9. Bölüm - KAYALAR NE ANLAM TAŞIYOR?


eçtiğimiz günlerde bir radyo sohbet programına kısaca katılmaya davet edildim, ama sonunda spiker Hristiyanlar’dan nefret eden, Hristiyanlar’ı tuzağa düşürmeye çalışan birisi çıktı. Genel konu yaratılış ve evrim idi ve spiker bütün yaratılışçıları cahil, bağnaz, aşırı tutucu olarak tanıttıktan sonra bunlardan birisinin telefonda olduğunu söyledi. Spiker ısrarla benden kayaların yalnız 6000 yaşında olduğunu gösteren “bir adet ispat” isteyerek kendisinin böylece yaratılış kavramının yanlış olduğunu gösterdiğiyle övünüyordu.

Ben, kayaların aslında yaş konusunda belirsiz olduğu, kayaların her hangi bir yaşta olduklarına kesin delillerin olmadığını anlatmakla başladım. Her bir kaya, bir dünya görüşü çerçevesinde, geçmiş zaman hakkında belirli varsayımları kullanarak nitelendirilmelidir. Ama bu hiç hoşuna gitmedi. Tekrar benden ısrarla genç bir yaşı kanıtlayan delil istedi. Dinleyicileri ile bilgi paylaşmama izin vermesi ricalarımı kulak arkası ediyordu. O kabadayı kürsüsü, zorba mikrofonu yürütüyordu. Kayaların yaşlarının nasıl tayin edildiği konusunda eğitilmeyi reddetti, yanlış bir şekilde, kayaların konuştuğunu düşünüyordu. Dinleyicileri onun bağnazlığını devam ettiriyordu. O da kendisinden önce gelenlerden yanlış şeyler öğrenmişti. Bugün, benzer bir şekilde, birçok öğrenci sınıfta öğrendiklerini tekrar eder, bilim adamları da bir ustanın fikirlerini papağan gibi tekrar ederler. Araştırmamız bundan daha iyi olmalıdır.

Önceden de kabul ettiğim gibi, bu kitapta bilimsel bir şekilde dünyanın genç olduğunu ispat etmediğim ve edemediğim halde, yaşlı yeryüzü modelinden çok, genç yeryüzü modeline iyi bir şekilde uyan yüklü deliller verdim. Üstelik, delillerin bazıları hiçbir şekilde yaşlı yeryüzü kavramına uyamaz gibi görünmektedir. Delillerin ağırlığı genç yeryüzü tarafındadır.

Ama bundan daha önemlisi, bu kitapta sunulan, gözlemlenmemiş geçmiş hakkında düşünme yoludur. Devamlı savunduğum sav şudur: Yalnızca Kutsal Kitap, dünyanın yaşı ve gözlemlenmemiş olayların zamanlaması hakkında bilgi vermektedir. Kayalar, fosiller, izotop dağılımlar ve fiziksel sistemler Kutsal Kitap kadar net konuşamazlar. Gerçek, doğada bulunuyor ama onu bulabilir miyiz? Jeolojik sistemler birçok açıdan yaş konusunda belirsizdir. İnsanın varsayımlarına göre birden fazla modele uyacak şekilde yorumlanabilirler.

Verileri doğru yorumlamak için, ilk önce Kutsal Kitap’ın Yaratılış kitapçığına bakıp düşüncelerimizi düzene sokmalı, ardından fiziksel delilleri o modele göre yorumlamalıyız. Kutsal Yazılar’ın sade bir okunmasından anlaşılan Kutsal Kitap Modeli’ne göre, fosil taşıyan kayaların çoğu Nuh Tufanı aracılığıyla çökelmiştir. Bazı istisnalar hariç, fosiller yaratılış haftasında yaratılan canlıların soyu olup Tufan’da ölen canlıların kalıntılarıdır. Radyoizotop yaş tayin etme yöntemleri, başta tüm fiziksel sistemler, Tufan’ın küresel ve yıkıcı niteliklerinden etkilendikleri için, ikincil olarak da bu varsayımlar yaratılışı imkân dışı bıraktığı için, geçmiş tarih hakkında yanlış varsayımlarından dolayı sakıncalıdır. Kutsal Kitap bize bütün detayları vermeyebilir, ama geçmiş zamanı doğru anlamamızın tek yolu geçmişi Kutsal Kitap’ın öğretilerine uygun bir şekilde yorumlamamızdır.

Evrimciler de tıpkı bizim gibi dünya görüşlerine göre verileri yorumlarlar, ama onlar doğalcılığı, evrimciliği ve tekbiçimciliği içeren farklı bir felsefeye eğilirler. Geçmiş zaman hakkında bu doktrinler kanıtlanamaz varsayımlardan fazlası değildir ve veriler tarafından iyi desteklenmemektedir. Bunlar tanım gereği Yaratılış kitapçığında anlatılan küresel olayları yadsımaktadır. Ancak yaratılış ve Tufan tarihsel gerçekler ise, o zaman bir tarih anlayışı bu olayları içine almalıdır. Tarihi yeniden yapılandırmadan önce tarihsel gerçeği yadsımak, yalanı kucaklamak demektir.

Fark Eder Mi?

Anlamak çok zor ise, neden kendimizi bu kadar zorluyoruz? Kayaların yaşlarıyla ilgilenmek yerine sadece Kayamız’ı tanımamız yetmez mi? Bazı insanlar, “Geçmişimizi değil, geleceğimizi konuşalım” demektedir.

Böyle laflar ruhsal gibi görünebilir, ama dünya görüşleriyle ilgili savaştan kaçmak anlamına gelmektedir. Birçok Hristiyan, etrafımızdaki ruhsal savaşa göz yumuyor ve girmiyor, ama böyle bir davranış, sonunda düşman felsefesine teslim olmak ve bu felsefeye tutsak olanları da terk etmek anlamına gelmektedir.

Hristiyanlık’a ters düşen görüşleri tutan insanlar, birçok manevi savaş alanını ele geçirmiş ve zarar bırakmıştır. Bu alanlar haber medyası, televizyon, siyaset, yüksek eğitim, adalet sistemi, halk eğitimi ve bizim konumuzda da bilimin büyük bir kısmıdır. Tüm bu alanlarda zafer kazanılabilirdi, bazılarında hâlâ kazanılabilir. Hristiyanlar’ın kaynakları ateist-hümanistlerden çok fazladır ve deliller açıkça Hristiyanlar’ın tarafındadır. Kaybetme engellenebilir.

Gerçek bilim konusunda deliller bilhassa tarafımızdadır. Bilimsel bir model olarak yaratılış, evrimden kat kat üstündür. Evrim kavramı, sadece alternatif yorumlar zorla susturulduğu için devam edebilmektedir. Evrimcilerin kullandığı taktikler alay etmek, kişisel saldırılar, bürokrasi engelleri ve mahkeme kararlarını içermektedir. Çok az insan yaratılışa dair güvenilir bir savı duydukları için evrime inanmaya devam etmektedir. Çoğu insanın tek bildiği, onlara ne öğretildiğidir.

Yaratılış ve evrim yanlılarının sadece bir kısmı bu konunun doğasının felsefi olduğunu anlamaktadır. Tartışmalar genellikle, “benim delillerime karşı sizin delilleriniz” seviyesine batmakta, ama aslında tüm deliller yorumlanmalıdır ve delillerin çoğu modellerin ikisine eklenebilmektedir. Daha doğrusu, tartışmalar “benim varsayımlarıma dayanan yorumlarıma karşı sizin varsayımlarınıza dayanan yorumlarınız” şeklinde olmalıdır. Varsayımların ve yorumların ne kadar akla uygun oldukları tartışılabilir. Ve tabii ki, dolaylı kanıtı dolaysız kanıtla hiçbir zaman karıştırmamalıyız.

İddia ettiğim şeyin, düzgün bir yaratılış ve genç dünya görüşünü sunmamızın bize her yasama komitesinde, okul idaresinde, radyo sohbet programında ve düşünce kuruluşunda zafer kazandıracağı olduğunu düşünmeyiniz. Bu alanların birçoğunun içine iddiacı sekülaristler sızmıştır ve artık kendilerinin manevi savaşta olduğunu ve hangi tarafında olduklarını da bilen insan tarafından yönetilmektedir. Yönetim kuralları sıkça, yaratılışçıları yalnız önemsemeyecek şekilde değil, tamamen tartışma dışında bırakacak şekilde uygulanmaktadır.

Ancak manevi savaş, en azından yerel ve bireysel seviyede, kazanılabilmektedir. Bundan sonraki sayfalarda Mesih’i izleyen birsinin bu manevi savaşa katılmak zorunda olduğunu gösteren birkaç neden sıralanmaktadır. Çünkü bu savaş erkeğin ve kadının, yetişkinin ve çocuğun, bilim alanında ve dışında çalışanın, Hristiyan olanın ve olmayanların zihinleri ve yürekleri için bir savaştır. Mücadele birçok alana ulaştırılmalıdır ve Yüce Kral’ın tüm askerleri hayati önem taşıyan bir rol oynayabilir. Ebedi konular tehlikededir!

Bilim Mücadelesi

Hristiyanlar da dahil olmak üzere, az sayıda insan durup Tanrı’nın bilimi kutsadığını ve her birimizin buna katılmamızı buyurduğunu düşünmektedir. Tanrı’nın yaratma haftası sona ererken, Tanrı Adem’i tüm yarattıkları üzerinde sorumlu tuttu. Tanrı, Adem’in dünyayı “denetim”ine almasını ve dünyaya ve içindeki canlılara “egemen” olmasını buyurdu (Yaratılış 1:28). İlahiyatçılar buna Denetimi Altına Alma Buyruğu diyor ve Adem’in soyuna geçtiğini kabul ediyor.

“Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.”

Bu ayetteki fiiller anlamlıdır. Denetiminize alın ifadesi dünya, dünyanın süreçleri ve canlılar hakkında ciddi bir şekilde bilgilenmemizi ima ediyor. Bu bilgilenmeye “bilim” diyoruz. İnsanlık, buyruğun ikinci kısmını yerine getirebilmek için yaradılışı iyice anlamalıdır.

Yaradılışa egemen olmak, bilgimizi uygulamakla ilgili olan teknoloji alanına düşüyor. Tanrı insanlığa yaradılışa kâhyalık yapma görevini vermiştir. Ona bakmalı, yönetmeli, korumalı ve iyiliğimiz ve Tanrı’nın yüceliği uğruna ondan faydalanmalıyız.

Hümanistler, Hristiyanlar’ın, eğer engellenmeselerdi, çevreyi kirleteceği ve türler arası ekolojik dengeyi bozacağı iddiasında sıkça bulunurlar. Bazı Hristiyanlar duygusuz olsa da çevrenin tahrip edilmesini destekleyen Kutsal Kitap öğretisi yoktur.

Aslında Hristiyanlar çevreyi koruma ilgisinde önder olmalıdır. Son yıllarda, hümanistler Tanrı’nın buyurduğu bu görevde yoğunlaşmış ve onu gençlerin yüreğini kazanmak için kullanmışlardır. Bunu yaparken çevreciliği panteizme dönüştürerek içine Yeni Çağ kötülüklerini de katmışlardır. Yaratılışla ilgili olarak Tanrı’nın verdiği buyruğa tam olarak uymayan, geçersiz birçok ilave yapılmıştır. Modern çevrecilere göre insan kâhya değil, düşmandır; Evrim, Doğa-Ana ve Zaman-Baba aracılığı ile yaratandır. Bir Hristiyan modern çevreci akımın panteist görüşlerine katılmamalıdır, aksine Tanrı, sadece çevrecileri değil, hepimizi O’nun yarattıklarına hikmetli bakmakla sorumlu tutmaktadır.

Yaratılışçı bir anlayış şunun için de önemlidir: Tanrı kurtarma işinden dolayı yüceltilmeye layık olduğu gibi, yaratıcı görkeminden dolayı da yüceltilmeye layıktır. Tanrı’yı yaratıcı eylemleri için ve yaratılışa egemen olan ilgisi için övmek üzere zaman ayırmazsak, dua hayatımız büyük zarar görecektir. Tanrı Sözü Yaradan’a birçok övgü sözü içerir. Bu sözleri ve Yaradan’a övgüyü nasıl görmezlikten geliriz!

Rabbimiz ve Tanrımız! Yüceliği, saygıyı, gücü almaya layıksın. Çünkü her şeyi sen yarattın; Hepsi senin isteğinle yaratılıp var oldu. (Vahiy 4:11)

Üstelik, Tanrı, Kutsal Kitap’taki birçok peygamberlik sözünü ve tarihsel olayı, doğrulanması mümkün olan belirli yer ve zamana bağlayarak kendi sözünü doğrulamaktadır.

İsa Mesih Nikodim’e şöyle sordu:

Sizlere yeryüzüyle ilgili şeyleri söylediğim zaman inanmazsanız, gökle ilgili şeyleri söylediğimde nasıl inanacaksınız? (Yuhanna 3:12)

Tanrı bize “yeryüzüyle ilgili şeyleri” öğrettiği zaman inanmazsak, “gökle ilgili şeyleri” bize öğrettiği zaman nasıl inanacağız? Bilim ve tarih ile ilgili Tanrı Sözü’nün iddialarını araştırabiliriz; araştırdığımızda Sözünü güvenilir buluruz.

Diğer yandan, Tanrı bilim ve tarih konusunda yanılsa, kendisi yanılmış sayılırdı. Kendi Sözü, yanılan bir peygamberin sahte olduğunu söyler (Yasanın Tekrarı 18:20-22).

Tanrı’nın yaratıcı gücüne ve görkemine tam olarak minnettar olabilmek için, önce O’nun yarattıklarını doğru anlamamız gerekmektedir. Bu da onu iyice araştırıp kavramamız gerektiği anlamına gelir. O zaman bilgili olarak Tanrı’yı övebiliriz ve onun yaradılışına doğru bakarak buyruğuna uymuş oluruz.

Bize buyrulan anlayış yaratılıştan daha fazlasını, genç yeryüzü konusunu da kapsıyor. Ruhsal düşmanımız savaşırken evrimi ana bir silah olarak kullanır ve yaşlı yeryüzü kavramı ise tüm evrimsel düşüncenin temelini teşkil eder. Hristiyan inancımızı inanmayan kişilerle paylaştığımızda, bu insanlar ara sıra Kutsal Kitap’ın genç yeryüzü öğretisini Mesih’i reddetmek için kullanırlar. Zira Kutsal Kitap bir yerde yanılıyorsa diğer yerleri de güvenilmez olmalıdır. Yaratılışçılar yaratılış-evrim tartışmasından vazgeçip dünyanın yaşına göz yummak için ayartılıyor, ama bir çok insana göre dünyanın yaşlılığı evrimi kanıtlamaktadır. Dünyanın yaşlılığı gerçek olsaydı, bu hem Kutsal Kitap’ı, hem de onun yaratılış öğretisini çürütürdü. Her iki inanç tarafında birçok insan dünyanın yaşı konusunu Kutsal Kitap’ın en zayıf öğretisi olarak görmektedir. Bu öğretiyi destekleyip savunmamız gerekmektedir.

