:1-22:20). Sonraki kısmı oluşturan ahlaki kural ve gereklilikler, Tanrı’nın halkından özellikle zayıf ve imkanı olmayan insanlara karşı hangi örnek davranışları beklediğini bildirir (Çık 22:21-23:9). Ardından Şabat Günü ve dini bayramların nasıl kutlanacağı ile ilgili talimatlar verilir (Çık 23:10-19). En son kısımda ise Tanrı’nın İsraillilerin yanında yer alarak onlara Kenan Topraklarını nasıl teslim edeceği ana hatlarıyla anlatılır (Çık 23:20-33).
Tanrı’nın İsraillileri Mısır’dan kurtararak adaletin sağlanmasını ne kadar tutkulu önemsediğini gösteren bir kitapta, İsrailliler ile yaptığı antlaşmada da benzer şekilde adaleti gözetmesi şaşırtıcı değildir. Bu durum Antlaşma Kitabının ikinci ve üçüncü bölümlerini oluşturan yasalar ve ahlaki kurallarda açıkça görülür.
Bu içerik Kadim İsrail yasalarının bir kısmını oluşturan mevzuatın herhalde yalnız bir parçasıdır. Bu talimatlar herhalde yalnızca örnek oluşturması içindir, çeşitli suçların nasıl cezalandırılacağına yönelik rehberlik sunar. Burada ele alınmak üzere seçilmiş olanları ise, Tanrı’nın İsraillileri Mısır boyunduruğundan kurtarırken yaptıklarına paralellik gösterir. İlk olarak kölelerin belli bir süre çalıştıktan sonra özgür kalma hakları olduğunu belirten bir ilke bildirilmiştir (Çık. 21:1-4); bu durum Mısırlıların İsraillileri uzun bir süre boyunca köle olarak çalıştırarak kanunsuzca davrandıklarını gösterir. Bunun aksine efendisini seven köle (Çık. 21:5-6) ve cariye (Çık. 21:7-11) ile ilgili düzenleme, İsrail’in RAB ile olan antlaşma ilişkisinin çeşitli yönlerine ışık tutar: İsrailliler RAB’bi sevdikleri için O’na hizmet ederler ve RAB de İsrail’i seçmiş olduğu için onlara sadık kalacaktır. Bir başka yasa grubu fiziksel olarak zarar görenlerin mağduriyetlerinin giderilmesi gerekliliğine dikkat çeker (Çık. 21:18-27). Efendisi tarafından ciddi bir biçimde yaralanan kölenin derhal serbest bırakılması gerektiği özellikle belirtilir (Çık. 21:26-27). İsrail’in Mısır’da gördüğü kötü muamele göz önünde bulundurulduğunda (krş. Çık. 2:11; 5:14-16) bu yasalar RAB’bin İsraillileri serbest bırakışına dolaylı bir yoldan hukuksal dayanak oluşturur. Başka bir grup yasa ise tazminat kavramına odaklanmıştır (Çık. 22:1-15). Burada İsraillilerin Mısırlılardan altın ve gümüş eşyalar talep ettikleri önceki olaylar ile bir bağlantı görmek de mümkündür (Çık. 3:21-22; 11:2; 12:35-36). Bu eşyalar İsraillilerin Mısır’da maruz kaldıkları sömürüyü kısmen telafi etmiştir.
Mısırdan Çıkış’taki önceki olayları haklı çıkarmasının dışında, bu yasalar içerdikleri değerler ve idealler sebebiyle de önemlidir. Model yasalar olarak sunulmuşlardır ve doğrudan kapsamadıkları durumlar için de rehberlik ederler.5 En çok göze çarpan konseptler aşağıdakilerdir.
Kutsal Kitap yasaları suça uygun ceza ilkesine dayalıdır. Bu durum en açık haliyle herkesçe bilinen fakat genellikle yanlış anlaşılan “kısasa kısas” yasasında belirtilir: “cana karşılık can, göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el, ayağa karşılık ayak, yanığa karşılık yanık, yaraya karşılık yara, bereye karşılık bere” (Çık. 21:23-25; krş. Lev. 24:17-21; Yas. 19:21). İlk bakışta kısasa kısas yasası adaleti sağlamak için biraz barbar bir yasa gibi görünebilir. Fakat antik Yakın Doğu hukukunda önemli bir ilerleme kaydettirmiştir. Bilinen en eski mevzuatlarda saldırı ve fiziksel yaralama durumlarında para cezası uygulanırdı. Bu tür cezaların zayıf yönü, kişinin para ödeyebilecek durumda olup olmamasını hesaba katmayışıydı. (İşsiz biri için üç bin liralık bir para cezası büyük zorluğa yol açacakken, bir milyoner için bu çok önemsiz olur.) Kısasa kısas yasası, cezanın suçun karşılığından ne eksik ne de fazla olmasını sağlayarak bu tutarsızlıkları ortadan kaldırır.
