5. Bölüm - RADYOİZOTOP YAŞ TAYİNİ


Kuşkusuz birçok insan radyoizotop yaş tayininin, dünyanın milyarlarca yaşında olduğunu ispat ettiğini ve bu yaş tayini yöntemlerinin eski çağlardan kalan kayaların yaşlarını belirtebileceğini düşünmektedir. Ancak patates sepeti örneğinde gördüğümüz gibi, bu yöntemlere çeşitli sorunlar ve tartışmalı varsayımlar karışmıştır. Bu yöntemleri incelemeye başlamadan önce, şu belirtilmelidir ki, bu yöntemler sadece, bir zamanlar çok sıcak ve hatta bir kısmının sıvı olup, daha sonra katılaşarak sert kayaları oluşturan kor kayaç ve başkalaşmış kaya materyallerinin yaşını belirlemede kullanılabilmektedirler. Buna bazalt (bir çeşit katılaşmış lav) gibi, şimdi oldukça sert olan fakat daha önceleri sıcak, sıvı ya da yarı-sıvı kayalar dâhil edilebilmektedir. Bu yöntemi savunanlar, kayanın erimesinin, onun yaşam saatini sıfırladığını ve bu yöntem sonucunda ortaya çıkan yaşın, kayanın soğuması ile şimdiki zaman arasındaki zaman süresini yansıttığını iddia etmektedir.

Genellikle kireçtaşı, kumtaşı veya şeyl gibi tortul kayaların yaşları, radyoizotop tasarılarla tayin edilememektedir. (Bazı bilim insanları birkaç tasarı ile tortul kayalar içindeki belirli mineraller veya kristallerin yaşlarını belirtmeye çalışırlar. Ancak bu tasarılar çok nadiren kullanılmakta ve burada ele alınmamaktadır). Tortul kayalar, tanım gereği olarak, hareket halindeki sıvılardan çökelmektedir. Bu kayaları oluşturan kayanın ya da başka materyalin parçaları, önce başka yerde bulunup aşınarak ya da çözülerek şimdiki bulunan yerde çökelmiştir. Yani, kaya materyali daha önce var olan bir kaynaktan çökeldiği için, her hangi bir yaş tayini güvenilir olmamaktadır. Bu, pek de temiz bir örnek olarak görülmeyecektir. Fosil içeren kayaların yaşları nihai olarak içlerindeki fosiller aracılığıyla belirtilmekte, bu fosiller de (geçersiz olan) evrim varsayımına göre düzenlenmekte ve yaşları ona göre tayin edilmektedir. Kor kayaçlı bir tabakanın radyoizotop yaşı belirtilmiş ise, yakınlarındaki tortul tabakalara da sıkça bir yaş verilmektedir. Ancak göreceğimiz gibi bu yaşların birçok zayıf noktaları vardır.

Dikkatlice araştırılan ve diğer tüm yöntemlerin temelini atan ilk radyoizotop yaş tayin yöntemi şu olgudan faydalanmaktadır: Uranyum-238 değişken, radyoaktif bir element olup kendiliğinden birçok ara etaptan geçerek kursun-206’ya bozunmaktadır. Yaşlı yeryüzü yanlıları uranyum-238 ve başka radyoaktif elementlerin bu dünyada oluştuğuna inanmayıp, tersine bu elementlerin uzun zaman önce yıldızların iç kısımlarında daha küçük atomların birleşmesiyle oluştuğuna ve şiddetli süpernova olaylarında birbirine çarpıp uzaya fırladıklarına inanmaktadır. Hem büyük hem de küçük atomların, miyarlarca yıl önce dünyayı oluşturan yıldızlar arası tozunun parçaları oldukları varsayılmaktadır. Bu büyük atomların birçoğu değişkendir ve radyoaktif bozunma yoluyla daha küçük kararlı atomlara dönüşmektedir.

Yandaki diyagramın da gösterdiği gibi, uranyum-238 alfa bozunması denen süreç ile toryum-234’e değişmektedir. Bu süreçte bozunan atom, kütle kaybeder ve daha küçük bir atoma dönüşür. Beta bozunması dâhil başka bozunma olaylarında atomun kütlesi fazla azaltılmaz. Alfa bozunması olayında dışarı atılan alfa parçası iki proton ile iki nötrondan oluşmaktadır. Dışarı atılınca uranyum atomu dört kütle birimi kaybeder ve yeni kütlesi toryum-234’le eşit olur. Bundan sonra toryum-234 bir elektron kaybeder ve protaktinyum-234’e değişir.


Resim: Büyük Kanyon’daki Cardenas Bazaltı


Grafik: U238 Bozunum Dizisi


Protaktinyum-234, uranyum-234’e, o da toryum-230’a bozunur. Radyum, radon, polonyum, kurşun ve bizmutun çeşitli izotoplarından geçerek sonunda kararlı atom olan kurşun-206’a dönüşür. Bir atomun başka atoma her bozunma olayında, o olayı tanıtan belli bir miktar enerji harcanmaktadır. Çeşitli etaplardan geçecek olan uranyuma ana materyali, sonunda çıkan kararlı element olan kurşuna ise oğul elementi denmektedir.

Uranyumun ana etaplardan geçerek kurşuna değişme hızı, uzun zamandan beri ince bir şekilde ölçülmektedir. Bu hız, yarı ömür, yani, belli bir miktar uranyum-238 atomlarının yarısının kurşun-206 atomlarına dönüşmesi için gereken zaman olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında, her ara etabın kendine özgü bir yarı ömrü de vardır, ama bunlar çok daha hızlı oldukları için uranyum-238’den toryum-234’e olan ilk etabın altında toplanmıştır. Yarı ömrün ölçümünde aslında zaman değil, atomların sayısının ölçüldüğünü hatırlamak gerekmektedir.

Detaya girmeden, bir bilim insanı, bir kayanın yaşını ölçmek istediğinde, ölçülebilen şey sadece kayanın şimdiki durumu ile kaya içinde işlenen süreçlerdir. Onun için uranyum-238 ve kurşun-206 dâhil, kaya içindeki tüm ilgili izotopların miktarları ince bir şekilde ölçülür. Ana uranyumun oğul kurşuna bozunma hızını bildiğimiz için, kayanın yaşı ile ilgili soruyu yanıtlama sürecine başlayabiliriz. Yani, kayada bozunmakta olan uranyumun ölçülen miktarının, ölçülen kararlı kurşun miktarına dönüşmesi için şimdiki oranlarda ne kadar zaman gereklidir?

Ancak bu yöntem gerçekten kayanın doğru yaşını verir mi? Tahmin edebildiğiniz gibi hesaplanan yaşın doğruluğu, yapılan varsayımların geçerliliğine bağlıdır. Patates sepetini ve varsayımlarını hatırlayalım. Örnek kendisini kirletebilen her etkenden izole olmuş mudur? Sürecin başlangıç koşulları nelerdi? Zaman boyunca süreç hızı sabit kaldı mı? Tüm varsayımlar doğru değil ise, hesaplanan yaş da doğru olmayacaktır.

Yaratılışçılar yıllardır radyoizotop yaş tayini eleştirilerini sistemin çevreye açık olması ile sistemin başlangıç koşullarıyla sınırlandırdılar. Ancak 1997 yılında Yaratılış Araştırmaları Enstitüsü (www.icr.org) radyoizotop yaş tayini ile ilgili girişken bir araştırma başlatmıştır. Temel araştırmaya katılmak ve sonuçları dikkatlice incelemek üzere bu alanda birçok uzman görevlendirilmiştir. Görevleri sadece radyoizotop yaş tayininin güvenilirliğini araştırmak değil, mümkünse onu geliştirmek idi. Belirtilen amaçlarından birisi, Kutsal Kitap dünyanın ve kozmosun genç olduğuna işaret ederken, kayalar içindeki oğul elementlerinin miktarının neden bu kadar fazla olduğunu anlamaya çalışmaktı. Bu elementler başka bir yöntem ile ortaya çıkmış olabilir miydi? “RATE” (Radioisotopes and the Age of the Earth – Radyoizotoplar ve Dünyanın Yaşı) adlı bu proje sayesinde birkaç önemli keşif yapılmıştır. Bunlar aşağıdaki tartışma konusu içinde konuşulacaktır. Bu yazar, ana araştırmacılardan birisi olmamakla birlikte, ilk planlama toplantısından sonuncusuna kadar hazır bulunuyordu ve her bir bilim insanının ruhu ve dürüstlüğünün eleştirilemez olduğuna tanıklık etmektedir.1


Resim: Yatay tortul kaya katmanlarının yaşları, radyoaktif yöntemler ile tayin edilemez. Diğer katmanların arasına sokulmuş olan eğik, koyu renkli tabaka ise, Hance Rapids’in yakınlarında bulunan diyabaz bir damar katmandır ve korkayaç olduğu için yaşı tayin edilmiştir.


Birinci Varsayım

Şimdi tüm yaş tayini yöntemlerinin temelini oluşturan üç ana varsayımı tekrar inceleyelim. Radyoizotop yaş tayini sonuçları üzerine gölge düşüren ilk varsayım, kayanın çevresinden izole olma derecesini ele almaktadır. Bu, kayanın tüm geçmişi boyunca (radyoaktif bozunum kaynaklı olan hariç) ne ana ne de yavru konsantrasyonlarda (ne de biri son derece hareketli bir gaz olan uranyum ve kurşun arasındaki ara ürünlerden herhangi birinde) değişiklik oluşmadığını ya da kayıp veya kazanç miktarının bilinebileceğini varsaymaktadır. Peki bu varsayım gerçekten de şüpheden uzak mıdır?

Laboratuvar analizi için numune topladıklarında, bilim insanlarının, tüm geçmişi boyunca yer altı sularının hareketi veya diğer süreçler tarafından sızdırma yoluyla kontamine olmuş olduğuna dair hiçbir kanıtın mevcut bulunmadığı bir numuneyi bulmaya çalıştıkları doğrudur. Bu hususa büyük özen gösterilir. Bunun gibi bir kanıta sahip numune, analiz için uygun sayılmaz. Şüphe uyandıran tüm numuneler hâlihazırda elenmiş oldukları için iyi numunelerden elde edilen sonuçların makul ve tutarlı olması beklenir.

Hiçbir şey, gerçeklerden daha öte olamaz. Çoğu zaman, numunelerin tarihi belirlenirken, ortaya çıkan yanıtlar birbirleri ile ya da fosillerden veya stratigrafik konumdan yapılan tahmin ile bağdaşmaz. Eğer sonuçlar yanlış çıkarsa, test sonuçları geçerli sayılmaz ve bundan kirlenme sorumlu görülür. Ancak, bunlar zaten herhangi bir kirlenme izi ya da bileşen kaybı veya kazancı açısından elenmiş ve seçilmiş numuneler üzerinde gerçekleştirilen testlerin sonuçlarıdır.

Örneğin, hem uranyumun hem de kurşunun, yeraltı suları tarafından kolaylıkla aşındırılabileceği iyi bilinmektedir. Zehirli ağır metallerin içme suyunda bulunup bulunmadığı her şehir suyu şebekesinde sürekli olarak izlenmelidir. Bu zehirli ağır metallerin oranı belirli bir düzeyi aştığında su içilmez. Bu metaller ya sudan uzaklaştırmalı ya da sistem kapatılmalıdır.

Bununla ilgili olarak doğal ortamdan bir örnek vereyim. ICR jeologu Dr. Andrew Snelling, Avustralya’daki bir uranyum maden yatağında açıklanan tarihler ve izotop oranları üzerine bir çalışma yapmıştır. Çalışmasında şöyle demektedir:

Bu gözlemler, tek başlarına U-Th-Pb sisteminin, elde edilen herhangi bir “yaş” bilgisini anlamsız kıldığı açık sistem davranışını göstermektedir. Ancak, hem Hills hem de Snelling şunları görmüşlerdir: U ve Pb, ana maden filizi bölgesinde büyük bir ölçekte ve birçok defa göç etmiş; son yer değiştirme olayı alçalan su kaynaklı uraninitler üretmiş; bu uraninitler sıkça kolloform bantlaması ile, çatlak ile kavite dolgusu olarak … ve kuvars ile gang tanelerinin sınırları arasında bulunmuştur.

U’nun geçmişinde böyle büyük çapta ve tekrar edilen göçleri varken, özellikle değişik uraninit nesillerinden ibaret bütün kaya numuneleri kullanıldığında, tüm yaş tayin etme girişimleri faydasız olmalıdır. Gerçekten de, “yaş” tayini için seçilmiş herhangi bir uraninit parçasının kesin durumundan ve geçmişinden emin olmak kuşkusuz neredeyse imkansız olmalıdır. “Yaş” tayini için taneler seçilirken akla gelen bütün önlemlerin alınmasına rağmen, ölçülen U ve Pb izotoplarının ve izotop oranlarının, üzerlerinde bu kadar fazla kanıt bulunan bariz element hareketleri tarafından etkilenmeden “orijinalini” yansıttığından nasıl emin olabiliriz ki? “Yaşı tayin edilen” uraninit taneleri veya maden numuneleri, her zaman hem maden filizinin kristal kafesleri içerisinde hem de mikroskobik arakatkı veya galenin taneleri ya da damarları şeklinde radyojenik Pb bulundurur. Ancak tüm Pb’nin, ait olduğu yerde (in situ) radyoaktif bozunum aracılığıyla U’dan oluştuğundan nasıl emin olabiliriz? Her halükarda, uraninit taneleri ve damarları – tanelerin arasında ya da içerisinde olsun olmasın – tekbiçimli bileşimlere sahip değildirler. Bundan dolayı herhangi bir tane ya da damarın kısımlarının “yaş” tayininin geniş ölçüde farklı U-Pb ve Pb-Pb oranları vermesi ve dolayısıyla da o tek tane ya da damar içerisinde farklı “yaşlar” vermesi beklenecektir. Bu nedenle, başka kişilerin de düşündüğü gibi, U-Th-Pb oranlarının birçok maden filizinin, kayaların ve cevherlerin yaşları ile çok az bağlantılı olabileceği sonucunu çıkarmak mantıklı olacaktır. Cevher dokuları, maden filizi kimyası, alçalan su kaynaklı (süpergen) değişiklikleri, uranyum/yavru dengesizliği ve yeraltı suları ile toprak jeokimyasının bağımsız kanıtları tarafından teyit edilen bu izotoplar arasındaki açık sistem davranışını göstermekle kalmayıp, aynı zamanda görünür “izokronlar” ve çıkarılan “yaşlar” da her durumda jeolojik olarak anlamsızdır. Bu nedenle “yaş” tayin etmek amacıyla U-Th-Pb izotop sistemini yorumlamak için kullanılan varsayımlardan hiçbiri geçerli olamaz… Bu sebeple, yaratılışçıların, U-Th-Pb radyometrik “yaş tayininin” dünyanın ve sözde jeolojik sütunu tabakalarının ve fosillerinin yaşlılığını “kanıtladığı” iddialarından gözlerinin korkmasına gerek yoktur.2

