« 2 »
Tanrı’nın Tapınak-Şehri

Antik Yakın Doğu arkaplanında Tanrı’nın bu dünya için yaptığı planın merkezinde sıradışı bir tapınak-şehrin yaratılmasının olduğu, Yaratılış’ın ilk bölümlerinde öngörülmektedir. Tanrı bu şehirde insanlık ile uyum içinde yaşayacaktır. Bu bakımdan, insana kâhinsel ve kraliyete ait bir mevki verilmiştir. İnsandan Tanrı’nın bu dünyadaki kral vekili olması beklenmiştir. Buna rağmen yılan tarafından ayartılan Adem ile Havva yaratıcılarına ihanet etmiş ve sonunda Aden Bahçesinden kovularak bu özel mevkisini kaybetmiştir. Daha sonra insanlığın Tanrı’nın planındaki kutsal tapınak-şehrin yerine başka bir şehir inşa etmeye girişmesiyle hikaye önemli bir doruk noktasına ulaşır. Başlangıçta yaşanan bu olaylar, İbrahim’in çağırılması ve sonrasında gelişen olaylar için de zemin hazırlar.

Giriş

Yaratılış’ın başlangıcı, Eski Antlaşma’nın ilk beş bölümünü anlamak için fevkalade önemlidir. İlk sahnenin zemini hazırlamasının yanısıra, Yaratılış’ın ilk üç bölümü, onu izleyen her şeyin yönünü de belirler. Bu nedenle bu bölümlerin özünü kendi edebi bağlamları içinde net bir biçimde anlamak son derece önemlidir. Malesef Yaratılış’ın ilk üç bölümü üzerindeki tartışmaların büyük bir çoğunluğunu, Kutsal Kitap ve modern bilimin evrenin başlangıcı üzerindeki görüşleri üzerine yapılan tartışmalar oluşturmaktadır. Bu ne kadar değinilmesi gereken bir konu olsa da, her zaman aklımızda bulundurmamız gereken şey, bu bölümlerin yazarının onları Yaratılış’tan başlayıp Krallar’a kadar süren hikayeye bir giriş niteliğinde yazdığıdır. Birazdan göreceğimiz üzere bu hikaye, insanların Rab’bin yeryüzündeki tapınak-şehrini inşa edeceği beklentisi ile başlar. Ama Adem ve Havva’nın yaratıcılarına ihanet etmeleri, insan soyunun da kendi isteklerini izleyip Tanrısız şehirler inşa etmelerine yol açar ve böylece Tanrı’nın planı alt üst olur.

Yaratılış’ın başlangıcından Krallar’ın sonuna kadar süren büyük hikayeye nasıl bir giriş yapıldığını anlamak için, Yaratılış’ın ilk üç bölümünü incelemeliyiz. Bu üç bölüm yaratılış ile ilgili birbirini tamamlayan iki görüş açısı içerir. Bunlardan bir tanesi kuşbakışı anlatım (1:1-2:3), diğeri ise yakın görüştür (2:4-3:24). Kuşbakışı anlatımdan yakın görüşe geçilmesi, 2:4-5’teki şu ifade ile yapılır: “RAB Tanrı göğü ve yeri yarattığında, …”. Benzer ifadeler Yaratılış’ın birçok yerinde tekrar ederek, tıpkı kameranın yakın çekime geçmesi gibi, anlatıcının büyük bir sahnenin daha küçük parçalarına odaklanmasını sağlar.1 Yaratılış 1:1 ve 2:3 arasında yaratılışın kuşbakışı izlenimine odaklanılırken, Yaratılış 2:4 ve 3:24 arasında ilk insan çifti Adem ve Havva’nın yaratılması ve onların Aden Bahçesindeki yaşantıları anlatılır.

İşte bu yakın çekim etkisi, Yaratılış’taki anlatım tarzının 1:1-2:3 ve 2:4-3:24 arasında dikkat çekici bir biçimde değişmesini sağlar. Belli farklılıklar hemen göze çarpabilir. Yaratılış 1’de ‘tekrarlı, resmi ve madde madde listelenmiş’ bir anlatım hakimdir.2 Yazar bu anlatım tarzı ile adeta tüm yaratılış olayının temelinde yatan düzeni yansıtmaktadır. M. A. Fishbane’in belirttiği gibi:

Böylelikle metin düzenli ve uyum içindeki bir yaratılışı gözler önüne seriyor. Anlatımda anlatıcının sesi Tanrısal bir konuşma ile, açıklamalar ise buyruklar ile değiştirilerek, yaratılış olayının sunumu sakin ve ezberden okurcasına yapılırken sıklıkla yaşam dolu ilahi bir güç araya girer. Metin ritmik bir şekilde bazı olaylar ve onların sonuçları arasında gidip gelir; bunu yaparken de ‘ayrılmak’, ‘çağırmak’, ‘görmek’ ve ‘yapmak’tan oluşan aynı sözcük dizisini kullanır. Kelimeleri kullanım tekniği ve ekonomisi, kontrollü bir güç ve enerjinin yetkili söz sunar.3

Bunun aksine, 2:4 ve 3:24 arasının oldukça farklı bir anlatım tarzı vardır. 1. bölüm boyunca tekrarlı 7 gün düzenine dayalı resmi ve yapısal anlatım artık yoktur. “Burada hareketli ve özlü hikayelerin ustalıkla anlatıldığını görüyoruz.”4

Anlatım tarzındaki bu değişikliğe kelime seçimlerindeki değişim de eşlik eder. Bunlardan en göze çarpanları Tanrı için kullanılan adlardır. 1:1 ve 2:3 arasında Tanrı her zaman İbranice’de ‘Tanrı’ anlamına gelen ‘Elohim’ ile ifade edilmiştir. 2:4’ten 3:24’e kadar ise kullanılan ilahi isim ‘Yahve Elohim’dir (genellikle ‘RAB Tanrı’ olarak çevirilir). Bununla birlikte, 3:1b-5 arasında tekrar ‘Elohim’ (Tanrı) kullanılarak bu düzenden dönüldüğü de göze çarpmaktadır.

İlahi isimlerdeki çeşitlilik metindeki bir başka ilginç özellik ile de örtüşüyor. Yaratılış’ın ilk üç bölümündeki tariflerini incelediğimizde, Tanrı’nın iki farklı yol ile tasvir edildiğini görüyoruz.

