6. Yarış Dışı Edilmeden Ödüle Kavuşmak!



Bu son bölümde aşağıdaki hususları inceleyeceğiz:

Kurtuluş herkes içindir; kabul edilebilir de reddedilebilir de.

Kurtuluşa kavuşup kavuşmadığımızı bilebilir, hatta bilmeliyiz.

Hayatımızda kurtuluşun meyvelerini geliştirmeliyiz.

Buna göre ödüller kazanabilir ya da kaybedebiliriz.


* * *

Kurtuluş cennetten bir hediyedir; insanın hiçbir hak edişi, becerisi veya marifetini istemez, dahil etmez ve kabul etmez. Ne var ki, kurtulanlar cennette daha nitelikli bir ruhsal yaşam ve daha değerli bir ödül için yeryüzünde hazırlık yapabilirler. Kurtuluş bize bağlı değilse de, ödüller bir şekilde bize, yani İncil’e olan teslimiyetimize bağlıdır. Buna göre yarışın ödülünü alabilir, ya da yarıştan alınabiliriz.

Cennet hediyesi veya cehennem cezası ezelden kadere bağlı mıdır? Her şeye önceden karar verildiyse, kendimize sormalıyız: Ya ödüller? O da mı kadere bağlıdır? ‘Ödül’ adı üzerinde, yapılan iyi bir işe verilen karşılıktır; insanın sorumluklarına sahip çıkması sonucunda verilir. Ödüller verilmesi Müjde’nin, Tanrısal çağrının ve kurtuluşun özünde vardır. Ama ödüller tümüyle Rab’bin egemen kararına mı bağlıdır, yoksa insanın hak payı da var mıdır?

Kelam imanlıyı gayrete davet eder: Mesih İsa'da olan lütufla güçlen/gayret et”(2Ti.2:1). Yine:Herkes kendi yaptıklarını denetlesin. O zaman başkasının yaptıklarıyla değil, yalnız kendi yaptıklarıyla övünebilir”der (Gal.6:4). Aynı zaman: Bunun için Mesih İsa'ya ait biri olarak Tanrı'ya verdiğim hizmetle övünebilirim… Mesih'in benim aracılığımla, … Kutsal Ruh'un gücüyle yaptıklarından başka şeyden söz etmeye cesaret edememder (Rom.15:17-18); ve “…hepsinden çok emek verdim. Aslında ben değil, Tanrı'nın bende olan lütfu emek verdi”der(1Ko.15:10).

Bu yüzden imanlı yaşamda her türlü ‘başarı’, hem kişisel gayretin sonucudur, hem de yalnız bizde etkin olan Tanrısal lütfun başarısıdır. Ama sonuçta insanın gayretini ister ve bunu kimse inkar edemez! Bu açıdan bakacak olursak insan sorumluluklarını ve Tanrısal lütfun bütün insanlara sunuşunu dört ayrı düzeyde değerlendirebiliriz: (1) kurtuluşa erişmek, (2) kurtuluşa sahip olmak, (3) kurtuluşa sahip çıkmak –yani onu geliştirmek– ve (4) ödüllere kavuşmak.


I. Kurtuluşa Erişmek

Kurtuluşu arayıp bulmak gerek mi, yoksa o mu bize erişir? Tanrı’nın saptadığı bir kader midir, yoksa insan kendi kaderine yön verebiliyor mu? Kurtuluşa kavuşma açısından herkes için aynı fırsata sahip midir, yoksa diğerlerinden daha ayrıcalıklı kişiler var mıdır? İncil’in müjdesini hiç duymayan ve duymayacak olanlara ne demeli? Buna benzer sorular Tanrı’nın sevgisini ve kurtuluş davetini anlamayan birçok kişinin aklını ve vicdanını kurcalar. Gerçekten de cevaplanması zor sorulardır. Hatta bunlara tatmin edici cevaplar vermek için ayrı bir kitap yazılması gerek. Ama Kutsal Kitap’a göre net ve somut cevaplar vermeye çalışalım…

* * *

Bütün herkes için tayin edilmiş, kaçınılmaz bir kader vardır: “Bir kez ölmek, sonra da yargılanmak bütün insanların kaderi”dir (İbr.9:27). Hiç kimse ölümden kaçamaz, hiç kimse yargıdan da kaçamaz. Peki herkes neye göre yargılanacak?Kutsal Kitap bu konuda ne der?Herkes,“Müjde'ye göre”,“gizlice yaptığı şeylerden ötürü”ve“İsa Mesih aracılığıyla” yargılanacaktır(Rom.2:16). Bu kadar kesin ifadeler ne anlama gelir?

Dünyada iki farklı kategoride insan var: bir taraftan Müjde’yi duymayanlar bir diğer taraftan ise Müjde’yi duyanlar vardır. Peki, Müjde’yi duymaya hiç fırsatı olamayanlara ne olacak? Cehenneme gidecekler mi? Yanılmayalım, bu konuda bütün Kutsal Yazılar’da mevcut belli belirsiz bir ilke vardır:

(a) İnsan bilmedikleriveya duymadıklarına göre değil, (b) yüreğindeki günahave (c) reddettiği ilahi ışığa göre yargılanacaktır(Yu.3:18-19).

a) Eğer gelmemiş ve onlara söylememiş olsaydım, günahları olmazdı; ama şimdi günahları için özürleri yoktur (Yu.15:22, 24);

“… Sizlerde yapılan mucizeler Sur ve Sayda'da yapılmış olsaydı, çoktan … tövbe etmiş olurlardı. Ama yargı günü sizin haliniz Sur ve Sayda'nın halinden beter olacaktır.”(Luk.10:13-14).

...yasa olmayınca günahın hesabı tutulmaz”(Rom.5:13b);

b) “Yargı da şudur: Dünyaya ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler. Çünkü yaptıkları işler kötüydü(Yu.3:19).

c) “Yargı da şudur: Dünyaya ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler. Çünkü yaptıkları işler kötüydü”(Yu.3:19).

* * *

Müjde’yi duymayanlar için Kelam bir kere, yaradılış karşısında insanlar “Tanrı'yı bildikleri halde O'nu Tanrı olarak yüceltmediler, O'na şükretmediler”diyerek, “bu nedenle özürleri yoktur”sonucuna varır (Rom.1:21,20). Bu durumda Tanrı insanlardan aldıkları bu ilahi ışığa göre putlara eğilmeden Kendisine tapınmalarını ister…

Tanrı her insana fırsatlar tanır ve bu doğrultuda der ki: O, “Ulusların sürelerini ve yerleşecekleri bölgelerin sınırlarını önceden saptadı. Bunu, kendisini arasınlarve el yordamıyla da olsa bulabilsinlerdiye yaptı. Aslında Tanrı hiçbirimizden uzak değildir”(Elç.17:26-27). Birincisi, doğduğu yere göre her kesin zamana ve mekana karşı sınırlı olduğu bilincine varmasını sağlar. Bu şekilde herkesin O’nu aramasını teşvik eder. Ne var ki, yazılı vahye (yani Kutsal Kitap’a) sahip olmadan bu arayış karanlıkta el yordamıyla ilerlemeye çalışan kişiye benzer. Buna rağmen O, kimseden uzak değildir! Ve “ölümsüzlüğü… arayanlara”Kendini buldurtur (Rom.2:7). Nasıl mı? Bir şekilde gerçeği onlara ulaştırır; öyle ki, kararını versinler (Rom.2:8). Bu doğrultuda İsa Orta Doğu’da kendisini arayan birçok kişinin rüyasına girmektedir… Kornelius’un durumu da bunun gibiydi (bkz. Elç.10:4-6 vd).

İkincisi, kendi vicdanlarıyla bir derecede doğruyu yanlıştan ayırabilen bütün insanlar için,“İnatçılığın ve tövbesiz yüreğin yüzünden Tanrı'nın adil yargısının açıklanacağı gazap günü için kendine karşı gazap biriktiriyorsun” diyerek, “kim olursan ol, özrün yoktur”sonucuna varır (Rom.2:5,1).