Akıllı Tasarım

Özellikle biyosferde olmak üzere her şeyin çok karmaşık olduğu, üzerinde anlaşabileceğimiz bir konudur. Canlıların tasarımı inkâr edilemeyecek kadar açıktır. İster yaratılışçı, ister dinsiz, her gözlemci yaşamdaki karmaşık tasarımı anlamalı ve bunu bir nedene bağlamalıdır. Kutsal Kitap’a güvenen yaratılışçılar bu karmaşıklığı Kutsal Kitap’ın tanıttığı Tanrı’ya bağlamakta ve özellikle DNA’daki bilgiyi düşündüğümüzde, durumun tam olarak Kutsal Yazılar’ın anlattığı gibi olduğunu iddia etmektedir. Yönlendirilmeyen hiçbir süreç okunabilen ve anlaşılabilen akıllı bilgiyi üretmez. DNA’nın kodlanmış bilgisi bizim anlama kabiliyetimizi aşar. Günümüzün moleküler biyologlar ne böyle bir kod yazabilir ne de hücrenin yaptığı şeyleri yaptıracak bir yol bulabilir. Mutlaka DNA’nın yazılması ve hücrenin işlevlerinin arkasında bizim aklımızı aşan bir akıl vardı. Yaratılışçılar bu aklın kaynağının Yaratılış kitabında tanıtılan Yaradan Tanrı olduğunu kabul etmektedir.

Doğalcı evrimcilerin Tanrı’ya inançları yoktur ve bundan dolayı her şeyin arkasında doğaüstü bir aklın varlığına da ihtiyaç duymazlar. Genellikle, Darwin’in yaptığı gibi, harika tasarımların nedenini doğal seçilime dayandırırlar. Onların iddia ettiği bilinçsiz rastgele mutasyonların akıllı bilgilerle dolu bir ansiklopedi üretmiş olması gibi bir şey elbette ki mümkün olamaz!

Şimdilerde Akıllı Tasarım diye bilinen yeni bir alternatif görüş ortalıkta dolaşmakta. Bu görüş doğada var olan karmaşıklığı ve düzeni kabul eder ve bütün bunların bir aklın ürünü olduğunu ileri sürer ama bu aklın ve tasarımcının kimliği üzerinde fikir yürütmeyi reddeder. Keza, bu görüş doğalcı evrimi haklı olarak doğalcı bir din gibi görür.

Böylece önümüzde üç seçenek duruyor: tesadüfi nedenlerin ürettiği akılsız tasarım, bilinmeyen bir nedenin ürettiği akıllı tasarım, ya da Kutsal Kitap’ın anlattığı Akıllı Tanrı’nın ürettiği akıllı tasarım. Bunlar gibi köken görüşler aslında kanıtlanamaz niteliktedir, ama en çok güvenilir olan hangisidir? Eğer Tanrı varsa, yaratılış düşünce bütün verileri düzenler. Tanrı yoksa ve doğal güçlerden başka bir güç yoksa, doğalcı düşüncenin ancak o zaman bir anlamı olur. Şuursuz doğa güçlerine güvenmek mantıkdışıdır, ama evrimcilerin inancı onu gerektirir. Kökenlerle ilgili herhangi bir görüş “dinsel” sayılabilir çünkü gözlemlenmemiş geçmiş zamanı anlatmaya çalışır. Herkes bilimsel, tarihsel ve kişisel olarak tarihsel görüşlerin hangisinin en çok tatmin edici olduğuna karar vermelidir.

Yaratılış ve Yeni Çağ

Diğer tarafta, bugünlerde birçok seküler insan katı doğalcılığı bırakıp belirsiz Yeni Çağ düşüncesine kaymıştır. Birçok bilim insanı Darvinci evrimciliği terk ediyor çünkü tamamen cansız kimyasallar üzerinde rastgele hareket eden doğal süreçlerin bilgilerle yüklü canlı hücreleri asla üretemeyeceğini anlamışlardır. Bu insanlar çok karmaşık bir gen kodu üzerine oluşan rastgele mutasyonların bu koda bir ilerleme sağladığını savunmaktan yorulmuşlardır.

Güçsüz doğa algısının yaratacağı etkilerden sakınmak için Yeni Çağ taraftarları, doğanın canlı olduğuna ve her şeyi kendi isteği doğrultusunda şekillendirdiğine inanmayı seçmişlerdir. Böylelikle, (bu taraftarın bazıları diğerlerine göre daha açık bir şekilde) eskiden Tanrı’ya atfedilen nitelik ve özellikleri doğaya atfederek doğaya tapmaktadırlar. Bu kişiler canlılardaki harika tasarımı anlayıp bu tasarımı gerçekleştiren bir aklın olması gerektiğini biliyorlar. Onlara göre, bu akıl Gaia, yani Yer Ana’dır. Bunlar Darvinciliğe neredeyse yaratılışçılar kadar karşı olabilir. Bu Yeni Çağ taraftarlara nasıl seslenebiliriz?

İnanç olarak kendine anlamsızlığı seçmiş olan birine mantıkla yaklaşmak hiç kolay değildir. Bir Yeni Çağ taraftarıyla evrim ve yaratılış üzerine tartışmak nadiren etkili olur. Ama bazen yeryüzünün yaşını tartışmak bir açılım imkanı verebilir. Yeryüzünün o kadar yaşlı olmayabileceğine ilişkin sağlam, bilimsel kanıtlar sunmak kişinin Tanrı-karşıtı felsefesine olan bağlılığını azaltabilir.

Kutsal Kitap Yorum Savaşları

1984 yılında, Oklahoma Üniversitesindeki işimi bırakıp Yaratılış Araştırma Enstitüsünde (ICR) çalışmaya başladığım zaman, ICR binasına sığmıyordu. Çalışma yeri olarak bir tek ICR kütüphanesinin ek odası bulunuyordu. Bu odada 1700 ve 1800’lerde yazılmış binlerce ilahiyat kitabı vardı. Yaratılış ve evrimin yakın tarihiyle ilgilenen bir koleksiyoncu bu kitapları ICR’e bağışlamıştı. Bu kitaplar, hakim düşünce olarak evrim anlayışının yaratılışın yerine geçtiği yıllardaki Hıristiyan önderlerin düşüncelerini temsil ediyordu. Tescilli bir kitap kurdu olarak bu kitapların çoğunu okudum ve hemen, hemen hepsine gözden geçirdim.

Bazı istisnalara rağmen, 1700 yıllarında batı ülkelerinde ilahiyatçıların ve bilim insanlarının çoğu Kutsal Kitap’a ve yaratılışa inanan Hristiyanlar’dı. Ancak, 1800’lü yılların sonlarına kadar çoğu bilim insanı ve ilahiyatçı yaratılış, Tufan ve genç dünya doktrinlerini terk etmişti ve Kutsal Kitap’ın hatalar içerdiği ve özellikle bilim ve tarih konularda güvenli olmadığı görüşünü kabul etmişti.

Seküler devlet okullarında jeoloji okuduğum için 1700’lü yılların sonlarında James Hutton ve 1800’lü yılların başlarında Charles Lyell’in bilimde tekbiçimcilik ilkesini, dolayısıyla yaşlı dünya düşüncesini ortaya attığını biliyordum. 1859’da tamamen Kutsal Kitap’ı itibarsızlaştırmak üzere Darwin’e kapı açtıkları için, seküler olanlar bu insanları yüceltmişlerdir. İleri gelen birçok bilim insanı bu düşüncelere karşı gelip Kutsal Kitap’ın doğruluğunu ve bilimselliğini savunmuştur. Ancak, 1800’lü yılların sonlarına kadar bu seslerin çoğu susturulmuştur. Bu kadar büyük bir düşünce devrimi nasıl oldu?

Ek odada okuduğum kitaplarda bu sorunun yanıtını buldum. Birçok durumda Kutsal Kitap’a karşı saldırının başında Hristiyanlar vardı. 1800’lü yılların başından itibaren ilahiyatçılar yaşlı-dünya fikirlerini ve bundan sonra Tufan yerine tekbiçimciliği rahatlıkla kabul etmeye başladılar. İlahiyatçılar Darwin’den çok önce evrimci düşüncelerle bile oynuyorlardı. Bu yüzden, o günkü Kutsal Kitap’a güvenen bilim insanları, ilahiyatçılar kendilerine karşıyken Kutsal Kitap’ı savunma konusunda zor durumda kalmışlardır.

Yavaş yavaş, Yaratılış kitabının tarihselliğine güven azaldı. Bir nesil sonra, Darwin evrim için bir mekanizma önerdiğinde, bilim adamları bile tuzağa düştüler ve bilim insanı, veya ilahiyatçı olsun, çok az öğretim görevlisi yaratılışa inanmaya devam etti.

Aslında, durum fazla değişmemiştir. Yaratılışçılığın yakın uyanışına öncülük edenler ilahiyatçılar değil, bilim insanları ve din görevlisi olmayan kişilerdi. İlahiyat okullarında eğitilenlerin çoğu Kutsal Kitap’a ve bilime göre yaratılışçılığa ya ilgisizdir ya da karsıdır. Ancak Kutsal Kitap’ın yaratılışı ve genç bir yeryüzünü öğrettiğini anlamak için ilahiyat okulunda eğitim almak gerekmez. Daha doğrusu, gün-devir kavramı, çerçeve hipotezi, tanrısal evrim ve yerel Tufan kuramı gibi Kutsal Kitap’ı çarpıtan yorumlara ikna olabilmek için ilahiyat eğitimi gerekir. Bugünlerde Yaratılış kitabını tarihe ve gramere sadık kalarak yorumlayan büyük bir ilahiyat okulu bulmak zordur. Okulların çoğu Yaratılış kitabını mecazen yorumlamayı tercih etmekte ve evrim ve/veya yaşlı-yeryüzü düşüncelerini tanrıbilimine katmayı hoşgörüyle karşılamaktadır.

Son yıllarda, önde gelen muhafazakâr, müjdeci ilahiyat okulundan bir grup profesör ICR’deki bilim adamlarıyla bir araya geldiler. Toplantıya katılanların hepsi genellikle çerçeve hipotezinin tarafında kalıp genç yaratılış duruşlarını bırakmıştı. Toplantının sonunda her katılımcıya kendi görüşünün değişmesi için neyin gerekli olduğu soruldu. Bilim insanlarının her biri, bilimin genç-dünya görüşünün lehinde olduğundan emin olsalar da, ısrarla, yaşlı dünya inancını ancak Kutsal Kitap’ın uzun devirler kavramını öğrettiğine ikna edilmeleri halinde benimseyebileceklerini söyledi. Buna karşılık, ilahiyatçılar, Kutsal Kitap’ın apaçık mesajına rağmen eski dünya görüşüne bağlı olduklarını ve ancak seküler bilim adamlarının ortak görüşlerini genç yaratılış görüşüne kaydırmaları halinde genç-yeryüzü inancını içlerine sindirebileceklerini kabul ettiler.

Kilisenin önderleri eskiden sapkın olarak gördükleri düşünceleri şimdi benimsemişler ise, kilisenin güçsüzlüğüne şaşırmamak gerekmektedir.

Bugün liberal ve yeni-müjdeci ilahiyatçılar için yutulması en zor ilaç genç-yeryüzü öğretisi olabilir. Birçok tutucu ilahiyatçı bile jeolojik devirleri yerli yerine koymak için Boşluk Kuramı’na sarılmaktadır. Öte yandan, Kutsal Kitap’ı kabul eden bazı ılımlı Protestanlar Gün-Devir Kavramı’nı savunurken, birçok seçkin da ilahiyatçı Çerçeve Hipotezi’ni benimsemiştir. Bunların hepsi yaşlı-yeryüzü fikrine bağlıdır.

Tarihsel olarak sırasıyla, taviz verenler ilk önce dünyanın yaşı, sonra Tufan, daha sonra da yaratılış doktrinini terk etmiştir. Bugün, sıra tersine dönmüştür. Evrim kuramının güvenilmezliği ortaya çıkınca, birçok Hıristiyan tekrar yaratılış fikrine dönerken hâlâ yaşlı yeryüzü ve yerel tufan inançlarını sürdürüyorlar. Tamamen Kutsal Kitap’a dayanan (ve bilimden daha iyi yararlanan) dünya görüşüne geri dönmek çok daha da iyi olacaktır.

Birçok konu, hatta Kutsal Kitap’ın yanılmazlığı bile tehlikede. Tanrı’nın Sözü güvenilir midir? Verdiği zamanlar, yerler ve soyağaçları anlamlı mıdır? Yaşlı yeryüzü yanlıları Kutsal Kitap’ın birçok bölümünü göz ardı etmek ya da bu bölümleri mecazi olarak yorumlamak zorundadır.

Kutsal Kitap’ta anlatılan Tufan önemli bir örnektir. Kutsal Kitap Tufan’ın, Nuh’un gemisinde bulunmayan tüm karada yaşayanları yok eden küresel bir olay olduğunu öğretmektedir.

Şu ayetlerin üzerinde düşünelim:


Tufan kırk gün sürdü. Çoğalan sular gemiyi yerden yukarı kaldırdı. Sular yükseldi, çoğaldıkça çoğaldı; gemi suyun üzerinde yüzmeye başladı. Sular öyle yükseldi ki, yeryüzündeki bütün yüksek dağlar su altında kaldı. Yükselen sular dağları on beş arşın aştı. Yeryüzünde yaşayan bütün canlılar yok oldu; kuşlar, evcil ve yabanıl hayvanlar, sürüngenler, insanlar, soluk alan bütün canlılar öldü. RAB insanlardan evcil hayvanlara, sürüngenlerden kuşlara dek bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti. Yalnız Nuh'la gemidekiler kaldı. Sular yüz elli gün boyunca yeryüzünü kapladı. (Yaratılış 7:17-24)


Tufanın küresel niteliği başka hangi sözlerle daha açık olabilir ki? Kutsal Kitap’ın açık anlamına rağmen, birçok Hıristiyan evrimcilerin peşinden giderek, şayet gerçek bir olay ise, Tufanın olsa olsa Mezopotamya vadisini kaplayan yerel bir olay olduğunu, küresel olmadığını ve kesinlikle kaya ve fosil kayıtlarından sorumlu olmadığını ileri sürmektedir.