Yukarıdaki deliller, özellikle Ra ve Rn ara yavru ürünleri de dâhil olmak üzere U/Pb sisteminde yer alan elementlerin tekrar eden büyük ölçekli göçleri ile, bu sistemin çok açık olduğunu ve bu nedenle yaş tayini için seçilen herhangi bir uranyum cevheri parçasının kesin durumundan/tarihinden emin olmanın imkansız olduğunu kesin olarak göstermektedir. Jeokronoloji ile uğraşanlar, yaş tayini için uranyum cevherinin tanelerini seçerken akla gelebilecek her önlemi almalarına rağmen, yukarıdaki ispat ışığında hiç kimse ölçüm yaptığı U ve Pb’nin “orijinal” olduğundan, aynı zamanda gözlemlenen ve ölçülen apaçık element hareketlerinden de etkilenmemiş olduğundan emin olamayacaklardır. Yaşı tayin edilen bu uranyum cevherinin taneleri, her zaman kristal kafesleri içerisinde ve mikroskobik galena arakatkıları olarak Pb bulundurmuş oldukları için bütün Pb’nin U radyoaktif bozunumu tarafından oluşturulduğundan emin olmak imkânsızdır. Ayrıca, uranyum cevherinin taneleri tekbiçimli bileşimlere sahip değildirler ve dolayısıyla herhangi bir tanenin kısımlarının “yaş tayini” geniş ölçüde farklı U/Pb oranları ve de dolayısıyla o tek tane içerisinde değişen “yaşlar” verme eğiliminde olacaktır. Bu verilerin ve neticelerin mantıksal bir uzanımı da diğerlerininki gibi U/Pb oranlarının maden filizinin yaşı ile hiçbir ilgisinin olmayabileceğini önermektedir. Genelde kabul gören yaş tayini sonuçları akla uygun gözüküyor olsalar da kanıtlar açıkça göstermektedir ki bu yaşlar anlamsızdır.3

Benim sorum şudur: Eğer gözle tespit edilemeyecek bir sızdırma ve kirlenme meydana gelebiliyorsa, numuneyi muayene eden kişinin, olması gerektiğini düşündüğü tarih sonuçları ile bağdaşan sonuçlar veren diğer temiz gözüken numunelerde, bunların meydana gelmediğinden nasıl emin olabiliriz?4

İkinci Varsayım

Radyoizotop yaş tayininin ikinci varsayımı büyük bir zaaftır. Bu varsayım başlangıçtaki çeşitli izotopların ve özellikle yavru elementin miktarlarını ele almaktadır. Eğer başlangıçta yavru element bulunuyorsa, kaya yeni oluşmuş olsa da yaşlı görünecektir. Kaya yüzeysel bir geçmişi gösterecektir.

Bugünlerde yaş tayinine uygun kayalar oluşmakta olduğu için, aslında bu varsayımın güvenilirliği denetlenebilir. Mesela, yanardağdan yakın zamanlarda çıkan kaya örneklerini toplayıp ölçebiliriz. Yaş tayin yöntemi doğru ise, yaşları ya sıfır civarında ya da ölçülemeyecek kadar genç olmalıdır. Bilimsel yayınlarda, yaşları bilinen kayaların yaş tayin sonuçları sıkça bildirilmiştir. Hemen hemen her zaman bu genç lavların laboratuvardan çıkan yaş sonuçları, tahmin edeceğimiz gibi sıfır civarında çıkması gerekirken bu yaşlar çok yüksek çıkmaktadır.

Sizlere bu konuyla ilgili birkaç örnek vermek istiyorum. Kuzey Arizona’daki Sunset Crater’in yakın zamanlarda yanardağ püskürtmeleriyle oluştuğu bilinmektedir. Önce sıvı lavları, sonra közleri püskürten, bu yörenin en son yanardağının patlamasıyla oluşan kayalar ile bağlantılı Kızılderili eserler ve kalıntılar bulunmuştur. Yerleşik halktan az bir kişi volkandan hayatını kaybederken köyleri ve tarımsal merkezleri lav altında kalmıştır. Kızılderililer aceleyle daha emniyetli bir yere taşınmış ve yaklaşık 940 yıl önce gerçekleşen bu yanardağın öyküsünü korumuşlardır. Ağaç halkası yaş tayininin güvenilir sonuçlarına göre, bu volkan yaklaşık İ.S. 1065 yılında patlamıştır. Bu tarihsel zamanı radyoizotop tarihiyle karşılaştırmak eğitici olacaktır.5

Bu lav akışlarının iki tanesinin yaşı potasyum argon metodu ile hesaplanmıştır. Lav yaşları 210.000 ve 230.000 yıl çıkınca herkes şaşırmıştır.6 Bunu açıklamak için, fazla argonun bulunmasından dolayı, yaşın gereğinden fazla büyük çıktığı söylenmiştir. Kayaların o kadar yaşlı olmadıklarını biliyoruz, ancak öyle gibi görünüyorlar. Argon-40’ın miktarı beklenen miktardan fazla çıktığı doğrudur, ama bu geçerli bir açıklama sayılmaz.

Başka bir örneğe bakalım. Queensland, Avustralya’daki bir kömür madeninde madencilerin hava alabilmeleri için dikey bir havalandırma deliği delinmesi gerekiyordu. Delme işlemi yapılırken matkap ilk önce bir bazalt tabakaya, onun altında da fosilleşmemiş ahşap parçalarına rastlamıştır. Birçok karbon yaş tayini, ahşabın “yaşı”nı 30.000 ile 45.000 yıl arasına koymuştur. Bazalt ise, potasyum-argon yöntem ile 39-58 milyon yaşında çıkmıştır!7 Bu yöntemler kaliteli sonuçları elde edebilmek için tasarlanmıştır, ama birbiriyle çelişen bu yaşlar ortada bir yanılmanın olduğuna tanıklık etmektedir.

Dr. Snelling, Avustralya’nın komşusu olan Yeni Zelanda’da bulunan Ngauruhoe Dağından çıkan volkanik kayaların yaşlarını ölçtürmüştür. Yanardağ son yıllarda birkaç kez kayaları püskürmüştür ve bu kayalar toplanıp çeşitli yaş tayin yöntemleriyle incelenmiştir. K-Ar yaş sonuçları 270.000 ile 3,5 milyon yıl arasında çıkarken, Rb-Sr izokron yaşı 133 milyondan fazla ve kurşun-kurşun oran yöntemiyle bu yaş 3,9 milyar çıkmıştır!8 Tüm bu sonuçlar altmış yaşından genç olan kayalardan çıkmıştır. Bu sonuçlara göre radyoizotop yaş sonuçları güvenimizi hak ediyorlar mı?


Grafik:

Genç Yanardağların Yerleri ve “Yaşları”9

Yer

Bilinen Yaş

Hesaplanan Yaş

Hualalai

200 yıl

1,6 milyon yıl

Mt. Etna

2100 yıl

250.000 yıl

Mt. Etna

29 yıl

350.000 yıl

Mt. Lassen

85 yıl

110.000 yıl

Sunset Crater

950 yıl

270.000 yıl

Kilauea

<200 yıl

21 milyon yıl

Kilauea

<1000 yıl

43 milyon yıl

Kilauea

<1000 yıl

30 milyon yıl

Kilauea İki bazaltı

40 yıl

8,5 milyon yıl

Mt. Stromboli

38 yıl

2,4 milyon yıl

Hualalai

200 yıl

22,8 milyon yıl

Rangitoto

<800 yıl

150.000 yıl

Mt. Erebus

17 yıl

640.000 yıl

Mt. Etna bazaltı

37 yıl

700.000 yıl

Medicine Gölü obsidiyeni

<500 yıl

12,6 milyon yıl



Grafik:

Radyoizotop Yaş Tayininin Varsayımları

Ebeveyn ve oğul elementlerde kayıp veya artış olmamıştır (sistem kapalıdır).

Oğul elementin başlangıçtaki miktarı bilinmektedir.

Bozunma hızı sabittir.


Üçüncü Varsayım

Üçüncü varsayım ebeveyn elementin oğul elemente bozunma hızı ile ilgilidir. Biz bu bozunma hızını ancak son yüz yılda ölçmekte olduğumuza göre, bu hızın milyarlarca yıl hiç değişmediğini varsaymak bilimsel açıdan mantıklı mıdır? Kuşkusuz bu hız, onu ince bir şekilde ölçebilme olanaklarının başladığı 1900’ün erken yıllarından itibaren değişmemiştir. Bilim insanları, doğada olabilecek bir sürü koşul ele alarak birçok deneyde bozunma hızlarını zorla değiştirmeye çalışmıştır, ancak hızlar çok küçük bir orandan fazla değişmemiştir. Ancak uranyum-238’in kurşun-206’a bozunma hızı oldukça yavaş olup yarı ömrü 4,51 milyar yıl olduğuna göre, bu hızın varsayılan milyarlarca yıllık bir geçmiş boyunca sabit kaldığından emin olabilir miyiz?

İlk yıllarda yaratılışçılar, bozunma hızlarının sabit olup olmadığını ciddi bir şekilde sorgulamadılar. Birkaç yaratılış yanlısı olan kuramcı, araştırmaları yönlendiren iyi gözlemsel veriler ve Kutsal Kitap’taki ipucular ile değişen bozunma hızları hakkında tahminlerde bulunmuştur. Değişen hızlar büyük olasılıkla Kutsal Kitap’ta sıkça söz edilen, yaratılış haftasında gerçekleşen, gökleri “geren” ya da “yayan” Tanrı’nın işiyle ve belki de Tufan zamanında da olmuş olabilir. Yaratılış yanlısı olmayanlar da bu konuda bazı tahminlerde bulunmuştur. RATE araştırması (1997-2005), durumu tamamen değiştirmiştir. Araştırma sona ermeden, geçmiş zamanda bozunma hızının daha hızlı olduğuna işaret eden en az üç çeşit delil ortaya çıkmış, bu değişimin fiziksel doğası hakkında tahminlerde de bulunmuştur. Bu delil çeşidinin birisi oldukça ilginçtir.10

RATE ekibi, radyoizotop bozunmanın gerçekten bol miktarda oluştuğunu doğruladıktan sonra, dikkatlerini bu bozunmanın ne zaman oluştuğu sorusuna verdiler. Projelerden biri, henüz çözülememiş bir sırrın derinlemesine araştırılması ile ilgili idi. 1980 yıllarında, çok derinlere gömülmüş (yani, yaşlı) granit kayaç içinde bulunan minicik zirkon kristalleri içinde yüksek miktarda helyum bulunmuştur. Bu zirkon önemli miktarda uranyum da içeriyordu. Söz konusu granit New Mexico eyaletinde neredeyse 5 km derinliğinde kazılan bir delikten çıkarılmıştır. Uranyum, alfa bozunum sürecinde, özünde bir helyum çekirdeği ile eşit olan iki pozitif yüklü protondan ve iki nötrondan oluşan bir alfa parçacığı yaymaktadır. Parçacık, etrafındaki kayaca geçince iki tane negatif yüklü elektronu alıp bir helyum atomuna dönüşür. Etrafındaki madde çoğunlukla biyotit denen siyah, yapraksı bir mineral olan mikadır. Çok küçük olan helyum atomu, asal gaz olduğu için kimyasal tepkimeye girmez ve diğer atomlarla birleşmez. Helyumun küçüklüğü ve tepkisiz niteliği ile sahip olduğu (yeraltındaki konumun sıcaklığından daha da fazla olan) yüksek enerjisi, kendisinin kristal ağından zamanla çıkıp etrafındaki biotite ve çevresindeki kayaca geçişmesini sağlamaktadır. Ağ içinde sıkışmış halde bulunan uranyum bozunarak devamlı helyum üretir; helyum da geçişmeye başlar. Zaman yeterli olduğunda, üretim oranıyla geçişme oranı da eşit olmalıdır.

Önceki araştırmacılar bu kristallerdeki uranyum ve kurşun miktarlarını ölçerek, bugünkü bozunma oranlarına göre bu kayacın standart uranyum-kurşun yaşını yaklaşık 1,5 milyar yıl olarak bulmuşlardır. Mevcut olan uranyum ve kurşun miktarları ölçüldüğü için bugünkü bozunma oranlarına göre, bu kadar zaman içerisinde ne kadar helyumun da üretilmesi gerektiği biliniyordu. Ama araştırıldığında, granit çok fazla, tüm üretilen helyum miktarının yüzde 80’i kadar helyum içeriyordu. Çok az miktarda helyum hareketi olmuştur. Helyum, özellikle bulunduğu yerdeki daha yüksek sıcaklıklarda, çoğu katı maddelerden kolayca geçtiği için, RATE ekibi bu kadar çok helyumunun kristalden geçişmemesinin, 1,5 milyar yıldan çok daha az bir zaman içerisinde, yani yakın zamanlarda, bolca nükleer bozunmanın oluştuğunu güçlü bir şekilde gösterdiğini anlamıştır.11 Yoksa çok daha fazla helyum dışarıya hareket ederdi.

RATE ekibi, deneysel olarak bu kristallerden helyumun hareket etme (difüzyon) hızını ölçüp, bu hızın 6.000 ± 2.000 yıllık bir helyum difüzyon yaşını desteklediğini bulmuşlardır. Böylece, (bugünkü bozunma oranlarına göre) 1,5 milyar yıllık bozunma ancak son birkaç bin yılda gerçekleşmiştir. Veriler kısa bir süre önce bozunmanın aşırı bir artış yaşamış olmasını gerektiriyor gibi gözükmektedir. Bu duruma göre bozunma hızlarının değişmez olduğu varsayımı yanlıştır.