Demek ki, herkes Tanrı’nın var olduğuna ve O’nun adaleti karşısında hatalı olduğuna dair gereken ışığa sahiptir. Bu durumda insanlar ne yapabilirler? Kendi vicdanları ile haklı çıkmaya çalışabilir (bu boşunadır; Rom.2:15) ya da ilahi adalet karşısında eksik kaldıklarını kabul edebilirler… Bu durumda Tanrısal adaletin onlardan beklediği nedir?Şu kesin: bağışlanma arayabilirler, bağışlanma için yalvarabilirler; bağışlamanın nereden geleceğini bilmeseler de…“Gözlerimi dağlara kaldırıyorum, Nereden yardım gelecek?”(Mez.121:1).

Bu listeye Kutsal Kitap’ın, “Oysa her iman edenin aklanması için Mesih, Kutsal Yasa'nın sonudur” (Rom.10:4) beyanını bilip de ona kulak vermeyerek boyun eğmeyenler eklenince (Rom.2:17-20) şu sonuca varılıyor: “İster Yahudi ister Grek olsun, …herkes günahın denetiminde”dir (Rom.3:9). Yani herkes Tanrı’nın adalet istemleri karşısında eksik kalır. Çünkü ikrar ettikleri kendi dini veya ahlaki kuralları bile çiğner ve bu kurallar karşısında suçlu durumuna düşerler. İnandıkları Kutsal Yazılar (bu durumda Tevrat), tek ümit kaynağı olarak Mesih’e işaret eder.

Tanrı ruhsal başarısızlığımızı iyice anlamamızı ister; bizi mahkum etmek veya suçluluk duyguları altında ezmek için değil, tam tersi lütfu kabul edecek uygun bir yürek tutumuyla yaklaşmamız için ister. Yani her türlü hak edişten vazgeçmeliyiz. “Çünkü Tanrı, merhametini herkese göstermek için herkesi söz dinlemezliğin tutsağı kıldı”(Rom.11:32). Amacı herkese merhamet etmektir. Bir kişi merhamet diye yalvarabilmesi için bunu hak etmediğini anlaması gerek. Aynen Tanrı’ya yakarırken, kendi ‘sevapları’ sayan ferisi yerine merhamet için çaresizce yalvaran vergi görevlisi durumunda olduğu gibi… (Luk.18:9-14). Bunun püf noktası, bağışlanmaya layık olmadığımızı, ama Tanrı’nın bizi bağışlamaya layık olduğunu anlamaktır!

Özürleri kalmayan bütün bu farklı insan kesimleri kimlerdir?

a) Yalnız doğa güçlerini bilenler (Rom.1:18-32),

b) Kendi ahlak sistemine sahip olup onu izleyenler (Rom.2:1-16) ve

c) Kutsal Yazılar’a sahip olanlar (Rom.2:17 – 3:20).

Bütün bunların Tanrısal adalet karşısında mazeretleri yoktur. Ama Tanrı onların hepsine merhamet elini uzatmaktadır. Bunu kabul ettikleri takdirde merhamet bulurlar (Rom.11:32); reddettikleri takdirde Tanrı’nın lütfu onları nasırlaştırır (Rom.9:18). Müjde’yi duymayanların hepsi –putperestler, ahlak yanlıları ve dinciler– söz dinlemezliğe tutsak edildiler; yani ilahi istemleri karşısında başarısız olurlar (O’nu yüceltmez, tövbe etmez ve sözünü dinlemezler). Hepsi –putperestler, ahlak yanlıları ve dinciler– sahip oldukları ilahi ışık sayesinde (doğada, vicdanlarında veya Kutsal Yazılar’da) Tanrı’nın merhametini de görürler. Sahip oldukları bu ışığı kabul edip doğruluk peşinden gidenler, ilahi hikmet sayesinde Müjde bir şekilde onlara ulaşır. Işığı reddedenler ise, nasırlaşır ve Tanrı'nın gazabı “haksızlıkla gerçeğe engel olan insanların bütün tanrısızlığına ve haksızlığına karşı… gökten açıkça gösterilir”(Rom.1:18).

İşte bu yüzden İncil, Mesih İsa’nın “dünyanın Kurtarıcısı”olarak geldiği (1Yu.4:14), Baba Tanrı isteğinin herkesin kurtulması olduğu (1Ti.2:4) ve Müjde’nin de “bütün dünyada”duyurulduğunu (Rom.1:8) söylüyor. Bu doğrultuda Romalılar net bir dille, “Sürekli iyilik ederek yücelik, saygınlık, ölümsüzlük arayanlarasonsuz yaşam verecekdiye açıklamakta bulunuyor (Rom.2:7,10). Kutsal Yazılar’da sonsuz yaşamın yalnız İsa aracılığıyla verildiğini vurgulanır (Yu.14:6; Elç.4:12).91Böylece bu durumdaki insanlar için diyebileceğimiz tek şey şudur: Tanrı’nın arayış içinde olanların bir şekilde Müjde’nin tamamıyla aydınlatılacaklarına dair söz verdiğidir. Yani günahları yüzünden kurtulamayacaklarını bildikleri için, tövbekar bir yaklaşımla Tanrı’yı yücelterek ve O’na şükrederek sonsuz yaşamın yolunu ararlar. Yürekten arayanlar, sonunda Mesih’teki sonsuz yaşamı bulacaklar!

* * *

Peki, Müjde’yi duyup reddedenlerin yargısı hakkında ne diyebiliriz? Müjde’yi duyup reddedenler için Kelam, “Yargı da şudur: Dünyaya ışık geldi, ama insanlar ışık yerine karanlığı sevdiler. Çünkü yaptıkları işler kötüydü”ve “Eğer gelmemiş ve onlara söylememiş olsaydım, günahları olmazdı; ama şimdi günahları için özürleri yoktur”diyor (Yu.3:19; 15:22; ayrıca bkz. Yu.9:41).

Müjde’yi kabul edenler için ise, “Size doğrusunu söyleyeyim, sözümü işitip beni gönderene iman edenin sonsuz yaşamı vardır. Böyle biri yargılanmaz, ölümden yaşama geçmiştir”diyor (Yu.5:24). İmanlı yargılanmayacaktır…

Hani herkes öldükten sonra yargılanacaktı? Evet ama imanlı, Oğul’un “bedeninde yargılandı”bile (Rom.8:3, bkz. dipnot). Bu yüzden Pavlus Romalılar 8.bölümüne, Mesih İsa'ya aitolanlara artık hiçbir mahkûmiyet yoktur”diyerek başlar (Rom.8:1) ve “Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa'daolan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir” diyerek bitirir (Rom.8:38-39).

Ama Kelam gerçek imanlı için, “bedende yaşarken gerek iyi gerek kötü, yaptıklarımızın karşılığını almak için hepimiz Mesih'in yargı kürsüsü önüne çıkmak zorundayız”der (2Ko.5:10). Yani imanlı kişi de yargılanacak ama farklı bir mahkemede ve farklı bir kıstas ile. Müjde’yi kabul etmeyenler cennet ile cehennem arasında karar verilmek üzereBüyük Beyaz Taht kürsüsü önünde yaptıklarına göre yargılanacaklar (Va.20:11-15). Müjde’yi kabul edenler ise (yeniden doğmuş olanlar), takdir ile azar arasında (2Ko.5:10), ödülle utanç arasında karar verilmek üzereMesih’in kürsüsü önünde yaptıklarına göre yargılanacaklar.

Bir kimsenin yüreğinde İsa temeli varsa (1Ko.3:11), bunun üzerinde“inşa ettikleri ateşe (yargıya) dayanırsa, o kimse ödülünü alacak. Yaptıkları yanarsa, zarar edecek”, ama“Kendisi kurtulacak”! (1Ko.3:14-15).

İşte bu noktada önemli olan kimin gerçekten imanlı olup olmadığını anlamaktır…


II. Kurtuluşa sahip olmak…

Kurtuluş bir hediyedir. Hediyelere karşılık teşekkürler dışında hiç bir şey verilmez. Hediye bir kere verildi mi, geri istenmez; artık alan kişiye aittir...