Fakat kısasa kısas yasasının harfi harfine uygulanmamıştır. Antlaşma Kitabı’nda önce bir yaralama suçunun cezasının, yaralının tedavi masraflarını ve kaybolan zamanının karşılığını ödemek olduğu belirtilir (Çık. 21:18-19). Bunun hemen ardından ise telafi olarak dişini ya da gözünü kaybeden kölenin serbest bırakılacağı yazar (Çık. 21:26-27). Yani kısasa kısas yasasının harfi harfine uygulanmadığı açıkça görülmektedir.
Kutsal Kitap’taki yasaları bugün okuyan birçok kişi cinayet, insan kaçırma, anne babaya karşı fiziksel ya da sözlü saldırı, büyücülük, hayvanla cinsel ilişki ve putperestlik gibi çeşitli suçlar için idam cezası uygulanmasından rahatsızlık duyabilir (Çık. 21:12-17; 22:18-20).6 Modern adalet standartlarına göre bu ceza oldukça ağır görünmektedir. Fakat bu Tanrı’nın İsraillilerden insan yaşamına, aile içindeki hiyerarşik yapıya ve tapınmadaki paklığa önem vermelerini beklediğini gösterir. Kasıtlı cinayet vakalarında uygulanan idam cezası insan yaşamının önemsizliği sebebiyle değil, her insanın yaşamının son derece önemli olduğu içindir (krş. Yar. 9:6). Cana karşı can ilkesi intikamcılık değildir; insan canını almanın karşılığında ödenebilecek tek bedelin yine insan canı olduğunu ifade eder. Bu insanın ölümüne yol açan hayvanlara bile uygulanmıştır (Çık. 21:28).7
Kutsal Kitap yasalarının farklılığı, onu diğer antik Yakın Doğu yasalarıyla karşılaştırdığımızda belirginleşir. Daha önceki Hammurabi Kanunları’nda (M.Ö. 1750 civarı), cinayet işleyen kişinin sadece kurbanın ailesine tazminat ödemesi gerekliydi. Bu durum Kutsal Kitap’ın “cana karşı can” vurgusu ile açıkça çakışır. Kutsal Kitap kaynaklı olmayan yasalar ölüm cezasını hırsızlık, yangında yağmacılık ve gasp gibi suçlar için uygulayabiliyorlardı. Bu örnekler farklı kültürlerde maddi kaybın bazen insanın canından daha fazla ciddiye alındığını göstermektedir. Kutsal Kitap yasaları insanın canının maddi varlıklardan daha büyük bir değere sahip olduğunu devamlı olarak vurgulamıştır.
Bu bölümün içeriği detaylı kaideler düzenlemelerden genellikle anlaşılmaktadır. Buna rağmen bir takım unsurlar onun 21:1 ve 22:20 arasındaki model yasalardan ayrılması gerektiğini göstermektedir:
Bu bölüm 22:21 ve 23:9 ayetleriyle çizilen parantez ile kendisinden önceki ve sonraki içerikten ayrılır. İki ayet de yalnızca yabancılara haksızlık etmeyi yasaklamakla kalmaz, İsrailliler’e kendilerinin de bir zamanlar Mısır’da yabancı olduklarını hatırlatır.
21:1-22:20 arasındaki kısım içeriğin genel sunum şekli ile uyuşmaz;8 içeriğin genelinde On Emir’den uyarlanmış benzer bir dil kullanılmıştır.
22:24’teki “Sizi kılıçtan geçirtirim” ifadesi dışında, buradaki yasaların ihlali halinde uygulanacak cezalar, insanların da uygulayabileceği cezalar değil.
Bu bölümün ana konusu ilginç ve özeldir, o çağıda başka yerde bulunmazdı. Bir yandan toplumdaki zayıf ve korumasız kişilere yönelik (yabancılar, dullar, öksüzler, ihtiyaç sahipleri, yoksullar) sorumlu davranışları teşvik ederken diğer yandan hukuki sistemin tamamıyla tarafsız olmasına özen gösterir. Duruşmalarda ne yoksullar (Çık. 23:3) ne de rüşvet alma yolu ile zenginler (Çık. 23:8) kayırılamayacaktır. Hangi sınıftan olursa olsun herkese eşit muamele gösterilecektir (Çık. 23:6, 9). Tanıklık edenler çoğunluğun baskısı ile etkilenmeyecektir (23:2) ve tanıklıklarının doğru olduğu temin edilmelidir (23:1, 7).