Yaratılış 1’de güçlü, kainatı düzenleyen üstün görkemi ve yüceliği ön plandadır. Bu temel bakışa uygun olarak Elohim evreni bir dizi buyrukla yaratır ve düzenler. O yalnızca emreder ve sonuçlar gerçekleşir. Tanrı, evreninin dışında duran ve onu sözünün gücüyle kontrol Aden bir varlık olarak görülüyor. Bu yüzden Yaratılış’ın ilk bölümündeki insansı ifadeler (Tanrı dedi, Tanrı gördü, Tanrı dinlendi) çekingen Tanrı’nın karakterinin üstünlüğü korur. Bu ifadelerden insan gibi görünen ve davranan bir Tanrı portresi çıkaramayız.5

Bunun tam aksine, Yaratılış 2-4 arasındaki Tanrı tarifi oldukça farklıdır.

Buradaki anlatımın temelinde Tanrı’nın yaratılışta bulunuşu, kişisel yakınlığı ve yeryüzündeki insan sahnesine dahil oluşu var. Yahve artık uzakta egemenlik süren bir kral değil, yakın ve samimi bir efendidir. İnsanların O'nunla hazır iletişimi ve doğrudan sorumlulukları var. Doğal olarak da Yaratılış 2-4’teki kişileştirmeler Yahve’yi neredeyse insan sınırlılığına yakın bir şekilde tasvir etmiştir. Bir çömlekçi gibi elleriyle evrene şekil verir, topraktan yarattığı insanın ağzına üfler, bir bahçe kurar, bir adamı arar, adamla, kadınla ve yılanla özel olarak konuşur, bir başka adamın üzerine işaret koyar.6

1:1-2:3 ve 2:4-3:24 arasındaki bu farkları görünce, bazı uzmanın bu iki bölümü farklı yazarların yazdığını düşünmesi pek de şaşırtıcı gelmiyor.7

1:1-2:3 ve 2:4-3:24 arasında hem anlatım tarzı, hem de teolojik bakış açısından net bir farkın olduğuna şüphe yoktur. Bu konuda herkes hemfikirdir. Ama bunun neden böyle olduğunu sormamız gerekir. Neden Yaratılış’ın başında yaratılış sürecini anlatan iki farklı ses vardır?

Bu soruyu yanıtlamak adına, yaratılış sürecinin iki ayrı tasvirinin birbirini harikulade bir biçimde tamamladığını göz önünde bulundurmalıyız. Bu tamamlama özellikle Yaratıcı’nın kimliğinin açıklanması ile ilgilidir. 1:1 ve 2:3 arasında Tanrı yarattığı evrenden ayrı ve uzak bir izlenim verir. Teolojik ifadesiyle, her şeyin ötesinde ve üzerindedir. 2:3 ve 3:24 arasında ise, Tanrı insanlığa çok yakındır. Adem ve Havva ile bahçede yürür ve konuşur. Teolojik tabiriyle, Tanrı’nın içkinliğini ifade ediyor. Yaratılışın başlangıç bölümleri, bu iki bakış açısını yan yana koyarak, Tanrı’nın iki yönlü fakat bütüncül bir görünümünü sunar. O hem her şeyden üstün, hem de yarıtılışa yakında olandır.

Tanrı’nın hassas bir denge içerisindeki bu iki yönlü tasviri, anlatıcının ilahi isimleri seçişinde de kendini gösterir. 1:1 ve 2:3 arasında Tanrı ‘Elohim’ ismiyle anılırken, 2:4 ve 3:24 arasında ‘Yahve’ ismi ile tanışıyoruz. Elohim Tanrı’nın genel ya da resmi adı iken, Yahve O’nun kişisel ve özel ismidir. 2:4’ten sonra Yahve’nin kullanılması, Tanrı’nın insanlıkla kurduğu ilişkinin kişisel doğasını vurgularken, anlatının içeriğine de zaten bunu yansıtır. Aynı sebepten dolayı, 3:1-5 arasında yılan Tanrı’dan hep Elohim olarak bahseder, Yahve’yi asla kullanmaz. Baş düşman yılan, Adem ve Havva’nın yanında Tanrı’nın kişisel ve özel ismini kullanmaktan kaçınır.

1:1-2:3 ve 2:4-3:24’teki yaratılış tasvirleri oldukça farklı olsa da, bu iki kısım ‘çelişkili’ yerine ‘tamamlayıcı’ olarak düşünülmelidir. Yaratılış böyle iki ayrı tasvir sunarak yaratılış sürecini iki farklı açıdan, daha kapsamlı bir şekilde görmemize olanak verir ve neler olup bittiği ile ilgili anlayışımızı zenginleştirir. Dikkat çekicidir ki, içerik ve anlatım tarzındaki farklılıklara rağmen, iki tasvirin de birleştiği ortak nokta, dünyanın Tanrı’nın orada yaşaması için yaratıldığıdır (aşağıda daha detaylı açıklanacak).

Tanrı’nın Tapınak-Şehri olarak Dünya

Yaratılış’ın 1. bölümü okuyan çoğu kişi ilk altı gündeki yaratılış olayına odaklanır. Oysa Yaratılış’ın başlangıcındaki hikayede en önemli gün yedinci gündür. Yedinci gün ilk altı günden ayrı bir bölümde geçtiği için ne yazık ki genelde gözden kaçar. Ama bugün okuduğumuz Kutsal Kitap’taki bölümlendirmeler ilk yazmalarda bulunmuyordu.

Yedinci gündeki en belirgin motif Tanrı’nın dinlenmesidir (2:1-3). Bu Tanrı’nın çok fazla şey yarattığı için yorulduğunu ima edebilir. Ama böyle bir yorum çok anlamsız olacaktır. Çünkü Yaratılış 1’de Tanrı bir şeyleri var etmek için konuşmaktan başka bir şey yapmıyordu. Peki o zaman dinlenmeye neden vurgu yapıldı?

Dinlenmeye yönelik bu sıradışı vurgunun en makul açıklaması J. H. Walton’tan gelir:

Yedinci günde Tanrı’nın sonunda dinlenebilmek için çalıştığını öğreniyoruz. Yedinci gün yaratılış anlatısı tamamlandıktan sonra insanın yaratılış sürecine bir kapanış olarak öyküye teolojik bir ek değildir. Yedinci gün, yaratılışın ve evrenin amacını gösterir. Tanrı evreni yalnızca insanların yaşayacak bir yeri olsun diye yaratmadı. Evreni yaratmasının amacı aynı zamanda kendi tapınağını da inşa etmekti. Burada, Tanrı yarattığı denge ve düzenin içinde dinlenecekti.8

Walton, Yaratılış’ı antik Yakın Doğu bağlamına göre okuyarak bu sonuca ulaşıyor. Kutsal Kitap dışındaki kaynakları incelediğinde, tanrıların yaratılış etkinliğine girişme sebeplerinin, içinde dinlenecekleri bir yer yaratmak olduğunu görüyor. Bu etkinlik genellikle, şehrin kalbine dikilen bir tapınağın inşasını da içeriyor. İlahi dinlenme tapınak inşâsı ile ilgilidir.9