Resim: Lavların yeryüzüne çıktığı volkanik patlama


Yaratılışçı bir görüşe göre, aşırı bozunma artışları Kutsal Kitap’ın olağanüstü süreçlerin doğal süreçleri etkileyebildiğini işaret ettiği zamanlarda (dünyanın yaratılışı, Lanet ve/veya Nuh’un zamanındaki Büyük Tufan’da) gerçekleşmiş olabilir. Doğal süreçler tarih boyunca ve hala doğa yasalarına göre işlerler. Ama Kutsal Kitap’ın söz ettiği olağanüstü zamanlarda acaba bu süreç yine aynı şekilde mi işlemiştir? Yaratılış yanlıları olarak, tam anlamadığımız şeyleri açıklayabilmek için, Kutsal Kitap’ın öyle işaret ettiği durumlar dışında, mucizevi müdahalelere başvurmamalıyız. Ama Kutsal Kitap özel olayların gerçekleştiğini söylediğinde olağanüstü etkenlere bakmamız yerindedir. O özel zamanlarda Tanrı şimdilerde artık kullanmadığı faklı “yasaları” kullanmış olabilir. Ya da bildiğimiz yasaların o özel zamanlarda hiç görmediğimiz hızlarda, oranlarda ve şiddetlerde sürme ihtimali vardır. Radyoizotop bozunum hızı, geçmiş zamanda gerçekleşen bazı etkenlerden dolayı değişmiş gibi görünmektedir. İlerdeki sayfalarda bu düşünce başka RATE deneyleri ile doğrulanacaktır.

Gördüğümüz gibi, sistemin kapalı olduğunu farz eden birinci varsayım sorunlarla doludur. Çünkü bu varsayım, yerkabuğunda kayaçları çevresel etkenlere maruz bırakan şeylerin hiçbir zaman meydana gelmediği tekbiçimci düşünceyi barındırmaktadır. Ama Nuh Tufanı zamanında yerkabuğu o kadar çok kargaşaya uğramış olabilir ki, bu kargaşadan dolayı kirlenme ve sızdırma olaylarının yaygın olması hiç şaşırtıcı olmaz. Bu ilk varsayım akla uygun mudur? Nuh zamanındaki tufan gibi büyük afetlerin tarihte yaşanmadığını varsaymak doğru mudur? Varlıkları tüm jeologlar tarafından artık kabul edilen yerel afetler bile, söz konusu yerlerin jeolojik süreçlerin tekbiçimliliği bozardı.

Sürecin başlangıcındaki izotop miktarlarıyla ilgili ikinci varsayım, denetlendiği zaman güvenilmez ve geçersiz çıkmaktadır. Bu varsayım sınıfta kalır çünkü hemen, hemen tüm genç kayaların radyoizotop sonuçları yaşlı çıkmaktadır. Varsayımın denetlenemez olduğu durumlarda, bu varsayıma güvenmek ne büyük cesaret! Üstelik bu varsayım, özünde yaratılış olanağını yadsımaktadır. Bu da bilgimizin ötesine geçmek, Tanrı’yı insan tecrübesi ile sınırlandırmaya çalışmaktır.


Grafik:


Yaşı Bilinen Kaya

Yaşı Bilinmeyen Kaya

Radyoizotop Yaş Tayini
Güvenilmezdir

Radyoizotop Yaş Tayini
Güvenilir Sayılmaktadır


Yaratılışı Yadsımak

İkinci varsayımın yaratılış olanağını nasıl yadsıdığını gösteren bir örneğe bakalım. Kutsal Kitap diyor ki, birinci yaratılış gününde, “Tanrı göğü ve yeri yarattı” (Yaratılış 1:1). Üçüncü yaratılış gününde dünya çapındaki okyanustan kıtalar çıkartıldı (1:9). Tanrı tarafından doğrudan yaratılan ya da kullandığı erken süreçlerle hızlı oluşan kayalar mutlaka bu süre içerisinde oluşmuştur.

Eğer bir bilim insanı sekizinci günde bu yeni yaratılan kayadan bir numune alabilseydi, kaya aslında sadece birkaç günlük olurdu. Kaya, bir laboratuara götürülüp yukarıdaki varsayımlara göre bu kayaya yaş tayini yapılsaydı, ne kadar yaşlı görünürdü? Bu soruyu şu şekillerde de sorabiliriz: Tanrı, dünyayı yaratınca, hiç kurşun-206 atomu bulunuyor muydu? Ya da, kurşun oranı yüksek miydi? Mineraller içinde hangi süreçler işliyordu ve hangi hızda meydana geliyordu? Kayalar ilk ortaya çıktığında izotopik seviyeler sabit mi kaldılar? Eğer sabit kaldılarsa, ne kadar süre sabit kaldılar? İzotoplar ne zaman bozunmaya başlamışlardır? Kesin olarak biliyoruz ki, bir insan kurşun-206’nın, yalnız uranyumdan bozunum sayesinde oluştuğunu ve bu bozunum hızının hep bugünkü hız seviyesinde sürdüğünü varsayarsa, bu kaya yüzeysel bir geçmişi en başından beri taşıyabilir. Böyle algılanan bir geçmiş, tarihsel bir gerçek değil, ancak insanın sınırlı tecrübesi ve gözlemi sonucu ortaya çıkan bir yorumdur.

Kutsal Kitap, yaratılış süresinin sonunda her şeyin “çok iyi” olduğunu söylemektedir. Acaba bu süre içerisinde kurşun atomları var mıydı? Muhtemelen. Kurşunun izotoplu türleri aslında epey faydalıdır. Dahası, ancak son yıllarda faydalı sayılan uranyuma nazaran, kurşunun antik ve modern medeniyetlere çok daha fazla faydası olmuştur. Dünyanın iyi olması kuşkusuz kurşun, muhtemelen de kurşun izotoplarının da bulunmasını gerektiriyordu. Yeni yaratılmış olmalarına rağmen, bu kayaların yaşını tayin etmek için bu şüpheli varsayımlar kullanıldığında, kayalar sanırsam yaşlı görüneceklerdi.

Bazı insanların ileri sürdüğü gibi, bu durum Tanrı’nın bizi kandırdığı anlamına gelmez. İzotop dizilimi ile ilgili yanlış yorumlarımızın tersine, Kutsal Kitap, yaratılış olayının yalnız birkaç bin yıl önce gerçekleştiği konusunda yeterince açıktır. Daha önce belirtildiği gibi, eğer dünya gerçekten çok yaşlı ise, o zaman Tanrı bizi kandırmıştır. Çünkü kendi vahyi dünyanın genç olduğunu açıkça öğretmektedir! O’nun vahiy edilmiş Sözü de kayalardan daha belirgin bilgi vermektedir. Unutmayın ki, radyoizotop yaş tayin yöntemi, yavru izotopların birçoğunun veya hepsinin ebeveyn elementin bozunmasından kaynaklandığını varsayarak Tanrı’nın çeşitli izotopları yaratabilme gücünü yadsımaktadır. Bu da, gerçeği inkâr ettiği için ancak yanılmaya varabilmektedir.

Dördüncü Varsayım

Yaş tayin yöntemini tamamen gölgeleyen başka bir varsayım daha vardır. Bu varsayımda, dünyanın yaşının en az bugünkü bir numunede bulunan radyojenik kuşunun, bugünkü uranyum bozunma hızlarında bozunabilmesi için gereken zaman kadar büyük olduğunu varsayılmaktadır. Eğer dünyanın yaşlı olduğunu bilseydik, radyoizotop yaş tayini belki dünyanın yaşının tam olarak ne kadar olduğu konusunda bize yardım edebilirdi. Ama yaşlı- ile genç-yeryüzü görüşlerinin hangisinin doğru olduğunu seçmemizde faydasızdır. Yaş tayini zaten yaşlı bir dünyayı varsayar.

Özet olarak, radyoizotop yaş tayini kavramı tekbiçimliliği, yerkabuğunu küresel olarak değiştiren hiçbir afetin yaşanmadığını, Tanrısal bir yaratılışın olmadığını ve dünyanın yaşlı olduğunu varsayar.

Tüm bu varsayımlar kuşkulu ve Kutsal Kitap’a göre yanlış olduklarına göre, bu varsayımlardan çıkan sonuçların faydasız olması hiç şaşırtıcı değildir. Laboratuardan çoğu zaman garip sonuçlar çıkar. Ne beklentilere, ne birbirine, ne kaya yanlarındaki fosil yaşlarına, ne de stratigrafik analize uymaktadırlar. Radyoizotop yaş tayin yanlıları bile bu sonuçları sıkça faydasız oldukları için çöpe atarlar.


Resim: Büyük Kanyon’daki tabakalaşma


Büyük Kanyon’un Yaş Tayini

İlk olarak bütün bilim insanları için, özellikle de Institute for Creation Research’de (Yaratılış Araştırmaları Enstitüsü) olanlarımızın ilgilendiği bir alandan bir örnek vereyim: Büyük Kanyon.12

Büyük Kanyon’daki en dikkat çeken ve çok ünlü olan tabakalar yatay, fosil taşıyan tortulu tabakalardır. Daha önceki bir kaynakta aşınmış olan maddelerden oluşan bu tabakalar kirlenmiştir ve tarihleri radyoizotop yöntemlerle saptanamaz.

Ama sadece uranyum/kurşun yöntemi değil, aynı zamanda potasyum/argon, rubidyum/stronsiyum, samaryum/ neodimiyum ve bağlantılı başka tekniklerinde dahil olduğu radyoizotop teknikleri ailesi tarafından tarihleri potansiyel olarak saptanabilecek birkaç volkanik tabaka vardır.

Büyük Kanyon’da bulunan özellikle üç kaya tabakasının tarihi saptanabilir; zaten bu yöntemlerle geniş ölçüde saptanmıştır ve biz de özellikle bunlara ağırlık vereceğiz. Bunlardan biri, kanyondaki en eski kayalar arasında olduğu düşünülen bir bazaltik lav tabakası dizisi olan Cardenas Bazaltları’dır. Bu bazalt, evrimci düşünceye göre yaklaşık 550 milyon yıllık olduğu varsayılan Kambriyen dönemine ait fosil taşıyan Tapeats Kumtaşı’nın altında stratigrafik olarak yatan Prekambriyen sistemine atfedilmiştir. Cardenas Bazalt tabakaları daha da eskidir.

Kanyonun yukarısındaki platodaki volkanlar, çok daha genç bir bazaltik lav takımını ortaya çıkartmıştır. Tekbiçimciler, lav kanyon duvarlarından aşağı aktığı ve hatta nehri de bir süre boyunca tıkadığı için kanyonun bütününün, geçtiğimiz bir milyon yıl kadar süre içinde hızla hareket eden su tarafından güçlü bir şekilde aşındığı ve bu volkanların kanyon oyulduktan sonra patladığı sonucuna varmıştır. Kızılderililer büyük bir olasılıkla geçtiğimiz birkaç bin yıl içinde bu patlamalardan bazılarına tanık olmuşlardı. Bütün diğer kaya ünitelerinin üzerinde olan bu lav kayaları diğerlerine göre daha gençtir. Ancak bu kayalar ne kadar daha gençtir ve de bu kayalar kaç yaşındadır?

Buna ek olarak erimiş maddelerden oluşmuş setler ve damar katmanları, yerin altındaki tabakaların arasındaki dikey ve yatay çatlaklara ya da kayaların kendilerine sıkışmışlardır (ya da itilmişlerdir). Bazaltın tabakaların arasına girmiş olan eşdeğerli bu setler ve damar katmanları da en azından teorik olarak tarihlendirilebilirler. Belli ki, giren madde, içine girdiği kayadan daha genç olmalıdır. Ama yine de bu madde, kayadan ne kadar daha gençtir ve kaç yaşındadır?

Bunların hepsi çok iyi araştırılmış ve sonuçları jeolojik literatürde yayınlanmıştır. Buna ek olarak, RATE ekibi araştırmalarını genişletmenin yanı sıra, orijinal sonuçları yeniden oluşturmak için taze örnekler toplamıştır. Her araştırmada, daha önce ele alınan (tartışılabilir) varsayımları kullanarak kabul edilen radyoizotop yöntemler uygulanmıştır. Bu sayede bu geniş araştırma, iyi bir deney olasılığı sağlamaktadır. Radyoizotop yöntemler kayaların yaşlarını doğru bir şekilde belirler mi?


Resim: Cardenas Bazaltı ve Colorado Nehri


Cardenas Bazaltı

Genelde derinlere gömülü olan Cardenas Bazaltları, ilk olarak 1972’de bu tür kayalar için doğru sayılan potasyum-argon (K-Ar) yöntemiyle tarihlendirilmiştir.13 Son zamanlarda düzeltilen değerleri bozunma sabitleri yerine kullanarak, yayınlanmış olan izotopik sıralama, kayaların yaşını 853 ± 15 milyon yıl hesaplamakta kullanılmıştı. Daha sonraki bir araştırma 820 ± 20 yıl ve 800 ± 20 milyon yıl,14 daha da ileri araştırmalar 791 ± 20 yıl ve 843 ± 34 milyon yıl sonucunu vermiştir15 Böylece, belirsizlikler dahil gerçek yaşı, 771 ila 877 milyon yıl arasına koymuştur. Bu testlerin her birinde, her kayanın sadece tek bir izotop analizi elde edilmiştir. Sonuçlardan model yaşları olarak söz edilmiştir. Model yaşı etütlerindeki sonuçlar, farklı bir radyoizotop yöntemini kullanılarak elde edilen diğer analizlerle ve hatta aynı kayanın farklı bir örneği üzerinde yapılan aynı test sonuçlarıyla bile uyuşmaz olduğundan sık sık çelişkili olarak kabul edilmiştir. Başka zamanlarda elde edilen izotop tarihleri, stratigrafik ya da fosil üzerinde yapılan çalışmalar sonucu elde edilen tarihlerle uyuşmadığı için çelişkilidir. Bir tarih diğerlerine uymazsa çoğu zaman atılır ve hiç yayınlanmaz.

Son yıllarda, hem kayanın tamamının yapısındaki çeşitliliğin hem de model yaş yönteminin kendisinde var olan belirsiz varsayımların etkilerini azaltmak için çaba harcanmıştır. Ayrıca yaşın dağınık tahminlerini daha çok güvenilir olacak tek bir rakama indirgemek için çabalarda da bulunulmuştur. Böylece, hepsi aynı jeolojik üniteden olan kayalar ve minerallerin çeşitli örneklerinin çoklu analizlerini temel alan izokron tekniği geliştirilmiştir. Teorik olarak, bu yöntem, ünitenin sadece gerçek yaşını vermekle kalmaz, aynı zamanda baştan var olan yavru maddenin miktarını da belirler. Çeşitli veri noktalarının grafikleri düz bir çizgide çizildiğinde sonuç geçerli sayılır. Çizginin eğiminin yaşı, kestiği noktanın da başlangıçtaki yavru miktarını verdiği varsayılır.