Buradaki emirler, kanun hükümlerinin kapsamı dışında kalan davranış standartlarını öğretmeyi amaçlar. İnsanların mahkemesi düşmanının kaybolan hayvanını ona teslim etmeyen birisi hakkında bir hüküm vermez. Ama Tanrı insanlarından kötülüğe iyilikle karşılık vermelerini talep eder (Çık. 23:4-5; krş. Mat. 5:43-48; Rom. 12.19-21). Tanrı ile halkı arasında kurulmakta olan özel ilişkinin ışığında, bu bölümün ortasında yer alan “Benim kutsal halkım olacaksınız” buyruğu (Çık. 22:31) özel bir önem kazanır. Burada Tanrı’nın kutsal halkının nasıl yaşaması gerektiğini görürüz.
Antlaşma Kitabı’nın dördüncü bölümünde İsraillilere yalnız RAB’be tapınmaları gerektiği hatırlatılır: “Söylediğim her şeyi yerine getirin. Başka ilahların adını anmayın, ağzınıza almayın” (23:13).9 Bu tapınma her yıl kutlanılacak üç bayramın kalbinde yer alır. Böylelikle Şabat ve RAB’bin İsraillilere yaptığı iyilik ve yardım kutlanılacaktır. Şabat’ın kutsal olarak tutulması özellikle önemlidir çünkü bu Tanrı ile İsrail arasındaki antlaşmanın işaretidir (Çık. 31:12-17). Şabat’ı bayağalaştıran her bir kişi Tanrı ile olan özel ilişkiyi reddetmekle suçlanır ve bunun cezası ölümdür (Çık. 31:14-15).
Antlaşma Kitabı’nın son bölümü (Çık. 23:20-33) Tanrı ile İsrail arasında yapılan antlaşmanın müşterek yapısına ışık tutar. Eğer İsrailliler Tanrıları olan RAB’be itaat ederlerse, Kenan Topraklarına sahip olacaklardı (Çık. 23:22-23). Ayrıca Tanrı’nın kutsayışı onları gelecekte rahat ettirecek (Çık. 23:25-26) ve koruyacaktı (Çık. 23:27-28). RAB ile ilişkilerinin bir sonucu olarak İsrailliler diğer tanrılara tapınmaktan uzak duracak, tüm pagan putlarını ve ibadet yerlerini yıkacaklardı (Çık. 23:24). Benzer sebeplerden dolayı Kenan topraklarında yaşayanlarla antlaşma yapmayacaklardı; çünkü bu sadece RAB’be olan bağlılıklarından taviz vermelerine yol açabilirdi (Çık. 23:32-33). Böyle bir uyarı gerekliydi. Tanrı orada yaşayan ulusları oradan çıkartacağının sözünü vermiş olsa da, bu süreç aşama aşama ilerleyecekti çünkü topraklarının ıssız kalmaması da gerekliydi (Çık. 23:29-30).
Dağdan indikten sonra Musa Tanrı’nın sözlerini insanlara bildirdi. İnsanlar bir kez daha Tanrı’nın buyurduğu her şeyi yerine getirmeye istekli olduklarını ifade ettiler (Çık. 24:3; krş. 19:8). Bunu takip eden bir tören ile RAB ile İsrail arasındaki antlaşma onaylandı (Çık. 24:4-11). Burada kabaca anlatılan etkinlikler RAB’bin Musa’yla konuşmasının üç ana bölümünü yansıtır (Çık 20:24-24:2). Bir sunağın yapılıp sunuların sunulması, 20:24-26’daki talimatlar ile paralellik gösterir. Sonra Musa insanlara “Antlaşma Kitabı”nı okur (Çık 24:7); bu Tanrı’nın ilahi konuşmasının ikinci kısmıdır (Çık. 21:1-23:33). İsrailliler Tanrı’ya itaat edeceklerini tekrar dile getirdikten sonra (Çık. 24:7) insanların üzerlerine serpilen kan ile antlaşma mühürlendi (Çık 24:8). Son olarak Tanrı’nın Musa ve ileri gelenleri dağa çıkmaya davet etmesi (Çık 24:9-11) ilahi konuşmanın üçüncü kısmına karşılık gelir (Çık. 24:1-2).