Yukarıdaki ayetlerde bütün olarak çevrilen İbranice sözcüğün, diğer dillerde olduğu gibi, bazen kısıtlı bir anlam taşıyabileceği doğrudur. Bundan dolayı onu bulunduğu kapsamına göre yorumlamak gerekir, ve bu ayetlerde ‘bütün’ün anlamı ancak küresel olabilmektedir: “bütün canlılar yok oldu… soluk alan bütün canlılar öldü. RAB… bütün canlıları yok etti, yeryüzündeki her şey silinip gitti.” Bütün sözcüğünün bazen kısıtlı olabildiğini söylemek yetmez. Yerel Tufanı savunmak için, bu ayetler Tufanın her şeyi kapsayan doğasını tekrar tekrar belirtmesine rağmen, bütün’ünbazı anlamıyla nasıl kısıtlandırıldığını göstermek lazım.

Diğer ifadeler de ancak küresel bir tufan anlamına gelebilmektedir: “İnsanlığa son vereceğim… Onlarla birlikte yeryüzünü de yok edeceğim” (Yaratılış 6:13). (Yeryüzü yerel bir alanı değil, tüm gezegeni kapsamaktadır). “Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek” (Yaratılış 6:17). (Göklerin altında sözcükleri küresel olan atmosferi kastetmektedir). Çeşit, çeşit hayvanlar “sağ kalmak için” çifter, çifter Nuh’a geleceklerdi. Tufan yerel olsaydı, bu emir bütünüyle gereksiz olurdu. Nuh Tufanı’nın küresel olduğunu, tüm yeryüzünü kapladığını gösteren pek çok delil vardır.

İncil’de hem Mesih hem de Petrus bu öğretiyi tekrarladı.


Nuh’un günlerinde nasıl olduysa, İnsanoğlu'nun gelişinde de öyle olacak. Nuh’un gemiye bindiği güne dek, tufandan önceki günlerde insanlar yiyip içiyor, evlenip evlendiriliyorlardı.

Tufan gelinceye, hepsini süpürüp götürünceye dek başlarına geleceklerden habersizdiler. İnsanoğlu’nun gelişi de öyle olacak (Matta 24:37-39).


O zamanki dünya yine suyla, tufanla mahvolmuştu. Şimdiki yer ve göklerse ateşe verilmek üzere aynı sözle saklanıyor, tanrısızların yargılanarak mahvolacağı güne dek korunuyorlar (2. Petrus 3:6-7).


Hem Mesih, hem de Petrus tüm dünyaya gelecek olan yargı ile ilgili öğretilerini Nuh zamanında tüm dünyaya gelmiş yargının gerçeğine dayandırdı. Buna dikkat edelim. Eğer Tufan sadece yerel olduysa, yeryüzünün büyük bir bölümü ile bazı insanlar ondan etkilenmeden ayakta kaldıysa, gelecek yargı nasıl olacak? O da mı kısmi olacak? Günahkârların bazıları hariç mi tutulacak? Yerel Tufan düşüncesi dini karışıklığın doğmasına yol açar.

Dağları aşan, bir yıl süren bu Tufan yerküreyi kaplamakla kalmamış, oranı, kapsamı ve şiddeti itibariyle günümüzdeki sellerin çok ötesinde büyük jeolojik değişikliklere neden olmuştur. Tufan, en azından, tüm sellerin yaptığı gibi bazı yerleri aşındırıp, aşındırılan maddeleri başka yerlere tortu olarak bırakmıştır. Bu tortular Tufan’da ölen hayvan ve bitkilerle dolu olmalıdır. Eğer Nuh Tufanı Kutsal Kitap’ın tam anlattığı gibi olduysa, o zaman günümüze kalmış fosil içeren tortul kayaçlar bu tufanın sonucudur.

Bu durumda, Tufan’ın çökelttiği tortuların, sakin, düzgün süreçler sonunda değil, çok büyük alt-üst oluşların sonunda bırakıldığına dair kanıtlar olmalıdır. Bu tortular sıkça, tekbiçimcilerin ileri sürdüğü gibi yerel değil, çok geniş bir bölgeyi kapsamalıdır. Hem aşınma hem de çökelme afetsel boyutlarda olmalıdır. Birçok evrimci, bu özelliklerin baskın özellikler olduğunu kabul ettikleri için, artık kendilerini yeni-afetçiler olarak adlandırmaktadır. Geçmişte bugünden çok farklı bir şey olmuştu: Yani, afet gibi bir şey, küresel bir şey, Nuh Tufanı gibi bir şey.

Yine de, birçok evrimci hâlâ yanlış bir şekilde kayaların ve fosillerin gerçek tarihini yanlış yorumlayarak onları evrimin ve yaşlı yeryüzünün kanıtları olarak kullanmaktadır. Ancak Nuh Tufanı bu kayaları ve fosilleri oluşturduysa, evrim ve yaşlı yeryüzü düşüncelerinin lehine fazla kanıt kalmamaktadır.

Yaşlı-yeryüzü ve/veya evrim düşüncelerini kabul eden bugünkü inanlılar, Tufan’ı küresel, önemli bir jeolojik olay olarak yadsımak zorunda kalıyor; bu konuyu tutarlı düşünen herkes de zaten öyle yapıyor. Çoğu Tufan’ın sadece yerel bir afet olduğunu iddia etmektedir. Başkaları durgun, olamayacak bir Tufan’ı önermektedir. Belki inanlıların çoğu öbür taraftan bakıp konuyu görmezlikten geliyorlar. Her durumda Yeni Antlaşma’daki birçok önemli öğretinin temelini oluşturan ve anlamı açık olan Kutsal Kitap’ın bir öğretisini yadsımış oluyorlar. Müjdeyi etkin bir şekilde dünyaya ulaştırmak için Hristiyanlar’ın tutarlı bir inançla Tanrı Sözü’nün tümüne kaçınılmaz olarak geri dönmeleri gerekir.


Grafik:

Nuh Tufanı

Sözün Özü


Küresel, dağları kaplayan tufan dünyanın fosil içeren kayaçlarının çoğunu çökeltmiş olmalıdır.


Doğalcı, Tufan olgusunu inkâr ettiği için, kayaları ve fosilleri yanlış yorumlar.


Eğer Tufan küresel bir olay ise, o zaman kayaları ve fosilleri çökelten odur

ve ne evrim ne de yaşlı bir dünya için kanıt vardır.


Grafik:

Tanrı Sözü => Yaratılış => Yaratılışa Dikkat, İyi Bilim, Tanrı Altındaki Hükümet, Doğru ve Yanlış, İnsan Hayatının Değeri, Aile Değerleri


Bu durum, birkaç yıl önce ICR’de gerçekleşen bir olay ile çarpıcı biçimde gösterilmiştir. O sıralarda ben, ICR’nin kardeş okulu olan Christian Heritage College’de (şimdi San Diego Christian College) öğrencilere Kutsal Kitap ve bilime dayalı bir inanç sistemi üzerine ders veriyordum. Tufan konusunda öğretirken, yaşlı yeryüzü görüşünü Kutsal Kitap yorumuna katmaya çalışanların her zaman Kutsal Kitap’ın belli küresel Tufan öğretisini (yani, bu konuda bilgili ve yaşlı-yeryüzü anlayışında tutarlı oldukları sürece) bozmak zorunda kaldıklarını belirttim. Uzun devirlerin kanıtları kayaç ve fosillerde bulunduğu için, hem tarih hem de mantık açısından yaşlı yeryüzü yanlılarının küresel ve jeolojik olarak anlamlı Tufan’a inanamayacaklarını gösterdim. Tersine, Nuh Tufanı bir gerçek ise, dünyanın fosil taşıyan kayaçların çoğu onun yüzünden oluşmuştur. Böylece, bir kişinin yaşlı-yeryüzü fikrine bağlanabilmesi için, Nuh zamanındaki tufanın ancak yerel ya da durgun olduğu, fakat kayaç ve fosillerin oluşumundan sorumlu olmadığı sonucuna varması gerekir.

Bir gün dersten sonra bizimle genç yeryüzü görüşünü tartışmak üzere birkaç gün sonra iki akademisyenin ICR’ye geleceğini haber aldım. Bunlardan birisi büyük patlama ve yaşlı yeryüzü savunucusu olan gökbilimci Dr. Hugh Ross idi ve “Kutsal Kitap yüzleşmesi” için ICR’ye geldiğini bildirmişti. Yanlış genç yeryüzü öğretisini bizimle tartışmanın, Hristiyan yükümlülüğü içinde görevi olduğunu düşünüyordu. Diğer akademisyen ise yaşlı yeryüzü yanlısı olan bilgin, felsefeci ve ilahiyatçı Dr. Norman Geisler idi. Bu kişi, ICR ile yüzleşmekten ziyade Ross’u desteklemek ve tartışmaya katılmak için gelmişti.

Kuşkusuz bu çok ciddi bir işti ve biz de öyle yaptık. Yapılacak toplantıya bütün bilim insanlarımızın ve SDCC’den konuyla ilgilenen öğretim üyelerinin ve ilahiyatçıların katılmalarını sağladık. Biz yanılmışsak, onu anlayıp düşüncelerimizi düzeltelim istedik.

Toplantıdan önceki gün öğrencilerime bir tahminde bulundum. Bu akademisyenler, yaşlı yeryüzü düşüncelerinde tutarlı ise, hem o görüşe hem de Kutsal Kitap’a inanabilmek için ya yerel Tufan teorisini ya da durgun Tufan teorisini benimseyeceklerdi.

Yüzleşme iki gün sürdü. Zamanın çoğu Ross’un büyük patlama kuramının geçerliliği, radyoizotop yöntemiyle yaş tayin etme, Einstein’in görelilik kuramı ve levha tektoniği konularında bizi ikna etmeye çalışması ile geçti. (Zaten, 3. ve 4. kuram, kabul edilen zaman süresi farklı olsa da, birçok genç-yeryüzü yaratılışçı tarafından kabul edilmektedir). Ross kendi kurtuluş deneyiminin büyük ölçüde büyük patlama ve yaşlı-yeryüzü kavramlarına bağlı olduğunu bile iddia etti. Dini gerçeği arayan genç bir bilim meraklısı olarak, sadece (zaten gerçek olduğunu “bildiği”) büyük patlama ve yaşlı-yeryüzü ile uyumlu hale getirebildiği tek dini yazının Kutsal Kitap’ın Yaratılış bölümü olduğunu fark etti..

Geisler inatçı bir şekilde yaşlı-yeryüzünü benimsemekle birlikte yukarıdaki kuramlarının herhangi birisine daha az bağlı idi. Geisler ayrıca Ross’un bazı düşüncelerine katılmıyordu. Örneğin, Ross Neandertal İnsanı’nın, beyninin günümüz insanınkinden daha büyük olmasına, konuşabilmesine, dinsel cenaze töreni düzenlemesine rağmen, insan benzeri, ama ebedi ruhsuz bir hayvan olduğu kanısında idi. Geisler ise Neandertal İnsanı’nın Adem’in soyu olduğu kanısında idi. Ross, savını sadece Neandertal fosillerinin eski radyoizotop yaş tayinlerine dayandırarak, insanın ruhunun Neandertal’dan uzun bir zaman sonra, Adem’in yaratılışı ile geldiğini ısrarla ileri sürdü.

“Nuh Tufanı hakkında ne düşünüyorsunuz?” diye sorduğumuz zaman beklediğimiz konuya geldik. Ross, Nuh Tufanı’nın büyük olduğunu kabul etmekle birlikte, Tufanın yalnız Orta Doğu’nun bazı kısımlarını kapladığını açıkça belirtti. Onun görüşüne göre tufan Avrupa, Asya ve Afrika’yı kaplamamış ve orada oturanları boğmamıştı. Amerika’yı da kaplamamış, burada oturan Kızılderilileri etkilememiş ve Büyük Kanyon’a neden olmamıştı. Standart jeolojik yoruma ve radyoizotop yaş tayinine göre Büyük Kanyon milyonlarca yıl önce aşınarak oluşmuştur. Ross’a göre, Tufan sadece Nuh’a küresel görünmüş olmalıydı zira Nuh’un görebildiği kadar yeryüzünü kaplamış, ama mutlaka yerel olmuştu. Ross “evrensel Tufan” sözünü, Nuh’un görebildiği kadar anlamında kullanıyordu. Tufan mutlaka kayaları ve fosilleri çökeltmemiş, jeoloji onların milyonlarca yaşta olduklarını kanıtlamıştı!

Bu esnada, Geisler Ross’u düzeltmek için söz aldı. Kutsal Kitap’ın açık bir şekilde Tufan’ın küresel, dünya çapında olduğunu öğrettiğini ısrar etti. Ancak Geisler, Tufan’ın genç-yeryüzü yanlılarının iddia ettiği jeolojik işi yapmadığını söyledi.

Onun görüşüne göre, Tufan o sırada yaşayan insanların hepsini yok etmiş, ancak gezegenimiz üzerinde hiçbir jeolojik iz bırakmamış olmalıydı. Sular yükselmiş, dünyayı kaplamış, karadaki canlıların tümünü boğmuş, ve sonra da azalıp gitmişti. Kayalarla fosillerle alakası yoktu. Günümüzün küçük ölçekli yerel sellerinin bile çok fazla jeolojik etkileri olurken, böyle bir görüşü nasıl savunabildiğini sordum. Gözlemlediğimiz bütün tufanlardan çok daha büyük ve güçlü olduğunu kendisinin de kabul ettiği bu Tufan, hiçbir jeolojik etki bırakmadan nasıl olmuş olabilir? Böylece, sakin bir Tufan önermiş oluyordu.

Bu konuya doğru yaklaşım, Kutsal Kitap’ı yazan Tanrı okurun anlamasını amaçladığına göre, Kutsal Yazılarını olduğu gibi kabul etmek ve düşüncelerimizin, araştırmalarımızın ve yorumlarımızın hepsini Tanrı’nın gerçekliğine teslim etmektir. Tarihi dünya görüşümüzü seküler bilim insanlarının değil, Tanrı’nın oluşturmasına izin vererek, varsayımlarımızı yeniden düşünmeliyiz. Bütün bilim insanlarının fikirlerini (kendi fikirlerimiz dahil) Kutsal Kitap’a göre yargılamalıyız. Kutsal Kitap şöyle buyurmaktadır: “Bu çağın gidişine uymayın; bunun yerine… düşüncenizin yenilenmesiyle değişin” (Romalılar 12:2). “Her şeyi sınayın, iyi olana sımsıkı tutunun” (1. Selanikliler 5:21). Tanrı’nın ve O’nun Sözünün çalışmalarımızı yönlendirmesine izin vermeyi bir kez başardık mı, daha iyi bilim yaparız.