Walton’dan bağımsız olarak Yaratılış 1 metnini yorumlayan J.R. Middleton, burada Tanrı’nın ilahi bir mimar olarak tasvir edildiği sonucuna varıyor:

‘Tanrı Yaratılış 1’de ne tür bir bina inşa ediyor?’ sorusunu sorduğumuzu varsayalım. Hemen o anda bunun cevabı açık değilse de, Eski Antlaşma’nın bundan sonraki bölümlerini okuyunca şu cevap ortaya çıkar: Tanrı bir tapınak inşa etmektedir. Bir tapınak olarak evren konseptinin kökü antik Yakın Doğu’ya uzanır. Bu kültürde tapınaklar genelde tanrılara ait kraliyet sarayları olarak görülürdü. Tanrılar bu saraylarda yaşar ve egemenlik sürerdi. Dahası, yaratılışın ardından tapınak inşası ve ilahi bir dinlenmenin gelmesi, Mezopotamya ve Ugarit mitolojisinde yaygın bir temaydı (Kaos canavarını mağlup etmelerinin ardından hem Marduk hem de Baal için tapınaklar dikilmişti).10

Hem Walton hem de Middleton’a göre Yaratılış’ın başlangıç bölümleri, tapınak inşası ile ilgili ince göndermeler içermektedir. Birazdan göreceğimiz üzere, 2:4 ve 3:24 arasında anlatılanlar bu fikri güçlendirecek.

Mabet olarak Aden Bahçesi

1:1 ve 2:3 arası bir tapınağın inşasını ima ederken, 2:4 ve 3:24 arasında Aden Bahçesi, çok açık olarak bir tapınağa bağlı bir bahçe resmedilmiştir. Bu yüzden G. J. Wenham şöyle bir yorum yapar:

Aden Bahçesi Yaratılış’ın yazarı tarafından sadece Mezopotamya’da bir çiftlik alanı olarak değil, bir mabedin de temel örneği olarak sunulmuştur. Burası Tanrı’nın içinde yaşadığı ve insanın ona tapındığı bir yerdir. Bahçenin birçok özelliği Buluşma Çadırı’ya da Yeruşalim tapınağı gibi sonradan inşa edilen mabetlerde de görülebilir. Bu bağlantılar bahçenin kendisinin de bir tür mabet olduğunu gösterir.11

Aden Bahçesi ve sonradan yapılan Yahudi mabetleri (özellikle Buluşma Çadırı ve Yeruşalim tapınağı) arasında ilginç bağlantılar vardır.12

  1. RAB Tanrı Aden’de yürüdüğü gibi Buluşma Çadırı’da da yürür (Yar. 3:8; krş. Lev. 26:12; Yas. 23:15; 2Sa. 7:6-7).

  2. Aden’e de diğer mabetlere de doğudan girilir, kapısı melekler tarafından korunur (Yar. 3:24; Çık. 25:18-22; 26:31; 1Kr. 6:23-29).

  3. Buluşma Çadırı’nın yedi kollu şamdanı muhtemelen hayat ağacını simgeler (Yar. 2:9; 3:22; A.g.e. Çık. 25:31-35)

  4. Aden Bahçesinden akan nehir (Yar. 2:10) Hezekiel 47:1-12’yi anımsatır. Burada gelecekteki Yeruşalim tapınağından akarak Ölü Deniz’e yaşam veren bir nehir tasvir edilir.

  5. Yaratılış 2:11-12’de geçen altın ve akik taşı, sonraki mabetleri ve rahip elbiselerini süslemek için yaygın olarak kullanılmıştır (ör: Çık. 25:7, 11, 17, 31).13 Özellikle altın ilahi varlık ile ilişkilendirilir.

Aden Bahçesinin ilahi bir mabedin parçası olduğuna dair bir başka ilginç işaret de Tanrı’nın Yaratılış 2:15’te insana verdiği görevlerdir. İnsanın bahçedeki sorumlulukları iki eylem kullanılarak özetlenir: hizmet etmek, çalışmak, toprağı sürmek anlamındaki ābad (āvad) ve korumak, kollamak, gözetmek anlamlarına gelen šāmar (shāmar).14 Birbirlerinden bağımsız olarak kullanıldıklarında bu kelimeler çok sayıda eylemi işaret ederler. Birlikte kullanıldıklarında ise genellikle Buluşma Çadırı, mabet ve tapınak ile ilişkili eylemleri ifade ederler. Çölde Sayım onları birlikte kullanarak Levililerin mabetteki görevlerini tanımlamıştır (Krş. Say. 3:7-8; 8:26; 18:5-6). Bu insanın bahçedeki görevinin de tarımla ilgili değil, ruhsallıkla ilgili olduğunu açıkça gösterir. İnsan kutsal bölgenin ilk ve en baştaki koruyucusu olarak atanmıştır, sadece bir bahçıvan olması için yaratılmamıştır.

Yaratılış 1-2’deki genel tablo, dünyanın yaratılışının Tanrı’nın tapınağının inşası ile yakından ilgili olduğunu gösteriyor. Her ne kadar inşa sürecinin tamamını değil yalnızca başlangıcını kapsıyor olsa da, genel izlenim budur. Bu bağlamda insanlar sadece tapınağın içinde hizmet etmesi için değil, onun sınırlarını tüm dünyayı kaplayacak şekilde genişletmesi için de yaratılmıştır. Bunu yapmaları için kâhinsel makamlarının yanında onlara kraliyet yetkisi de verilmiştir.

İnsanlığın Kraliyet Makamı

Yaratılış 1, insanın konumunu belirleyen diğer antik Yakın Doğu metinler ile kıyaslandığında zıt bir duruş sergiler. Babil’in en ünlü yaratılış hikayesi Enuma Elish insanların kaderini tanrılara yiyecek sağlamak olarak belirlerken, Kutsal Kitap’taki Yaratılış insanlara dünyaya hükmetmeleri için kraliyet yetkisi verir. Bu iki şekilde gösterilmiştir. İlk olarak, diğer tüm canlıların üzerinde egemen olmaları için Tanrı onlara doğrudan talimat verir.

Tanrı, “Kendi suretimizde, kendimize benzer insan yaratalım” dedi, “Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.”

Tanrı insanı kendi suretinde yarattı, onu Tanrı'nın suretinde yarattı. Onları erkek ve dişi olarak yarattı.

Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.” (Yar. 1:26-28)

Bu ayetler insanın tüm kara hayvanları, kuşlar ve balıklar üzerinde egemen olacağını vurguluyor. Bu vurgu yukarıdaki üç ayette iki kez tekrarlanıyor. İnsanlık için tasarlanan ilahi planın merkezinde, insanın dünyada Tanrı’nın kral vekili olarak egemenlik sürmesi vardır.