Verilen beş model yaş, şimdi bir izokron olarak yeniden formatlanabilmektedir. Bu yaşlar geçerli gibi görülerek grafiğe düz bir çizgi üzerinde çizilmişlerdir. Grafiği çizilen düz çizgi sadece 715 ± 33 milyon yıllık bir yaşı belirtmektedir ve çizginin ekseni kestiği yer de argon-40’ın başlangıçtaki miktarının bulunmasına izin verir. Model yaşların, başlangıçta hiç argon var olmadığı varsayımını kullanarak hesaplandığını unutmayın. Ama daha yeni ve daha çok güvenilen izokron yöntemi, daha önce çok daha eski tarihler kabul edildiği halde bu varsayımın hatalı olduğunu ortaya koymuştur. Başlangıçta biraz yavru bulunmaktaydı.


Resim:

Volkanik giriş. Yükselen magmanın (erimiş kayanın) var olan kayaya girdiği zaman oluşanlardan bir kesit. Sağ üstten sağa doğru: magma bir naklediciden yüzeye lav olarak patladığında oluşan bir volkan; yükselen magma, var olan kayanın yerini aldığında ya da onu kenara ittiğinde oluşan bir stok ya da dipsiz kayaç; var olan kaya tabakalarını kesen iç içe dikey girişler olan yuvarlak setler; var olan tabakaların arasında yer alan damar katmanları ve yüzlerce kilometre devam edebilen bir başka dikey giriş olan radyal setler. Altta bir magma ocağı bulunmaktadır.





Kaya Ünitesi



Yer



Geleneksel

Yaş

RATE Yaş Sonuçları (Milyon Yıl)

Model Yaşları

Tüm Kaya İzokron Yaşları

K-Ar

Asgari Azami

K-Ar

Rb-Sr

Sm-Nd

Pb-Pb

Yakın Zaman









Ngauruhoe Dağ
Andezit

Yeni Zelanda

1949, 1954,

1975

tarihlerinden

<0,27

3,5±0,2

-

133±87 (7)

197±160(5)

3.908±390(7)

Uinkaret Platosu
Bazalt

Batı Büyük Kanyon, AZ

<1,16±0,18

1,19±0.18

20,7±1.3

-

1.143± 220(7)

916±570(6)

-

Mezozoik









Somerset Dam
Gabro

Queensland, Avustralya

216±4
225±2,3

182,7±9

252,8±9

174±81(15)

393± 170(14)

259±76(13)

1.425±1.000(13)

Prekambriyen









Cardenas
Bazalt

Doğu Büyük Kanyon, AZ

1.103±66

577±12

1.013±37

516±30(14)

892± 82(22)

1.588±170(8)

1.385± 950(4)

Bass Rapids
Diyabaz Damar
Katmanı

Büyük Kanyon, AZ

1.070±30

656±15

1.053±24

841,5±164

1.007± 79(7)
1.055± 46(11)
1.060± 24(7)
1.075± 34(12)

1.330±360(9)
1.336±380(7)
1.379±140(7)

1.250± 130(11)
1.327± 230(6)
1.584± 420(10)

Apache Group
Bazalt

Orta AZ

1.100

513±13

968,9±25

-

2.295± 300(5)

-

1.304± 69(18)

Apache Group
Diyabaz Damar
Katmanı

Orta AZ

1.120±10
1.140±40

267,5±14

855,8±17

-

2.067± 380(16)

-

1.142± 98(19)
1.146± 59(18)

Brahma
Amfibolit

Büyük Kanyon, AZ

1.740-1.750

405,1±10

2.574.2±73

-

840± 86(25)
1.240± 84(19)

1.655±40(21)
1.678±60(24)

1.864± 78(27)
1.883± 53(20)

Elves Chasm
Granodiorit

Büyük Kanyon, AZ

1,840±1

-

-

-

1.512± 140(7)

1.664±200(7)

1.933± 220(7)

Beartooth
Amfibolit

Kuzeydoğu WY

2.790±35

1.520±31

2.620±53

-

2.515±110(5)

2.886±190(4)

2.689,4±8,6(5)



Bu kaya türü için daha doğru belirlemelerin, son yıllarda epey popüler bir hale gelen rubidyum-stronsiyum izokron yöntemi kullanarak bulunduğu düşünülmektedir. Aynı bazalt katmanından toplanan altı numune,16 1,07 ± 0,07 milyar yıllık bir izokron tarihi vermiştir, bu da her ikisinin de düz çizgiler üzerinde grafiği çizildiği halde, daha önce kabul edilmiş olan 715 milyon yıllık K-Ar izokronundan çok daha ileri bir yaştır.17 Açıkça görülüyor ki, ikisi birden doğru olamaz. Jeoloji topluluğu şimdi genel olarak Rb-Sr izokronunu doğru olarak kabul etmiş ve daha genç K-Ar yaşlarına suni izokron adını vererek onu reddetmiştir.

RATE bilim insanları faaliyetlere katıldıklarında, bu konudaki anlayışımıza epey katkıda bulundular. O zamanlarda kabul edilen yaş, yayınlanmış bir Rb-Sr izokronunu temel alarak 1.103 ± 66 milyon yıldı.18 Buna karşın, bütün-kaya izokron analizleri çeşitli yöntemlerle 516 ± 30 milyon yıl ila 1.588 ± 170 milyon yıl arasında değiştiği halde, K-Ar’dan modeller, 577 ± 12 milyon yıl ila 1.013 ± 12 milyon yıl arasında değişen bir yaş sonucunu vermiştir.19 Her yöntem farklı bir yaş ortaya çıkartmıştır. Bunlar aşağıdan yukarıya doğru şöyledir: K-Ar en az suni yaşı ortaya çıkarır, bundan sonra Rd-Sr gelir ve sonra da Sm-Nd ve Pb-Pb en yüksekleridir.


Diyabaz Damar Katmanları ve Setler

Aynı sonuç dağılımı sık sık görülebilir. Doğru bir şekilde elenip hazırlanan bir kaya, çoklu testlere tabi tutulduğunda yaşı tayin etme sonuçları ender olarak uyuşmaktadır. RATE ekibi sadece tutarsız sonuçları belgelemekle kalmamış, aynı zamanda bunların altında yatan kalıbı ve nedeni de bulmaya çalışmıştır. Setler ve damar katmanları ile ilgili olarak, onların girmiş oldukları kayalardan daha genç olmaları gerektiği akılda tutulmalıdır. Giriş süreci çabucak gerçekleşmiş ve erimiş magmayı iyice karıştırmıştır. Bu yüzden, bütün kayalar için elde edilen yaşların, izokronların yanı sıra tek tek minerallerden elde edilen yaşlarla da uyuşması gerekir.

Bass Rapids Damar Katmanı, Büyük Kanyon köyünün batısındaki nehir boyunca yeryüzüne çıkmaktadır. RATE tek tek minerallerin yanı sıra bütün-kaya araştırmalarından hem model hem de izokron yaşlarını elde etmiştir ki bu da yeryüzüne çıkmış herhangi bir katmandan ender olarak elde edilen geniş bir bilgidir. Tahmin edilebileceği üzere, sonuçlar uyumsuz ve sık sık da anlamsızdı. K-Ar model tarihleri 656 ± 15 milyon yıl ila 1053 ± 24 milyon yıl arasında değişiyordu. K-Ar, Rb-Sr, Sm-Nd ve Pb-Pb dahil olmak üzere çeşitli elementler kullanılarak çoklu izokronların grafikleri çiziliyor ve bunlar da görünüşte güvenilir tarihleri belirten düz çizgi grafikleri sonuçlarını veriyordu. Her tekniğin sonuçları kendi içinde kabul edilebilir derecede tutarlı ancak diğer tekniklerle tutarsızdı. Daha önceki sıralamada olduğu üzere sonuçlar mutlak değerlerle, 841,5 ± 164 milyon yıl (K-Ar) ila 1.379 ± 140 milyon yıl arasında (Sm-Nd) farklılık gösteriyordu. Elementin daha uzun yarı ömrünü kullanan yöntemin her seferinde daha büyük bir yaş vermesi ilginçtir.20

Bütün sonuçlar bir önceki sayfadaki çizelgede listelenmiştir. Institute for Creation Research bilim insanlarının Büyük Kanyon kayaları üzerinde diğer herkesten daha çok radyoizotop yaşı tayin etmiş olması mümkündür.

RATE, Wyoming’de bulunan Beartooth Dağları’ndaki kayalar üzerinde de benzer bir araştırma yürütmüştür. Aynı üç farklı yöntem kullanılarak metamorfik bir kaya olan bir tek amfibolit örneğinden, üç uyumsuz mineral izokron yaşı elde edilmiş ve sonuçlar yine aynı sıralamada olmuştur. Her radyoizotop çiftinin, bütün kaya ve tek tek mineral arasında içsel olarak uyumlu yaşlar verdiği görünmektedir.21 Bu, savunucuları tarafından, doğru sonuçları gösterir olarak algılanmıştır ancak “doğru” yöntemler birbirleriyle uyuşmamaktadır. RATE ekibi, çürüme oranlarının geçmişte gerçekten de değişmiş olduğu ama her sabit olmayan izotop için farklı bir biçimde değişmiş olduğu olasılığını önermiştir.


Resim:


Bazaltik Kayaç Tabakası

altı K-Ar model yaşı….. 0,01 – 17 milyon yıl

beş Rb-Sr model yaşı….. 1.270 – 1.390 milyon yıl

bir Rb-Sr izokron yaşı….. 1.340 milyon yıl

bir Pb-Pb izokron yaşı….. 2.600 milyon yıl


Büyük Kanyon’dan bir kesit


Cardenas Bazalt (Kambriyen Öncesi)

beş K-Ar model yaşı…..791 – 853 milyon yıl

altı Rb-Sr model yaşı…..980 – 1.100 milyon yıl

bir Rb-Sr izokron yaşı….. 715 milyon yıl

bir Pb-Pb izokron yaşı….. 1.070 milyon yıl


Kanyon Ağzındaki Bazaltlar

Şimdi aynı yöntemleri, kanyonun ağzındaki yeni volkanik kayalara uyarlayalım. Bu plato bazaltlarının, çok taze görünüşlü olduklarını ve kanyonda bütün diğer kayaların üzerinde yatmakta olduklarını unutmayın. Hatta bazıları kanyon aşındıktan sonra patlamıştır. Kızılderililerin muhtemelen tanık olduğu bu olayla, bunlar rahatlıkla Büyük Kanyon’daki en yeni kaya üniteleridir.

Daha önce de belirtildiği üzere, bir K-Ar model yaşı 10 bin yıldır, ama aynı kayadan bir olivin mineralin yaşı 117 ± 3 milyon olarak tayin edilmiştir.22 (Bazıları bu mineralin, lav akışına daha sonra dahil olan daha eski bir tohumdan olduğunu ileri sürmüştür.) Yakınlardaki diğer numunelerin yaşları bu yöntemle 3,67; 2,63 ve 3,60 milyon olarak belirlenmiştir.23

RATE araştırmacısı Dr. Steve Austin, aynı bölgedeki yeni olduğu belli olan (Kuvaterner) lav akışından toparlanan beş numune üzerinde yaptığı Rb-Sr araştırmalarında 1.143 ± 0.22 milyar yaşında bir düz çizgi izokronu elde etti!24 Bu izokronun K-Ar tarihleriyle uyumsuz ve stratigrafik kontrolle uyumsuz olduğu açıktır ki bu da, kaya takımının bütününü birkaç milyon yıldan daha genç, daha büyük bir olasılıkla binli yılların alt sıralarında bir yaşta yapar.

Ayrıca, her iki kaya katmanı, eşit derecede iyi izokron grafik çizimleri oluşturduğu halde, bu lav akışlarının Cardenas Bazaltları’ndan daha yaşlı olması mümkün değildir. Evrimciler, izokron eğiminin gerçek zamanla hiçbir ilişkisi olmayan plato bazaltlarının Rb-Sr izokronuna suni bir izokron adını verirler. Stratigrafik olarak daha alttaki Cardenas Bazaltları için elde edilen (ve doğru kabul edilen) izokron da aynı şekilde suni olabilir mi? İnsanlar bunu nasıl bilebilir? Bu hangi yöntemlerle bilinebilir ki?

Kurşun izotoplarının oranlarından faydalanan bir teknik kullanıldığında, plato bazaltlarıyla ilgili sorunlar artmaktadır. Platonun her yerinden, oradaki çeşitli lav akışlarından elli beş örnek, analiz edilmiştir.25 Kurşun-kurşun sonuçlarının grafiği çizildiğinde 2.6 ± 0.21 milyar yıllık bir izokron yaşı ortaya çıkmıştır! Bu sayı en genç kaya takımı için verilmekte olduğu halde bu şimdiye kadar elde edilen en büyük sayıdır! Bu örnekler çeşitli kaynaklardan gelmiştir. Ama grafikleri, sonuçların kabul edilebilirliğini gösterdiği düşünülerek ve benzer zamanda oluştuklarına kanıt gösterilerek düz bir izokron çizgisinde çizilmiştir.. Dr. Austin bu trendi yeniden oluşturdu.26 Suni izokronların var olduğu kesindir ama ne bunlar, ne de kabul edilen izokronlar, söz konusu kayaların gerçek yaşını veriyor gibi görünmektedir.

Katman kolonunda daha aşağıda olan kayaların, genelde (ancak görmüş olduğumuz gibi her zaman değil) kolonun daha yükseklerinde bulunanlardan daha yaşlı tayin edildiği kabul edilmelidir. Sonuçlar seçilerek bildirildiği zaman bile gerçek yaşlar belirlenmemiştir. Ama hem yaratılışçılar, hem de evrimciler tarafından henüz tamamen anlaşılmayan bir şey vardır. Tekbiçimciler, yaşlı yeryüzü görüşlerini yerleşik kılma gayretlerinde, büyük yaşa kanıt olarak bu gizemli izotop sıralamalarını yanlış yorumlamaktadır. RATE bilim insanları bu konuya saldırdığında, genel olarak, bir alfa parçacığını çıkartarak çürüyen o izotopların (örneğin, U-Pb; Sm-Nd gibi) bir beta parçacığı (örneğin, K-Ar; Rb-Sr gibi) çıkartan o izotoplardan daha büyük yaşlar vermeye yatkın olduğunu görmüşlerdir. Ayrıca, daha ağır olanlar, yani daha çok atoma sahip olan o izotoplar da, daha hafif izotoplardan daha büyük yaşlar vermeye yatkındır. RATE’in örneğini izleyerek birçok yaratılışçı bu sorunu ele almaktadır ve yakında daha çok yanıt ortaya çıkabilir. Ancak o zamana dek Kutsal Kitap’a inanan Hristiyanlar’ın radyoizotop yaş tayin edilmesinden ötürü gözünün korkmaması gerektiği kesindir.