Grafik:

İnsan Aklı => Evrim => Yeryüzüne Tapınış; Doğalcılık ve Yeni Çağ; Sosyalizm, Marksizm, Anarşi; Göreli Ahlaklar; Kürtaj, Ötanazi; Eşcinsellik, Fuhuş


İlahiyat Mücadelesi

Fikirlerin sonuçları vardır ve fikirler güçlüdür sözleri doğrudur. Bir insanın düşünce tarzı onun toplumla, kendisiyle ve Tanrı ile ilişkisini etkilemektedir.

Şüphesiz, evrimsel fikirler bir insanın yaşam ve anlamı hakkındaki görüşünü çarpıcı bir şekilde etkiler. İnsanı sadece ilkel bir çamurdan tesadüfi olarak yaratılmış bir canlı olarak gören biri , kararlarını erkeklerin ve kadınların Tanrı suretinde ve benzeyişinde yaratıldığına inanan bir kişiden çok farklı bir şekilde alır ve insanlara çok farklı yaklaşır. Her insan Tanrı suretini taşıyorsa, o surete zarar verecek, onu lekeleyecek ya da mahvedecek bir şeyi nasıl yapabilir? Diğer taraftan, insan bir hayvan ise, fuhuş, eşcinsellik, ırkçılık, hainlik, kürtaj, yeni doğan bebeği öldürme, ötenazi ve şiddetin hepsi hayvansal nitelikler olarak anlaşılır.

Genç-yeryüzü fikirlerinin düşüncelerimiz üzerindeki etkisi geniştir. Tanrı’yı eski zamanda ve uzaklarda olarak mı, yoksa yanı başımızda olan ve yaşamımızla ve yeryüzü tarihiyle yakından ilgilenip içinde olan olarak mı algılıyoruz? Yaratırken, ne yaptığını bilmiyor muydu?

Bugün birçok Hristiyan önderin kabul ettiği gibi Tanrı’nın yeryüzünü ve sistemlerini yarattığını, ancak 4,5 milyar yıllık bir süreçte yarattığını, bir an için farz edelim. Bu farzın ilahiyatsal çıkarımının Kutsal Kitap’ın tanıttığı Tanrı kavramı ile tutarsız olduğunu göstermek amacıyla birkaç soruyu sormama izin veriniz.

Tanrı’nın her şeyi bilen niteliğini bir düşünelim. Tanrı, yaratma amacı dahil her şeyi bildiğine göre, seslenebildiği, üzerine lütfunu ve sevgisini yağdırdığı, ve ondan sevgi alabildiği insanı yaratmak için, sanki sonradan aklına gelmiş gibi, niçin o kadar çok beklemiş olsun? Milyarlarca yıllık evrimsel soy tükenmelerinde amacı neydi? Tanrı amacına ulaşmak için deneme-yanılma yönteminin sıçramalarına ihtiyaç duyacak kadar güçsüz mü? Özel dikkatine ve suretine layık olacak birisini bulabilmek için çeşitli hayvanları sınıyor muydu? Sözde insanın yaratılışından asırlar önce nesli tükenen muhteşem dinozorlara ne diyeceğiz? Onlar Tanrı’nın suretine aday olup ret mi edildiler? Milyonlarca yıl süren şiddetin, kan akıtılmasının ve ölümün nedeni ne olabilir? Tanrı sonunda insanı yaratmak için bu tuhaf senaryoyu niye kullansın? Tanrı her şeyi bildiğine göre, ne yaptığını bilmediğini gösterecek süreci neden kullansın? Tanrı’nın gücü her şeye yettiği için mutlaka daha iyi bir yöntem kullanabilirdi. Evrim ve uzun devirler gerçek ise, her şeyi önceden bilen, Alfa ve Omega olan, başlangıcı ve sonu bilen Tanrı sonunda nesli tükenecek olan bu kadar çok türü niçin yaratmış?

Mutasyon Ve Doğal Seçilim

Evrimin ana mekanizmalarının mutasyon ve doğal seçilim olduğu söylenir. Mutasyon olmadan evrim yeni genetik bilgi elde edemez ve doğal seçilim olmadan en güçlü olanın yaşamayı sürdürme eğilimi devam etmez. Her iki süreç bugün devam ediyorsa da, evrimsel değişimi üretmiyorlar. 6. bölümde gösterdiğimiz gibi bu değişimler, evrimin tersine, yenilemeyle değil, soy tükenmesiyle sonuçlanır.

Bu mekanizmaları Kutsal Kitap’ta anlatılan Tanrı sıfatları ile karşılaştıralım. Tanrı kendi suretini insanda yaratmak üzere bunları bir yöntem olarak kullanmış olabilir mi?

Tanım gereği, mutasyon genetik bilgi kodunun rastgele bozulmasıdır. Mutasyonların daha önce var olmayan kullanışlı bilgiyi kazandırdıkları gözlemlenmemiştir. Kavramsal olarak bu olanaklı olabilir, ama rastgele değişimle yeni bilgiyi kazandırabilme olasılığı çok küçüktür. Tanrı, kendi sureti dahil, “çok iyi” olan yaratılışı için rastgele bozmayı (mutasyon) kullanabilir mi? İyi yönde bozulumu yönlendirebildiği düşünülebilir, ama bu rastgele olmaz ve Tanrı’nın hikmeti ve sevecen doğasıyla bağdaşmaz.

Benzer bir şekilde, doğal seçilim her tarafta olmakta, ama rastgele mutasyon ve genetik rekombinasyonla meydana gelen çeşitlilik arasından seçmek zorundadır. Aklı yoktur, kasten hiçbir şeyi yapmaz. Doğal süreçlerle var olan en iyi çeşidi devam ettirir, yeni bir şey getirmez. Ama Tanrı, doğadan apayrı hikmetli ve kudretli doğaüstü Rabdir. Bizim doğaya tapınmamızı kesinlikle yasaklayan böylesine doğaüstü bir Tanrı, yaratmış olduğu eserlerini doğal süreçlerle gerçekleştirebilir mi?


Grafik: Çok başlı bir ejderha olan Evrimsel İnsancılık

Kürtaj, Irkçılık, Yasasızlık, Fuhuş, Eşcinsellik, Marksizm

Lütuf, Merhamet ve Sevgi

Tanrı’nın lütufkâr, merhametli ve sevecen doğası milyonlarca yıl süren bir evrim süreciyle bağdaşmaz. Güçlü olanın hayatta kalması, zayıf olanın ölmesi, güçlü olanın haklı olması, lütuf ile kurtuluştan ziyade, sevap ile kurtuluş kavramıyla bağdaşmıyor mu? Tanrı öyle düşünmez. O diyor ki, “Ne mutlu yumuşak huylu olanlara… Öksüzün hakkını verin, dul kadını savunun… Küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Egemenliği'ne asla giremezsiniz.” Dişleri ve pençeleri kana susamış evrim inancı Tanrı’nın doğasıyla uyuşmaz. Tanrı kendi özüne sadık kalarak kendi suretini evrim aracılığıyla yaratmaz. Evrimciler bile bunu anlayıp evrimin çıkarımlarından çekinir, ama Tanrı’ya inanmadıkları için bu inanca sarılırlar. Doğalcılığa, tanrıtanımazcılığa ve doğaüstü inanca karşı olmaya kilitlendikleri için, kendilerine başka bir seçenek bırakmamışlar ve bir Hristiyan’ın herhangi bir evrim şeklini nasıl kabul edebildiğine şaşırırlar.

Hem evrimci görüşü, hem de yaşlı-yeryüzü yaratılışçı görüşe göre Adem’in yaratılışından önceki ve sonraki dünya bugünkü dünya ile hemen, hemen aynı idi. Yani, o zamanlarda da hayvanlar birbirini öldürüyordu, hastalıklar bitkilere ve hayvanlara zarar veriyordu, zehirli sarmaşık, dikenli çalılar, parazitler ve virüsler vardı. Buna göre, (yaşlı-yeryüzü yanlılar tarafından Dicle-Fırat vadisinde bulunduğu düşünülen) Aden bahçesindeyken Adem’in ayakları altında yüzlerce metrelik fosil içeren kayaç olabilirdi ve bu da şiddetin uzun zamandır yeryüzünde faal olduğu, en uygun canlıları seçtiği şeklinde yorumlanabilirdi. Ancak böyle bir şey yaşam ve sevgi kaynağı olan Yaşayan Tanrı’nın özüne yakışmaz. “Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü.” (Yaratılış 1:31).

Ama Tanrı şimdiki yeryüzümüzü çok iyi olduğunu söylemiyor. Tersine, onu kötü bulup göklerin yanarak yok olacağını, maddesel öğelerin şiddetli ateşte eriyip gideceğini, doğruluğun barınacağı yeni gökleri, yeni yeryüzünü yaratacağını bildiriyor (2 Petrus 3:12-13).


“Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu.” (Yaratılış 1:31)


"Bundan sonra yeni bir gökle yeni bir yeryüzü gördüm. Çünkü önceki gökle yeryüzü ortadan kalkmıştı. Deniz de yoktu artık. Kutsal kentin, yeni Yeruşalim'in gökten, Tanrı'nın yanından indiğini gördüm. Güveyi için hazırlanmış süslü bir gelin gibiydi. Tahttan yükselen gür bir sesin şöyle dediğini işittim: “İşte, Tanrı'nın konutu insanların arasındadır. Tanrı onların arasında yaşayacak. Onlar O'nun halkı olacaklar, Tanrı'nın kendisi de onların arasında bulunacak. Onların gözlerinden bütün yaşları silecek. Artık ölüm olmayacak. Artık ne yas, ne ağlayış, ne de ıstırap olacak. Çünkü önceki düzen ortadan kalktı.” (Vahiy 21:1-4)


Yaşlı yeryüzü düşüncesini tutan Hristiyanlar genellikle Şeytan’ın çok zaman önce, Adem’in yaratılışından çok öncesinde cennetten kovulduğuna ve devirler boyunca yeryüzünde bulunduğuna inanmaktadır. Ancak, bu inançlar doğru ise, Tanrı her şeyin çok iyi olduğunu belirttiği zaman, Şeytan ile çok sayıda olan cinler neredeydi? Yani, Şeytan bir ağaç arkasında Havva’ya saldırmak için fırsat mı kolluyordu? Şeytan çoktan Tanrı’nın yaratılışını bozmaya çalışarak ölüm ve soy tükenişini mi hazırlıyordu? Bu hiç de iyi bir şey değildir. Kutsal Kitap’ta tanıtılan kutsal, mükemmel Tanrı durumun böyle olduğunu nasıl bildirebilir ?

Daha da kötüsü şudur: Tanrı dünyayı Adem’in günahından önceki durumuna dönüştürmeyi vaat etmiştir. Yaşlı dünya görüşüne göre Adem, sadece birkaç bin yıl önce, 4,5 milyarlık dünya tarihinin sonunda yaşamıştır. Ona göre, Adem’in dünyası özde bizimkinden farklı değildi. Madem öyle bu dünya tekrar neye dönüştürülecektir? Milyarlarca yıllık soyların tükenmelerine ve ölüme mi? Hayır, Kutsal Kitap kanlı et yiyiciliğinin olmayacağı, kurt ve kuzunun beraber yayılacağı, aslanların bile ot yediği ve insanların hayvanlar alemi ile uyum içinde olacağı bir zamanın geleceğini söylemektedir. Yaşlı yeryüzü taraftarına göre böyle bir durum hiç yaşanmamıştır. O halde yeryüzü böyle bir duruma tekrar nasıl dönüştürülecektir?

İnekle ayı birlikte otlayacak, Yavruları bir arada yatacak. Aslan sığır gibi saman yiyecek. Emzikteki bebek kobra deliği üzerinde oynayacak, Sütten kesilmiş çocuk elini engerek kovuğuna sokacak. (Yeşaya 11:7-8)

Lanet

Yaşlı yeryüzü düşüncesiyle olan ilahiyatsal sorunun kökeni, Yaratılış kitabının 3. bölümünde anlatıldığı gibi, Adem’in günahı yüzünden tüm yaratılış üzerine lanetin oluşu ve günahın bedeli olan ölüm ile ilgilidir. Gözlemlerimizden her şeyin ölüme doğru bir süreç içinde olduğunu biliyoruz. Örneğin, insan yaşlanıp ölür. Hayvan da ölür. Bitkiler kurur ve solar. Makineler yıpranır. Medeniyetler sona erer. Ay’ın yörüngesi giderek yok olur. Yıldızlar söner. Adem’in günaha düşüşünden itibaren “bütün yaratılış şu ana dek birlikte inleyip doğum ağrısı” çekmekte:

Yaratılış, Tanrı çocuklarının ortaya çıkmasını büyük özlemle bekliyor. Çünkü yaratılış amaçsızlığa teslim edildi. Bu da yaratılışın isteğiyle değil, onu amaçsızlığa teslim eden Tanrı'nın isteğiyle oldu. Çünkü yaratılışın, yozlaşmaya köle olmaktan kurtarılıp Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması umudu vardı. Bütün yaratılışın şu ana dek birlikte inleyip doğum ağrısı çektiğini biliyoruz (Rom. 8:19-22).

Romalılar 8:19-26 ayetleri tam da yaşlı-yeryüzü kavramına karşılık gelir. Bu ayetlere dikkatlice bakalım. ‘Bütün yaratılış’ (ayet 22), ruhsal alemde ‘Tanrı çocuklarına’ (ayet 21) verildiği gibi kurtuluşu beklerken lanetin etkileri altında acı çekmekte. Hayvanlar, bitkiler ve yeryüzünün kendisi dahil her şey bu yozlaşmaya kölelik altındadır. İnsanlık alemi (ayet 23-26) yeryüzünde fiziksel olarak benzer şekilde acı çekse de biz Tanrı çocukları olarak bedenlerimizin kurtarılmasını (ayet 23) yaşayıp göreceğiz. Her şey lanet altında acı çekmektedir.

Yaradılış “amaçsızlığa teslim edildi” (ayet 20). Bu da yaradılışın artık “çok iyi” amacına ulaşamadığını ima eder. Günah ve lanet yüzünden, yaradılış önce uyduğu Tanrı’nın tasarısından yoksun kaldı.


Grafik: Bitkiler konusunda şunları anlamak gerekir: Bitkiler biyolojik açıdan canlı olsalar da onların yaşam solukları (Yaratılış 2:7) yoktur. Dahası, “yaşam veren kandır” (Levililer 17:11). Bitkiler ne bilince, ne soluğa, ne de kana sahip oldukları için Kutsal Kitap’ın can tanımlamasına göre canlı değillerdir. Bitkiler canlılara besin olarak yaratılmışlardır. Bitkilerin ölümü (ve belki de hayvan olarak sınıflandırılan birçok alt yaşam formu) Kutsal Kitap’ın tanımladığı canlı, soluklu, kanlı bir yaratığın ölümü gibi değildir.