İkinci olarak, kraliyet kavramı “Tanrı’nın sureti” ifadesi ile ilişkilendirilmiştir. Antik Mısır ve Mezopotamya’da “Tanrı’nın sureti” sıklıkla krallar için kullanılırdı. Kral, bir tanrının yaşayan suretiydi. Mısır kralı 2. Ramses (M.Ö. 1290-1224) kendi ilahi suretini ve makamını şöyle tarif ediyor:

İlahi kralın sözü, İki Ülke’nin Rabbi, Khepri’nin suretinin Rabbi, uzuvları Ra’da bulunan, Ra’dan gelen, Ptah-Tatenen’in oğlu, Kral 2. Ramses, yaşam veren babası, tanrıların tanrısı Tatenen’e şöyle der: “Ben senin tahtını teslim ettiğin oğlunum. Beni krallığının başına atadın, beni sana benzer bir surette şekillendirdin. Suretini bana tayin ettin ve beni kendi suretinde yarattın.”15

“Tanrı’nın sureti”nde yaratılmak kraliyet makamına sahip olmak demekti. Middleton’ın belirttiği gibi:

Yaratılış 1’in yazarı Tanrı’yı göklerin ve yeryüzünün üzerinde egemenlik süren bir kral olarak tarif eder. Düzen ve uyum içindeki bu egemenlikte her canlı yaratıcının isteğini gerçekleştirir ve tüm bunlar “iyi”dir. İnsanlık Tanrı’nın benzeri gibi yaratılmış ve Tanrı’nın bu dünyadaki hakimiyetini temsil etmekle görevlendirilmiştir.

“Tanrı’nın Sureti” ifadesi çok sayıda tartışmanın konusu olsa da, insanlığın kraliyet makamını gösteren bir ifade olarak yorumlanması, akla en yatkın yaklaşım olacaktır.

Yeryüzünün yaratılışının altında yatan amaç, Tanrı’nın içinde yaşayacağı bir yer yaratmak istemesidir. Bu isteğin ışığında Yaratılış’ın ilk iki bölümü gösteriyor ki, insanların yaratılış amacı yeryüzünü ilahi bir yaşam alanına dönüştürme planına katılmaktır. Bu yüzden insana kutsal ve kâhinsel bir mevki verilmiş, onun Tanrı’nın huzurunda ve mabetinde hizmet etmesi sağlanmıştır. Tanrı ayrıca insanlara kendisini temsil ederek dünyada egemenlik sürmesi için yetki de vermiştir. Bu yüzden onlara verimli olmaları, çoğalmaları ve yeryüzünü doldurmaları talimatı verilmiştir (1:28). Bu talimatların arkasındaki beklenti, kraliyet yetkisiyle donatılmış ve sürekli artan bir nüfusla tüm dünyayı kaplayarak, insanların muhteşem bir tapınak-şehri inşa etmesidir.16

Böyle bir beklenti, özellikle de Yaratılış’ı mevcut kültürel bağlamında incelediğimizde bizi şaşırtmamalıdır. Antik Yakın Doğu’da, genellikle her bir tanrı belli bir şehirle ilişkilendirilirdi. Şehirde yaşayanların tapındıkları tanrının tapınağı şehrin tam merkezinde bulunurdu. Muhtemelen Yaratılış’ı tarihte ilk kez okuyanlar ya da dinleyenler, Tanrı’nın yeryüzündeki tapınağının inşasını hemen bir şehirle ilişkilendirebiliyorlardı. Aden Bahçesinin, Tanrı’nın tapınak-şehri inşa edeceği yeşil arazi olduğunu hızlıca fark edebilirlerdi.

Büyük İhanet

Yeryüzü için tasarlanan ilahi planın ışığında, Yaratılış 3 ilk insan çiftinin nasıl üzücü bir biçimde Tanrı’nın onlara yüklediği özel sorumluluğu terk ettiğini anlatır. Yaratılış 3’ün önemi abartılamaz. Neler olup bittiğiyle ilgili detaylı olmayan bir anlatım vermesine rağmen birçok soru cevapsız kalır. Bu bölümü okurken, yazarın ne anlatmaya çalıştığını net olarak duyabilmemiz için merağımızı bir süre dizginlememiz gerekiyor.

Yılan17 ve kadın arasında geçen ilginç konuşmaya gelmeden önce, insan çiftin kraliyet kral vekili olarak esas görevlerini nasıl kendi iradeleriyle terk ettiklerine bakalım. Yaratılış 3’te bu durumu anlatan ilk şey, insanın yılana izin vererek bahçenin kutsallığını gözetmeyi ihmal edişidir. G. K. Beale’in belirttiği gibi, “Adem günah işleyerek ve hilekar yılanın mabedin kutsallığını kirletmesine izin vererek kâhinsel rolünü kaybetmiş, bahçe tapınağına görevi meleklere verilmişti: Tanrı ‘yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden Bahçesinin doğusuna Keruvlar…yerleştirdi’ (Yar. 3:24; ayrıca bkz. Hez. 28:14, 16).”18 Oysa kâhinler olarak insan çiftin yılanı oradan kovması gerekirdi.

İkinci olarak, Tanrı insan çiftin diğer tüm canlılar üzerinde egemen olmasına niyet ettiği halde, bu durumda onlar bir hayvana itaat etmişlerdi. Yılanın yönlendirişini izleyerek onun üzerindeki otoritelerini kullanmamışlardı. Bu hataları yaratılışın ilahi bir biçimde kurulmuş düzenini tersine çevirmekle kalmadı, Tanrı’ya da apaçık bir ihanet sergiledi. Yılanın yanında yer alarak, Tanrı’yı ve onun dünyaya kurduğu düzeni reddettiler. İronik bir biçimde bu ihanetleri yılanın “iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız” (3:5) demesi üzerine gerçekleşti. Yılanın aksine, insan çifti “Tanrı’nın benzerinde” yaratılmıştı. Ama Tanrı yerine yılanı dinleyerek Tanrı’nın kral vekili oldukları konumu kaybettiler. Artık benzeri oldukları bir şey varsa, o da yılandı. Onlara Tanrı tarafından tahsis edilen otorite şimdi üzücü bir biçimde yılana geçmişti.

Yılanın yanında yer alarak insan çifti kraliyet ve kâhinsel makamını kaybetmişti. Bunun büyük sonuçları olacaktı. Şimdilik bunlardan yalnızca ikisinden bahsedeceğiz. Adem ve Havva hemen bahçeden kovuldular ve Tanrı ile sürdürdükleri yakın ilişkiden de oldular. J. H. Walton’ın gözlemlediği gibi, “Düşüşün sonucundaki en büyük kayıp cennet değil, Tanrı’nın huzuruydu.”19 Bahçeyi koruma sorumluluğu, yaşam ağacının yolunu denetleme görevine atanan meleklere verilmişti (3:24).