Meteorların/Yeryüzünün Yaşı

Yıllar boyunca, yeryüzünün yaşı hakkındaki tahminler önemli ölçüde farklılık göstermiştir. 1930’larda yeryüzünün yaklaşık 2 milyar yaşında olduğu “kanıtlanmıştı” ama radyoizotop teknikler kullanıldıkça bu yaş, geçtiğimiz yıllarda iki katından daha büyük bir artış göstermiştir. Şimdilerde yeryüzü için kabul edilen yaş yaklaşık 4,6 milyardır. Acaba bu sayı nereden gelmiştir? Belli ki bir tür radyoizotop tekniğinden gelmiştir ama bu teknik hangi kayanın yaşı tayin edilirken kullanılmıştır? Dünya’nın oluşumundan bugüne kadar acaba hangi kaya varlığını sürdürerek yeryüzünün yaşını bildirebilir?27

Yeryüzünün oluşması konusundaki teoriler farklılıklar gösterir ama (özel yaratılış hariç) hepsi, yeryüzünün ya oluşma sırasında ya da oluştuktan sonra, erimiş bir ateş topu olduğunu savunur. Eğer bu doğruysa dünyada hiçbir katı madde yoktu. O ilk günlerde var olan kayalar yoğun bir metamorfoz geçirmiş olurdu. Bu yüzden bu değişimden önceki herhangi bir şeyi ele alarak yapılan hiçbir yaş tayini çabası kesin bir yanıt veremez. Günümüzde bilinen en eski yeryüzü kayalarının yaşının 3,8 milyar kadar olduğu iddia edilmektedir. Öyleyse 4,6 milyar yaş nereden gelmiştir?

Yanıt; gökten düşen taşlar, yani meteorlardır. Genelde yaş kurşun-kurşun izokron metoduyla belirlendiğinde, bazen bu meteorlar 4,6 milyar yıl kadar bir tarih verir.28 Ardından bu yaş yeryüzüne aktarılır.

Güneş sisteminin oluşması hakkındaki teoriler, güneş ve güneş sistemindeki gezegenlerin yıldızlar arası parıldayan kitleden hemen hemen aynı zamanda yoğunlaştığını önerir. Çoğu kişi, meteorların ya gezegenler oluşturmak üzere bir araya gelen gezegenimsiler ya da bir gezegenin parçalandıktan sonraki kalıntıları olduğunu düşünür.

Bu düşünceye göre, meteorlar yeryüzüyle aynı yaştadır. Bir meteorun yaş tayinini yapmak yeryüzünün yaş tayinini yapmaktır ya da böyle olduğu öne sürülmektedir. Burada belli ki, bilinmeyip sadece varsayılan bazı şeyler bulunmaktadır.


Allende Adlı bir Meteor

Çok ilgi gören bir meteor da Allende (Ayende) adlı taştan ibaret olan bir meteordur. Bu dünya dışı kaya, belki de yeryüzündeki bütün diğer kayalardan daha fazla incelenmiştir. Yaş tayinini yapmak için çeşitli radyoizotop teknikleri kullanılmıştır. Ama meteorun ve bu yüzden de yeryüzünün 4,6 milyar yaşında olduğu sonucunu ortaya çıkaran şey, kurşun-kurşun yaş tayini yöntemidir. Ama bu meteor bize aslında ne söylemektedir? Farklı belirleme yöntemleri uyum içinde midir? Tahmin edebileceğiniz üzere hiç de öyle değildir.

Belki de en kapsamlı yaş tayini çabası29, Pb-206/U-238, Pb-207/U-235, Pb-207/Pb-206, Pb-208/Th 232 ve Sr-87/Sr-86 dahil birkaç radyoizotop yönteminin sonucunu incelenmesidir. Yazarlar bu yöntemlerin her biri (ve anlamlı veriler sunmayan diğerleri) için (belirli bir kimyasal bileşime sahip olan mineral taneleri) en az 50 farklı inklüzyon dahil, kayanın bütününün ve kaya matrisinin kendisinin yaşını tayin etmişlerdir.

İnklüzyonlara yapılan testlerin U-Th-Pb takımı 3,91 milyar yılla 11,7 milyar yıl arasında bir dağılım sağlamıştır. Matris sonuçları 4,49 ila 16,49 milyar yıl arasında değişmiştir. Özgün yavru izotop miktarı tahminleri çıkartılmış olduğu halde, bunların 18’inden 13’ü imkânsız bir şekilde yüksek çıkmıştır. Bu çıkarılma miktarı, bir başka önemli meteor olan Diablo Kanyonu meteorundaki mineral troilitin (demir sülfat) kurşun içeriğini temel alır. Bu yüzden sonuçlar düz bir izokron sağlayamamıştır.

Diablo Kanyonu troilitinin radyojenik ile radyojenik olmayanı arasında standart oranda kurşun içerdiği kabul edilmiştir. Bu da özgün yavru madde miktarının toplamdan çıkarılması gerektiğini belirler. Tabii ki, özgün atomlar özdeştir ve basit bir incelemeyle birbirinden ayırt edilemez. Bütün meteorlardaki teorik özgün yavru madde miktarı, basitçe Diablo Kanyonu troilit oranından kabul edilmiştir. Bundan sonra da doğru oran, onun güneş sisteminin kabul edilen yaşıyla uyumu aracılığıyla belirlenir.

Ama meteorlarda görünüşte aşırı kurşun ya da uranyum ve toryum eksikliği olduğu gerçeği değişmez. Tipik olarak, bunun var olan uranyum ve/veya toryum bozunmasından olabilmesi için çok fazla miktarda kurşun bulunur. Bu yüzden, özgün yavru maddenin miktarının tahmini yapılmalıdır. Bu yapıldıktan sonra, meteorlar yine de aşırı derecede yüksek yaşlar gösterme yatkınlığındadır.

Allende için, Rb-Sr teknik takımları farklı sonuçlar verdiler. (Raporda sözü edilen tek teknik Sr-87/Sr-86 idi; diğer yöntemlerin sonuçları fazlasıyla güvenilmez sayılıyordu ve verilmemişti.) Dahil edilenler, 0,70 milyar yıl ila 4,49 milyar yıl arasında yaşlar göstermişlerdir ve çoğu da beklenilenden çok daha düşük yıllar bildirmiştir. Özgün yavru maddenin en iyi hesaplamaları göz önünde bulundurulduğu halde matris yaşları 4,60 ve 4,84 milyar yıl olarak bildirilmiştir. Sonuç olarak bir izokron çizilememiştir.

Dahil edilen minerallerin yaş tayini standart prosedür sayıldığı ve sonuçlar birçok durumda kabul edildiği halde, tutarsızlıkların ortaya çıkması mümkündür. Böylece, bütün-kaya model yaşı öncelik alınacaktı. Aşağıdaki tablodan görülebileceği üzere, birçok başka değer, güneş sisteminin varsayılan yaşından daha büyük olduğundan ve bu da imkânsız bir şey olduğundan, bir anlaşmaya varılamamıştır.

Tatsumoto ve iş arkadaşlarının makalesinin yorum kısmında yazarlar, farklı sonuçların var olmasının nedenlerini bildirmektedir. Bunlara, özgün güneş nebulasındaki anormal konsantreler, daha sonraki bozulma olaylarının belirli izotopları kaldırması ya da zenginleştirmesi, matristen inklüzyonlara Rb ve Pb mobil öğelerinin hareketi, her bir inklüzyonun izotop oranlarındaki büyük çeşitlilikleri, yeryüzüne etkinin neden olduğu oranlar ve güneş nebulasıdan özgün yalıtımı dahildir.


Grafik:

Radyoaktif bir inklüzyon, eş merkezli küreler biçiminde hasara neden olur. Her çap belirli bir izotopun bozunmasını ifade eder.


Eğer sonuçlar uymazsa, bahaneler öne sürerek onları makul göstermeye çalışırlar! Ama 20. yüzyılda yaşayan bir araştırmacı, beş milyar yıl önce güneş nebulasının ücra bir köşesinde neler olup bittiğini nasıl bilebilir? Kabul edilen birkaç yaşa nasıl güven duyulabilir? Belki bunlar da kirlenmiştir ve gerçek yaş bilinmemektedir. Şu anki durumda, yaşların kabulü ya da reddi, bu yaşların güneş sisteminin oluşması hakkındaki kanıtlanmamış ve kanıtlanamaz bir görüşe uyup uymadığına göre yapılmaktadır. Gerçekçi olan sonuç dağılımı, teori konusundaki zoraki görüş birliğinden daha etkileyici ve önemli görünmektedir.


Allende’nin “Yaşı”


Pb-207/Pb-206 = 4,50 milyar yıl

Pb-207/U-235 = 5,57 milyar yıl

Pb-206/U-238 = 8,82 milyar yıl

Pb-208/T-232 = 10,4 milyar yıl

Sr-87/Sr-86 = 4,48 milyar yıl


Diğer araştırmacılar Allende konusunda potasyum-argon temelli bir çaba harcamışlardır ama bunun bir yararı olmamıştır. Aynı mineral inklüzyonları, ortalaması 5,29 milyar yıl olan görünürdeki yaşları vermiştir, ki bunlar da yine güneş sisteminin varsayılan yaşından daha eskidir.30 Şüphelenilen neden, güneş nebulasındaki potasyum kaybıdır.

En azından, meteorların izotop oranlarının, yeryüzünün yaşının bilinebileceğini kesin olarak göstermediğini söyleyebiliriz. Bazı evrim yanlıları bile buna katılabilirler. Şu sonuç aktarımına dikkat edin:

Uyum eksikliğinin [verideki dağılım], kurşun kazanımı ya da uranyum kaybı yerine, kısmen ilkel kurşun için izotop oranları seçeneğinden [Diablo Kanyonu troiliti temel alan yavru madde için varsayılan özgün miktardan] kaynaklanabileceğini sanıyoruz. Bu yüzden, meteor kurşun izotop verisinin klasik yorumunun tamamının şüpheli olduğu ve yeryüzünün yaşının radyometrik tahminlerinin tehlikeye düştüğü sonucu çıkar.31

Ama verileri bildirirken de epeyce seçicilik yapılmaktadır. Birçok sonuç atılır ama bu, “bağımsız” yöntemlerin genç bir yaşla uyumlu olan benzer izotop oranlarını gösterdiği derecede, evrenin bütününün aynı genç yaşta olduğu, hepsinin Tanrı tarafından atanmış “çok iyi” bir izotop dizisiyle tamamen işlevsel olarak hemen hemen aynı zamanda yaratılmış olduğu anlamına gelebilir.


Resim: Pleokroik halkada birkaç tane birbirinden ayrı halka gözüküyor


Radyo-halkalar

Radyoaktif öğelerden çok ilgi çekici bir kanıtı dikkate alacak olursak, 80’li yıllarda yaratılış fizikçisi Robert Gentry dikkatimizi, kendisinin granitlerin ani yaratılışına işaret ettiğine yorumladığı olağanüstü bir olguya çekti. Vardığı sonuçlar bilimsel dergilerde ve Creation’s Tiny Mystery adını taşıyan kitabında yayınlanmıştır.32RATE grubu onun bulgularını onaylamış ve bunları büyük ölçüde açmıştır ve böyle yaparak da yanıtlanmamış olan birçok soruyu yanıtlamıştır.

Bilim insanları, her bir radyoaktif atom bozunduğunda karakteristik bir düzeyde enerji saçtığını uzun zamandır bilmektedir. Bir alfa bozunma vakası için, bu enerji patlaması, içinde atom olan mineral matrisine hasar verir ve hasar gören alanın büyüklüğü, salıverilen enerji düzeyini yansıtır. Uranyum atomları (bu konuyla ilgili olarak) genelde belirli minerallerin içinde (kendileri çok küçük bir alan kapsayan) milyarlarca atom içeren kümelerde bulunduklarından, bu değişken atomların zamanla bozunması, radyo-merkezlerin etrafında bir hasar alanı oluşturur.

Daha önce de bildirilmiş olduğu üzere uranyum, her birinin kendine özgü bir enerji düzeyi olan bir dizi ara adımdan geçerek kurşuna bozunur. Eğer uranyum içeren küçük kristal, (sık sık granit kayalarda bulunan bir mika türü olan) mineral biyotitinde yaygın olduğu üzere iyi oluşmuş bir kristalli yapıda ise, hasar kümenin etrafında, bir mikroskop aracılığıyla kürenin bir dilimi gözlendiğinde görünen bir dizi eş merkezli yuvarlağa denk düşen bir dizi eş merkezli küre olarak gözükür. Bu yuvarlaklar, pleokroik haleler ya da radyo-halkalar olarak tanınmışlardır. Her elementin, alfa bozunma enerjisi tarafından oluşturulan kendine has bir halka boyutu vardır. Bilim insanı, belirli bir halka setini gözlemleyerek, özgün radyoaktif elementin kimliğini ve oluşturduğu ara yavru elementleri ortaya çıkarabilir.

Bu ara bozunma adımlarının birkaçının çok kısa yarı ömürleri vardır. Örneğin, radon-222 (yarı ömrü 3,82 gündür) alfa bozunma aracılığıyla polonyum-218’e (yarı ömrü 3,05 dakikadır) değiştiğinde, hızlı bir şekilde yeniden kurşun-214’e değişir. Aynı şekilde, bizmut-214 (yarı ömrü 29,7 dakikadır) beta bozunma aracılığıyla polonyum-214’e değiştiğinde (yarı ömrü 1,6 × 10-4saniyedir), polonyum-214 hızla kurşun-210’a dönüşür. Ayrıca, bizmut-210 (yarı ömrü, 5 gün) beta bozunma aracılığıyla polonyum-210’a (yarı ömrü, 138 gün) bozunma yaptığında, polonyum-210 epey hızlı bir şekilde sabit kurşun-206 biçimine erişir. Atomun bozunma zincirindeki bir sonraki izotopa bozunmasından önceki bu üç polonyum durumundan herhangi birinde çok uzun zaman kalmadığı açıkça görülmektedir.