Grafik:

Lanetin Kapsamı

Yaratılış 3:14-19


Adem ve Havva’nın isyanı yüzünden bütün yaradılış etkilenmiştir:


Toprak lanetlendi, ayet 17

Hayvanlar lanetlendi, ayet 14

Bitkiler lanetlendi, ayet 18

İnsanlık lanetlendi, ayet 16-18

Ölüm egemenlik sürdürür, ayet 19

(ayrıca bkz: Romalılar 8:19-22)


“Teslim edildi” fiili geçmiş zamanda tüm yaradılışın etkilendiği bir olayı kasteder. Bu olayı anlatmaya aday sadece iki seçenek vardır, o da Yaratılış 1:1 ve Yaratılış 3:14-19 dur. Eğer (Dr. Hugh Ross ve başka yaşlı yeryüzü yanlılarının iddia ettiği gibi) Yaratılış 1:1’deki her şeyin özgün yaratılışında “amaçsızlığa teslim edilme” de var ise, o zaman Tanrı çok fazla acı, ıstırap ve ölümün nedenidir. Tanrı kana susan hayvanlar, zehirli bitkiler, bulaşıcı hastalıklar ve parazitleri yarattı mı? Hepsini “çok iyi” olarak mı değerlendirdi? Tanrı sadakat ve birbirilerine bakma duyguları gösterebilen bilinçli hayvanları şiddetli acılar ve korkunç ölümler için mi tasarladı?

İnsan söz konusu olunca durum daha da beter olur. Adem yaratılır yaratılmaz o günkü dünya bizimki gibi “amaçsızlığa teslim edilmiş” ise bu dünya “çok iyi” olur mu? Düşen bebekler, kalpleri kırılan dul kadınlar, cüzamlılar, kanser hastalarına, ve özürlü çocuklara ve büyüklere ne diyeceğiz? Ya kıtlık, kuraklık ve doğal afetler? Hani, hüzünlü mutasyonlar ve doğum kusurları? Karbon yaş tayininin yaşlı yeryüzü yorumuna göre düşünen arkeologlar, Kutsal Kitap’ın Adem için verdiği tarihin çok öncesinde bir sürü kötü davranışın insanlar tarafından işlendiğini bildirirler. Bu davranışlar arasında soykırım, insan kurbanları ve vahşilikler vardır. Bu dünya “çok iyi” değildir. Bizim dünyamız Tanrı’nın yarattığı “çok iyi” dünyaya benzer olamaz. Benzer ise, bu acılı ve kötü şeylerin sorumlusu Tanrı olurdu. Böyle bir durumda Tanrı’nın kutsallığı ve adaleti nerede kalırdı?

Tersine, yaradılışı bozan olay Yaratılış 3’teki olay ise, o zaman acı, ıstırap ve ölümün varlığı anlaşılır. İnsanın Tanrı’ya karşı isyanı bu laneti ve “yozlaşmaya köleliği” getirdi. İnsan günahından dolayı acı çekerken, baş kaldırmanın cezasının ölüm olacağını (Yaratılış 2:17) uyaran Tanrı’nın kutsal doğası ve adaleti ışıldar. Ama aynı zamanda Tanrı lütfuna göre günah ve ölüm sorunlarına bir çözüm getirmeyi vaat etti (Yaratılış 3:15). Şimdi bu çözümün Tanrı’nın biricik Oğlu, Rab İsa Mesih olduğunu anlıyoruz.

Adem ve Havva sonsuza kadar Tanrı ile dostluk içinde yaşamak üzere yaratılmışlardır. Bahçedeki Yaşam Ağacı onların ulaşabileceği konumumdaydı. İnsanın ve hayvanın vejetaryen olmaları emredilecek, et yenmeyecekti:


Ve Tanrı, “İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını veriyorum. Bunlar yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum” dedi. Ve öyle oldu (Yaratılış 1:29-30).


Grafik: Lanetin etkisi yüzünden dünya artık “çok iyi” değildi.


Ama günah her şeyi bozar. Günah Tanrı’nın özgün “çok iyi” yaradılışını bozdu. Tanrı Adem’e, eğer yasak ağaçtan meyve yiyerek baş kaldırırsan, “kesinlikle ölürsün” diye bildirmişti (Yaratılış 2:17). Özgün dilde “ölerek ölürsün” deyişi insanın ruhsal anlamda öleceği ve fiziksel anlamda ölme sürecine başlayacağı anlamına gelir. “Çünkü topraksın, topraktan yaratıldın ve yine toprağa döneceksin” (Yaratılış 3:19). Bu lanete, hayvanlar (ayet 15), bitkiler (18), toprak (17), Adem ve Havva (ayet 15-19) dahil her şey katıldı. Bugün her şey bu “yozlaşmaya kölelik” hükmü altındadır (Romalılar 8:21).

Lanetin Kapsamı

Kayıta geçirilen ilk ölüm, hüzün duyarak günahlarının bilincinde olan Adem ve Havva’ya örtü sağlamak üzere bir hayvanın ölümüydü (Yaratılış 3:21). Eski Antlaşma’nın her tarafında günaha karşılık kanlı kurbanın sunulmasının buyrulduğunu görmekteyiz. “Kan dökülmeden bağışlama olmaz” (İbraniler 9:22). Günah yüzünden ölümün dünyaya girişine dair Kutsal Kitap’ın öğretisi ancak genç yeryüzü olması halinde mantıklıdır.

Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi (Romalılar 5:12).

Oysa Mesih, ölmüş olanların ilk örneği olarak ölümden dirilmiştir. Ölüm bir insan aracılığıyla geldiğine göre, ölümden diriliş de bir insan aracılığıyla gelir. Herkes nasıl Adem'de ölüyorsa, herkes Mesih'te yaşama kavuşacak (1 Korintliler 15:20-22).

Ama yeryüzü yaşlı ise çıkarımı ne olacak? O zaman fosillerin mesajı, Adem’in günahından önce yüz milyonlarca yıl boyunca canlıların ölmekte olduğu olacaktır. Buna göre, ölüm, yani doğal seçilim aracılığıyla daha çok uyumlular yaşamlarını sürdürürken daha az uyumluların soyunun tükenmesi, tarihte hakim olmuştur. Bu görüşe göre, ölüm normaldir, doğaldır, açıktır. Tanrı böyle bir dünyayı yarattıysa, kendi doğası nasıldır? Yaradan sadist, kaprisli ve zalim olur mu?

Kötülüğün dahası da var. Bir evrimci için ölüm odak noktasıdır. Ölüm evrimin yakıtıdır, insanı üretmiştir. Örneğin, dinozorların soyunun tükenmesi memelilerin çoğalmasına ve sonunda insanın ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yirminci yüzyılın evrim sözcüsü olan rahmetli Carl Sagan şöyle demiştir:

Evrimin sırları ölüm ve zamandır. Yani, çevreye tam uyarlanmamış çok sayıdaki yaşam biçimlerinin ölümü ve tesadüfi uyarlayıcı olan bir sürü küçük mutasyon için zaman, faydalı mutasyonların düzenlemesi için zaman.1

Charles Darwin doğal seçilim aracılığıyla evrimdeki ölümün en önemli rolünü anladı. Türlerin Kökeni’nin doruk noktası olan son paragraf buna dikkat çeker. Yüzlerce sayfada doğal seçilimin kanıtlarını ve etkilerini tarif ettikten sonra, şu sonuca varır: “Böylece, doğa savaşı, açlık ve ölümü, kavrayabildiğimiz en yüce şey olan daha yüksek düzeydeki hayvanların üremesi izler.” 2 Yani, ölümden insan türer.

Aslında, Charles Darwin kendinin doğal seçilime olan bağlılığını acı, ıstırap ve ölümün varlığına bağlıyordu.

Bu kadar tanrıtanımaz bir şekilde yazmamasını rica eden birine Darwin şu karşılığı yazmıştır: “Ateist şekilde yazma amacım yoktu, ama şunu belirtebilirim: Başkalarının gördüğü kadar, ve görmek istediğim kadar açık tasarımı ve bereketi her yanımızda göremiyorum. Bereket veren ve gücü her şeye yeten bir Tanrının tasarımına göre ichneumonidae’yi [bir parazit] canlı tırtılın vücudunda beslensin ya da bir kediyi farelerle oynasın diye yarattığına kendimi ikna edemiyorum. Buna inanmazken, gözün bir tasarımla oluşturulduğu inancını gerekli görmüyorum.”3

Böylece bir evrimciye göre ölüm gayet doğal bir durumdur ve insanı üretmiştir. En uygun olanın canlı kalmasıyla evrimsel değişim için ölüm ve uygun olmayanların soyunun tükenmesi kesinlikle şarttır. Yaşlı-yeryüzü yaratılışçı görüşünde ölüm (insansı “hayvanların” ölümü dahil) insandan önce vardı ve Tanrı insanın yolunu hazırlamak için ölümü kullanmıştır. Her iki görüşte de insandan önce, ve kesinlikle insanın günahından önce ölüm, acı ve ıstırabın hakim olduğu bir dünya vardı.

Lanetin Etkisi

Şimdi, ölümün ayrıca Hristiyanlığın odak noktası olduğuna dikkat edelim. İlk olarak, ölüm günahın cezasıdır. “Günahın ücreti ölüm” (Romalılar 6:23) çünkü günah bizi Kutsal Tanrı’dan ayırır. Ama hepsi bu kadar değil.

Adem ve Havva’nın Aden bahçesinde günah işlemelerinden sonra ne oldu? O akşam, Tanrı onlarla dostça sohbet etmeye indiğinde ne oldu? Neredeydiler? Saklanıyorlardı, köşe bucak kaçıyorlardı. Günahları yüzünden kendileri ile Tanrı arasında üzücü bir duvar oluşmuştu. Günah öyle yapar, değil mi? Günah, günahlı insan ile günahsız Tanrı arasına uzaklık koymuştu.

Tanrı günahın cezasını bildirirken adil karakterinden hareket ediyordu. Onun kutsallığı günahın bedelinin ödenmesini zorunlu kılmıştır. Verilecek cezayı saptamak O’nun hakkıydı. Yaradan olarak O’nun yaradılışı üzerine kural koyma ve kurala uymayanın cezasını saptama yetkisi vardır. Adem ve Havva, başkaldırmayı, günahı ve onun karşılığı olan ceza yolunu seçmişlerdir. Günaha karşı ölüm cezasını gerektiren Tanrı’nın kutsal ve adil karakteriydi. Bu ölüm sadece fiziksel değil, ebediyen yaşayan Tanrı’dan uzak kalma anlamına gelen ruhsal ölümü de içeriyordu.

Ancak Tanrı’nın adaleti tek işi değildi. Aynı zamanda kayrasını sergileyecekti.

Biraz düşünelim. Adem ve Havva sonsuza kadar yaşamak üzere yaratılmışlardı. Yaşam ağacına yetişebileceklerdi. Yeni yaratılmış olan bedenlerinde hiçbir genetik hata ya da hastalık yoktu. Günahları yüzünden kutsal Tanrı’dan uzak, çalılarda O’ndan saklanarak sonsuza kadar yaşayabilirlerdi. Bundan daha kötü bir durumu düşünebiliyor musunuz? Günah yüzünden sonsuza kadar Tanrı’dan uzak kalmanın başka bir adı vardır. Kutsal Kitap buna cehennem der. Tabii ki, Adem ve Havva cehennem denen gerçek yerde değildiler, ama durumları benzer bir şekilde üzücü, ümitsiz ve sonundaydı.

Üstelik, Adem ve Havva’nın günahlı yaşam durumları değişmeseydi, bugün nasıl olabileceklerini bir düşünün. Tanrı’ya isyan etmeyi seçmişlerdi. Tövbe etmemişler ve kendi sorumluluklarını da kabul etmemişlerdi. Artık kendilerini günaha adamışlardı. Artık Tanrı ile ilişkileri kalmamıştı. Mutlaka İblis ve kendi günahlı tabiatları kendilerini gittikçe derinleşen pisliğe götürürdü. Binlerce yıl sonra hâlâ yaşıyor olsalardı, ne kadar kötü olabileceklerini hayal bile etmesek iyi olur.

Günaha verilen ölüm cezasının birkaç gayesi vardı. Günahkarın ömrünü ve ahlaktan sapmayı kısıtladı.

Bununla birlikte ölüm, Adem ve Havva’ya, Tanrı’ya isyanlarının Tanrı’nın mükemmel yaradılışını nasıl bozduğunu hatırlatıyordu. Bir hayvanın başka hayvanı öldürdüğünü her gördüklerinde veya ilk doğan oğullarının kardeşini öldürdüğünü gördüklerinde, “Ah, bu ne korkunç! Biz ne yaptık?” diye söylenmiş olabilirler. Bu olanlar günah-ölüm probleminin çözümü için onları Tanrı’ya yöneltebilirdi.

En önemlisi de şudur: günahın cezası olan ölümün düzenlemesi, cezayı hak etmeyen başka birinin günahlının yerine geçebilmesini mümkün kıldı. Bu durumda Tanrı’nın kendisi dünyaya inebilir, yarattığı insan bedenine bürünebilir, hiçbir ceza gerektirmeyen günahsız bir yaşam yaşayabilir ve mahkum olan insanlık yerine günahları bağışlatan kurban olarak ölebilirdi. “Günahın ücreti ölüm”dür (Romalılar 6:23), oysa “Mesih günahlarımıza karşılık öldü” (1. Korintliler 15:3). Ölüm zorunluluğumuzu ortadan kaldırmak üzere kendisi ölmüştür. Sonra ölümü yenerek mezardan dirilmiştir ve kendisine iman edenlere sonsuz yaşam sunmaktadır. Ölüm, sonsuz günaha tutsak bir hayattan bir çıkış kapısı ve Yaradan’ın ölümü ve dirilişinin mümkün kıldığı günahsız, ölümsüz, sonsuz hayata bir giriş kapısı sağlamaktadır.

Peki, evrim ve yaşlı-dünya inançları doğru ise, fosiller Adem’in yaşamının çok öncesinde çökelmişler ise, dinozorların soyu günahın yaradılışa girmesinden önce tükendiyse, ne olacak? Açıkçası, eğer Adem’in günahından önce dünyada ölüm bulunuyorduysa, o zaman yaradılış zaten bozulmuştu ve ölüm günahın cezası değildir. Ve ölüm günahın cezası değil ise, Mesih’in ölümü sayesinde ne kazanılabilirdi ki? Evrim kuralı “en güçlünün hayatta kalması”dır. Hristiyanlık kuralı ise “güçsüzün yerine güçlünün hayatını vermesi”dir.

Bu iki kavramın birbiriyle bağdaşmadığını görüyor musunuz? Eğer ölüm günahtan önce var idiyse, o zaman Mesih’in ölümü etkisiz ve anlamsız kalır. O zaman Hristiyanlığın odak noktası zafersiz kalır. Yaşlı-dünya kavramı Mesih’in kurtarma işini baltalar.