“Yaşam ağacı”na yaklaşmaktan alıkonulan Adem ve Havva, artık ölümün etkisi altına girecekti. Tanrı tarafından “iyiyi ve kötüyü bilme ağacı”ndan yemenin bedelinin ölüm olduğu konusunda uyarılmaları rağmen (2:17) bu uyarıyı dikkate almamışlardı. Bazı uzmanlar bu cezanın Tanrı tarafından yürürlüğe konulmadığını söylerler çünkü insan çifti iyiyi ve kötüyü bilme ağacından yedikten hemen sonra ölmemiştir. Ama buradaki bağlamda “ölüm” yaşamın sonu anlamına gelmemektedir. Bundan ziyade, tüm yaşamın kaynağından ruhsal olarak ayrılmayı ifade eder.20

Yaratılış’ın ilk bölümlerinde hem Tanrı’nın hem de insanların yaşayacağı bir şehrin inşası öngörüldüğü için, Adem ve Havva’nın bu söz dinlemezliği Tanrı’nın yaratılış projesini alt üst eder. Diğer tüm canlıların üzerinde egemenlik sürmesi için yetkilendirilmesine ve talimat almasına rağmen bu kurnaz yabani hayvanın üzerinde hüküm kuramamışlardır (3:1). İnsan çifti yılanın ayartılarına karşı koyamayarak yaratıcısına ihanet etmiştir. Bunun sonucu olarak yeryüzü üzerindeki egemenlik yetkilerini yılana vermişler, kendileri egemenlik altına girmişlerdir. Tanrı onları Aden Bahçesinden kovmak zorunda kalmış, sahip oldukları kâhinsel ve kraliyet makamı da onlardan geri almıştır.

Adem ve Havva’nın Tanrı’ya olan isyanlarının bu üzücü sonuçları, Yaratılış 4-11 arasında özel olarak seçilmiş hikayeler serisi ile anlatılır. Bunlardan en sonuncusu, oldukça ilginç bir biçimde bir şehrin inşası ile ilgilidir.

Babil Kulesi

Tanrı’nın yeryüzünde bir tapınak-şehri inşa etme planına karşın Babil21 şehrinin inşa edilmesi özel bir önem taşır. Çünkü oldukça kısa anlatılmasına rağmen Yaratılış’ın ilk bölümlerinde başlayan öykü dikkate değer bir doruğa ulaştırır. Tanrı’dan yüz çeviren insanlar kendileri için bir şehir kurmaya başlarlar.22 Babil’in hikayesi insan varoluşunun iki çatışan yönüne ışık tutar: Muhteşem şeyleri başarma kapasiteleri ve üzerlerinde Tanrı’nın mutlak yetkisini reddettiklerinde kapıldıkları büyük kibir.

İnsana dair ne kadar anlam varsa Babil’deki tabloda bir araya gelmiştir! Birbirine karşıt şeyler içeren bir tablodur bu, çok geniş bir aralıkta seyreden güçlü hisler uyandırır. Bir tarafta insanın işbirliğine, başarıya, medeniyete, kültüre, teknolojiye, güvenliğe, korumaya, devamlılığa ve şöhrete olan özlemini görüyoruz. Diğer tarafta ise bu isteklere tam tersi yönde ahlaki değerlendirmeler yapmamıza neden olan putperestliği, kibri, sadece kendine güvenmeyi, maddi güç isteğini ve insanın içine düştüğü sınırsız başarı yanılgısısını görüyoruz.23

Babil’in inşası, bir bakıma insana verilen ilahi kabiliyetlerin doğal bir sonucu gibi görünebilir. Ama bu inşa, o kabiliyetleri veren Tanrı dikkate alınmadan yapılmıştır. Amaçları yalnızca bu dünyada değil, göklerde de Tanrı’yı tahtından indirmekti. İnsanlar tarafından, yalnızca insanlar için inşa edilen Babil, Tanrı’nın insanı yarattığı ve onu tapınağını inşa etmekle görevlendirdiği planının bir taklididir. Babil, insanın yaratılanı Yaratanın üzerine her koyma girişiminin örneğidir

Yaratılış’ın Babil’in inşası ile ilgili anlattıkları dokuz ayet uzunluğunda kısa ve öz bir hikaye olsa da, bu şehrin gölgesi Kutsal Kitap’ın tamamına uzanır. Bunun birkaç nedeni vardır. Babil ilk ve örneksel Tanrısız şehirdir. Babil’de insanların cennete kadar uzanacak bir kule inşa ederek ün yapma amacıyla bir araya geldiklerini görüyoruz (11:4). Adem ve Havva Yaratılış 3:4-5’te Tanrı gibi olmak istemiş, Babil halkı da kendilerini yalnız bu dünyada değil, göklerde de egemen kılmak istemişlerdi. İnanılmaz bir kibirle cennete uzanan bir kule inşa edip orada hüküm sürmek istiyorlardı.

Babil şehrini inşa eden insanların Tanrı’ya karşı olan düşmanlığı ise Babil’deki lider ve kralların zorba kişiliklere baktığımızda daha önem kazanır. Bu durum açıkça görülemeyebilir çünkü Yaratılış 11:1-9 herhangi bir kraldan bahsetmez. Ama Babil adının geçtiği ilk bölüm, Yaratılış 10’dur. Burada güçlü avcı Nemrut’tan söz edilir.

Kûş'un Nemrut adında bir oğlu oldu. Yiğitliğiyle yeryüzüne ün saldı. RAB'bin önünde yiğit bir avcıydı. “RAB'bin önünde Nemrut gibi yiğit avcı” sözü buradan gelir. İlkin Şinar topraklarında, Babil, Erek, Akat, Kalne kentlerinde krallık yaptı. Sonra Asur'a giderek Ninova, Rehovot-İr, Kalah kentlerini ve Ninova'yla önemli bir kent olan Kalah arasında Resen'i kurdu. (Yar. 10:8-12)

Yaratılış 10’da bu bölüm diğerlerinden ayrı olarak göze çarpar. Çünkü hakkında seçilmiş birkaç detayın verildiği tek bir kişiye odaklanır. Nemrut ile ilgili söylenilenlerin ışığında onun iki özelliği öne çıkar. İlki, Nemrut’un Babil ile olan ilgisidir, çünkü krallığı orada başlamıştır. Oradan Asur’daki şehirleri de içine alacak şekilde sınırlarını genişletmiştir. Bu kısa özette Nemrut’un “önemli bir kent” (bu unvan birkaç yer için kullanıldığına benzer) inşa ettiği belirtilir. Nemrut şehir inşa etmesi ile ünlenmiştir.