Antlaşma başarılı bir biçimde onaylandıktan sonra Musa Buluşma Çadırını nasıl inşa edeceğine ilişkin bilgileri almak için Sina Dağı’na çıktı (Çık 25.1-31:18). Fakat “kırk gün kırk gece” orada kalması (Çık 24:18), İsrailliler arasında bir belirsizlik havası yarattı. Belki de Tanrı’nın Musa’ya ne yapmış olabileceğinden korktukları için (krş. Çık. 20:19) İsrailliler RAB’bin varlığının aralarında olmasını temsilen bir put yaparak güvende hissetmek istediler. İnsanlar Harun’dan onlara öncülük etmesi için başka bir “ilah” yapmasını istediler (Çık. 32:1).10 İsrailliler tanrılarının RAB olduğunu bilinçli bir şekilde reddetmeseler bile, onu altın buzağı olarak putlaştırmaları sebebiyle daha önceden kabul ettikleri antlaşma hükümlerini doğrudan ihlal etmişlerdi (krş. Çık. 20:4-6; 20:23).11 RAB’bin buyruklarını böyle ağır bir biçimde ihlal etmek şiddetli bir cezaya davetiye çıkartacaktı (krş. Çık. 32:7-10).
Tüm bu olanlar nedeniyle dehşet duyan RAB Musa’ya aşağıya inmesini emretti (Çık. 32:7). İsraillilerin bu kadar çabuk onun buyurduklarından dönmesi yüzünden Tanrı’nın öfkesi alevlendi. Oysa RAB’bin tüm söylediklerini yerine getireceklerini tekrar tekrar onaylamışlardı (Çık. 19:8; 24:3, 7). Tanrı’ya yapılan bu saygısızlık karşılığında en ağır cezayı bulacaktı: ölüm. Tanrı İbrahim’e daha önceden verdiği sözü tekrarlayarak yalnız Musa’dan “büyük bir ulus” yapacağını söyler (Yar. 12:3). Ama ilginç bir şekilde Musa araya girer ve halkı adına bağışlanma diler. Tanrı’nın Mısır’dan onları nasıl kurtardığını, İbrahim, İshak ve Yakup ile yaptığı önceki antlaşmalarını anımsatır (Çık. 32:11-13). Af dileyişi başından sonuna kadar Tanrı’nın karakteri ve onuruna dayalıdır. Ayrıca halkının günahlı davranışları için mazeret sunmaya kalkışmaz. Ricası ikna edicidir ve Tanrı merhamet edip onları yok etmekten vazgeçer (Çık. 32:14). Bununla birlikte, anlatıcının sonradan ifade ettiği gibi, insanlar cezasız da kalmayacaktır (Çık. 32:28, 35).
Musa aşağıya indiğinde orada neler olduğunu gördü ve kendisi de öfkelendi. İlahi olarak yazılmış ve antlaşma hükümlerini içeren taş tabletleri kasten kırıp parçalayarak Tanrı ile İsrailliler arasındaki antlaşma ilişkisinin artık sona erdiğini belirtir.
Mısırdan Çıkış 32’nin ana teması İsrailliler’in başkaldırısı ve Tanrı’nın onları cezalandırmasıdır. Ama Mısırdan Çıkış 33’te odak RAB’bin sadık hizmetçisi Musa’ya ve RAB ile olan muhteşem dostluğuna kayar. Musa’nın Tanrı ile olan benzersiz ilişkisi, ona halkı adına arabuluculuk yapma fırsatı vermiş ve bunun sonucunda da antlaşma yenilenmiştir. Bunun sebebi İsrail halkının yüreğinde meydana gelen ciddi bir değişim değil, RAB’bin şefkat ve merhametidir. Sonunda Musa’ya kırdığı tabletlerin yerine iki yeni taş levha dağın üstüne getirilmesi emredilir (Çık. 34:1). Musa antlaşma hükümlerini detaylı olarak bir kez daha yazar (Çık. 34:27; krş. 24:4),12 ve Tanrı yeni taş tabletlere “On Emir”i yazar (Çık. 34:28; krş. 20:3-17).13
Sina’daki antlaşma Tanrı’nın İsrailliler ile olan ilişkisinde önemli bir aşamadır. Tanrı’nın halkı için olan planının merkezinde olan şey, insanların tüm yaptıkları, söyledikleri ve düşündüklerinde kusursuz varlıklar olmaları ve böylece Tanrı’nın kutsal doğasını yansıtmalarıdır. Malesef insanlar kısa bir süre sonra altından buzağı yaparak onlara verilen sorumlulukları yerine getirmedeki yetersizliklerini göstermişlerdir. Bunun sonucu olarak büyük bereket kaynağı olacağı vaat edildiği halde Tanrı ile olan antlaşma ilişkileri, itaatsizlikleri nedeniyle onlara ilahi lanet kaynağı olmuştur.