Bir Hristiyan evrime inanabilir. Birçok Hristiyan zaten öyle inanmaktadır. Mesih’e iman eden insanların çoğu zaten evrime karşı bir şey öğrenmedikleri için evrimci olarak Mesih’e gelirler. Kutsal Tanrı önünde kendi günahlarını ve sorumluluklarını kavramışlardır. Mesih’in kendileri için günahlarına karşı tam ve son cezasının ödemesine güvenerek Tanrı’dan bağışlama buldular. Belki yaratılışın altı gününü duymamışlardır bile. Ancak eğitilmemiş bir Hristiyan’ın evrime inanması mümkün olduğu halde, evrimin ve Hristiyanlığın her ikisinin de doğru olması mümkün değildir. Bunlar birbirine zıt olan farklı dünya görüşleridir. Eğer evrim doğru ise Hristiyanlık yanlıştır!


Resim: Eski Kudüs Kenti’ndeki Al-aqsa Camii


Seneler öncesi çoğunluk olarak Müslüman bir ülke olan Türkiye’nin İstanbul kentinde öğrenci, öğretmen ve üniversite profesörlerinden oluşan 2500 kişilik bir gruba konferans vermek gibi özel bir ayrıcalığım olmuştu. Konum, Türk eğitim sisteminde yaratılışçı dünya görüşüne dönülmesini savunan ve yarı yarıya devlete ait bir vakıf tarafından desteklenen bir konferansın içinde bir bölümü oluşturuyordu.

Bu, benim Türkiye’ye 14’üncü gelişimdi. Önceki gezilerimin hepsi Türkiye’de Nuh’un gemisini arama amaçlıydı.4 Türkiye’deki işe kendimi daha iyi hazırlamak ve karanlığın derinliğinde kaybolmuş olan insanların arasında, Mesih’in verimli bir elçisi olmak amacıyla yıllarca İslam öğretisini incelemiş olmama rağmen, bu geziden önce ciddi olarak yaratılış ve Tufan üzerine verilen İslam öğretisi üzerinde yoğunlaştım.

İslam’ın kutsal kitabı olan Kuran birçok Eski Ahit hikayesini tekrardan anlatır. Altı günde yaratılışı, Adem ve Havva’yı, Aden Bahçesi’ni, yasak meyvenin yenmesini, Aden Bahçesi’nden kovuluşu, Tufan öncesi kötü dünyayı, dünya çapındaki Tufan’ı öğretir. Az sayıda farklılıklar olsa da anlatılan hikayelerin özü aynıdır.


Grafik: Günahın Bedeli Ölümdür…

R. Ş. O.


Bir tek istisna Lanet'tir. Buradaki farklılıklar ilk bakışta küçük görünse de, kurtuluş ile ilgili İslami görüşün temelini oluşturur ve bu haliyle bizim buradaki tartışmamıza çok önemli bir katkısı vardır.

Kuran’daki anlatımlara göre, Adem ve Havva yasak meyveyi yediği zaman, Allah’ın öfkesine maruz kaldılar. Müslümanlar, günahın cezasının ölüm olduğunu ve Adem ile Havva’nın sonunda fiziki ölümün olacağı yeni bir hayata başlamaları için Aden Bahçesin’den kovulduklarını kabul ederler. Dahası, insan ırkının her bir üyesinin günah işlemeyi seçtiğini ve Tanrı’nın verdiği ölüm cezasını hak ettiğini anlarlar.

Yeterince tanıdık gelse de, Müslümanlar, yaratılışın “dengesinin bozulduğuna”, insanın günahının buna neden olduğuna, artık ilk yaratılıştaki mükemmelliğin bir faydası olmadığına inanırlar. Ne Tevrat’ın anlattığı şekilde yaratılış üzerine bir Lanet olduğuna, ne de Adem’in günahkar doğasının kendisinden sonra gelenlere geçtiğine inanırlar. Onlara göre, herkesin cezası işlediği günaha göredir ve Allah’a itaat ederek onun rızasını tekrar kazanmak mümkündür. Aslında kurtuluşun tek yolu budur. İslami sisteme göre itaat, İslam'ın beş şartı olan kıbleye dönüp günde beş vakit namaz kılmayı, fakire yardım etmeyi (zekat vermeyi), Ramazan ayında oruç tutmayı, kelime-i şehadet getirmeyi, Mekke’ye hacca gitmeyi gerektirir. Sıradan günahlar için tövbe edilmelidir, ancak bağışlanıp bağışlanılmayacağı Allah’a bağlıdır. Allah’ın gerçekten bağışlayacağına ilişkin bildirdiği adil bir ölçek yoktur.

Müslümanların, Laneti hafife almalarını ve insanın, hem kişisel günahları nedeniyle hem de Adem’den miras aldıkları doğal benlik nedeniyle Tanrı önündeki umutsuz durumunu tam olarak anlamamalarını, bugün böylesine karanlıkta olmalarının nedeni olarak görüyorum. Buna karşı olarak, onlar günahı ve cezasını tamamıyla kendi kişisel eylemlerinin bir sonucu olarak görmeyi tercih etmişler ve böylece kendilerini yine kendi eylemlerinin kurtaracağına inanmışlardır. Onların bir Kurtarıcı’ya ihtiyaçları yoktur. Oysa İncil, İsa’nın günahlarımızın bedelini ödemek ve kendimiz için yapamayacağımızı yapmak için geldiğini öğretir. Adem’in isyanı dolayısıyla tüm yaratılış üzerine gelen Lanet’in bir tek çaresi vardır, kendisi haksızlığa uğramış Yaratıcı olan günahsız Tanrı Oğlu’nun ölümüdür! Bu kavramı öğretmek Müslümanlara yönelik müjdeciliğe bir anahtar olabilir.

Buna karşın, Mesih’in çarmıhta yaptığı işin kurtuluş için gerekli olduğunu savunup, Yaratılış 1-3 deki temel kavramları inkâr eden çağdaş Hristiyan müjdecisine ne diyebiliriz? Birçok çağdaş müjdeci ilahiyat okulu, Adem’in tarihi kişiliğini, dolayısıyla başlangıçtaki “çok iyi” yaratılışı, Adem’in işlediği günahın tarihi bir olay olduğunu ve Adem’in isyankar seçiminin bir sonucu olarak Lanet’in tüm yaratılanlara (hayvanlar, bitkiler, yeryüzü ve tüm insan soyu) aktarıldığını sürekli olarak inkar ederken, günahın her birimizin doğasında var olduğuna ileri sürerler.

Görebileceğiniz gibi, Adem’in günahı ve bunun sonucu olan lanet gibi tarihi gerçekleri inkar etmek, mantıksal olarak sağlam Hristiyan öğretisinin altını oyup çağdaş Hristiyan yaşlı-yeryüzü savunucusunu, sadece, yapılacak iyi işlerin sonucunda kurtuluşa erişileceğini savunan Müslüman inancının sadece bir adım ötesine koyar. Günahı önemsiz görsek, bizi günahtan kurtarmak için Kurtarıcıya gerek olmayacaktır. Şu anda böyle bir görüşü savunanlar Rab ile birlikte yaptıkları kendi kişisel yürüyüşlerine devam edebilirler, ama onların öğretisi öğrencilerine ne aktaracaktır? Mantıksız temele ve hata dolu vahye dayanan bir dünya görüşü uzun ömürlü olmaz.

Tıpkı Lanet öğretisinin Müslümanlara yönelik müjdecilik için anahtar olması gibi, Kutsal Kitap’taki açık Lanet öğretisi de Hristiyanlığı tamamen Kutsal Kitap esaslı bir dünya görüşüne geri döndürecek anahtarı verebilir.

Bu husus ve buna bağlı olan (günahtan önce ölüm, acı çekme, tüm sistemlerde var olan çürüme eğilimi gibi) tüm hususlar ICR'nin ilgi alanı içinde önemli bir yer işgal eder. Muhtemelen, bunun dışında, uzun süredir yanlış öğretiler alan içten Hristiyanların dikkatini daha iyi çekecek başka bir husus yoktur. Bugün Hristiyanlar arasında yaratılışa olan ilginin yeniden canlanmasının en büyük nedeni günahtan önce ölümün olmadığının anlatılmasıdır. Sıkça, evrimci meslektaşlarımın bu meseleyi Hristiyan kardeşlerimden daha iyi anladığını düşünüyorum. Açık sözlü bir ateistten yapılan şu alıntıya bakınız:

Hristiyanlık geçmişte olduğu gibi bugün ve gelecekte [doğalcılık anlamına gelen] bilimle evrim üzerinden sonuna kadar savaşacaktır, çünkü sonunda evrim Mesih’in yeryüzündeki yaşamını sözde gerekli kılan en temel nedeni tamamıyla yok eder. Adem’i ve Havva’yı ve ilk günahı yok edin, sonra yıkıntıların arasında tanrının oğlunun değersiz kırıntılarını göreceksiniz. Onun ölümünün anlamını alıp uzaklaştırın. Eğer İsa günahlarımız için ölmüş kurtarıcı değilse, ki evrim bunu demektedir, o zaman Hristiyanlık bir hiçtir!5

 Birçok Hristiyan bir taraftan Tanrı’yı Yaratıcı olarak kabul ederken, diğer taraftan da hala evrimi ve/veya yaşlı yeryüzü görüşünü kabul eder ve böylece iki tarafı birden idare etmeye çalışır. Şüphesiz, yeniden doğmuş bir Hristiyan olmak ve fosillerin günahtan önceki zamana dayandığına inanmak mümkündür. Bir insanın gerçek bir Hristiyan olması için genç-yeryüzü görüşünde bir yaratılışçı olması gerekmez. Fakat yaşlı-yeryüzü fikrinin ve Hristiyanlık’ın ikisi birden doğru olamaz. Eğer evrim doğru ise, Hristiyanlık yanlıştır. Eğer yeryüzü yaşlıysa, o zaman Hristiyanlık yanlıştır. Bu kavramlar birbirinin zıttı olup uyuşmazdır. Karşılıklı olarak birbirini dışlarlar! Yukarıdaki alıntıda belirtildiği gibi, “Evrim İsa’nın bizim günahlarımız için ölmüş bir kurtarıcı olmadığı anlamına gelir.”


Grafik: Mesih günahlarımıza karşılık ÖLDÜ

Kişisel Mücadele Cephesi

Gördüğümüz gibi, evrim ve yaşlı yeryüzü görüşü için kanıt olarak kullanılan kayalar ve fosiller açıkça bir şey anlatmasalar da, genç-yeryüzü senaryosuna daha iyi uyan çok sayıda kanıt sıralanabilir. Geçmişle alakalı her iki düşünceyi de bilimsel anlamda kanıtlayamayan ve de çürütemeyen kanıt, genç-yeryüzü görüşünü daha iyi destekler. Ve tabii ki, Kutsal Kitap açık olarak genç-yeryüzü kavramını öğretir. Aslında, eğer dünya eskiyse Hristiyanlığın hiç bir anlamı olmaz.

Tanrı aldatıcı değildir. Kayalar ve fosillerle dolu bir dünyanın, Kutsal Kitap’ta belirli bir şekilde öğretilenlere ters bir görüşü kanıtlamasına izin vermez. Eğer kutsal anlatımların tarihi doğruysa ve dünya genç ise, o zaman kayalar bunu doğrulamalıdır.

Kanıtlar doğrultusunda ortaya çıkan bazı yorumların evrim ve yaşlı-yeryüzü kavramlarıyla uyumlu olduğunu gördük. Fakat bu yorumlar olabilecek en iyi yorumlar değildir. Ancak Kitabı Mukaddes’teki tarihi, gerçek olarak kabul edip kayaları buna göre yorumladığımız zaman, doğru yaptığımızı ümit edebiliriz.

Kayalar, uzun yıllardan bahsetmek yerine, ölümden ve yıkımdan bahseder. Kayalar, bugünkü sıklık, boyut ve şiddet oranlarından çok daha büyük sel afetlerinden sonra geriye kalan çökeltilerden oluşmuştur. Fosiller, Tufan’da ve Tufan’dan sonra meydana gelen daha küçük boyuttaki afetlerde ölmüş, ölü şeylerdir.

Suların bu büyük altüst oluşunun sebebi, Nuh günlerinde olan büyük tufandan başka bir şey değildir. Kutsal Kitap’ın öğrettiği gibi günahın bir yargılanmasıydı bu. Rab günahtan nefret eder, bunun için de Nuh günlerindeki medeniyeti tamamıyla günahkâr olarak görmüştür.

RAB baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. “Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım” dedi, “Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.” (Yaratılış 6:5-7)

Günahın bedeli her zaman ölüm olmuştur. Nuh’un gününde bu kesinlikle doğruydu ve Tanrı günahın cezası olarak Tufanı gönderdi. Günah, bir zamanlar “çok iyi” olan yaradılışı öylesine bozdu ki, Rab onu tamamen yok edip yeniden başlamak istedi. Kayalar bize günahın bedelini ve Tufan öncesindeki günahkâr dünyayı hatırlatmaktadır.

Fakat kayalar ve fosillerin, bize aynı zamanda bugünkü dünyamızın, Rab’bin önceki dünyayı yargılamasına yol açan koşullarla tam olarak aynı olduğunu da hatırlatması gerekir.

Nuh'un günlerinde nasıl olduysa, İnsanoğlu'nun günlerinde de öyle olacak. Nuh'un gemiye bindiği güne dek insanlar yiyip içiyor, evlenip evlendiriliyorlardı. Sonra tufan gelip hepsini yok etti….İnsanoğlu'nun ortaya çıkacağı gün durum aynı olacaktır. (Luka 17:26-30)

Burada, birden karşımıza çıkan dünyamızın tanımı ve onun Yaratılış 6’nın dünyasına olan benzerliği, yaklaşmakta olan yargılamanın çok uzakta olamayacağı sonucundan başka bir şey değildir.

Bu kayalar ve fosiller sonsuza kadar da sürmeyecekler, bir gün onlar da yok olacaklar. “O gün gökler büyük bir gürültüyle ortadan kalkacak, maddesel öğeler yanarak yok olacak, yer ve yeryüzünde yapılmış olan her şey yanıp tükenecek” (2. Petrus 3:10). Ama biz Tanrı'nın vaadi uyarınca doğruluğun barınacağı yeni gökleri, yeni yeryüzünü bekliyoruz.” (ayet 13). Yeni yeryüzünde, bize ölümü ve günahı hatırlatacak fosillerimiz olmayacak.