Şehirlerle olan bağlantının dışında, ikinci öne çıkan özelliği, Nemrut’un güçlü bir adam ve Rab’bin önünde yiğit bir avcı olarak tanıtılmasıdır. Bu tanım olumsuz bir anlam taşır. 10:9’daki İbranice metinden “Rab’bin önünde” olarak çevrilmiş olsa da, “Rab’be karşı,” “Rab’bin karşısında,” “Rab’be karşı gelen” anlamlarına da gelebilir. Bu ikinci anlam Yaratılış 1-11 arasında anlatılanların tamamı göz önünde bulundurulduğunda daha uygun olmaktadır. Tanrı yaratılışın başlangıcında insanı yeryüzünü O’nun adına yönetmesi için görevlendirmişti. Nemrut’un zorba kişiliği bu durumla da zıtlık oluşturur. Yaratılış’ın ilk bölümleri, Tanrı’nın insan zorbalığından tiksindiğinin altını çizer (Krş. 6:11-13).

Tanrı esasen insanlığı yer yüzünde barış içinde egemenlik sürmesi için yaratmıştı ama Nemrut krallığını kurmak için zorbalıkta bulunuyordu ve bu Tanrı’nın yeryüzünde olmasını istemediği bir çarpıtmaydı. Nemrut güç kullanarak Babil’den Ninova’ya uzanan geniş bir krallık kurdu. Nemrut’un başlattığı bu zorbalıkla egemenlik kurma geleneği bu topraklarda yaşamaya devam etti. Tarihin sonraki dönemlerinde Ninova ve Babil halklarının torunları İsrail ve Yahuda krallıklarına yıkıcı bir güç uyguladılar. M. Ö. sekizinci yüzyıl sonlarında Asurlular kuzeydeki İsrail krallığını yok ederken, M. Ö. altıncı yüzyıl başlarında da Babilliler güneydeki Yahuda krallığını kırıp geçirdiler.

Yaratılış’ın yazarı Nemrut ve Babil bağlantısını kurarak iki karşıt şehir ve egemenlik fikrini ortaya koyar. Adem ve Havva’nın başkaldırışı nedeniyle Tanrı’nın kutsal bir tapınak-şehri inşa etme yoluyla yeryüzünde egemenlik kurma isteği sekteye uğramıştır. Tanrı’nın kral vekilleri olarak egemenlik sürmek yerine insanlar Tanrı’ya karşı çıkarak alternatif bir egemenlik ve şehir kurmayı seçmiştir. Yaratılış 10 ve 11’deki Nemrut ve Babil figürleri, Tanrı’nın yarattığı insanların olmasını ve yapmasını istemediği şeylere temel örnekleri oluşturur.

Eski Antlaşma’nın Özeti

Yaratılış’ın ilk bölümleri, daha sonraki bölümlerde temel öneme sahip olacak temaları tanıtır. Bunlardan en başta geleni yeryüzünün Tanrı’nın ikametgahı olacağı ve bunun kutsal bir tapınak-şehrin inşasıyla gerçekleştirileceğidir. Tanrı’nın kral vekilleri olarak insanlar O’nun egemenliğini yeryüzünde yayacak, aynı zamanda bu kutsal yerin kutsallığını da koruyacaktır. Ne yazık ki yılan tarafından ayartılan Adem ve Havva yaratıcılarına ihanet ederek bu kraliyet ve kâhinsel makamlarını kaybederler. Aden Bahçesinden kovularak Tanrı’dan yabancılaştırılırlar. Tanrı’nın onlara verdiği yetenekleri kullanarak kendilerine ün yapmak isteyen insanlar alternatif bir şehir inşa etmeye girişirler. İlk girişimleri Tanrı tarafından engellense de, Babil’i inşa etmeye çalışanların benzer istekleri devam etmiştir. Böyle bir geçmişin ardından Yaratılış İbrahim’in çağrısından bahseder. İnsanlığın yaratıcısına karşı olan başkaldırışının sonuçlarını tersine çevirmek için, Tanrı İbrahim ile uzun bir düzeltme süreci başlatır.

İbrahim’in yaşamı ile ilgili uzun bir bölümden önce neden Babil’in inşası ile ilgili bilgilerin verildiği üzerinde biraz düşünebiliriz. Tanrı’nın İbrahim’e ün kazandıracağı vaadi (12:2), açık bir şekilde Babillilerin ün isteklerini yansıtır. Onlar kendi kendilerine ün kazandırmak istemişlerdi (11:4). Tanrı’nın İbrahim ve torunları için bizzat kendisinin belli topraklar tahsis etmesi ise, tüm dünyaya yayılan, şehirler inşa eden insanlara kasıtlı bir tepkiydi. Daha da önemlisi, İbrahim Tanrı’nın egemenliğini ve tapınak-şehrini onun aracılığıyla kuracağı kişi olarak, diğer insanlardan ayrıldı. Bu yüzden İbrahim’in torunları büyük bir ulus olacak, kraliyet soyunu sürdürecekti.

Yaratılış’taki bu hikayelerden sonra, Mısır’dan Çıkış’ta Tanrı’nın İsraillileri zorba Mısır kralı için şehirler yapmaktan nasıl kurtardığı anlatılır. Böylece İsrail halkı Tanrı’nın yeryüzünde yaşayacağı şehrin inşasına başlayabileceklerdi (Çık 1:11; 25:8). Yok olmaktan kurtarılıp kendilerine kraliyet ve kâhinsel bir makam verilen İsrail halkı, Tanrı’nın kutsal ulusu olarak yaşama fırsatına sahip olmuştu (Çık 19:6). Birçok önemli eksiğine rağmen, Buluşma Çadırı’nın inşası Tanrı’nın yaratılış planının gerçekleştirilmesine yönelik önemli bir adımdı. Bu adım uzun bir sürecin sadece küçük bir bölümünü oluşturuyordu. Daha sonradan birçok başka şeyin yanında Tanrı’nın tapınak-şehri Yeruşalim/Siyon’un kurulması ve onun Babilliler tarafından yıkılması da gerçekleşecekti. Eski Antlaşma’da detaylı olarak anlatılan bu olayların ışığında, Yaratılış’ın ilk bölümlerinin önemi artar. Çünkü kurulması planlanan Tanrı’nın tapınak-şehri ve onun insani antitezi Babil arasındaki ilişkiye bu bölümlerde özel olarak dikkat çekilir. 24

Yeni Antlaşma Bağlantıları

Yaratılış’ın bütünündeki gidişat ile uyumlu olarak, İbraniler’in yazarı İbrahim’in soyunu -İbrahim, İshak, Yakup- benzersiz bir şehrin inşası ile ilişkilendirir. Buna uygun olarak İbraniler 11’de, İbrahim’in imanı “daha iyi bir ülke” ve “göksel bir şehir” arayışı üzerinden anlatılır. O Tanrı tarafından temelleri atılan, tasarlanan ve inşa edilen bir şehir arıyordu.