Yeni Antlaşma dönemindeki dindar Yahudiler için Musa’nın yasasını yerine getirmek son derece önemliydi. Kutsal yaşam için Tanrı’nın isteklerinin özünün bu olduğuna inanılıyordu. Yasanın gerektirdikleri hakkında beklenebileceği üzere çok sayıda tartışma ve münazara oldu. Farklı öğretilere sahip okullar Musa’nın yasasının yorumlanması ve o günün koşullarına uyarlanması ile ilgili farklı görüşlere sahipti. Böyle bir geçmişten sonra elbette yasa hem İsa’nın öğretilerinde hem de ilk kiliselerinin ele aldığı konularda kendini gösterecekti.
İncil’in dört Müjde’de İsa’nın yasaya olan yaklaşımı nedeniyle sık sık o günün din önderleriyle anlaşmazlığa düştüğü görülür. Bu durum en çok Şabat ile ilgili hükümlarda gözlenmiştir; müjdede anlatıldığı üzere Ferisiler ve din bilginleri İsa’nın Şabat günü yaptığı işleri hep kınıyorlardı, özellikle de Şabat günü insanları iyileştirmesini (Mat. 12:9-14; Mar. 3:1-6; Luk. 6:6-11; 13:10-17; 14:1-6; Yu. 5:1-15; 7:21-24). İsa’nın dinsel temizlik ile ilgili yaklaşımına yönelik de gerilim vardı (Mat. 15:10-20; Mark 7:1-8). Ferisiler İsa’nın “günahkarlar” ile birlikte yemek yemesini hemen kınamışlardı (Mat. 9:10-11; 11:19; Mar. 2:15-16; Luk. 5:29-30; 7:34; 15:2). O halde İsa’nın Eski Antlaşma yasasına bakışı nasıldı?
İki adet gözlem yapmak mümkündür. İlk olarak, İsa yasaya büyük bir saygı göstermiştir. Musa yasasını çağdaşlarının uyguladığı şekilde uygulamasa da, devamlı olarak yasanın önemini ifade etmiştir.
Size doğrusunu söyleyeyim, yer ve gök ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa'dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile yok olmayacak. Bu nedenle, bu buyrukların en küçüğünden birini kim çiğner ve başkalarına öyle öğretirse, Göklerin Egemenliği'nde en küçük sayılacak. Ama bu buyrukları kim yerine getirir ve başkalarına öğretirse, Göklerin Egemenliği'nde büyük sayılacak. Size şunu söyleyeyim: Doğruluğunuz din bilginleriyle Ferisiler'inkini aşmadıkça, Göklerin Egemenliği'ne asla giremezsiniz!” (Mat. 5:18-20)
Dahası, ona “Kutsal Yasa’da en önemli buyruk hangisidir?” diye sorulduğunda, İsa Tanrı’yı ve komşuyu sevmenin önemini vurgulayarak cevap vermiştir (Mat. 22:37-39; Mar. 12:29-31). Verdiği cevap On Emir’deki iki ana temayı özetlemiştir. Tanrı’yı sevmek daha önce gelmelidir, ama komşuyu sevmekten asla ayrılmamalıdır; ilkini yapmak kişiyi otomatik olarak ikincisini de yapmaya yönlendirir.