Tıpkı Tanrı’nın yargı gününde bağışladığı kurtuluşu Nuh’un kabul etmesi gibi, yaşamımızı Tanrı’nın ellerine güvenle bırakarak, yaklaşan yargılamadan aynı şekilde kurtulabiliriz. Bugünkü güvenlik gemimiz ahşap bir tekne değil, ebedi ve ezeli Tanrı’nın Oğlu olan İsa Mesih’tir. Çarmıhtaki ölümüyle günahlarımızın bedelini ödemiştir. Artık O’nun sayesinde günahlarımızın karşılığı olan ölüm cezasından sakınabilir ve sonsuza dek O’nunla birlikte olabiliriz. “Günahın ücreti ölüm, Tanrı'nın armağanı ise Rabbimiz Mesih İsa'da sonsuz yaşamdır” (Romalılar 6:23).

Bir Hristiyan, günah işlediğini ve kutsal Yaradan-Tanrı’yı gücendirdiğini, bu şekilde kendini Tanrı’dan ayırdığını bilen bir kişidir: “Çünkü herkes günah işledi ve Tanrı’nın yüceliğinden yoksun kaldı” (Romalılar 3:23). Her birey günahı sonucu ölüm cezasını, yani, iyi ve kutsal olan herhangi bir şeyden ebedi ayrılığı hak eder.

Dahası, bir Hristiyan yaptığı hiç bir şeyin içinde bulunduğu durumu değiştirmeyeceğini bilen bir kişidir. Fakat aynı zamanda Tanrı Oğlu İsa Mesih’in gerekli olan her şeyi yaptığının bilincindedir. “…doğrulukla yaptığımız işlerden dolayı değil, kendi merhametiyle” bizi kurtardı (Titus 3:5). “Tanrı, günahı bilmeyen Mesih'i bizim için günah sunusu yaptı. Öyle ki, Mesih sayesinde Tanrı'nın doğruluğu olalım” (2. Korintliler 5:21). “Tanrı ise bizi sevdiğini şununla kanıtlıyor: Biz daha günahkârken, Mesih bizim için öldü” (Romalılar 5:8). Fakat daha sonra ölümden dirilerek, günah ve ölümü yendi ve sonsuz yaşamı tüm inananlara sundu. İsa, “Diriliş ve yaşam Ben'im. Bana iman eden kişi ölse de yaşayacaktır” dedi (Yuhanna 11:25).

Bir Hristiyan, Baba Tanrı’ya gidip günahından pişman olan, kendi günahı için Tanrı’dan Mesih’e ölüm uyguladığını, bedeli zaten ödendiği için, kendisinin bağışlanmasının da bu esasa dayanmasını isteyen biridir. Tanrı bağışlayarak, arındırarak, günaha üstün gelerek ve günahkâr alışkanlıkları kırarak karşılık verir. En çok da, bir zamanlar sadece ölüme mahkum olan bizlere, yaşamı-sonsuz yaşamı- verir. Ve sonra, milyonlarca yıl ölüm ve acının olmadığı, ama sayısız yıllar Kurtarıcımızla beraber olacağımız uzun çağlar olacaktır. O bunların hepsini yapmıştır, öyle ki, “Mesih İsa'da bize gösterdiği iyilikle, lütfunun sonsuz zenginliğini gelecek çağlarda” sergilesin (Efesliler 2:7).



SORULAR


Yeryüzünün yaşıyla niçin ilgileniyoruz? Bu, neyi değiştirir?


Milyonlarca, milyarlarca yıl olasılığını kabul etmekle, Tanrı’nın karakteri nasıl sorgulanır?


Yeryüzünün yaşı tartışmalarında söylenecek son şey nedir?


Yaratılış kitabının 3. bölümünde anlatılan lanet, sadece fiziksel ölümle mi, yoksa ruhsal ölümle de mi ilgilidir? Bunu nereden biliyoruz?


Yeryüzünün yaşı konusundaki bir tartışma, İsa Mesih’in çarmıhta tamamladığı iş yoluyla insanlara kurtuluşu nasıl gösterebilir?

1 David B. Kitts, “Search for the Holy Transformation,” Paleobiology 5 (summer 1979), s. 353. Bu yazı Pierre P. Grasse’in Evolution of Living Organisms adlı eserin bir eleştirisidir.

2 Niles Eldridge, Time Frames: The Rethinking of Darwinian Evolution and the Theory of Punctuated Equilibria (New York: Simon & Schuster, 1985), s. 52.

3 Tom S. Kemp, “A Fresh Look at the Fossil Record,” New Scientist 108 (December 5, 1985), s. 67.

4 Bu alanda düşüncelerimi pekiştirmekte yardımcı olan arkadaşım Dr. Donald Chittick’e minnettarım. Bu şema onun seçkin kitabı olan The Controversy (Portland, OR: Multnomah Press, 1984)’den uyarlanmıştır.

5 Henry M. Morris, Men of Science - Men of God (Green Forest, AR: Master Books, 1988).

1 New York’taki The Norton Library tarafından yeniden yayınlamış olan The Autobiography of Charles Darwin, 1887, s. 94.

2 Bu konunun çok iyi bir açıklaması için, dikkatli bir Kutsal Kitap uzmanı ve bilim adamı olan Dr. Henry Morris’in yazdığı The Genesis Record adlı Yaratılış kitabının yorumuna bakabilirsiniz. Bu iyi karşılanmış eser, hem Kutsal Kitap hem de bilim açısından dünyanın erken tarihini irfan ile incelemektedir.

3 Örneğin bkz: “The Meaning of ‘Day’ in Genesis,” Impact no. 184 (Institute for Creation Research, 1806 Royal Lane, Dallas, TX 75229; www.icr.org. “Acts & Facts” adlı haber bülteni ve içindeki “Impact” makaleler ücretsizdir). Ayrıca bkz: Creation Ex Nihilo Technical Journal, Vol 5, No: 1 (1991): s. 70-78, www.answersingenesis.org.

4 Davis A. Young, Christianity and the Age of the Earth (Grand Rapids, MI: Zondervan, 1982), s. 25.

5 Dr. Young’un son düşünceler “Scripture in the Hands of Geologists” adlı iki bölümlü yazıda bulunmaktadır. The Westminster Theological Journal 49 (1987): s. 1-34 ve 257-304.

6 Bkz: Don DeYoung, Thousands…Not Billions (Green Forest, AR: Master Books, 2005) adlı eserin onuncu bölümü olan “A Proper Reading of Genesis 1:1 – 2:3”.

7 Dr. Pattle P.T. Pun, Journal of the American Scientific Affiliation (March 1987): s. 14.

8 Walter L. Bradley ve Roger Olsen, “The Trustworthiness of Scripture in Areas Relating to Natural Science,” Hermeneutics, Inerrancy, and the Bible (Grand Rapids: Academic Books, 1984), s. 299.

9 James Barr’dan David Watson’a ve 23 Nisan 1984 tarihli ve Russell Grigg, “Should Genesis Be Taken Literally?” Creation 16 (1) (December 1993) adlı yayının 38-41 sayfalarında aktarılan bir mektup.

1 Stephen Rosenberg, “Happy 5767 – But How Did We Reach That Number?” Jerusalem Post Online Edition (Sept. 20, 2006), www.jpost.com.

2 George Wald, The Physics and Chemistry of Life’deki “The Origin of Life” bölümü (New York: Simon & Schuster, 1955), s. 12.

1 Gözetmen James Ussher seçkin bir bilgin, dilbilimci ve tarihçi idi. Onun hazırladığı bu zamandizini, onun hem bugüne dayanamamış özgün metinlerine hem de Kutsal Kitap üzerine yaptığı dikkatli çalışmalarına dayanmıştır. Latin dilinde yazılan eseri Kutsal Kitap gibi esinlenmiş bir kaynak olmamasına rağmen, onu çürütmeye çalışan modern çabalardan çok daha bilimsel bir eserdir. Bu eserin yeni ve güvenilir İngilizce tercümesi, Annals of the World adı altında Master Books’tan ve ICR’den temin edilebilmektedir.

1 Larry Vardiman, Andrew A. Snelling ve Eugene F. Chaffin, editörler, Radioisotopes and the Age of the Earth: A Young-Earth Creationist Research Initiative (El Cajon, CA: ICR, 2000); Larry Vardiman, Andrew A. Snelling ve Eugene F. Chaffin, editörler, Radioisotopes and the Age of the Earth: Results (El Cajon, CA: ICR, 2005); Don DeYoung, Thousands…Not Billions kitap ve DVD (Green Forest, AR: Master Books, 2005).

2 Andrew A. Snelling, “The Failure of U-Th-Pb ‘Dating’ at Koongarra, Australia,” Creation Ex Nihilo 9, no. 1 (1995): s. 88, 91.

3 Andrew Snelling, “The Age of Australian Uranium,” Creation Ex Nihilo 4, no. 2 (1981): s. 44-57.

4 John Woodmorrappe, “Radiometric Geochronology Reappraised, Studies in Floral Geology (Santee, CA: Institute for Creation Research, 1993). Bu kaynak kullanılamayan birçok yaş tayini sonucunu içermektedir.

5 Steven A. Austin, Grand Canyon: Monument to Catastrophe (Santee, CA: ICR, 1994), s. 215-216.

6 G.B. Dalrymple, “40 Ar/36 Analyses of Historical Lava Flows,” Earth and Planetary Letters 6 (1969): s. 47-55.

7 Andrew A. Snelling, “Conflicting ‘Ages’ of Tertiary Basalt and Contained Fossilized Wood, Crinum, Central Queensland, Australia,” Creation Ex Nihilo 14, no. 2 (2000): s. 99-122.

8 Andrew A. Snelling, “The Cause of Anomalous Potassium-argon ‘Ages’ for Recent Andesite Flows at Mt. Ngauruhoe, New Zealand, and the Implications for Potassium-argon Dating,” in Proceedings of the Fourth International Conference on Creationism, ed. R. E. Walsh (Pittsburgh, PA: Creation Science Fellowship, 1998), s. 503-525; Andrew A. Snelling, “The Relevance of Rb-Sr, Sm-Nd and Pb-Pb Isotope Systematics to Elucidation of the Genesis and History of Recent Andesite Flows at Mt. Ngauruhoe, New Zealand, and the Implications for Radioisotopic Dating,” in Proceedings of the Fifth International Conference on Creationism, ed. Robert L. Ivey, Jr. (Pittsburgh, PA: Creation Science Fellowship, 2003), s. 285-303.

9 Andrew A. Snelling, “‘Excess Argon’: The ‘Achilles’ Heel’ of Potassium-Argon and Argon-Argon ‘Dating’ of Volcanic Rocks,” Impact 307 (January 1, 1999).

10 D. Russell Humphreys, “Young Helium Diffusion Age of Zircons Supports Accelerated Nuclear Decay,” Radioisotopes: Results (1. dipnota bkz.), s. 25-100.

11 Aynı yerde.

12 Steven A. Austin, Grand Canyon: Monument to Catastrophe (Santee, CA: ICR, 1994).

13 T.D. Ford ve başkaları, “Name and Age of the Upper Precambrian Basalts in the Eastern Grand Canyon,” Geologic Society of America Bulletin 83 (January 1972): s. 223-226.

14 E.H. McKee ve D.C. Noble, “Age of the Cardenas Lavas, Grand Canyon, Arizona,” Geologic Society of America Bulletin 87 (August 1976): s. 1188-90.

15 D.P. Elston ve E.H. McKee, “Age and Correlation of the Late Proterozoic Precambrian Grand Canyon Disturbance, Northern Arizona,” Geologic Society of America Bulletin 93 (August 1982): s. 681-699.

16 McKee, “Age of the Cardenas Lavas,” s. 1188-90.

17 Austin, Grand Canyon: Monument to Catastrophe, s. 120-122.

18 E.E. Larson, T.E. Patterson, ve F.E. Mutschler, “Lithology, Chemistry, Age and Origin of the Proterozoic Cardenas Basalt, Grand Canyon, Arizona,” Precambrian Research 65 (1994): s. 255-276.

19 S.A. Austin ve A.A. Snelling, Proceedings of the Fourth International Conference on Creationism (bkz: 8. dipnot)’deki “Discordant Potassium-argon Model and Isochron ‘Ages’ for the Cardenas Basalt (Middle Proterozoic) and Associated Diabase of Eastern Grand Canyon, Arizona,” s. 35-51; A.A. Snelling, Radioisotopes: Results (bkz: 1. dipnot)’deki “Isochron Discordances and the Role of Inheritance in Mixing of Radioisotopes in the Mantle and Crust,” s. 393-524.

20 Steven A. Austin, Radioisotopes: Results’taki (1. dipnota bkz.) “Do Radioisotope Clocks Need Repair?” s. 325-392; Andrew A. Snelling, Radioisotopes: Results’taki (1. dipnota bkz.) “Isochron Discordances” s. 393-524; Andrew A. Snelling, Steven A. Austin ve William A. Hoesch, Proceedings of the Fifth ICC’teki (8. dipnota bkz.) “Radioisotopes in a Diabase Sill (Upper Precambrian) at Bass Rapids, Grand Canyon, Arizona: An Application and Test of the Isochron Dating Method” s. 279-284.

21 Steven A. Austin, Radioisotopes: Results’taki “Do Radioisotope Clocks Need Repair?” s. 325-392.

22 P.E. Damon ve diğerleri, US Atomic Energy Commission Annual Report, No: C00-689-76 (1967)’deki “Correlation and Chronology of the Ore Deposits in Volcanic Rocks.”

23 Reynolds ve diğerleri, Compilation of Radiometric Age Determinations in Arizona (Tucson, AZ: Arizona Bureau of Geology and Mineral Technology, 1986), s. 14, 16.

24 Andrew A. Snelling, Radioisotopes: Results’taki “Isochron Discordances and the Role of Inheritance in Mixing of Radioisotopes in the Mantle and Crust” s. 393-524.

25 J.E. Everson, “Regional Variation in the Lead Isotopic Characteristics of Late Cenozoic Basalts from the Southwestern United States” (Ph.D. tezi, California Institute of Technology, 1979), s. 454; C. Alibert ve diğerleri, “Isotope and Trace Element Geochemistry of Colorado Plateau Volcanics,” Geochimica et Cosmochimica Acta 50 (1986): s. 2735-2750.

26 S.A. Austin, “Isotopic and Trace Element Analysis of Hypersthene-normative Basalts from the Quaternary of Uinkaret Plateau, Western Grand Canyon, Arizona,” Geologic Society of America Abstracts with Programs 24 (1992): s. A26 1; Austin, Grand Canyon Monument, s. 125-126.

27 Stephen G. Brush, “The Age of the Earth in the Twentieth Century,” Earth Sciences History 8, no. 2 (1989): sayfa 170–182. Yaş tayini çabalarının iyi bir tarihçesi için bu kitaptan yararlanabilirsiniz.

28 Faure, Principles of Isotope Geology, sayfa 311–12. Bu kanıt ve tekniği gözden geçirmek için bu kitaptan yararlanabilirsiniz.