Şaşırtıcı bir biçimde, polonyum izotoplarına özgü halka setleri, bazen hiç ebeveyn uranyum kanıtı göstermeyip sadece ebeveyn polonyum kanıtı göstererek görünüşte daha yavaş oluşan uranyum halkalar olmadan bulunurlar. Bu kesin mekanlarda hiçbir zaman uranyum yoktu. Her nasılsa, kısa ömürlü polonyum, çabucak bozunma olmadan önce orada toplanmış ve bu da polonyum halkalarını oluşturmuş olmalıydı.

Bireysel mineraller, özellikle yoğun bulunduklarında, ısı kritik noktalara düştüğünde epey hızlı bir şekilde katılaşabildikleri halde, genellikle granitin, birkaç tür mineral kristalinin oluşması için, özgün erimiş kayalardan soğumasının binlerce yıl sürdüğü düşünülmektedir. Granitin daha iri-taneli bir biçimi olan ve sık sık granitin içinde damarlar olarak oluşan pegmatit bile, katılaşmak için kayda değecek kadar uzun bir zaman gerektirmez. Polonyum izotoplarının çok kısa yarı ömürleri olduğundan, polonyum halkalarının ebeveyn maddelerini hiçbir kanıt olmadan tek başlarına oluşturma olasılığı epey düşüktür. Sadece iki olasılık vardır. Ya granitler, içlerinde daha sonra halkalar oluşturmak üzere bozunan polonyum inklüzyonları var olaraktan katılaşmış bir şekilde birden yaratılmışlardı ya da polonyum veya ataları her nasılsa çok kısa bir zaman içinde bozunma merkezlerine göç etmişler, sonra da bozunma gerçekleşmiş ve halkalar korunmuştur.

İlk olasılığın hiçbir gerçeklik taşımadığı RATE araştırmacıları tarafından tamamen ortaya konulmuştur.33 Haleleri konuk eden granitlerin birçoğu belli ki yaratılıştan bir süre sonra oluşmuştur ve büyük Tufan tarafından çökelen tortular arasında bile bulunmuştur. Her nasılsa polonyum konsantrasyonları bir yanda hızla bozunurken granit katılaşmasından sonra bir araya gelmiştir. Kristallerin hasar bölgeleri hakkında kanıt gösterebilmesi için polonyum bozunduğu zaman granit katı olmalıydı ve hasar küreleri oluştuktan sonra yüksek bir ısıya çıkmamış olmalıydı yoksa ısınma, halkaları silerdi. Bunu aşırı hızlı yerleştirme ve soğutma senaryosundan başka bir senaryoyla gerçekleştirebilmek için granit çok yavaş bir şekilde soğumakta ve polonyum fazla hızlı bozunmaktadır ya da öyle gözükmektedir. Evrimciler buna küçük bir gizem adını vermektedirler.

Bu gizemin çözümü nedir? Bundan kesinlikle emin olamayacağımız ortadadır. Tanrı bize bütün ayrıntıları vermemiştir. Ama polonyum halkaları bol miktarda bulunmaktadır ve açıklanmaları gerekmektedir. Doğru yorum konusundaki tek umut, temel modelimiz için Yaratılış Kitabı’na dönmemizi gerektirir. Zor noktalara, bütün bu polonyum halkalarının, doğal olarak oluşan uranyum ve toryum atomlarının bozunma zincirinde olan polonyum elementinden olduğu da dahildir. Ayrıca, tamamen oluşmuş uranyum halkaları neden hemen hemen her zaman yakınlardaki polonyum halkaları gibi aynı kristallerde bulunmaktadır? Birden çok adıma sahip bozunma zincirini yansıtan çok sayıda halkalardan oluşan tam uranyum halkalarının oluşması için, çok daha uzun bir zaman gerektiği görünmektedir.

Bu projede çalışkan Dr. Andrew Snelling’in öncülüğünde RATE araştırmacıları birkaç kıtadaki birçok yerden çok sayıda granit örnekleri toplamışlar ve her birinin halkalarını saymışlardır. Bazı örnekler, yaratılış haftasından kaldığı düşünülen Prekambriyen kaynaklarındandır. Paleozoik ve Mezozoik kayalar kesinlikle Tufan’dan kalmadır, Üçüncü Zaman kayalar ise büyük bir olasılıkla Tufan sonrasından kalmadır. RATE ekibi, Üçüncü Zaman (Tufan sonrası) hariç, her türlü dönemden kayalarda bol miktarda halkalar bulmuştur. Çizelgede görüldüğü üzere, şimdiye kadar en büyük konsantreler Tufan kayalarındandır. Günümüzün bozunma hızlarında oluşması uzun zaman süreleri gerektiren tamamen gelişmiş uranyum halkaları, her zaman hızla oluşan polonyum halelerinin yakınında bulunmuştur. İlk bakışta, ikisini birden bulmak imkânsız görünür çünkü her ikisi de uyumsuz tarihçeler gerektirir. Gerçekleri açıklayan tek olay dizisi, hızlandırılmış bozunma vakalarıyla birleşen radyoaktif atomların hızlı hareketleridir.

Günümüzde her U-238 halesinin merkezinde hâlâ uranyum ve kurşun atomları içeren bir kristal bulunmaktadır. Ama polonyum halelerinin merkezinde boş delikler vardır, bu da oraya göç edenin sadece bir sıvı ya da gaz olduğunun kanıtıdır. Bozunum zincirinin ara izotoplarından biri hareketli ve etkisiz bir gazdır. Ayrıca polonyum, sülfür ve klor için bir çekiciliğe sahip olmasıyla tanınır ve genelde yakınlarda, bu halkaları içeren minerallerde sülfür ve klorun izleri de bulunur. Belli ki, göçmen sıvılar ve radyoaktif gaz, daha sonra bozundukları merkezlere çekilmiştir.

Yüzeyin altındaki, hızlı hareket eden hidrotermal (sıcak su) sıvıların, soğumakta olan granitin içinde var olduğu bilinmektedir. Büyük bir olasılıkla, radyoaktif elementlerin atomları, bu mekanizma sayesinde bozunurken yerlerine gitmişlerdi. Gazlı ara halkalardan birinin kolayca göç edebileceğini unutmayın ve bütün radyo-halkaların kristallerin içindeki dilinme (ayrılma) düzlemlerinde ve/veya minerallerdeki küçük çatlakların yakınında olduğuna dikkat edin. Bu göç eden sıvılar da, kayadan aşırı ısıyı aktarmasında önemli bir rol oynamış olabilirler. Radyo-halkalardan elde edilen bu çarpıcı kanıtlar, kapalı sistem ve değişmez bozunma oranları olmak üzere radyoizotop yaş tayini hakkındaki varsayımlardan iki tanesini geçersiz kılar. Ayrıca ısı sorununu da kısmen çözer.

Bu bulgular çok cesaret verici oldukları halde, radyoizotop yaş tayininin çürütülmüş olduğu izlenimini vermeyeyim. Radyoizotop yaş tayini sorgulanmış, temelindeki hatalar ortaya konulmuş ve sonuçlarının tutarsız olduğu gösterilmiştir. Kısaca, başı derttedir ama yine de birçok insanın kafasında hâlâ vazgeçilmez bir kavramdır. ICR ve başka yerlerde bu konuda daha çok araştırma yapılması gerekmektedir ve bu araştırmalar yapılmaktadır.


Karbon-14

Birçok insan karbon-14 yaş tayini tekniğinin yeryüzünün yaşını milyarlarca yıl ve çeşitli kayaların yaşını da milyonlarca yıl olarak belirlediği şeklinde hatalı bir düşünceye sahiptir. Ama aslında, karbon-14 yöntemi sadece “son” zamanlar için geçerlidir. Karbon -14’ün yarı ömrü sadece 5.730 yıldır, bu da bozunmanın büyük bir kısmının insan tarihi boyunca gerçekleştiği anlamına gelir. On yarı ömür kadar süreden (57.300 yıl) sonra, aslında hiç C-14 kalmamalıdır. En adanmış savunucu bile C-14 yaş tayininin günümüzden 100.000 yıldan ötesi için herhangi bir geçerliliği olduğunu iddia etmez. Bu yöntemin hataları iyi bilinmektedir. O kadar hızlı bir şekilde bozunur ki, gözlemlenebilir evrenin bütünü karbon-14 atomlarıyla dolu olsa bile, sadece 1,5 milyon yıl sonra, bir tek C-14 atomu kalmaz. Eğer bir numunede herhangi miktarda C-14 bulunuyorsa, o numune bundan daha genç olmalıdır.

Neyse ki, karbon-14 tekniğinin en son birkaç bin yıl için bir uygulaması vardır. Eğer standart varsayımlar geçerliyse (yani, karbon-14 hızı sabit ise, bir türde ebeveyn ya da yavru madde eklemeleri ya da çıkartmaları olmamışsa ve başlangıçta bulunan yavru madde miktarı biliniyorsa), o zaman yöntem belki de bize tarihsel eserlerin belirli tarihleri hakkında bir şeyler bildirebilir. Tek gerçek uygulama jeoloji değil, arkeoloji alanındadır.

İlk olarak, karbon-14 yaş tayininin, sadece karbon-temelli maddeler için geçerli olduğunu bilmek gerekir. Bize, organik olmayan kayaların yaş tayinini yapmakta değil, karbon-temelli, kemik, bitki maddeleri ya da etli kısımlar gibi bir zamanlar yaşayan kalıntıların yaş tayinini yapmakta yardımcı olur. Örneğin, lav akımı sonucunda gömülen bir ağacın yaş tayini C-14 ile yapılabilir ama katılaşmış lavın kendisinin bu yöntemle yaş tayini yapılamaz.

Bundan sonra, C-14 yaş tayini kavramının kısa bir tanımı verilmelidir. Karbon-14, yukarı atmosferde nitrojen-14 kozmik bir ışın tarafından oluşturulan nötronla etkileşim yaptığında oluşur. Bu oluşumun oranı bilinir. Bu radyoaktif karbon izotopu, toplam karbonun sadece küçük bir yüzdesini oluşturur. Sabit karbonun her bir trilyon atomu için sadece bir tek karbon-14 atomu vardır. Radyoaktif karbonun (C-14) sabit karbona (C-12) bu oranı günümüzdeki çevrede ölçülebilir. C-14’ün yeniden nitrojen-14’e bozunmasıyla bu orantı değişir. C-14 yığılma oranının bozunmasının oranına eşit olması için sadece 30.000 yıl gerekir, bu yüzden genelde atmosferde eşit derecede C-14’un oluşup bozunmasıyla karbon-14 dengesi olduğu varsayılır.

Her iki karbon biçimi de atmosfer, okyanuslar ve yeryüzü boyunca dağılmış olarak bulunur. Bir C-14 atomu bir karbon dioksit molekülünün bir parçası haline geldiğinde, ilk önce bitkiler aracılığıyla, sonra bitkileri yiyen hayvanlar ve daha sonra da etoburlar aracılığıyla beslenme zincirine girer. Bir bitki ya da bir hayvan öldüğünde, nefes almak, yemek yemek ve/ya da emme gibi yollarla çevreyle etkileşim yapmaya son verir. Böylece C-12 ila C-14 atomlarının normal oranını içine almaya son verir ve değişken C-14 atomları yeniden N-14’e bozunmaya başlarlar, böylece zamanla C-12/C-14 oranını değiştirirler. Bu oranı ölümden herhangi bir zaman sonra ölçerek, bitki ya da hayvanın C-14 almaya ne zaman son verdiği hakkında bir fikir edinilebilir ve bunun aracılığıyla da ölümünden beri geçmiş olan zaman bulunabilir.

Yer altı suyu sızdırması, bakteriyel etki ve benzeri birçok süreçler, ebeveyn ya da yavru madde konsantrasyonlarını değiştirebilir; bu yüzden sadece kirlenmiş ya da sızdırılmış görüntüsü vermeyen numunelerin yaş tayinini yapma konusunda dikkat edilmelidir ve genellikle de edilir. Karbon-14 epey sabit bir oranda bozunur ve sonuçlarını, tarihsel olarak bilinen tarihlerle kıyaslayarak daha çok ayar yapılmıştır; ama özgün konsantrasyonun varsayımı yine tekniğin bir zayıflığıdır.

İçinde hiç C-14 bulunmayan bir atmosferle başlayarak C-14 oluşumu ve bozunma arasında bir denge konumu oluşturmak için sadece 30.000 yıl gerektiğini unutmayın. Çoğu kişi, yeryüzünün atmosferinin 30.000 yıldan çok daha yaşlı olduğunu düşündüğünden normalde böylesi bir dengenin geçmiş zaman boyunca var olduğu varsayımında bulunulmuştur. Bu denge varsayımı bir canlının öldüğü zamanki C-14 konsantrasyonu için bir değer sağlar; ancak bu varsayım şimdi çürütülmüştür. C-14’ün bir denge olmadığı, C-14 konsantrasyonunun şu anda artmakta olduğu şimdi bütün araştırmacılar tarafından bilinmektedir. Bu yüzden, yaşları bilinen cisimlerin yaş tayinini yaparak elde edilen bir kalibrasyon eğrisi kullanarak karbon-14 yaşının düzeltilmesi gerekmektedir.

Ne yazık ki, birçok kere cisimlerin üzerindeki düzeltilmiş C-14 yaşları bile tarihsel olarak elde edilen yaşlarla uyum sağlamaz. Bir keresinde Pennsylvania Üniversitesi’nden, Türkiye’de kazı yapmakta olan ünlü bir arkeologla konuşmuştum. Ağaç keresteleri olan antik bir mezar keşfetmişti. Kendisine kereste örneklerini, karbon-14 yöntemi aracılığıyla yaş tayini yaptırmaya gönderip göndermediğini sordum. Yanıtı ve dürüst itirafı beni şok etti. Tabii ki, örnekleri yaş tayini için göndermişti ama bir karbon-14 laboratuvarından geri gelen şeylere asla inanmadığını iddia etti. Dünyada bu tür tarihleri kabul edecek hiçbir arkeolog da tanımıyordu. Eğer tarih, tarihsel olarak olması gerektiğini bildiği şeyle uyuşuyorsa o zaman veriler yayınlanırdı, uyuşmuyorsa yok sayılırdı. Parasal destek almaya devam edebilmek için eserleri karbon-yaş tayini yapmakla yükümlüydü ve bunu her zaman yapıyordu ancak yönteme ve sonuçlarına güvenmiyordu.