İkinci olarak, İsa Kutsal Yasa’nın gerçek amacının altını çizer. İsa özellikle Kutsal Yasa’nın doğası ve işlevi konusunda yaşadığı dönemdeki bir çok din önderinden ayrılır. Çağdaşlarının çoğu yasayı doğru davranışı yanlış olandan ayıran bir sınır olarak görüyordu. Bu nedenle hangi davranışların yasanın sınırları içinde, hangilerinin dışında olduğunu belirlemeye çalışıyordu; Kutsal Yasa tarafından çizilen sınırların içinde kaldığı sürece kişi her zaman doğru sayılıyordu. Ama bu yaklaşım insanların yasanın en düşük gerekliliklerine odaklanmalarına yol açıyor ve insan davranışına yönelik çok yasacı bir tutum teşvik ediyordu. Dahası, İsa’nın belirttiği gibi, her türlü yozlaşmaya zemin hazırlıyor ve yasanın kötü niyetlerle kullanılmasına neden oluyordu.14 İsa bunun yerine yasayı Tanrı’nın arzu ettiği davranış biçimini gösteren bir levha olarak görüyordu. İsa birisinin yasayı tamamıyla yerine getirebilmesi için Tanrı kadar kusursuz olması gerektiği fikrindeydi (krş. Mat. 5:48). Bu yüzden öğrencilerinin doğruluklarının Ferisiler ve din bilginlerinkini aşmasını istemiştir (krş. Mat. 5:20). Kutsal Yasa’nın buyruklarını sadece dışarıya yönelik uyulması gereken sorumluluklar olarak görmenin, yasanın amacını yanlış anlamak olduğunu onu takip edenlere hatırlatmıştır (Mat. 5:17-48). İsa’nın yaklaşım tarzı “öldürmeyeceksin” ve “zina etmeyeceksin” buyruklarına ilişkin anlayışında açıkça görülür. İsa bunları “Öldürmeye ya da zina etmeye yönlendiren hiçbir şey yapma, söyleme, düşünme” şeklinde yorumlamıştır. Ayrıca Eski Antlaşma yasasının bazı eylemlere izin verme sebebinin (ör: boşanma) Tanrı’nın isteğinin böyle olması değil, Tanrı’nın insan yüreğinin sertliğine bir uyarlama getirmek istemesi olduğunu belirtmiştir (Mat. 19:3-9). Ferisiler ve din bilginleri bu ilahi uyarlamayı istismar ederlerken, İsa her bireyin Tanrı’nın insan yaşamına yönelik tasarısını kendi hayatında uygulaması gerektiğini vurgulamıştır.
Pavlus’un Eski Antlaşma yasası ile ilgili görüşlerine ilişkin birçok şey yazılmıştır. Bu yüzden burada sadece birkaç kısa gözlem yapmamız mümkündür. İsa gibi Pavlus da yasanın gerçek amacını hor gören yasacı anlayışı kınamıştır. Galatyalılar 3:15-25’te İbrahim ile yapılan ilahi antlaşmanın, bundan birkaç yüzyıl sonra Sina Dağı’nda yazılan yasadan daha öncelikli olduğunu söyler. Onunla aynı fikirde olmayanlar İsa’ya inananların doğru bir şekilde yaşayabilmek için Kutsal Yasa’yı yerine getirmeleri gerektiğini savunurlarken, Pavlus buna yasanın sonradan geldiğini, Mesih gelene kadar geçici bir rolü üstlendiğini ve kimseyi doğru kişi yapamayacağını belirterek karşılık verir. Yasa ona göre sadece Tanrı’nın arzu ettiği doğruluğu işaret eder, kimsenin öyle yaşamasını sağlamaz. Bu nedenle Pavlus doğruluğa iman ile ulaşılabileceğinin altını çizer.
İlk Hristiyanlar arasında yaygın bir kanı, İsa Mesih aracılığıyla Tanrı’nın yüzyıllar önce Sina’da yaptığı antlaşmayı geçersiz kılan yeni bir antlaşma yaptığıdır. Beklenebileceği gibi bu görüş dinsel bakış açısının merkezinde Sina’da yapılan antlaşma yer alan Yahudiler’den ciddi bir düşmanlık yarattı. Bu yeni antlaşma İsa tarafından Son Akşam Yemeği’nde tanıtıldı (Mat. 26:28; Mar. 14:24; Luk. 22:20; 1Ko. 11:25) ve kurban olarak ölümüyle mühürlendi (İbr. 9:11-28). Sina’da yapılan eski antlaşmaya olan üstünlüğü ile ilgili İbraniler’in yazarı Yeremya 31:31-34’ü alıntılayarak birkaç önemli noktaya işaret eder. Yeni antlaşma Sina’da yapılan gibi değildir (İbr. 8:9). Sina’daki antlaşma Tanrı ile İsrailliler arasında kalıcı bir ilişki sağlama niyetiyle yapılmış olsa da bu amaca ulaşamamıştı, çünkü