Pavlus, “İçinde sabitbulunduğumuz bu lütfa Mesih aracılığıyla, imanla kavuştuk ve Tanrı'nın yüceliğine erişmek umuduyla övünüyoruz”dediği zaman (Rom.5:2, bkz. E.Ç.) iki önemli gerçek vurgulamaktadır: (a) artık bu lütfun içinde sabitiz, ve (b) cennete erişmek umuduyla övünebiliriz. Buradaki övünme ne gururlanmak, ne kibirlenmek ne de hava atmaktır. Sabit olduğunu ve elinden alınamayacağını bildiği şey için insanın duyduğu zafer hissinden ve bundan ötürü Rab’be yükselttiği övgülerden söz etmektedir. Buna dayanarak kişi, “Ben cennete gidiyorum, bu benim başarım değil Tanrı’nın lütfudur!” diye haykırabilir. Aynı şekilde “sıkıntılarla da övünür”(Rom.5:3), çünkü bunların da “İsa'da olan Tanrı sevgisinden”onu ayıramayacağını bilir, hatta emindir! (Rom.8:38).

Diğer taraftan, “sıkıntı dayanma gücünü… yaratır”(Rom.5:3). Bu demek ki, iman ikrarından sonra gerçekten lütfa kavuşmuş olanlar, denemeler karşında imandan döneceklerine imanda güçlenir ve sabitlenirler. Böylece çağırılmışlıklarını ve seçilmişliklerini kökleştirirler (2Pe.1:10). Bu doğrultuda 2.Timoteyus, “Rab kendine ait olanları bilir” ve“Rab'bin adını anan herkes kötülükten uzak dursun” der ve bu, Tanrı’nın “mühürlemiş”olduğu “sağlam temeldir”(2Ti.2:19). Tanrı için kimlerin Kendisine ait olduğu konusunda bir tereddüt yoktur. Ama biz insanlar kimin O’na ait olduğunu yalnız söz konusu bu kişilerin eylemlerinden anlayabiliriz: “ağaç meyvesinden tanınır”(Mat.12:33). İmana göre bir yaşam sürüp sürmediklerine bakmak yeterlidir…

Peki şu anda kurtulduğumuzdan emin olabilir miyiz?

İman yolunda olup olmadığınızı anlamak için kendinizi sınayıp yoklayın. İsa Mesih'in içinizde olduğunu bilmiyor musunuz? Yoksa sınavdan başarısız çıkarsınız”(2Ko.13:5).

Kelam’ın, düzenli olarak Korint’teki kiliseye devam edenleri gerçekten imanlı olup olmadıkları konusunda emin olmaya davet ettiğini gördük. Bir kişinin imanda olup olmadığını gösteren kıstas nedir? İmanda olmak, Kutsal Kitap ile Mesih’le ilgili gerçekleri sadece akılla kabul etmekle değil, Mesih’in yüreğimizde olup olmaması ile ilgili bir konudur.

Ne var ki, Tanrı'nın Ruhu içinizde yaşıyorsa, benliğin değil, Ruh'un denetimindesiniz. Ama içinde Mesih'in Ruhu olmayan kişi Mesih'in değildir(Rom.8:9).

Mesih’iniçinizdeolması “yüceliğe kavuşma umudu”na eşittir (Kol.1:27).

Tanrı bize sonsuz yaşam verdi, bu yaşam O'nun Oğlu'ndadır. Kendisinde Tanrı Oğlu bulunandayaşam vardır, kendisinde Tanrı Oğlu bulunmayandayaşam yoktur”(1Yu.5:11-12).

Sonsuz yaşam’ kişiye emanet verilen ‘bir şey’ değil, Mesih’in kendisindedir! “Ben yaşadığım için siz de yaşayacaksınız”(Yu.14:19). Romalılar’da sözü edilen “yüceliğe erişme ümidi”, aynı ifade kullanan Koloseliler’e göre “Mesih’in içimizde”olmasından ibarettir! (Rom.5:2 ile Kol.1:27). İman etmiş bir kişi içinde Kutsal Ruh, Mesih’in Ruhu veya Mesih kendisinin olup olmadığını bilir. Çünkü, “Ruh'un kendisi, bizim ruhumuzla birlikte, Tanrı'nın çocukları olduğumuza tanıklık eder”(Rom.8:16).

Ne yazık ki, çoğu zaman bu ayetler olduğu gibi değil bir mecaz olarak algılanır. Ya da sadece akılla benimsenir. Ama nasıl ki insan bedeni insanın kendi ruhunu barındırıyorsa ve bu gerçekse, aynı şekilde Mesih’in Ruhu gerçek olarak imanlının bedeninde barınır. İnsan ruhu bedenden ayrılması ölüme yol açtığı gibi, Mesih’in Ruhu kişide bulunmaması ruhsal ölüm, bulunması sonsuz yaşam demektir. Kutsal Ruh daimi bir misafirdir. Bazılarının düşündüğü gibi O insan yüreğine girip çıksaydı, bitmeyen bir ruhsal can çekişmesi söz konusu olurdu. Bu durumda insan durmadan yaşama kavuşur ve tekrar ölür, kurtulur ve tekrar mahkum olurdu. Hayal etmeye çalışın: kendi insan ruhumuz keyfince bedenimizden sürekli çıkıp girseydi ne feci durumda olurduk! Oysa ki Tanrı, sonsuz yaşama sahip olmamız için Kutsal Ruh aracılığıyla yüreğimizi mesken olarak seçen Kendisinin olduğunu garantilemektedir. Bu doğrultuda Kelam, Kutsal Ruh’un gerçek imanlıda sürekli kaldığını belirtir(Yu.1:33; 2Ko.1:22; Ef.1:13; 4:30; 1Yu.2:27).

Yüreğinde Kutsal Ruh bulunan kişi O’nun tanıklığına da sahiptir…

Bu tanıklığın nasıl bir şey olduğu konusunda bir önceki bölümün “Kurtulanların Belirtileri” başlığı altında anlattık (III.b.1-6); onlara tekrar kısaca bir göz atarsanız iyi olur.

Böylece kurtuluşa sahip olmak konusunda diyebiliriz ki:

  1. Tanrı kesin olarak kimin Kendisine ait olduğunu bilir,

  2. Kişi bunu Kutsal Ruh’un tanıklığı ile bilir,

  3. Diğer herkes ise iman ikrarında bulunmuş olan kişinin yaşayışından ve imandaki devamlılığından bilir.

* * *

Ne var ki, iman bilgisinde sağlam bir temeli olmadığından bazen gerçek imanlı kişiler bu konuda kuşkular duyabilirler… Kurtuluş bilincine erişmek, kişinin herhangi bir becerisine değil, (a) kurtuluşun Mesih tarafından tamamlandığına, (b) hayatımızda yeniden doğuşu yaşamış olmamıza, ve (c) Rab’bin kurtuluşa dair vaatlerine dayanır. Anahtar, kurtuluşumuz için tövbemize, imanımıza, kararlılığımıza veya sadakatimize değil, tam anlamıyla yalnız Mesih’in kanının değerine (tek kefarete) iman etmiş olmaktır (Rom.3:25).

Yine de bazen 2.Korintliler 13:5’te denildiği gibi, kendimizi sınadığımızda Mesih’i içimizde “hissetmeyebiliriz”. Pavlus burada kiliseye devam eden kişilere seslendiğini unutmayalım. Bunlar yine de belli nedenlerle “hissetmeyebilirler.” Bunun birkaç sebebi olabilir.

Böyleleriyle Tanrı’nın ne yapacağını yalnız O bilir…

2.Korintliler 13:5’teki ayet Eski Çeviride (E.Ç.), “Kendiniz hakkında bilmiyor musunuz ki, eğer merdut değilseniz, İsa Mesih sizdedir?”şeklindedir. “Merdut”, ‘reddedilmiş’ demek (bkz. ayet 5, 6 ve 7). Bu aslında Grekçe’de “yarış dışı bırakılmak” anlamına gelir (bkz. 1Ko.9:27). Soru o zaman şudur: “yarış dışı bırakılmak” kurtuluşu yitirmek mi, Rab ile yakın ilişkiden uzaklaşmak mı yoksa ödülü yitirmek mi demek? Elbette üç yorum da mümkündür. Ama bağlamdaki ayetler son iki yorumu daha olası gibi göstermektedir.