Resim: Bristlecone çam ağacı

Resim: Ağaç keresteleri olan antik mezar


Bir başka seferinde, Amerikan Arkeoloji Derneği’nin ulusal kongresinde bir evrimciyle tartışıyordum ve yaş tayini süreci konusu açıldı. Orada hazır bulunan arkeologlara, dürüst olmaları ve karbon-14 tarihlerine/yaş tayinlerine hiçbir zaman güvenmediklerini itiraf etmeleri konusunda çıkıştım. Dinleyiciler arasında sinirli bir gülüş koptu ama kimse beni yalanlamaya çalışmadı.

Bu yönteme hiç güven duyulmadığını söylemek tabii ki bir abartı olur. Karbon-14 yaş tayini sonuçlarını ciddiye alan birçok kişi vardır. Ancak çok ender durumlarda, özellikle de tarih başka bir teknikle, genelde tarihsel bir yaş tayini yöntemiyle doğrulanamadığında kesin olarak kabul edilir.

Karbon-14 tekniğinin kurtuluşu, güya dendokronoloji (ağaç halkası yaş tayini) aracılığıyla kalibrasyon yoluyla gelmiştir. Geçmişe dayanan ağaç halkalarındaki C-14/C-12 oranlarını kıyaslayarak, bir kalibrasyon eğrisi çizilebilir. Bunun, araştırmacıya ağaç halkalarının oluştuğu sırada atmosferdeki kesin karbon envanteri hakkında bilgi verdiğine ve bu yüzden de, o yılda ölen ve öldüklerinde büyük bir olasılıkla aynı C-14/C-12 oranına sahip olan diğer cisimlerin yaş tayinini mümkün kıldığına inanılır.

Teknik çok hassas ve inandırıcıdır ama araştırmacılar tarafından geliştirildiği şekliyle dendrokronolojik yöntemlerin güvenilirliği konusunda çözümlenmemiş ciddi bir zayıflığı da vardır. Yaşayan en ihtiyar ağacın yaklaşık 4.500 yaşında olduğu düşünülmektedir. Buna karşın yandaşlar ağaç halkası kronolojisinin kabaca bunun iki katına uzandığını iddia eder. Tabii ki, hiçbir ağaç bütün zaman boyunca yaşamadığı için, dendrokronolojistlerin, seriyi geçmişte yeteri kadar geriye uzanmak için yaşam sürelerinin örtüştüğü ağaç halkası kalıplarını eşleştirmeleri lazımdır. Bu da haliyle, zorluk ve nesnel analizlerle doludur. Bugün aynı ormanda yaşayan ağaçlar bile her zaman aynı ağaç-halkası kalıplarını göstermez. Su kaynağından uzaklık, hakim güneş ışığı yönü, topraktaki besinler, fırtına kalıpları ve benzeri şeylerden ötürü ağaçtan ağaca çeşitlilikler görülür. Araştırmalar, eşsiz olan ve bu yüzden de ilişki için kullanılabileceği düşünülen kalıp içinde daha kısa diziler arar. Bu konuda çok dikkat gösterilmektedir ama sorunlar hâlâ vardır. Örtüşen diziler hiçbir zaman kusursuz değildir.

Çamlar [bristlecone] aslında ardıçlardan daha da güvenilmezdir. . . . Sierra Nevada’nın doğusunda Kaliforniya’nın White Dağları’nda, yağış miktarının az ve değişken olduğu 3.050 metre yükseklikte yetişen bristleconelardan birçok nüveye sahibiz. Ayrıca, Utah’nın güneybatısının yükseklerde ve Flagstaff, Arizona’daki San Francisco tepelerinde yetişen bristleconelardan da birçok nüveye sahibiz. Ölçülen halka çizelgelerinin karşılaştırılmaları hiçbir benzerlik göstermemektedir.34

Ancak kesin bir bristlecone kronolojisinin oluşturulmasının da kendine has zorlukları vardır. Ağaçlar çok yavaş büyür ve santimetre başına 40 halka gösteren örnekler yaygındır. Böylesine ince halkalı maddeler, halkalarda yıllarca süren belirli bir stres, halkaların yerel olarak bulunmamasına neden olur. Hatta, herhangi bir nüvede, halkaların toplam sayısının yüzde 5’e kadar bir miktarı eksik olabilir. Bu sorunu çözmek için çoklu nüvelere ve ağaçlar arasında kronolojinin tekrarlanmasına büyük bir ihtiyaç vardı.35

Hem dendrokronoloji hem de C-14 ölçeği, ele alınan zaman süreleri boyunca çevredeki en azından sahte tekbiçimciliğe çok bağlıdır. Ancak Kutsal Kitap’ın bildirdiği Tufan’dan ötürü bu tabii ki imkânsızdır. Eğer Tufan gerçekten Kutsal Kitap’ın bildirdiği biçimde gerçekleştiyse, hiçbir ağaç varlığını sürdüremezdi. Ayrıca, Tufan geniş kireçtaşı (kalsiyum karbonat) birikimi, kömür birikimleri ve yağ şeylleri bırakarak dünyadaki karbon envanterini şiddetli bir şekilde değiştirdi. Tufan zamanında, büyük miktarlarda karbon atmosferden ve okyanuslardan çıktığı ve artık hayvanlar ya da bitkilerin içlerine almaları ya da emmeleri için uygun olmadığından, doğada tekbiçime herhangi bir benzerliği ve aynı zamanda Tufan’dan öncesi herhangi bir kalibrasyon eğrisi konusundaki her umudu yok eder. Ayrıca her şeyin bu zaman boyunca dengesini bulduğu Tufan’ı izleyen ilk birkaç yüzyıl boyunca böyle bir kalibrasyon mümkün olamazdı. Daha önce de belirtilmiş olduğu üzere, atmosferdeki karbon-14 birikimi bozunmasıyla henüz dengeye bile erişmemiştir.

Tufan zamanında ve hemen ardındaki zamanda var olan karbona neler olduğunu bilmiyoruz. Çevreye de ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Büyük bir olasılıkla, yüzlerce yıl boyunca yoğun hava düzenleri ve çok sayıda volkanik olay vardı. Özellikle Nuh’un Tufanı’nı izleyen Buzul Çağı sırasındaki değişken ve şiddetli hava şartlarının herhangi bir yıl içinde ağaçlarda birden fazla halkanın oluşmasına neden olması şaşırtıcı olmaz. Ayrıca, Tufan’ın sonunda ve Tufan’dan sonra meydana gelen kapsamlı volkanik hareketler sonucunda, atmosfere içinde çok az C-14 olan çok ilkel CO2salınmış olabilirdi. Atmosferdeki bu doğal olmayan bir biçimde düşük orandaki C-14/C-12’yi içeren ağaçlar C-14 yaşını yükseltmiş olabilirlerdi. Dengeyi yeniden kazanmaya çalışan ve kozmik ışın akışında önceden bilinemez artma ve azalmalara neden olan manyetik alanla birleşen bu şartlar, C-14 oluşumunun değişken bir oranda olmasına neden olabilirdi. Değişik ağaçlardan halka dizisi arasındaki çapraz ilişki imkânsız olurdu.

“Antik” Kayalardaki C-14

Ama öykü burada bitmez. Yıllar boyunca, “antik” karbon taşıyan kaya oluşumlarının biraz C-14 içerdiği konusunda artan bir bilinçlenme olmuştur. Geleneksel yaş tayini yöntemlerine göre, o kadar yaşlıdırlar ki karbon-14 bakımından ölü olmaları lazımdır. Örneğin, kömürün özü karbondur. Kireçtaşının kimyasal formülü CaCO3 ya da kalsiyum karbonattır. Kireçtaşı ışığa ve baskıya maruz bırakıldığında mermer haline gelir. Her durumda, oluşumların içinde C-14 kalmış olabilme durumu için fazlasıyla yaşlı oldukları düşünülmüştür ama yıllar boyunca, araştırmacılar özellikle de kömürde C-14’ün var olduğuna dikkat etmişlerdir. Bilim insanları aslında kömüre “yaş tayini” yapmıyorlardı, çünkü yaşını zaten bildiklerini düşünüyorlardı ama ara sıra izotopik analizler gerçekleştirmişler ve karbon-14’ü küçük bir bileşen olarak listelemişlerdir.

Daha önce, atomik yapıyı belirlemek için kullanılan araç, daha eski örneklerde çok az miktarlarda bulunan C-14’ü tanımlama yeteneğine sahip değildi. Son yıllarda, çok hassas hızlandırıcı kütle spektrometre (AMS) testleri C-14’ün varlığını düzenli olarak keşfetmiştir. C-14 “kirlenmesinin” nasıl gerçekleştiğini öğrenme çabasıyla daha sonra birçok testler yapılmıştır. Kirliliğin kaynağını hiçbir zaman bulmamışlardır ama yayınladıkları sonuçlar öğreticidir.

Her durumda, karbon içeren “antik” kaynaklar analiz edildiğinde, C-14 bakımından ölü olmaları gerektiği halde, C-14 içerdikleri görülmüştür. Prekambriyen mermer ve grafitten Paleozoik kireçtaşına, tahtaya ve hatta Mezozoik dinozor kemiğine kadar jeolojik sütünün her katmanından örneklerin hepsinde C-14 bulunduğu görülmüştür. Bunlar beklendiği gibi “ölçebilmek için fazla yaşlı” olmayıp tekbiçimci kalibrasyon eğrisi kullanımıyla bulunduğu üzere tipik olarak 30.000–60.000 yıl yaşındaydılar.

RATE ekibi yayınlanan bütün verileri topladı ve kendi testlerini yaparak kömür üzerindekileri doğruladı. Kuzey Amerika’nın birçok kömür damarından, hükümet araştırmacıları tarafından kirlenmeyi en aza indirmek için bozulmamış durumda tutularak toplanan örnekleri aldılar. Bu örnekler, AMS analizine tabi tutuldu ve her durumda (geleneksel düşünceye göre yaşları 50-300 milyon yıl arasında değişen) “çok yaşlı” numuneler C-14 içeriyordu. ICR tarafından yaş tayini yapılan ve başkalarının yaş tayinini yaptığı her kömür damarı, bunların sadece en fazla birkaç bin yaşında olduğunu gösteren bir biçimde kısa ömürlü C-14 içeriyordu!36 (Çizelgeye bakınız.)


img


Bu bulguları, balina kemiğinden, omurgasız hayvanların kabuklarına ve (küçük deniz fosilleri olan) foraminiferler gibi çeşitli fosillerdeki C-14’ü ortaya koyan sonuçlarla birleştirin. Her örneğin yaşının çok büyük olduğu düşünülmüştü ama her birinin yaş tayini sadece birkaç bin olarak belirlenmiştir. İncelenen hiçbir şey C-14 bakımından ölü değildi ve bu yüzden de hiçbir örnek 100.000 yaşında bile değildi! Bu gerçek, evrime inanan birisi için düşünülemez bir şeydir.

Son zamanlarda, çeşitli dinozor kemiklerinin kemiksi maddelerini korudukları belirlenmiştir. Hatta bazılarının yumuşak ve esnek olan kısımları vardır. Evrimci araştırmacılar bunların karbon yaş tayinini yapmamıştır ama yakında yapacaklarını umut ediyorum.


Grafik:

RATE Tarafından Keşfedilen

Hızlandırılmış Bozunma Kanıtları


• Helyum atomlarının zirkon kristallerinde sıkışıp kalması

(Yaş tayini 1,5 milyar yıl olarak yapılan kaya 6.000 yıllık yayılma kanıtı gösterdi).


• Uranyum ve polonyum halkalarının birlikte bulunması

(Bu buluş Tufan kayaları dahil, her çağdan kayaları kapsadı. Hızla hareket eden sıvılar, atomları hızla halkalar oluşturdukları bozunma merkezlerine taşımıştır).

• Karbonlu antik kayaların C-14 içermesi


Ancak son 30-40 yılda, yaratılışa inanan bazı bilim insanları, dinozor kemikleri, antik tahtalar ve benzerlerinin yaş tayinini yapmıştır, ancak o zamanlarda daha yeni olan AMS’ler henüz kullanılmıyordu. Teksas’ın ortasında bulunan Glen Rose kireçtaşındaki dinozor ayak izleri ve diğer izleri belgeleyerek birkaç yıl çalıştım. 100 milyon yıllık olduğu düşünülen bu kireçtaşı oluşumunun içinde bol miktar tahta parçası bulunmaktadır. Yıllar boyunca, diğer araştırmacılar ve ben birkaç örneğin yaş tayinini yaptık ve her birinin sadece birkaç bin yıl yaşında olduğu ortaya çıktı.37 Bu veriler daha yeni olan AMS bulgularıyla aynı nitelikte olmadığı halde, her örneğin yaşı sadece birkaç bin yıl olarak tayin edildi! Örneklerin hiçbiri karbon-14 bakımından ölü değildi. Sonuçlar sadece katmanın son zamanlardaki bir kökeniyle uyumluydu. Ve incelenen kaya tabakası Amerika’nın güneydoğusunun büyük bir kısmını kapladığından ve ayak izlerini korumak için hızlı çökelme kanıtı verdiğinden, olası bir çökelme olayı olarak akla Nuh’un zamanındaki büyük Tufan gelmektedir.

Elmaslar: Bir Yaratılışçının En İyi Arkadaşları

RATE’in incelediği ve daha önce hiç yaş tayini yapılmamış bir başka karbon biçimi daha vardır. Elmaslar, yeryüzünün en eski günlerinde şiddetli şartlar altında oluştuğu düşünülen karbondan bir kristalli biçimidir. Varsayılan yaşları, organik olmayan kökenleri ve hiçbir şey sızdırmamalarından ötürü, kimse C-14 içerebileceklerini önermemiştir bile. Yani RATE’e kadar demek istiyoruz. Bu araştırmada, birkaç değişik kaynaktan elmaslar alınıp test edildi. Yine her örnek ölçülebilir C-14 içeriyordu ve sadece birkaç bin yaşındaydı.