İman sayesinde İbrahim miras alacağı yere gitmesi için çağrılınca, Tanrı'nın sözünü dinledi ve nereye gideceğini bilmeden yola çıktı. İman sayesinde bir yabancı olarak vaat edilen ülkeye yerleşti. Aynı vaadin ortak mirasçıları olan İshak ve Yakup'la birlikte çadırlarda yaşadı. Çünkü mimarı ve kurucusu Tanrı olan temelli kenti bekliyordu… Bu kişilerin hepsi imanlı olarak öldüler. Vaat edilenlere kavuşamadılarsa da bunları uzaktan görüp selamladılar, yeryüzünde yabancı ve konuk olduklarını açıkça kabul ettiler. Böyle konuşanlar bir vatan aradıklarını gösteriyorlar. Ayrıldıkları ülkeyi düşünselerdi, geri dönmeye fırsatları olurdu. Ama onlar daha iyisini, yani ilahi olanı arzu ediyorlardı. Bunun içindir ki, Tanrı onların Tanrısı olarak anılmaktan utanmıyor. Çünkü onlara bir kent hazırladı. (İbr. 11:8-10, 13-16)

Burada İbrahim’in bir şehir beklediğine özellikle vurgu yapılmıştır. İbraniler’in yazarı, İbrahim’in bilmediği bir ülkeye giderken sahip olduğu en büyük teşviği bu şehre gitmeyi “dört gözle beklemesi” olarak belirtiyor. Bazı uzmanlar bununla ilgili Yaratılış’ta çok az kanıt olduğunu söylese de, İbrahim’in Yaratılış 12:1-3’te anlatılan çağrısı, Yaratılış 1-11’deki arkaplanla kıyaslanarak okunursa (özellikle de Babil’in inşası ile ilgili olan kısımlar), İbraniler 11’deki yorumun gayet mantıklı olduğu görülebilir.

İbraniler’in yazarı gelecekteki imanlıların yaşamlarının belli bir şehir ile ilgili olacağı fikrindedir. 12:22’de bu şehire bir gönderme daha yaparak onu “yaşayan Tanrı’nın kenti olan ilahi Yeruşalim” olarak tanımlar ve şunu ekler: “Çünkü burada kalıcı bir kentimiz yoktur, biz gelecekteki kenti özlüyoruz.” (İbr. 13:14)

Bu gelecekteki kenti düşününce, Elçi Yuhanna’nın Vahiy 21-22’de tarif ettiği görümünü hatırlamamak elde değil. Vahiy 21’in başında Yuhanna şöyle diyor: “Kutsal kentin, yeni Yeruşalim'in gökten, Tanrı'nın yanından indiğini gördüm. Güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibiydi” (Va. 21:1-2). Ardından devasa büyüklüğü ve görkemiyle şehri daha detaylı olarak tarif ediyor. Bu sıradan bir şehir değil. Dikkat çekici bir şekilde hem büyük ölçüde altından yapılmış bir şehir, hem de tüm dünyayı kaplıyor. Yuhanna’ya göre bu olağanüstü şehir, yaratılışın varacağı nihai hedeftir. Tanrı’nın Yaratılış 1’de başlattığı işin tamamlanmasıdır.

Mimarisindeki görkem ve ihtişamın yanında, Yuhanna’nın bu şehir görümü başka önemli şeylere de ışık tutuyor. Şehirde birçok farklı ulustan insan yaşıyor ve onlar Tanrı’nın yüzünü görecek kadar O’na yakın duruyorlar. Tanrı ile şehirde yaşayan insanlar arasında hiçbir engel yok. Kutsal Kitap’ta başka benzeri olmayan bir yakınlık söz konusu. Kutsal tapınak tüm şehri kapladığı için, şehirde yaşayan herkes de kâhin oluyor. Şehirde kutsal olmayan tek bir kişi bile bulunmuyor. İstisnasız tüm vatandaşlar Tanrı’ya hizmet ediyor ve tapınıyor.

Yuhanna’nın Yeni Yeruşalim görümü ayrıca Tanrı’nın kral olarak tapınak-şehri yönettiğini de gösteriyor. Tahtı şehrin merkezinde yer alıyor. Tek ilahi hükümdar olarak, hiçbir muhalefetle karşılaşmadan egemenliğini sürdürüyor. Herkes ve her şey ona boyun eğiyor. Görümün en sonunda Yuhanna, Tanrı’ya hizmet edenlerin de sonsuza dek egemenlik süreceğini söylüyor (Va. 22:5). Şehrin içindeki herkes kraliyet makamını paylaşıyor.

Kutsal Şehir haklı olarak bir ütopya ya da cennet gibi resmediliyor. Yuhanna, tüm kötülüğün ve acının şehirden uzak olduğunun yanında, şehirde uluslara şifa dağıtan “yaşam ağacı”nın da bulunduğunu belirtiyor (Va. 22:2; Krş Yar. 2:9). Kusursuz bir Tanrı’nın mutlak hakimiyeti altındaki kutsal bir şehir olarak, Yeni Yeruşalim vatandaşları için mükemmel bir yaşam ortamı sağlıyor.

Yuhanna’nın görümü bu benzersiz kutsal şehir ile ilgili önemli bilgiler verse de gözden kaçırılmaması gereken bir başka şey; Vahiy’de o dönemde yeni Yeruşalim ile tamamen zıt bir başka şehrin bulunmasıdır. Beklendiği üzere bu şehir Babil’dir. Vahiy 14-18 arasında Babil hem Tanrısız şehir, hem de Tanrı’nın egemenliğinde yaşayanların büyük düşmanı olarak tasvir ediliyor.