Kurtulmuşluğun bilincinde olmak gurur değil imanlının hayatına alçakgönüllülük verir. Çünkü hak etmediği bir armağana sahip olduğunu bilir. Hak edilmeyen bir armağana sahip olmak sanıldığından da zordur. İmandaki düşüşlerimizle aslında kurtuluşu kaybetmeyi ‘hak’ ettiğimizi, ama Rab yine bizi olduğumuz gibi kabul ettiğini fark edince vicdan en derinlerden bize, “alçak” der. Suç altında hissedip kendiliğimizden affı hak edecek hiçbir şey yapamayacağımızı anlamak insan gururuna sert bir darbedir. İnsan doğası aslında kendi kendini cezalandırıp çektiği acılarla bağışını hak ettiğini hissetmeyi yeğler. Bunun yerine halen suç dikeni yüreğimize sancı verirken yalnız ve yalnız tövbe, şükran ve tapınma ile Rab’be dönmek, yalnız kendimizi alçalttığımız zaman mümkündür!

Eğer bu ‘kurtuluş bilinci’ imanlıda aldatıcı bir gurura veya rehavete sebep oluyorsa o kişi kurtuluş hakkında ya hiçbir şey anlamamıştır, ya da aslında onu bir hediye olarak değil bir hak olarak gördüğünden kurtuluşu almamıştır demek! Kişi, “nasıl olsa imanla kurtuldum, cennete gideceğim; istediğim gibi yaşarım” diyorsa, Yakup’un ona bir iki sözü var:

Eylemlerin olmadan sen bana imanını göster, ben de sana imanımı eylemlerimle göstereyim…eylemsiz iman da ölüdür”(Yak.2:18,17).


III. Kurtuluşa sahip çıkmak…

Öyleyse sevgili kardeşlerim, her zaman söz dinlediğiniz gibi, yalnız ben aranızdayken değil, ama özellikle aranızda olmadığım şu anda da kurtuluşunuzu saygı ve korkuyla etkin kılın. Çünkü kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan Tanrı'dır”(Flp2:12-13).

Kutsal Kitap kurtulanları, kurtuluşlarını etkin kılmaya davet eder. Kurtuluşu “iyi bir halde” muhafaza etmek ve onu geliştirmek söz konusudur. Burada kurtuluşun devamını hak etmekten değil (nitekim yalnız Tanrı bunu yapabilir), ama verildiği amaca göre onu iyi değerlendirmekten söz eder:

Kurtuluşa ‘sahip olmamız’, ona ‘sahip çıkmamız’ veya onu ‘geliştirmemiz’ gerekmediği anlamına gelmez! Filipililer’de Pavlus, kurtuluşunuzu… etkin kılın”diye bütün imanlılara çağrıda bulunmaktadır.93Burada Tanrı’yı hoşnut eden bir yaşamı sürmekten söz etmektedir. Böyle bir yaşamın başarısı tamamen Tanrı’ya aittir“Çünkü kendisini hoşnut edeni hem istemeniz hem de yapmanız için sizde etkin olan”Kendisidir (a.13). Burada “Tanrı ne murat ettiyse hayatımda o olur” diye kaderci bir yaklaşım yoktur! Başarı konusundaimanlı kişinin tamamen pasif olduğunu söylemek, umursamaz ya da yazgısı karşısında çaresiz bir tutum takınacağı anlamına gelmez. Aksine Tanrı’nın lütfu nedeniyle büyük bir gayret içinde “saygı ve korkuyla”kendini itaate (söz dinlerliğe) vermelidir.

Tanrı bize bir müzik enstrümanını hediye etseydi, çalmamız için; bir ilk yardım setini verseydi, pansuman yapmamız için verirdi, herhalde… Doğru kullanmazsak bile elimizden almayacaktır. Ama biz kendimiz o hediyenin bütün yararlarından zevk almasını ve iyi bir iş yapmanın getirdiği ödülü kazanmasını bilmeyeceğiz. Rabbimiz İsa “Emanet Para Benzetmesi”nde bunu net bir dille ortaya koydu (Mat.25:14-30).

Kurtuluşun bir hediye olması, hak edilemeyeceği anlamına geldiği kadar, iadesi hak edilecek bir şeyin de yapılamayacağı anlamına gelir. İadesinin mümkün olmaması, onunla yaptıklarımıza göre ya bu dünyada ya da ötekinde hesap vermeyeceğimiz anlamına gelmez! Kurtuluşu etkin kılmak demek, cehenneme tekrar düşmemek için pür dikkat etmek değil (bu iş tamamlandı); günahın baskısına, ruhsal hizmette ihmalkarlığa direnmek ve imanımızın aile, toplum ve insanlık tarihinde yankı yapması için mücadele etmek demektir. Öyle ki, bizi kurtuluşu etkin kılmaya davet eden Filipililer mektubunun devamında denildiği gibi, aralarında evrendeki yıldızlar gibi parladığınız bu eğri ve sapık kuşağın ortasında kusursuz ve saf, Tanrı'nın lekesiz çocukları olasınız (Flp.2:15). Bunun için, yaşam sözüne sımsıkı sarılarak”yaşamak gerek (Flp.2:16).

* * *

Yine Timoteyus’a, “…bu yolda yürümeye devam et. Çünkü bunu yapmakla hem kendini hem seni dinleyenleri kurtaracaksın”der (1Ti.4:16). Bu ve bunun gibi ayetler94ne anlama gelir? ‘Doğru’ bir Kutsal Kitap bilgisi, imanda özverili ve sadık bir yaşamla beraber gelmiyorsa değersizdir (“bütün sırları bilsem, her bilgiye sahip olsam.. ama sevgim olmasa, bir hiçim”; 1Ko.13:2). Diğer taraftan doğru bir Kutsal Kitap bilgisi olmadan imanda özverili ve sadık bir yaşam da mümkün değildir. Pavlus yanlış davranışlarımızın kurtuluşu inkar etmek anlamına geleceğini iyi biliyordu (1Ko.9:27) ve burada bir sürü sahte öğretiş karşısında Timoteyus’a doğru bir yaklaşım ve tanıklıkta (örnek yaşayışta) bulunması için cesaret vermektedir.

Daha önce defalarca aktardığımız Petrus’un sözlerinde kurtuluşa sahip çıkmanın anlamı tam verilmektedir: “Bunun için, ey kardeşler, çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin. Bunları yaparsanız, hiçbir zaman tökezlemezsiniz”(2Pe.1:10). Tökezlememek, “ayakta sağlam durduğunu sanan dikkat etsin, düşmesin”anlamındadır (1Ko.10:12). Yani gerçek iman beraberinde sabır, sebat ve azim getirir. Gerçek kurtulmuşluk iman yoluna devam etmeye yönelik ‘karşı konulmaz’ bir arzu yaratır. Tökezlememe uyarısı bu ‘yarışı’ terkketmemeye yönelik Kelam’ın güçlü bir davetidir. Pavlus 1.Korintliler 9:24-10:13 ayetlerindeki öğretişle her imanlıyı bir koşucu olmaya çağırır ve bunun için Korint yakınlarında düzenlenen spor oyunlarını hatırlatır… Ödülü kazanmak istiyorsak oyun kurallarına göre yarışmalıyız.

Kutsal Kitap’ın “dayanma gücü”veya “sabır”göstermeye yönelik ısrarı bundandır:

Ama sonuna kadar dayanan kurtulacaktır”(Mat.10:22; Mat.24:13; Mar.13:13);

İyi toprağa düşenler ise, sözü işitince onu iyi ve sağlam bir yürekte saklayanlardır. Bunlar sabırla dayanarak ürün verirler”(Luk.8:15);

Yalnız bununla değil, sıkıntılarla da övünüyoruz. Çünkü biliyoruz ki, sıkıntı dayanma gücünü, dayanma gücü Tanrı'nın beğenisini, Tanrı'nın beğenisi de umudu yaratır”(Rom.5:3-4);

Tembel olmamanızı, vaat edilenleri iman ve sabır aracılığıyla miras alanların örneğine uymanızı istiyoruz…”(İbr.6:12,15);

Çünkü Tanrı'nın isteğini yerine getirmek ve vaat edilene kavuşmak için dayanma gücüne ihtiyacınız vardır”(İbr.10:36);

Çünkü bilirsiniz ki, imanınızın sınanması dayanma gücünü yaratır. Dayanma gücü de, hiçbir eksiği olmayan, olgun, yetkin kişiler olmanız için tam bir etkinliğe erişsin”(Yak.1:3-4);

İşte bu nedenle her türlü gayreti göstererek imanınıza… dayanma gücünü, dayanma gücünüze Tanrı yoluna bağlılığı… katın”(2Pe.1:6);

Özet olarak diyebiliriz ki:

Haddini aşıp Mesih'in öğretisine bağlı kalmayanhiç kimsede Tanrı yoktur. Bu öğretiye bağlı kalandaise hem Baba, hem de Oğul vardır”(2Yu.9).