Menşe Ülkesi

Elmas
Bulunan Yer

C-14/C-12 (pMc ± 1σ)

Botswana,
güney-orta Afrika

Orapa madeni

0,06 ± 0,03


Orapa madeni

0,03 ± 0,03


Lethakane madeni

0,04 ± 0,03


Lethakane madeni

0,07 ± 0,02

Güney Afrika

Kimberley madeni

0,02 ± 0,03

Guinea,

batı Afrika

Kankan plaseri

0,03 ± 0,03

Namibia,

güneybatı Afrika

(altı elmas örneği)

Plaser yatakları

0,31 ± 0,02



0,17 ± 0,02



0,09 ± 0,02



0,13 ± 0,03



0,04 ± 0,02



0,07 ± 0,02

12 elmas için ortalama modern karbon yüzdesi 0,09 ± 0,025’dir.



Seçenekleri bir düşünün. Kirlilik var mıydı? Böyle bir şey imkânsızdır çünkü elmaslar doğal maddeler arasından en sertidir ve onlara kesinlikle nüfuz edilemez. C-14, elmasın içinde var olan N-14’den doğal olarak oluşmuş olabilir miydi? Belki, ama böyle bir şeyin gerçekleşmesi hiçbir zaman gözlemlenmemiştir ve özel durumlar gerektirir. Ayrıca C-14 oluşmuş bile olsa, bu tıpkı bütün C-14 atomları gibi kendiliğinden bozunmaya tabi olurdu. Birkaç yarı ömür içinde hepsi yok olurdu. İçsel olarak daha çok C-14 oluşturacak sürekli bir radyasyon kaynağı mı vardır? Eğer varsa, eğer C-14 kendiliğinden doğal yerinde oluşabiliyorsa bu nasıl devam edebilirdi ve herhangi bir örneğin yaş tayinini nasıl yapabilirdik? Herhangi bir olası senaryoda, herhangi bir maddenin C-14 yaş tayini geçersiz kılınır! Yakın bir zamandaki hızlandırılmış bir bozunma vakasının olması daha mantıklı olur. Dünyanın çok uzun olmayan bir süre önce oluştuğu, yaratılıştan beri var olan elmasların C-14 içerdiği ve C-14’ün tamamen bozunabilmesi için henüz yeterince zaman geçmediği mümkün müdür? Bu seçenek, verilerle en tutarlı olan en iyi seçenek olarak gözükmektedir.



Radyoizotop Yaş Tayininin Varsayımları Aleyhindeki Gerçeklik

Kapalı Sistem

RATE, kayayı kirletebilen birçok süreç bulmuştur. Sıcak kayanın ürettiği buhar, izotopların taşımasında yer altı suyundan daha etkili olabilir. Birbiriyle uyumsuz yaşlar yaygındır.

Başlangıç Koşulları

RATE, birçok tarihsel lav akışının yaşlarını tayin etmiştir. Hemen, hemen hepsinde başlangıçta yavru elementi vardır.

Bozunma Oranının Tekbiçimliliği

RATE, bozunma oranlarının geçmiş zamanda değiştiğini gösteren üç açık göstergeyi keşfetmiştir:


  • Uranyum bozunması yoluyla üretilen helyum yaygındı ama geçişmek için yeterli zaman geçmemiştir.

  • Kısa ömürlü polonyum radyo-halkaları, bugünkü oranlarda oluşmaları için çok uzun bir zaman gerektiren uranyum halkalarının yanlarında bulunmuştur.

  • Aynı kaya üzerinde yapılan çeşitli yöntemler, daha ağır izotopların bozunması ve alfa bozunmasının beta bozunmasına göre daha çok hızlandırıldığını göstermektedir.


Resim: Buzulbilimciler İsveç’te buzul nüveleri çıkarıyor. Bireysel fırtına kalıpları sıkça yıllık katmanlar olarak yanlış yorumlanmaktadır.


TUFANDAN SONRAKİ AFETLER

Dünyanın başlangıcında var olan “çok iyi” çevre, Adem günah işlediğinde yok oldu. Adem Yaratıcı’nın, “Toprak senin yüzünden lanetlendi” (Yaratılış 3:17) dediğini duymuştu. Yine de her şeyin değiştiği Tufan’a kadar, her şey iyi bir şekilde işlev gösterdi. “Enginlerin bütün kaynakları fışkırdı, göklerin kapakları açıldı.” Yaratılmış olan denge yok oldu. Yeryüzünün şimdi içinde bulunduğumuz dengeyi yeniden bulması kuşkusuz birkaç yüz yıl sürmüştü. O geçiş yıllarında, yeryüzünün manyetik alanı değişkendi, hava modelleri büyük bir değişiklik göstermiş (bu dönemde Buzul Çağı gerçekleşti) ve yukarı atmosferde C-14 yine birikmeye başlamıştı. Kutsal Kitap’taki Eyüp Kitabı bu karışık dönemde yazılmıştı ve sık sık kuzey bölgelerindeki buz ve kardan (Örneğin, Eyüp 38:22–23, 29–30), mağara adamlarından (Eyüp 30:1-8) ve dinozorlardan (Eyüp 40:15–41:30) söz eder. Bütün bunları henüz tamamen anlamış değiliz.

ICR’den Dr. Larry Vardiman, Grönland ve Antarktika’nın buz tabakalarından çıkarılan buz nüvelerinde kaydedilen benzer değişken durumları araştırıyor. Aşırı kar birikip sıkılaşıp buz olunca buzul oluşur. Buz sık sık, tekbiçimci araştırmacıların birçok kış/yaz kalıplarını temsil ettiğini iddia ettiği ağaç halkalarına benzeyen yatay bantlar içerir. Her çift bant bir yıl olarak yorumlanıyorsa, belirtilen zamanın bütünü on binlerce yıl geriye uzanır. Ama Dr. Vardiman’ın araştırması, kanıtların birkaç yüzyıl boyunca yoğun volkanizma ve düzensiz fırtına düzenlerine işaret ettiğini göstermektedir. Bu süre içinde sık sık gerçekleşen dinamik fırtınalar, her yıl birkaç yalancı kış/yaz düzeni oluşturuyordu. Bu da tabii ki, Yaratılış Kitabı’nda sözü edilen Tufan’ın neden olduğu Buzul Çağı olmalıdır. Delillere göre, yeryüzü süreçlerinin dengesi, küresel Tufan afetiyle öylesine bozulmuştu ki, yeryüzünün yeniden dengesini bulması birkaç yüzyıl sürmüştü.38 Buzul Çağı bu sırada gerçekleşmiştir. Bu çevresel kriz ağaçlara ve ağaç halkalarına ne yapmıştır?39 Ağaçlarda her yıl için birden çok ağaç halkası oluşmuş olması mümkün müdür?

Bazı yaratılışçılar ağaç halkası ve karbon-14 kalibrasyon problemlerini araştırmışlar ve

standart ağaç halkası kronolojisinin kabul edilse bile C-14 verisinden bir anlam çıkartmanın tek yolunun, M.Ö. 12.000 tarihinden daha önce olmayan ve dünyanın karbon dengesini tamamen değiştirerek dünyayı yeniden oluşturan bir olayı kabul etmek olduğu sonucuna varmışlardır.40 Bu tarih çok yüksek olabileceği halde, C-14 verisinin herhangi bir yaşlı yeryüzü modeliyle uyumlu olmadığına dikkat edin. Henüz bütün yanıtlara sahip değiliz ama kanıtlar genel olarak kuvvetli bir biçimde genç yeryüzü/Tufan modelinin lehindedir. Araştırmaların, özellikle de ağaç halkaları ve C-14 kalibrasyon hakkındaki araştırmaların devam etmesi gerekiyor. Bütün radyoizotop yaş tayini yöntemleri arasından karbon-14, bize gerçek tarih hakkında bir şey söyleme potansiyeli olan birkaç tanesinden biridir. Diğerlerinin birkaç milyon yıldan aşağısı konusunda hiç duyarlılıkları yoktur ya da yok denecek kadar azdır.

Yine lütfen radyoizotop yaş tayininin çürütülmüş olduğu izlenimine kapılmayın çünkü sık sık standart yaşlı-yeryüzü paradigmasıyla tutarlı olan sonuçlar verir. İlk dünyanın bileşimi, Tufan’ın ve onu izleyen yüzyılların dinamikleri de henüz tamamen anlaşılmış değildir ve daha çok şey bilinene dek bu izotop oranlarının bize ne bildirdiğini tamamen anlayamayız.

Ancak, görmüş olduğumuz gibi, radyoizotop yaş tayini yöntemleri bize söylendiği kadar doğru olmadığından ve genç yeryüzünü savunanlar için göz korkutucu olması gerekmediğine güven duyabiliriz.

Üstelik, bu tür tekniklerin hepsinin temel varsayımları, esas olarak yaratılış ve Tufan hakkındaki Kutsal Kitap gerçeklerinin inkârını içermektedir. Bu yöntemlerin farklı, uyumsuz ya da hayali tarihler verdiklerini ve sık sık, hatta genelde elendiklerini anladığımızda bu tür yöntemlere güvensizliğimiz daha da artmaktadır.

Radyokarbon yaş tayini yönteminin sorunları inkâr edilmez derecede derin ve ciddidir. 35 yıllık teknolojik gelişim ve daha iyi anlayışa karşın, belli başlı varsayımlar kuvvetli bir şekilde sorgulanmıştır ve radyokarbonun çok yakında kendisini bir krizde bulacağı konusunda uyarılarda bulunulmuştur. Bu yöntemin kullanılmaya devam edilmesi, şurada bir kirlilik, burada bir kirlilik ve mümkün olduğu her zaman da kalibrasyona izin veren bir “devam ettikçe düzelt” yaklaşımına bağlıdır. O zaman bu tarihlerin en az yarısının reddedilmiş olması bir sürpriz olmamalıdır. Esas hayret edilecek şey, geri kalan yarısının kabul edilmiş olmasıdır.

Ancak, ne kadar “yararlı” olursa olsun, radyokarbon yöntemi yine de doğru ve güvenilir sonuçlar verme kapasitesine sahip değildir. Büyük tutarsızlıkları vardır, kronoloji düzensiz ve görecelidir ve kabul edilen tarihler, aslında seçilmiş olan tarihlerdir.41


Grafik:

Tufanın Küresel Olduğu ile İlgili Kutsal Kitap Savları


Tufanın derinliği ve süresi – Tufan’daki suyun, en az Nuh’un gemisinin suyun altında kalan kısmı kadar bir derinliği vardı. (Yar. 7:19-20). Ararat bölgesindeki bugünkü dağlar 5000 metreyi aşan Ağrı Dağı’nı içeriyor. Tufan bir yıl sürerken, en yüksek derinliğine 150’inci gününde ulaştı, sonra su azalmaya başladı (7:11, 8:3-4). Bir yıl süren, dağları kaplayan tufan yerel bir sel değildir.


Tufanın fiziksel sebepleri – Kutsal Kitap tufanın ana sebeplerini şöyle açıklar, “enginlerin bütün kaynakları fışkırdı, göklerin kapakları açıldı” (7:11). “Enginler” büyük okyanuslar anlamına geldiğine göre bunların sınırlı, yerel bir tufanın nedeni olması zordur. “Kapaklar” olasılıkla gökkubbe ya da atmosfer “üstündeki sular”dır (1:7). Bunlar küresel nedenlerdir, küresel sonuçlar oluşturur.


Tufanın küresel doğasının birçok ifadesi– Tufanın anlatımına gerçekçi bir şekilde bakacak olursak, bu anlatıma yapılacak en iyi yorum, küresel anlamına gelen birçok kelime ve ifade ortaya çıkaracaktır. Bu ifadeler, ortak bağlamda ele alındıklarında, ortaya konulan sav daha güçlü olmaktadır.  . İfadelerin bir kısmı şöyledir:

Yaratılış 6 – “Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı” (ayet 1). “Yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok” (ayet 5). “İnsanı yeryüzünde yarattığına…” (ayet 6). “Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım” (ayet 7; kimisinin iddia ettiği gibi sadece evcil sürüleri değil). “Tanrı'nın gözünde yeryüzü bozulmuş, zorbalıkla dolmuştu” (ayet 11; Tanrı’nın görmediği bir şey olabilir mi?). “Tanrı yeryüzüne baktı ve her şeyin…” [sadece insanlar değil] (ayet 12). ‘Tanrı Nuh'a, “İnsanlığa son vereceğim” dedi, “Çünkü onlar yüzünden yeryüzü zorbalıkla doldu. Onlarla birlikte yeryüzünü de yok edeceğim”’ (ayet 13). “Yeryüzüne tufan göndereceğim. Göklerin altında soluk alan bütün canlıları yok edeceğim. Yeryüzündeki her canlı ölecek.” (ayet 17; Tanrı yalnız Mezopotamya gökleri altındaki insan ve evcil hayvanları kastetmedi. Uzaktaki hayvanlar yerel bir selden etkilenmezlerdi). “Sağ kalabilmeleri için her canlı türünden” (ayet 19; sadece Nuh’un sürüleri değil). “Çeşit çeşit kuşlar… sağ kalmak için…” (ayet 20; kuşlar zaten yerel selden sağ kalırlardı).


Yaratılış 7 – “Yeryüzünde soyları tükenmesin diye” (ayet 3). “Yarattığım her canlıyı yeryüzünden silip atacağım” (ayet 4). “Yeryüzünde tufan…” (ayet 6). “tufandan kurtulmak için… gemiye bindiler” (ayet 7-9). “tufan koptu” (ayet 10).



SORULAR

1. Radyoizotop yaş tayini konusunda üç ana varsayımı listeleyin ve bunların patates sepeti örneğiyle ve sizin kendi örneğinizle nasıl kıyaslandığını gösterin.



2. Yeni ve kökeni bilinen volkanik bir kayanın yaş tayininin çok eskiymiş gibi yapılmasının sebebi ne olabilir?



3. Büyük Kanyon’da yaygın olarak bulunan kayalarınyaş tayinininradyoizotop yaş tayini yöntemlerini kullanarak yapılamamasının nedeni nedir?



4. RATE Projesi tarafından önerilen helyum sızması yaş tayininin bir özetini yapın.



5. RATE’in yaptığı karbon-14 araştırmalarının bulgusunu özetleyin.


6. Karbon-14 aracılığıyla elmasların genç görünürdeki yaşının keşfi etkileyicidir. Radyoizotop yaş tayininin bu üç varsayımı, elmasların yaş tayinini yapma çabasıyla nasıl ilgilidir?