insanlar onlara yüklenen ilahi sorumlulukları yerine getirememişlerdi. İmansızlıkları nedeniyle Tanrı onlardan yüz çevirmişti (İbr. 8:9). Yeni Antlaşma’nın başarısı, insanların kendilerinin yapamadıkları şeyi Tanrı’nın bizzat onların yerine yapması nedeniyle garanti altına alınmıştı. Eski Antlaşma’nın yasaları taş levhalara yazılmıştı; yeni antlaşmada ise Tanrı buyruklarını imanlıların yüreklerine ve zihinlerine yerleştirdi (krş. 2 Ko. 3:6). Kutsal Ruh’un içinde yaşaması gerçekleştirilen bu içsel dönüşüm aracılığıyla Tanrı halkının en baştan tasarladığı gibi yaşayabilmesini mümkün kıldı. Yeni Antlaşma’nın bir başka sonucu ise Tanrı’yı daha yakından tanımak oldu: “Hiç kimse yurttaşını, kardeşini, RAB'bi tanı diye eğitmeyecek. Çünkü küçük büyük hepsi tanıyacak beni” (İbr. 8:11). Son olarak yeni antlaşma insanın günahına ve kötülüğüne yönelik ilahi bağışlamayı getirir (İbr. 8:12). Eski Antlaşma hükümlerinin altında Tanrı’nın merhameti, Günahların Bağışlanma Günü’nde başkâhinin yerine getirdiği kefaret görevlerine bağlıydı. Bu tören yılda bir kez düzenlendiği için insanlara yalnızca kısıtlı bir bağışlanma sunuyordu. Mesih’in baş kâhin olarak üstlendiği aracı rol Harun dönemindeki baş kâhinlerin yaptıklarını alabildiğine aştığı için yeni antlaşma bağışlanmaya yönelik çok daha büyük bir güvence sağlar.15 Mesih’te iman ile aklananların geçmişteki, mevcut ve gelecekteki tüm günahları ilahi bir şekilde bağışlanır.
Mesih tarafından sağlanan yeni antlaşmanın ilk kilise üzerinde farklı bir etkisi oldu. Eski Antlaşma’ya bağlı kalanlardan bu bağlılıklarını haftanın yedinci günü Şabat’ı yerine getirerek göstermeleri isteniyordu; Şabat Sina’daki antlaşmanın simgesiydi (Çık. 31:13-17). Yeni Antlaşma’nın gelmesiyle Şabat uygulamasına yönelik baskı, tıpkı sünnet gibi Hristiyanlar’ın üzerinden kalktı. Bunun yerine, Mesih’in dirilişini anmak için ilk kilise haftanın ilk günü ibadet için bir araya geldi (krş. Elç. 20:7; 1Ko. 16:2). Şabat’ın yerine RAB’bin Günü geldi.
Sina’daki antlaşmanın kalbinde Tanrı’nın İsrail’in “kâhinler krallığı ve kutsal ulus” olmasını istemesi vardır (Çık. 19:6). Bu düşünce 1. Petrus 2:9-10’da tekrar edilir: “Ama siz seçilmiş soy, Kral'ın kâhinleri, kutsal ulus, Tanrı'nın öz halkısınız. Sizi karanlıktan şaşılası ışığına çağıran Tanrı'nın erdemlerini duyurmak için seçildiniz. Bir zamanlar halk değildiniz, ama şimdi Tanrı'nın halkısınız. Bir zamanlar merhamete erişmemiştiniz, şimdiyse merhamete eriştiniz” (krş. Va. 1:6; 5:10; 20:6). Sina’daki antlaşmanın insanın itaatsizliği sebebiyle başaramadığı her şey şimdi İsa Mesih’in ölümü, dirilişi ve göğe yükselişi ile sağlanan yeni antlaşma aracılığıyla başarılmıştı.
2 Kutsallık kavramı daha detaylı bir şekilde ele alındığı için bkz. 11. bölüm.
3 Bu nedenle On Emir’in çizdiği yasal sınırları ince bir biçimde tarif etme girişimleri çoğu zaman başarısız olur. Örneğin ‘anne babaya saygı göstermek’ ile tam olarak neyin kast edildiğine ve neyin kast edilmediğine karar vermeye çalışan birisi, On Emir’de kullanılan dile dayanarak hiçbir tatmin edici sonuca ulaşamaz. Burada gördüğümüz şeyler geniş kapsamlı ilkelerdir, yargı amacıyla tasarlanmış yasalar değildir.
4 Bu anlamda kullanılan İbranice kelime rāṣaḥ (rātsakh), hayvan olmayan birini öldürmek anlamına gelir. Eski Antlaşma’daki kullanımı göz önünde bulundurulursa bu anlamı sadece kasıtlı cinayete indirgemek mümkün değildir, kasıtsız cinayeti de kapsıyor.
5 Bu durum J. M. Sprinkle’ın kapsamlı çalışmasında daha yakından incelenmiştir, “The Book of the Covenant”: A Literary Approach, JSOTSup 174 (Sheffield: JSOT Press, 1994).