İmanda yaşamak bizlere derin bir rahatlık nefesini aldırır. Çünkü günahın hak ettiği hem suçluluk duygusundan hem de sonsuz cezadan kurtulmak demektir. Ama aynı zaman bir yükümlülüktür. Ve buna göre yarışın sonuna kadar pes etmemek için Rab’bin lütfunun verdiği güçle yaşamayı öğrenmek durumundayız. İmanlı kişi, Rab’bin onun hayatı ile ilgili tasarısını tamamlaması için sürekli büyük bir azimlilik göstermelidir. İman yarışında varış noktasına varmak imanlının kendi çabasıyla değil, Rab’bin yardımıyla ulaşacağı bir hedeftir. Aynen kurtuluşa kavuşurken olduğu gibi ruhsal gelişme, bizden yine lütfu kabul etmemizi ve Tanrı’nın sözüne teslim olmamızı ister. Kutsal Ruh’un gücüyle ve iman cevabıyla kurtulur, Kutsal Ruh’un gücüyle ve iman cevabıyla Rab’bin yollarında gelişiriz. Böylece dayanma gücü ve azimlilik bir yük olacağına, ilk kurtulduğumuz gündeki özgürlüğü tekrar ve tekrar tatmak, onu artan ölçüde yaşamak demektir. İmanda kararlılıkla sabrettikçe Rab’bin gücüyle daha da rahatlarız, Rab’bin gücüyle rahatladıkça daha büyük bir kararlılıkla sabrederiz!



IV. Ödüle doğru uzanmak…

Tanrı bizleri seçerken, bizlere de çeşitli seçenekler sunmaktadır. Bunlardan en önemlisi ödüllerdir. Ve ödül, finişe ilk varan kişi için değil, yarışı bitiren herkes içindir! Ama bu ‘seçenekler’ belli başlı ilahi şartlara bağlıdır. Koşullar yerini bulmuyorsa anlaşma bozulur. Bu konulara daha önce yeteri kadar değindiğimiz için, burada son bir özetle yetineceğiz:

Bir daha ödüle layık görülmemek üzere yarış dışı bırakılabilir (İbr.12:16-17; 2Ko.9:26-27).95

Tanrısal seçim uyarınca Mesih’in benzerliğine dönüştürülme kesin vaadi ve ümidi varken, ruhsal yarışı sürdürmek için Rab’bin sağladığı lütuf araçlarını anlamaya ve kullanmaya karar vermek imanlı için en büyük mutluluktur!Adanmışlığa, kutsallığa ve hizmete önem vererek O’nun halkı olan bizler, hizmet yaşamı için sağladığı bütün fırsatları kaçırmamaya çok dikkat etmeliyiz! Çünkü Rab herkes için harika ödüller hazırlamıştır…

İncil’de bu ödüller “taçlar” olarak tasvir edilmektedir. Genellikle o dönemde yarışları kazanan sporculara verilen defne taçlarını örnek almaktadır. Ne var ki dünyasal sporcular, çürüyüp gidecek bir defne tacı”için çabalarken bizlerse, “hiç çürümeyecek bir taç için”kutsallık ve hizmet kurallarına uygun bir şekilde yarışı sürdürüyoruz (1Ko.9:25; 2Ti.2:5).

Bazı ödüllerin tadını, şimdi bu dünyada çıkarabiliriz. Böylece Pavlus onun aracılığıyla Rab’be gelenleri kendisine verilen bir taç olarak görmektedir (Flp.4:1; 1Se.2:19). Yakup’a göre denenmeye karşı dayanmak, cennetteki sonsuz yaşam pınarı olacağı gibi bizde ruhsal yaşamın diri diri fışkırmasına sebep olur. Buna, “yaşam tacı”denilir(Yak.1:12; Va.2:10). Fakat genel olarak “taçlar” cennette alacağımız ödülleri simgeler: “doğruluk tacı”(2Ti.4:8), “yüceliğin solmaz tacı” (1Pe.5:4).

Ama bu taçları kaptırmak da mümkündür: “Tacını kimse elinden almasın diye sahip olduğuna sımsıkı sarıl”(Va.3:11). Sahip olduklarımıza sarılmazsak (yani gerçek imanda durmazsak), tacımız başkalarına verilecektir. Verilmemesi için kurallara göre yarışmak şart… (2Ti.2:1-6). Ne kurallar?

Her şeyden önce “lütufta güçlenmek”gerek (2:1); buna göre “Mesih İsa'nın iyi bir askeri olarak”sıkıntıya göğüs germek (2:3); “günlük yaşamla ilgili işlere”karışmamak yerine bütün kararlarımızda Tanrı’nın hoşnudunu aramak (2:4); Rab’be olan adanmışlığımızı sarsacak her şeyden sakınarak ruhsal müsabaka “kuralları uyarınca”(2:3,5) yarışmak gerek. Neticede toplamamız gereken ruhsal meyvelere kavuşmak için, yani yaşamlarımızın iyiye değiştiğini, kilisemizin hizmetimiz ile bereketlendiğini ve tanıklığımız sayesinde yeni kişilerin Rab’be kavuştuğunu görmek için çok çalışmak gerek: “Emek veren çiftçi üründen ilk payı alan kişi olmalıdır”(2:6). Lütfuyla Rab’bin hayatımızda başardıklarını görmek son derece heyecan vericidir!

* * *

Bu taçların tam anlamı nedir? Söylemesi zordur ama bulunduğumuz hizmetlerin ürünleri karşısında Tanrı’nın takdirini ifade ettiğini tahmin edebiliriz. Bizler bu takdiri dahi hiçbir şey hak etmiyoruz ama Tanrı’nın bizlere böylesine bir ilgi göstermesi bile başlı başına bir ödüldür!

  1. Yaşam tacı (Yak.1:12; Va.2:10) denemeden başarılı çıkanlara verilen derin bir ruhsal yaşam soluğu gibidir. Grekçe’de taç için iki kelime kullanılır: biri kralların taçları içindir, diğeri ise yarışı kazanan sporculara verilen taç için kullanılan buradaki ‘stephanos’ kelimesidir. Yaşam tacı, ayartıcıya ve ayartmaya karşı yarışı kazananlara verilen taçtır… Aynı zamanda ‘stephanos’ gelin ve damat düğünlerde ya da davetliler özel şölenlerde taktıkları çelenkti.

Dolayısıyla bir kutlama söz konusudur. Cennette Rabbimizden, “Aferin, iyi ve güvenilir köle! …efendinin şenliğine katıl!”sözlerini dinlediğimizde yaşayacağımız sevincin bir avansıdır (Mat.25:21,23). Mesih de sonsuz yücelikte kendi tacını aynı şekilde bizimle paylaşacaktır!

Bu taçla ilgili vaat özellikle acı çeken imanlılar için anlamlıdır. Yaşam tacı ölümü yenen zaferden söz eder. Defne tacı alan eski sporcular, bu tacın zamanla nasıl solduğunu, kendilerinin de formunu nasıl kaybettiklerini görüp yalnız hatıralarıyla yetinmeleri gerekiyordu. Yaşam tacını alan imanlılar ise, gün ve gün tazelenir, güç kazanırlar: “Bilgeler gök kubbe gibi, birçoklarını doğruluğa döndürenler yıldızlar gibi sonsuza dek parlayacaklar”(Dan.12:3). Diğer taraftan Kralların taçları ağırdırlar; beraberinde entrikalar, ihanetler, kıskançlıklar ve telaşlar getirir. Yaşam tacı ise omuzlarımızdan bütün yükleri alıp götürür!

