İçindekiler
Her Salgın Bir Sevgi Fırsatı Olarak Karşılanmalı
Salgın Kiliseyi Güçlendirebilir!
1. Sakin Olmak ve Umutla Karşılık Vermek
2. Başkalarına Sevgi Göstermek
M.S. 165 yılında, Marcus Aurelius'un hükümdarlığı sırasında, Roma İmparatorluğu yıkıcı bir salgın tecrübe etti. Bazı tıp tarihçileri bu salgını batıdaki çiçek hastalığının ilk ortaya çıkışı olarak yorumluyor. Gerçekten ölümcül bir salgındı ve 15 yıl içine imparatorluk nüfusunun çeyrek ila üçte birini öldürdü! Daha sonra, M.S. 251'de yeni yıkıcı bir salgın, kırsal alanları da şehirler kadar sert vurdu. Yine uzmanlar bu salgının kızamık olabileceğini düşünmekteler. Bu tarz salgınlar hem Roma ordusunu hem de Roma toplumsal yapılarını oldukça zayıflattı. O kadar çok insan ölüyordu ki, İtalya'daki bir çok şehir ve köy terk edilmek zorunda kaldı. (Zinsser, 100)
O zamanki durumlara kıyasla bugün yaşadığımız modern salgınlar aslında çok daha küçük bir tehdit oluşturmaktadır. Bu tarz salgınlara karşı mücadele ederken yaşadığımız olayları tarihsel bir perspektife oturtmak bizim için yardımcı olabilir. Günümüz dünyası sağlık ve yaşam beklentisi açısından antik dünyaya kıyasla çok daha iyi durumda. Tıp bilimi geçtiğimiz yüzyılda dev adımlar attı ve eski dünyaya göre çok daha az risk altındayız. Aynı zamanda, hastalansak bile, tekrar sağlığa kavuşma şansımız antik dünyaya göre çok daha yüksektir.
Peki, Roma İmparatorluğu'ndaki küçük Hıristiyan kilisesi bu kriz karşısında nasıl davrandı? M.S. 165 yılında Hristiyanlar 45.000 kişilik nüfuslarıyla imparatorluk toplam nüfusunun sadece% 0.08'ini oluşturuyorlardı. M.S. 251 yılına kadar bu oran% 1.9'a veya 1.171.000 kişiye yükselmişti. Hristiyanlar putperest bir dünyada azınlıktı, oldukça savunmasızlardı ve genellikle çeşitli toplumsal yargılara maruz kalıyorlardı. (Stark, 89)
Din sosyolojisi profesörü Rodney Stark, antik klasik toplumlarda salgınların Hıristiyan inancını katalize etmeye yardımcı olduğuna inanıyor. ‘Hıristiyanlığın Yükselişi’ kitabında Stark özellikle salgın hastalık dönemleri sayesinde marjinal olan İsa hareketinin birkaç yüzyıl içinde Batı dünyasındaki resim din haline geldiğinden bahseder.