29 M. Tatsumoto, D. Unrch ve G. Desborough, “U-Th-Pb and Rb-Sr Systemetics of Allende and U-Th-Pb systematics of Orgueil,” Geochemica et Cosmochimica Acta 40 (1976): sayfa 616–634.

30 Heinrich D. Holland, The Chemical Evolution of the Atmosphere and Ocean (Princeton, NJ: Princeton University Press, 1984), sayfa 6. T. Kirsten tarafından 1980 yılında yapılan bir araştırma konusundaki yorumlar için bu kitaptan yararlanabilirsiniz.

31 N. Gale ve diğerleri, “Uranium-Lead Chronology of Chondrite Meteorites,” Nature (Physical Sciences) 240, (20 Kasım 1972): sayfa 57.

32 Robert Gentry, Creation’s Tiny Mystery, 2. Baskı (Knoxville, TN: Earth Science Associates, 1988).

33 Andrew A. Snelling, Radioisotopes: Results’da “Radiohalos in Granites(bkz. not 1), sayfa 101–208.

34 Harold S. Gladwin, “Dendrochronology, Radiokarbon and Bristlecones,” Anthropological Journal of Canada 14, no. 4 (1976): sayfa 5.

35 M.G.L. Baillie, Tree-Ring Dating and Archaeology (Chicago, IL: University of Chicago Press, 1982), sayfa 36.

36 John R. Baumgardner, Radioisotopes: Results’taki “C-14 Evidence for a Recent Global Flood and a Young Earth,” (bkz. not 1), sayfa 587–630.

37 John Morris, Tracking Those Incredible Dinosaurs (Nashville, TN: Thomas Nelson Publishers, 1980).

38 Michael Oard, An Ice Age Caused by the Genesis Flood (El Cajon, CA: ICR, 2002).

39 Larry Vardiman, Ice Cores and the Age of the Earth (Santee, CA: ICR, 1993). Bkz. Dr. Vardiman’ın bu tek konulu yazısı.

40 Gerald Aardsma, Carbon-14 and the Age of the Earth (Santee, CA: ICR, 1991).

41 Robert E. Lee, “Radiocarbon, Ages in Error,” Anthropological Journal of Canada 19, no. 3 (1981): sayfa 9, 29.

1 Bir tek gazın, birçok gazın toplam basıncına kattığı kısmi basınçtır.

2 Crayton J. Yapp ve Harold Poths, “Ancient Atmospheric CO2 Pressures Inferred from Natural Goethites,” Nature (January 23, 1992): s. 342-344.

3 Üstel azalmayla söylemek istediğimiz, ana miktarın her yıl sabit bir miktarda azaldığı ve zamanla bu yıllık azalma oranının sabit kaldığıdır.

4 J.M. Hall ve P.T. “Robinson, Deep Crustal Drilling in the North Atlantic Ocean,” Science 204 (May 11, 1979): s. 573-586.

5 D.E. Thomsen, “Mark III Interferometer Measures Earth, Sky, and Gravity’s Lens,” Science News 123 (January 8, 1983): s. 20–21.

6 W.E. Carter and D.S. Robertson, “Studying the Earth by Very-long Baseline Interferometry,” Scientific American 255, no. 5 (1986): s. 44–52.

7 Dr. Baumgardner’ın modelini en iyi açıklayan teknik yazılar, 1986-1990, 1994 ve 2003 yıllarındaki Yaratılış Üzerine Uluslararası Konferans’ta (International Conference on Creationism) sunulmuştur. Özellikle 1994’te sunduğu “Runaway Subduction as the Driving Mechanism for the Genesis Flood” ve “Computer Modeling of the Large-Scale Tectonics Associated with the Genesis Flood,” adlı iki yazısı okumaya değerdir.

8 Dr. Humphreys, fikirlerini birçok makalede yayınlamıştır. Özet şeklindeki iki yazısı, ICR’nin Acts & Facts dergisindeki 188 ve 242 numaralı Impact makalelerinde yayınlanmıştır. Bu makaleler kendi teorisinin bir özetini ve konuyu araştırmak için kaynaklar içermektedir. Diğer makaleleri şunlardır: “The Creation of the Earth’s Magnetic Field,” Creation Research Society Quarterly (CRSQ), Vol. 20 (2), 1983, s. 89–94; “The Creation of Planetary Magnetic Fields,” CRSQ, 1984, Vol. 21 (3), s. 140–149; “Reversals of the Earth’s Magnetic Field during the Genesis Flood,” International Conference on Creationism (ICC), 1986, Vol. 2, s. 113–126; “Has the Earth’s Magnetic Field Ever Flipped,” CRSQ, 1988, Vol. 25 (3), s. 130–137; ve “Physical Mechanism for Reversals of the Earth’s Magnetic Field During the Flood,” ICC, 1990, Vol. 2, s. 129–142.

9 Bkz: Humphreys, “Beyond Neptune: Voyager II Supports Creation,” Impact, no. 203 (May 1990).

10 R.S. Coe ve M. Prevot, “Evidence Suggesting Extremely Rapid Field Variation during a Geomagnetic Reversal,” Earth and Planetary Science Letters 92, (1989): sayfa 292–298.

11 L.J. Lanzerott ve diğerleri, “Measurements of the Large-scale Direct-current Earth Potential and Possible Implications for the Geomagnetic Dynamo,” Science 229 (July 5, 1985): s. 47–49.

12 Bkz: Dr. Larry Vardiman, “The Age of the Earth’s Atmosphere”, Institute for Creation Research, 1990.

13 Örneğin, bkz: H. Craig ve J.E. Lupton, “Primordial Neon, Helium, and Hydrogen in Oceanic Basalts,” Earth and Planetary Science Letters 31 (1976): s. 369–385.

14 Henry Morris ve Gary Parker, What Is Creation Science? (Green Forest, AR: Master Books, 1987): 288–293 sayfalar. Bir geokronometreler ve imaları listesi için bu kaynağa bakınız.

15 Andrew Snelling ve Dave Rush, “Moon Dust and the Age of the Solar System,” Creation Ex Nihilo Technical Journal 7, no. 1 (1993): 2–42 sayfalar.

16 Robert Decker ve Barbara Decker, editörler, Volcanoes and the Earth’s Interior (New York: W. H. Freeman, 1982).

17 S.E. Nevins, “Evolution: The Oceans Say No!” Impact, no. 8 (1973); Ariel A. Roth, “Some Questions about Geochronology,” Origins 13, no. 2 (1986). 64–85 sayfalar.

18 S. Judson, “Erosion of the Land — or What’s Happening to Our Continents?” American Scientist 56 (1968): 356–374 sayfalar.

19 Bkz. Nevins ve Roth’un daha önce sözü edilen yazıları.

1 Derek Ager, The Nature of the Stratigraphical Record (New York: John Wiley and Sons, 1981), s. 54, 106.

2 John Whitcomb ve Henry Morris’in yazmış olduğu The Genesis Flood adlı kitap modern yaratılışçılık hareketi için bir katalizör sayılmaktadır. Bu kitap sayesinde, Kutsal Kitap’a göre dünya tarihinin sistematik ve bilimsel bakımdan inanılabilir bir savunması mümkün olmuştu. Bu kitap günümüzde de çok değerli bir kitap olmayı sürdürmektedir.

3 Miles O. Hayes, “Hurricanes As Geological Agents: Case Studies of Hurricanes Carla, 1961 and Cindy, 1963,” Report of Investigation, University of Texas Bureau of Economic Geology, No. 61 (Austin: University of Texas, 1967): s. 56.

4 Robert H. Dott, “1982 SEPM Presidential Address: Episodic Sedimentation — How Normal Is Average? How Rare Is Rare? Does It Matter?” rapor edildiği üzere, Journal of Sedimentary Petrology 53, no. 1 (1983 Mart): s. 12.

5 W.C. James, G.H. Mack ve H.C. Monger, “Classification of Paleosols: Discussion,” Geological Society of America Bulletin 105 (1993): s. 1637. Ayrıca bakınız Peter Klevberg ve Richard Bandy, “Postdiluvial Soil Formation and the Question of Time, I. ve II. bölümler,” Creation Research Society Quarterly 39 and 40 (March 2003 and Sept. 2003): s. 252–268, 99–116.

6 W.E. Freeman ve G.S. Visher, “Stratigraphic Analysis of the Navajo Sandstone,” Journal of Sedimentary Research 45, no. 3 (1975): s. 651–668.

7 Bunun bir açıklaması için bkz. Steven A. Austin, Grand Canyon: Monument to Catastrophe (El Cajon, CA: ICR, 1994).

8 J.H. Whitmore, L. Brand ve H.P. Buchheim, “Implications of Modern Fish Taphonomy for the Preservation States and Depositional Environments of Fossil Fish, Fossil Butte Member, Green River Formation, Southwestern Wyoming,” Geological Society of America Abstracts with Programs 35, no. 6 (2003): s. 105.

9 Alan Feduccia,“Presbyornis and the Evolution of Ducks and Flamingos,” American Scientist 66 (Mayıs/Haziran 1978): s. 298.

10 Örneğin, bakınız, A. Davis and W. Spackman, “The Role of Cellulosic and Lignitic Components in Articulate Coalification,” Fuel 43 (1964): s. 215–224; George R. Hill, Chemical Technology (Mayıs 1972), s. 296 ve John Larson, “From Lignin to Coal in a Year,” Nature 31 (Mart 28, 1985): s. 16; R. Hayatsu ve diğerleri., “Artificial Coalification Study: Preparation and Characterization of Synthetic Macerals,” Organic Geochemistry 6 (1984): s. 463–471.

11 E. Pennisi, “Water, Water Everywhere: Surreptitiously Converting Dead Matter into Oil and Coal,” Science News (20 Şubat 1993): p. 121–125.

12 Steven A. Austin, “Evidence for Marine Origin of Widespread Carbonaceous Shale Partings in the Kentucky No. 12 Coal,” Geological Society of America Abstracts 11 (1979): s. 381–382.

13 Bkz. Steven A. Austin ve John D. Morris, Footprints in the Ash (Green Forest, AR: Master Books, 2004). Yaratılışı Araştırma Enstitüsü birkaç yıldır Ağustos aylarında Mount St. Helens’e turlar düzenlemektedir.

14 Bu kavramın daha bütün bir şekilde ele alınması konusunda bkz. Henry Morris ve Gary Parker, What Is Creation Science? (Green Forest, AR: Master Books, 1982).

15 Buna benzer bir etüt için bkz. Steven A. Austin ve John D. Morris, “Tight Folds and Clastic Dikes as Evidence for Rapid Deposition of Two Very Thick Stratigraphic Sequences,” Proceedings of the First International Conference on Creationism (1986): s. 3–15.

16 John Napier Monroe, “The Origin of the Clastic Dikes of Northern Texas” (yüksek lisans tezi, Southern Methodist University, 1949).

17 Martin Kelsey and Harold Denton, “Sandstone Dikes Near Rockwall, Texas,” University of Texas Bulletin, no. 3201 (1932): s. 138–148. Geçtiğimiz on yıllar içinde setlere çok az ilgi gösterilmiştir. Ancak, Doğu Teksas Üniversitesi’nde jeolog olan Dr. T.J. Gholy bunları yıllardır araştırmıştır. Bu makaleyle ve benim de kendi alan araştırmalarımı temel alarak vardığım sonuçla uyum içinde olan vardığı sonuç, ana setlerin aşağıdan sıkıştırıldığıdır (kişisel iletişim).

18 ICR’deki yüksek lisans öğrencilerimizden biri olan Bill Hoesch, bu alanda kapsamlı bir araştırma gerçekleştirmiştir: Tezi olan, The Timing of Clastic Dike Emplacement along Red Creek Fault, Fremont County, Colorado,” 1994’de yayınlanmıştır; Ariel A. Roth, “Clastic Pipes and Dikes in Kodachrome Basin,” Origins 19, no. 1 (1992): s. 44–48.

19 M. Huuse ve diğerleri, “Giant Sandstone Pipes Record Basin-scale Liquefaction of Buried Dune Sands in the Middle Jurassic in SE Utah,” Terra Nova 17, no. 1 (2005): s. 80–85.

20 Belli ki bunlar, tortuyu eritip sıvılaştıran ve onu üstte bulunan çatlaklara iterek daha önce hiç görülmemiş bölgesel bir sarsıntıyla aşağıdan sıkıştırılmışlardır.

21 Bakınız Steven A. Austin, “Catastrophes in Earth History,” ICR Technical Monograph, no. 13 (1984).

22 A. C. Sigleo, “Organic Geochemistry of Solidified Wood,” Geochimica et Cosmochimica Acta 42 (1978): s. 1397–1405.

23 Ronald L. Numbers, The Creationists (New York: Alfred A. Knopf, 1992), s. xvi.

24 John C. Whitcomb ve Henry M. Morris, The Genesis Flood (Phillipsburg, NJ: Presbyterian and Reformed, 1961): s. 418–421. Bu sav, çığır açan bu kitapta savunulmuştur.

25 Harold Coffin, Origin by Design (Hagerstown, MD: Review and Herald Publishers, 2005). Bu ve başka konuların iyi bir şekilde ele alınması konusunda bu kitaba bakınız.

26 M.J. Arct, “Dendroecology in the Fossil Forests of the Specimen Creek Area, Yellowstone National Park,” Ph.D diss., Loma Linda University, 1991. Ayrıca bakınız kendisinin yüksek ihtisas tezi: “Dendrochronology in Yellowstone Fossil Forests” (1985).

27 John Morris and Steve Austin, Footprints in the Ash (Green Forest, AR: Master Books, 2004).

28 Bu ve bağlantılı konuların ayrıntılı bir etüdü için bakınız Greg J. Beasley, “Long-Lived Trees: Their Possible Testimony to a Global Flood and Recent Creation,” Creation Ex Nihilo Technical Journal 7, part 1 (1993): s. 43–67.

1 Carl Sagan, Cosmos (New York: Random House, 1980), s. 30.

2 Charles Darwin, The Origin of Species (London: J.M. Dent, 1971), s. 463.

3 Charles Darwin, Harvard profesörü olan Asa Gray’a 22 Mayıs 1860 tarihinde yazdığı bir mektupta.

4 Ağrı Dağında seyahat, macera ve keşiflerle ilgili bilgi için gençlere yönelik Noah’s Ark and the Ararat Adventure adlı kitabıma bakabilirsiniz (Green Forest, AR: Master Books, 2006).

5 G. Richard Bozarth, “The Meaning of Evolution,” American Atheist (Şubat 1978), s. 30.

Bu Kitap beğendiniz mi?

Daha fazla ücretsiz e-Kitaplar Hristiyan Kitaplar.com'dan indirebilirsiniz.

John Morris yazar olarak beğendiniz mi? Yazarın tüm kitaplar şuradan indirebilirsiniz.

Türkiye'de Kilise Adresleri