  1. Doğruluk tacı (2Ti.4:8) bir adanmışlık yaşamına sahip olup yarışı bitirenlere verilir. Cennette onu bekleyen taçtan Pavlus’un haberi vardı ve onu almak için hazırdı. Hatta kendisine tacın verileceğine emindi! Yarışı kazandığı için değil, bitirdiği için… Herkesin gözüne girdiği için değil, İncil’in ilkelerine göre mücadele verdiği için ödülünü alacağını biliyordu…

Tanrı’nın her birimize emanet ettiği bir iş vardır. Amaç diğerlerinden üstünlüğümüzü kanıtlamak değil, finişe kadar dayanmaktır. Büyük azimle tek başına yürüyen karıncaya sordular: “Yolculuk nereye?” Kendisi, “Mekke’ye” diye cevap verdi. Arkadaşlar, “Deli misin? Mekke buradan binlerce kilometre uzaklıkta” diye tembih ettiler. “Peki” dedi karınca, “Öyleyse yolda ölürüm…” Her birimiz için varmamız gereken bir ‘Mekke’ vardır. Finişe varmak, bizi yanına çağırmadıkça Rab’be adanmışlığımızın rotasını şaşırmamak demektir. Bize verdiği görevi tamamladığımıza Kendisi karar verdiğinde bizi yanına çağıracaktır!

Roma’da idam cezasıyla yargılanmak üzere bulunan Pavlus’un düşünceleri bunlardı. Kilise tarihinin ilk şehidi olan İstefanos’un (‘Stephanos’) idamına başkanlık eden Pavlus şimdi kendisi şehit olarak ölüp kendi tacını (‘stephanos’) almak üzereydi. İstefanos ile aynı görkemli sahneyi görmek üzere hazırdı: “Kutsal Ruh'la dolu olan İstefanos ise, gözlerini göğe dikip Tanrı'nın görkemini ve Tanrı'nın sağında duran İsa'yı gördü”(Elç.7:55). Rabbini yeniden yüz yüze görecekti! Çünkü “Dünyadan ayrılıp Mesih'le birlikte olmayı arzuluyorum; bu çok daha iyi”(Flp.1:23). O’nun gelişini bekleyenlerin hepsi, aynı ödülü beklemektedirler!

Doğruluk tacı bu hayatta yaptıklarımızın adil karşılığıdır. “Çünkü bedende yaşarken gerek iyi gerek kötü, yaptıklarımızın karşılığını almak için hepimiz Mesih'in yargı kürsüsü önüne çıkmak zorundayız”(2Ko.5:10). Kurtuluşu asla hak edemeyiz ve aynı sebeple hiçbir ödüle layık değiliz. Ama bizi ödüllerle sevindirip cesaret vermekten hoşlanan, Tanrı’nın kendisidir! Ödülü hak etmeden ödüle layık görülmüş olmak bile kendiliğinden bir ödüldür! “Hak edilmeyen iyilik” olan Tanrısal lütfun karşısında hiçbir şey hakkedemeyiz. Ama Tanrı bizlere, kişisel zaferin ve tamamlanmış işin keyfini tattırmaya kararlıdır…

Doğruluk tacı özellikle ruhsal hizmet sırasında yaşanan haksızlıklar karşılığında verilecektir. İnsanlar tarafından, hatta kardeşler tarafından yanlış anlaşılabiliriz, hakarete, ihanete uğrayabiliriz, teşekkür alacağımıza eleştiri alabiliriz… Fakat bu durumda Tanrı’nın takdirini alacağız! “Bu nedenle, belirlenen zamandan önce hiçbir şeyi yargılamayın. Rab'bin gelişini bekleyin. O, karanlığın gizlediklerini aydınlığa çıkaracak, yüreklerdeki amaçları açığa vuracaktır. O zaman herkes Tanrı'dan payına düşen övgüyü alacaktır(1Ko.4:5). Kendisi adil davranıp bizlere doğruluk ve adalet tacını verecektir!

  1. Yüceliğin solmaz tacı (1Pe.5:4), topluluklarına tam bir örnek teşkil eden ruhsal çobanlara verilir. Defne taçları gibi solmayan, altın taçları gibi parlaklığını yitirmeyen taçtır. Görkemle parlar! Tanrı’nın görkemli ışığını yansıtmaya izin veren ayrıcalıktır. Mesih’in benzerliğine dönüştürülen O’nun sanat şaheserleri gibi, sonsuzluklar boyunca Sanatçı’nın başarısını etrafa yaymakla meşgul olacağız. Musa’nın yüzündeki parlaklık gibi, O’nun parıltısı söz konusudur, bizim değil…

Ama bu yücelik yalnız kilise önderleri için değildir. Onlarla beraber, onlara her türlü destek sağlayarak imanda mücadele eden herkes içindir: “Yarışa katılan herkes kendini her yönden denetler. Böyleleri bunu çürüyüp gidecek bir defne tacı kazanmak için yaparlar. Bizse hiç çürümeyecek bir taç için yapıyoruz”(1Ko.9:25).

* * *

Oysa ödüllerin en büyü belki de aldığımız taçları Rab’bin izzeti ve yüceliği için ayaklarının dibinde tekrar O’na teslim edebilmektir! Vahiy bölümünün söz ettiği yirmi dört ihtiyarın da yaptığı aynen budur: “…yirmi dört ihtiyar tahtta oturanın, sonsuzluklar boyunca yaşayanın önünde yere kapanarak O'na tapınıyorlar. Taçlarını tahtın önüne koyarak şöyle diyorlar: "Rabbimiz ve Tanrımız! Yüceliği, saygıyı, gücü almaya layıksın. Çünkü her şeyi sen yarattın; Hepsi senin isteğinle yaratılıp var oldu"”(Va.4:10-11).Bu taçlar kendimize, kıskançlıklara, rekabetlere değil, görkemini yansıttıkları Yüce Varlığa baktırır. Bu yüzden ihtiyarlar hareket birliğiyle taçlarını O’na teslim ediyorlar. Tanrı Halkının birliği, kendimizi unutup sorgusuz sualsiz Tanrı’ya odaklandığımızı için mümkündür. Yeryüzünde cenneti yaşamak istiyorsak, her türlü ‘hakkımızdan’ ve ‘başarımızdan’ vazgeçip bütün yüceliği layık Olan’a vermeyi burada başlatmalıyız.

Yirmi dört ihtiyar taçlarını boğazlanan Kuzu’nun ayaklarının dibine sererler. Bununla başarı ve zaferin yalnız O’na ait olduğunu ikrar ederler. Yalnız Tanrı buna layıktır. Aynı zamanda, en değerli sunular ile Kendisini onurlandırmalarına fırsat tanıyan Tanrı’nın kendisidir. Orta Çağ’da yoksul bir hamal iken, birden bizi krala taç giydirmek için çağırdıklarını hayal edelim. O sırada saraydan gelen haberci kralın tacını verip, “Size majestelerinin hediyesidir” der. Tacın bize ait olduğunu ve sarayın soyluları arasına kabul edildiğimizi bilmek çok büyük bir ödül değil midir? Ama tacı almaya layık olanın biz değil kral olduğunu bilerek kralın taç giydirme töreninde yer almak ve bunu kendisine geri vermek, daha yüce bir onur olmaz mı? Göksel sahnede olup bitenler buna benzer bir onur ifade etmektedir. Rab bize saygı, yücelik ve güç verir; ve biz O’nun halkı olarak, Yüceliği, saygıyı, gücü almaya layıksındiyoruz (Va.4:11). Lütfuyla önce kendisinden almasaydık Tanrı’ya saygı, yücelik ve güç tanıyabilir miydik?

Burada Roma İmparatorluğunda yaygın olan bir uygulamanın yankılarını görüyoruz. Sezar fethettiği bir çok krallık üzerinde hüküm sürüyordu. Yenik krallar huzuruna getiriliyor, Sezar’ı onurlandırmak için taçlarını ayaklarına seriyorlardı. Sezar onlardan da vekil yöneticiler olarak tayin etmek istediklerine taçları geri veriyordu. Böylece yönetme hakkı kendiliklerinden değil Sezar’dan aldıklarını vurgulamaktaydı.