Yaratılış’ın ilk bölümleri bize Tanrı’nın dünyayı yaratma amacı ile ilgili temel fikri verirken, Vahiy’in son bölümleri Tanrı’nın planının ulaşacağı noktayı zihnimizde canlandırmamızı sağlar. Ne yazık ki Tanrı’ya karşı gelenler kendi şehirlerini ve krallıklarını kurmaya devam edecekler, bunu da zorbalık ve sömürü ile yapacaklardır. Tanrısız şehrin temel örneği Babil’in gösterdiği gibi birçok insan Tanrı’dan ayrı ve tam bir güvenlik ve kalıcı ün istiyor. Ama en büyük ödül Tanrı’nın tasarladığı ve inşa ettiği şehri imanla arayanlara verilecektir.25


1 Bu ifadelerin hepsinde (Yar. 2:4; 5:1; 6:9; 10:1; 11:10, 27; 25:12, 19; 36:1, 9; 37:2) İbranice’de çoğunlukla ‘soy’ anlamına gelen tôlědot kelimesi geçer. Kelimenin kökeni ‘doğurmak’ ile bağlantılıdır ve bir insan ya da nesne ile kullanıldığında o kişi ya da nesnenin ‘ürettiği’ şeyi ifade eder.

2 N. C. Habel, Literary Criticism of the Old Testament (Philadelphia: Fortress, 1971), 19.

3 M. A. Fishbane, Text and Texture: Close Readings of Selected Biblical Texts (New York: Schocken Books, 1979), 8.

4 Habel, Literary Criticism of the Old Testament, 21.

5 Ag.e, 24; Krş. Fishbane, Text and Texture, 8.

6 Habel, Literary Criticism of the Old Testament, 25.

7 Bu düşünceye sahip uzmanlar, Şabat konusundaki vurgulardan (2:1-3) dolayı 1:1 ve 2:4 arasının Kâhinler (P) tarafından yazıldığını; 2:5 ve 3:24 arasının ise ilahi isim olarak ‘Yahve’nin kullanılmasından dolayı Yahvistler (J) tarafından yazıldığını öne sürmüşlerdir.

8 J. H. Walton, “Creation”, T. D. Alexander & D. W. Baker (Ed.) Dictionary of the Old Testament: Pentateuch içinde, (Downers Grove, IL: InterVarsity; Leicester: Inter-Varsity, 2003), 161. Krş. J. H. Walton, The Lost World of Genesis One: Ancient Cosmology and the Origins Debate (Downers Grove, IL: IVP Academic, 2009), 72–86.

9 İbranice’de tapınak anlamına gelen hêkāl, ‘saray’ olarak de çevrilebilmektedir. Tapınak ilahi bir saraydı. Bu yüzden tapınak ve krallık birbiriyle yakından bağlantılı kavramlardır.

10 J. R. Middleton, The Liberating Image: The Imago Dei in Genesis 1 (Grand Rapids: Brazos, 2005), 81; Krş. R. P. Gordon, “The Week That Made the World: Reflections on the First Pages of the Bible”, J. G. McConville and Karl Miller (Ed.) Reading the Law: Studies in Honour of Gordon J. Wenham içinde, LHB/OTS 461 (Edinburgh: T&T Clark, 2007), 234–37.

11 G. J. Wenham, “Sanctuary Symbolism in the Garden of Aden Story,” PWCJS 9 (1986): 19.

12 Bu bağlantılar Wenham tarafından detaylı olarak açıklanmaktadır: A.g.e., 19-25.

13 Mısırdan Çıkış’ta havranın inşası anlatılırken altın yaklaşık yüz defa, akik taşı ise yedi defa geçer.

14 İbranice šāmar kelimesi Çık. 5:12’de Şabatla birlikte kullanılmıştır. Yahudiler Şabat gününün kutsallığını korur, kollar ve gözetir. Adem de tıpkı bu şekilde bahçenin Tanrı’nın yeryüzündeki tapınağının bir parçası olarak kutsal kalması için, onu korumak ve gözetmekle görevlendirilmişti.

15 J. H. Breasted, Ancient Records of Egypt: The Nineteenth Dynasty, cilt. 3 (Chicago: University of Chicago Press, 1906), 181.

16 Bu benzetme Yahudilerin tapınak-şehri fikrini başka milletlerden aldığı anlamına gelmez. Çok tanrılı dinlerdeki tapınak-şehirlerin köklerinin tek gerçek Tanrı inancına uzandığı ve onun bozulmuş şekilleri olduğu da eşit derecede ihtimal dahilindedir.

17 Hikayedeki yılan sıradan bir yılan değildir. “Rab Tanrı’nın yarattığı yabani hayvanların arasında en kurnazı” (3:1) olmasının yanısıra, Tanrı’nın yeryüzündeki egemenliğine karşıt bir duruş sergiler. Sonraki metinlerde “İblis ya da şeytan denen o eski yılan” (Krş. Va. 20:2) olarak tanımlansa da, Yar. 3 bunu özel olarak belirtmez.

18 G. K. Beale, The Temple and the Church’s Mission: A Biblical Theology of the Dwelling Place of God, NSBT 17 (Leicester: Apollos, 2004), 70; A.g.e. Middleton, Liberating Image, 59.

19 J. H. Walton, “Eden, Garden of,” Alexander and Baker, Dictionary of the Old Testament içinde; Pentateuch, 205.

20 Krş. R. P. Gordon, “The Ethics of Eden: Truth-Telling in Genesis 2–3,” K. J. Dell (Ed.), Ethical and Unethical in the Old Testament: God and Humans in Dialogue içinde, LHB/OTS 528 (London and New York: T&T Clark, 2010), 11–33.

21 Kutsal Kitap’ın birçok çevirisinde Yar. 11:1-9’daki şehrin adı Babil’dir. Bu isim şehrin İbranicedeki adı olan babel’den (11:9) gelmektedir. Eski Antlaşma’in ingilizce çevirilerinde İbranice babel kelimesi iki yüzden fazla defa geçer ve neredeyse hepsinde ‘Babil’ (Babylon) olarak çevirilse de Yar. 10:10 ve 11:9’da tek istisna olarak NIV ve NJPS’de ‘Babil’ (Babylon değil) olarak çevriliyor. Bu yanlıştır ve her zaman ‘Babil’ (Babylon) kullanılmalıdır.

22 Bunun ışığında ilk şehir kurucusunun Kayin olduğu dikkate değer (Yar. 4:17).

23 “Babel, Tower of,” L. Ryken, J. C. Wilhoit ve T. Longman (Ed.), Dictionary of Biblical Imagery içinde, (Downers Grove, IL: InterVarsity; Leicester: Inter-Varsity, 1998), 67.

24 Yaratılış’tan Vahiy’e kadar, Babil devamlı insanlığın Tanrı’yı hesaba katmayarak kurmaya çalıştığı evrensel şehri simgeler. Babil Tanrısız şehir ilk örneğidir ve Tanrı’nın yeryüzünde kurmak istediği şehrin antitezidir.

25 Yaratılış 1-11 ve Vahiy arasındaki ilişki üzerine daha geniş bir değerlendirme için bkz. T. D. Alexander, From Eden to the New Jerusalem: An Introduction to Biblical Theology (Grand Rapids: Kregel, 2009).