6 İnfazın taşlama ile gerçekleştirilmesi yaygın bir metoddu çünkü bu, istisnasız olarak topluluğun her üyesinin suçlunun mahkeme kararı ile öldürülmesinden sorumlu olduğunu vurguluyordu. Tanıklıklarının idam cezası gibi ciddi bir hüküm ile sonuçlanması nedeniyle şahitlerden ilk taşı atmaları istenirdi (Yas. 17:7).
7 Bu gözlemlerin ışığında, Hristiyanların cinayet gibi suçlar için idam cezasını desteklemeleri gerektiği anlaşılabilir. Fakat göz önünde bulundurulması gereken başka unsurlar da vardır. Öncelikle eski İsrailliler bir katili ömür boyu hapis cezasına mahkum etme seçeneğine sahip değildi; birini uzun bir süre hapiste tutmak için gerekli kurumları yoktu. Bir suçu cezalandırmak amacıyla hapis çok nadiren kullanılırdı. Bu durum onların cezalandırma seçeneklerini kısıtlıyordu. İkinci olarak, idam cezaları da çok sık uygulanmıyordu. Bu nedenle muhtemelen idam cezası insan yaşamının değersizleşmesine yol açmadı. Ölüm cezasını sıklıkla uygulamak insan yaşamının çok da önemli olmadığını ima edebilir ve bu cezanın asıl sebebine ters düşerdi. Hangi cezayı uygun bulursak bulalım, Hristiyanlar olarak her zaman onun insan canının kutsallığını baltalamadığından emin olmalıyız.
8 Bu ayetlerdeki yasalar “Eğer…, öyleyse….” ya da “…. yapmayacaksın” şeklinde sunulmamıştır.
9 Mısırdan Çıkış 23:10-19’daki içerik özenle tasarlanmıştır. Her biri kendi içinde ikiye ayrılan iki bölümden oluşur ve bunların ortasında 13. ayet yer alır. İlk yarısı yedinci yıl (10. ve 11. ayetler) ve yedinci gün (12. ayet) ile ilgilidir. 14 ve 19. ayetler arasında İsraillilerin her yıl kutlayacağı üç bayramdan söz edilir:Mayasız Ekmek, Hasat ve Ürün Devşirme Bayramı. 17-19. ayetlerdeki yönergeler 14-16’da belirtilen kutlamalarla ilgilidir. Özellikle 17. ayet ile 14. ayet arasındaki parallelik dikkat çeker.
10 Çeşitli detaylar altın buzağının RAB’bi temsil etmesi için yapıldığını gösteriyor. Çık. 32:4’e göre buzağı İsraillileri Mısır’dan çıkaran Tanrıyı temsil ediyor; yani yeni bir ilah değil. İkinci olarak, İsrailliler tarafından coşkuyla kutlanan bayram için (32:6) Harun “RAB’bin onuruna” (32:5) denmiştir. Ayrıca bayram ritüelleri Çık. 24’te RAB ile İsrailliler arasındaki antlaşmanın onaylandığı aktivitelerle benzerlik gösterir.
11 Anlatıcı Çık. 32:1, 4 ve 8’de İbranice “ilah” ya da “ilahlar” anlamına gelen elohim sözcüğünü kullanarak bu durumu ima eder. Çoğul haldeki fiillerle kullanıldığında elohim normalde pagan tanrılarını ifade eder ama bu ayetlerde olduğu gibi tekil halde kullandıldığında RAB’bi ifade eder.
12 Çık. 34:11-26’da ana hatlarıyla verilen (toprak, bayramlar) antlaşma hükümleri, Antlaşma Kitabı’nın son iki bölümünde bulunan hükümlerle oldukça paraleldir (Çık. 23:14-33; bayramlar, toprak). Tek farkları sıralamanın ters çevrilmiş olmasıdır.
13 Çık. 34:28b’deki eylemin öznesi tam olarak belirtilmemiştir ama tabletleri yazanın yine RAB olduğunu 34:1’den anlayabiliyoruz (krş. 32:16). İbranice anlatılarda eylemin öznesinin açıkça belirtilmeden değiştirilmesi görülmeyen bir durum değildir.
14 Bunu İsa ant içmek (Mat. 5:33-37) ve töreler (Mat. 15:3-9; Mar. 7:9-13) ile ilgili konuşurken görüyoruz
15 Bu konu 12. bölümde daha detaylı olarak ele alınmıştır.