* * *

Ama bu hayatta kaldığımız sürece ebedi ödüle kavuşmak için Pavlus ile beraber, “Mesih İsa'nın beni kazanmakla benim için öngördüğü ödülü kazanmak için koşuyorum. Kardeşler, kendimi bunu kazanmış saymıyorum. Ancak şunu yapıyorum: Geride kalan her şeyi unutup ileride olanlara uzanarak, Tanrı'nın Mesih İsa aracılığıyla yaptığı göksel çağrıda öngörülen ödülü kazanmak için hedefe doğru koşuyorum”şeklindeki kararlılıktan vazgeçmemek en doğrusudur (Flp.3:12-14).

Önemsememiz gereken, bütün dikkatimizi toplaması ve uğraşlarımızın merkezinde yer alması gereken şey budur. O zaman rekabetlere veya kıskançlıklara, tartışmalara veya doktrin kavgalarına zaman kalmaz. Pavlus, kazanmak için koşuyorum”ama, Mesih İsazatenbeni kazandı” diyor. Sonsuz Tanrı sonlu insanla karşı karşıya geldiği her durumda aynı şey yaşanmıyor mu? Yani biz hedefe varmak ve ödülü kazanmak için didiniyoruz, Tanrı bize verecek ödülle şampiyonların podyumunda bizi bekliyor. Bizim için bu gelecekte olacak, Tanrı için geçmişte oldu bile… Kendisi buna karar verdi, olmasını sağladı ve işi bitirdi. Biz ise, acaba “kazanır mıyım diye koşuyorum”(Özel Çeviri). O’nun başarısı ve zaferidir; ama lütufta gayret gösteren imanlılara bir takdirname olarak bahşedilir...


V. SONUÇ

Böylece Kutsal Kitap’taki “seçilmişlik” ve “önceden belirlenme” öğretileri, tartışmak için verilen bir doktrin konusu değil, Tanrı karakterini ve tasarısını aydınlatan ve imanımızı besleyen bir vahiydir. Buna göre şunları öğrendik:

  1. Tanrı’nın Tedarikçi yönetimi… Yaşadığımız durumların ne kadar kötü olursa olsun, Tanrı’nın her şeyi kontrol ettiği, gücüyle gerçekleştirilecek, iyiliğe yönelik bir amacı olduğu ve aslında her konuda bizi koruyup iyi bir hedefe yönelttiğine emin olabiliriz. O’nun ezeli fermanları ile evreni, insanlık tarihini ve kişisel hayatlarımızı yönetmekteki bilgeliği karşısında güvenimiz, hayranlığımız ile teslimiyet arzumuz artar ve O’na tapındıkça tapınmak isteriz. Bunlar bizi ruhsal olgunluğa kavuşturur.

  2. Kurtuluşun üstün değeri. Buna göre insan ne Tanrı’nın iyiliğini ne de sonsuz yaşamı hak eder, ama sevilmek ve kurtuluşun hedefi olmak üzere Tanrı’nın lütfu ve gücüyle seçilir, Mesih’te kurtuluşa kavuşur ve bu lütuf içinde korunur. Bu yüzden Tanrı kurtulanlarda başladığı işi Mesih’in benzerliğini onlarda işleyene kadar bitirmeye, öncesizlikten karar vermiş durumda. Böylece bu kurtuluşun meyvelerini vermek ve hayatımızın her alanında Mesih’in karakter özelliklerini geliştirmek için cesaretle dolarız...

  3. Hedefler ve ödüller… Tanrı yeni yaşamımızı hem bu hayatta hem de ebediyette anlamlı kılmak için tasarlamıştır. Hak edilmeyen bu kurtuluşa sahip olmak, hayatta kaldığımız sürece O’nun izzetini yansıtmak ve bütün dünyaya duyurmak için sahip olduğumuz sorumluluğu ve ayrıcalığı ortadan kaldırmaz. Tedarik ettiği lütuf araçları, her türlü günahtan sakınmamız, kötülük güçlerine karşı direnebilmemiz ve imanlılar topluluğu ile omuz omuza tam bir hizmet yaşamına adanmamız için bizi donatmaktadır.

Tanrısal egemenliğinin mutlak başarısı ve insana özgür irade ile verilen sorumluluk, bize derin bir güven ve ümit duygusunu kazandırır. Bizi bu şekilde cesaretlendirmek Tanrı’nın bu gerçekleri açıklamaktaki amacıdır ve bunu Pavlus’un şu son beyanı ile özetlemek mümkün:

Kime inandığımı biliyorum. O'nun bana emanet ettiğini (ya da O'na emanet ettiğimi) o güne dek koruyacak güçte olduğuna eminim”(2Ti.1:12).

Kime inandığımızı biliyorsak (yani O’nu tanıyorsak, gerçekten imanlıysak ve Tanrı’nın sadakatini tecrübe ettiysek) O’nun, emaneti (yani bizim için göklerde saklanan kurtuluşu ya da hizmetin ödülünü) İsa’nın gününe dek koruyacağını da biliriz. Yaşamlarımızı ve ömürlerimizi tümüyle ona teslim etmek için başka neye gereksinim duyarız?

Kutsal Kitap’ın seçilmişlik, kurtuluş ve ödülle ilgili gerçekleri, O’nun güvenilirliğinin böylesine parlamasını sağladığı için Rab’be durmadan övgüler sunalım!


1 “İlahi takdir” ile “ilahi tedarik” arasındaki farkı şudur: birincisinde Allah insanı bir kukla gibi idare edip ipleri elinde tutar; ikincisinde ise, istediği hedefe doğru insanın önündeki yolu düzleştirir. ‘İlahi takdir’ insan kararlarına aldırmaz, onları yok sayar. ‘İlahi tedarik’ (Tanrı’nın tedarikçi yönetimi), insanın kararlarını dahil eder, artı bunları iyi bir amaca doğru yöneltir!

2 “Loraine Boettner, The Reformed Doctrine of Predestination, Presbyterian and Reformed Publishing Company, Phillipsburg, New Jersey, U.S.A., 1968, sayfa 276”de aktarılan “Salisbury, Mohammedan Doctrine of Predestination and Free Willmakalesinden.

3 Bilim adamları da davranışlarımızın temel belirleyicisinin genler mi (veya doğamız mı), yoksa yetiştirilme tarzımız mı (sosyal etkiler mi) olduğu konusunda fikir birliğine varamamışlar. Bununla birlikte her iki taraf da, davranışlarımıza bizim dışımızdaki güçlerin neden olduğu konusunda hem fikirdiler. Hiç kimse programlanmış olduğundan başka türlü davranamayacağı gerçeğini kabul eden psikolog B.F. Skinner, insanların özgür iradeye sahip olduğu nosyonundan ve bununla birlikte yaptıkları şeylerden dolayı cezalandırılıp ödüllendirilmemeleri gerektiği nosyonundan vazgeçmemiz gerektiğini ileri sürmektedir. Nedensel olarak belirlenmiş bir dünyada yanlış veya doğru diye bir şey olamaz (B.F. Skinner, Beyond Freedom ve Dignity, New York, Bantam, 1972).

4 Kitabın ileri bölümlerde, ne ‘kör talih’e ne de ‘kibir’e düşmeden her iki görüşü bir dereceye kadar bağdaştıran ‘ilahi tedarik’ (providence) kavramını sunacağım.

Hıristiyan ilahiyatında Tanrı'nın "tedarikçi yönetim"i (providence) şu şekilde tanımlanır: Yaradan'ın, sonsuz iyiliği ve merhametiyle (Mez.145:9; ile Mat.5:45–48) bütün yaratılanları düzen içinde tutmak (Elç. 17:28; Kol.1:17; İbr.1:3) bütün olup bitenleri, meleklerin veya insanların özgür hareketlerini yönetmek ve bunlara yön vermek (Mez.107; Eyü.1:12; 2:6; Yar.45:5–8), her şeyi Kendi amacına ulaştırmak ve her konuda yüceliğini göstermek için (Ef.1:9-12) 'tedarik' ettiği bütün ayarlamalar ile birlikte son bulmayan etkinliğidir.

5 Hıristiyan ilahiyatında Tanrı egemenliği ile insan özgürlüğü konularının irdelenmesinde araştırmalar, insanın sonsuz kaderi konusu üzerinde yoğunlaşır. Yani cennete veya cehenneme kimler gidecek konusu önemle incelenir. İslamiyet’te kelamcıların ilgi odağı daha çok, bütün varlıkların günlük hareketleri ve evrende her an olup biten her şeyin Allah’a mutlak suretle bağlı olduğu konusu üzerinde toplanır.

6 Evrenselcilik değilse de, herkesin kurtulması isteği XX yy.da kapsayıcılık (inclusivism) olarak geliştirildi. Buna göre, bilinçli veya bilinçsiz olarak İsa'nın gerçeğinden bir şeyler kapsayan bütün inanç ve dinlere bağlı kişiler, dolaylı olarak Mesih tarafından kurtarılacaklar. Günümüzde evrenselcilik ya da pelagiyanızım yerine, dinler arası diyalog bağlamında kimi çevrelerce çoğulcu teoloji tercih ediliyor. Buna göre her türlü 'ruhsallık' tecrübesi eşittir, bütün dinler de aynı oranda gerçektir ve eşit etkinlikte kurtuluş araçlarıdır.

7 Ogutinizim, İ.S. V. yüzyılda Hıristiyanlığın en önemli düşünürlerinden Agustin’in oluşturduğu teolojik düşünce sistemine verilen isimdir. Ogutinizim, Kutsal Kitap’taki seçilmişlik konusunda XVI. yüzyıldan sonra Calvinizim olarak isimlendirilecek görüşün tarihsel temelini oluşturur. Arminyus ile Calvin’in durumunda olduğu gibi Palagius ile Agustin aynı dönemde yaşamış olan çağdaşlar sayılır.

8 Asli günah; Adem ile Havva'nın işlediği ilk günah nedeniyle doğan bütün insanların günahla bozulmuş doğalarına sebep olan kaynak günah anlamındadır.

9 ‘Doğal hali’ demek, Kurtarıcı tarafından kurtarılmazsa her insanın doğuştan aldığı günahlı doğa.

10 Calvinizmin, hiper-Calvinizim olarak bilinen en katı kanadı, Tanrı kimi insanları cennete gitmeleri için ezelden beri belirledi gibi, kimilerini ise doğrudan cehenneme gitmeleri için önceden belirlemiştir ve bunun için onların üzerinde etkindir der. Ilımlı kanat ise, bazılarının cehenneme gitmesi Tanrı’nın pasif bir kararıdır derler; yani olay Tanrı’nın aktif bir karar ile onları kurtuluşa dahil etmemesinden ibarettir.

11 Ayrıca bilgimiz, günahlı tabiatımızdan (Rom.1:21) ve şer güçlerinin aldatıcı etkisinden ötürü (2Se.2:3) hatasız bir bilgiden uzaktır. Yeniden doğmuş kişi, Kutsal Ruh'un aydınlatıcı etkisi altında olsa bile, hataya maruz kalabilir (Gal.6:7). Bu yüzden hatasız gerçek yalnız Kutsal Kitap'a aittir (Yu.17:17). Gerçeğin doğru anlamına da kilise tarihi boyunca yorumlarını açıklarken birbirlerini düzelten imanlıların çalışmalarıyla ulaşılır. Bu müşterek çalışma ve etkileşim, inananlar topluluğunun gerçek üzerindeki koruyucu ve destekleyici etkisidir (1Ti.3:15).

12 Unutmayalım ki, İbraniler mektubu Mesih’teki kurtuluşu yeterli bulmayıp Eski Antlaşma düzenine dönme tehlikesinde bulunan Yahudilere yazıldı.

13 Tanrı tüm kuşaklar boyunca “kendini tanıksız bırakmadı” (Elç.14:17). Tanrı insanların sahip oldukları bilginin sınırları dahilinde kendisine yönelmelerine yetecek oranda tanıklık sağlamıştır (Rom.1:18-2:16). Tanrı’nın tanıklığı hem yaratılış aracılığıyla (Mez.19; Rom.1:20), hem de insan vicdanı aracılığıyla (Rom.2:14 vd.) her kuşakta tüm insanlığa ulaşmıştır. Tanıklık yeterli olduğundan putperestlikleri, tövbesizlikleri, ya da arayışsızlıkları nedeniyle mazeretleri yoktur. Çünkü, “Bunu, kendisini arasınlar ve el yordamıyla da olsa bulabilsinler diye yaptı. Aslında Tanrı hiçbirimizden uzak değildir” (Elç.17:27). Demek ki Tanrı, doğal hallerinde bile insanların O’nu aramalarını ister; ve onları bu arayıştan sorumlu kılar...

14 Burada elbetteki Calvinistler itiraz edecekler. Tanrı seçim yapamayan sadece insanın yapacaklarını acizlik içinde önceden seyreden bir gözlemci midir diyecekler. Onlara göre O, kurtulacak kişileri birebir seçtiği ve belirlediği içindir ki onları önceden biliyor. Ne var ki bu, Tanrı’ya yakışır bir ön bilgi değildir. Bu sefer önbilgisi acizdir. Yani böyle bir önbilgi bizde de var. Bunun için Tanrı olmaya gerek yok; biz de yapmaya karar verdiğimiz şeyleri önceden biliriz. Halbuki Kutsal Kitap’ın ‘Tanrısal ön bilgi’ ile ima ettiği anlam, daha çok ‘doğal’ bir yolla bilenemeyecek her şeyi Kendisinin önceden bilmesi şekline daha uygundur.

15 Ne var ki Calvinistlerin savunduğu gibi Tanrısal seçim insan seçimini (Müjde’ye olumlu cevabını) dahil etmiyorsa, Tanrı tarafından dolaysız bir seçim ise, o zaman mahvolanların dolaysız olarak seçilmedikleri için kaybolurlar ki bu, reddedildikleri için ya da mahvolmak üzere seçildikleri için kaybolurlar demek oluyor. Yani Calvinistlere göre Tanrı “İyi Samiriyeli” benzetmesindeki kahin veya Levili rolündedir! “İyi olanı bilip de yapmayan, günah işlemiş olur” diyene (Yak.4:17) böyle bir şey yakıştırmak pek akla uygun değildir, herhalde.

16 Yukarıda (a) ve (b) şıkkıyla beraber bu (h) şıkkındaki ayetler hepsi 1.Timoteyus’tan alınmıştır. Bu mektupta Rab bize bu konuda son derece dengeli ve makul bir görüş kazandırır. Kurtuluş herkes içindir, Mesih herkes için öldü ama yalnız iman edenler kurtulurlar.

17 Yuhanna 10:15 gibi ayetler (Ben koyunlarımın uğruna canımı veririm”), Mesih’in herkes için öldüğünü açıkça söyleyen ayetleri iptal etmez! “Tanrı'yla insanlar arasında tek aracı vardır. O da insan olan ve kendisini herkes için fidye olarak sunmuş bulunan Mesih İsa'dır” (1Ti.2:6); “İsa'yı, Tanrı'nın lütfuyla herkes için ölümü tatsın diye çektiği ölüm acısı sonucunda yücelik ve onur tacı giydirilmiş olarak görüyoruz” (İbr.2:9); “O günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır” (1Yu.2:2).

Ayrıca İsa yıkıma uğrayacak sahte peygamberler için bile ölmüştür (onları satın almıştır)! Ama İsrail halkı arasında sahte peygamberler vardı; tıpkı sizin de aranızda yanlış öğreti yayanlar olacağı gibi. Bunlar kendilerini satın alan Efendi'yi bile yadsıyarak gizlice aranıza yıkıcı öğretiler sokacaklar. Böyleleri kendi başlarına ani bir yıkım getirecek (2Pe.2:1).

18 Burada Arminianistler kendi açılarından haklı olarak itiraz edecekler: İman eden kişi sonradan Rab’bi inkar edip imandan dönerse nasıl yine de kurtulur diyebilirsiniz? Robotlar olarak yaratılmadıysak, her zaman Rab’bi inkar etme ve imandan dönme riski var. Elbette Rab’bi inkar eden bir kişi kurtulamaz (Mat.10:33; 2Ti.2:12). Ne var ki, sadece Rab’bi tanımayan kişi O’nu inkar etmenin çılgınlığında bulunabilir… Ama Tanrı için kurtuluş süreci cennette sona ererse da yeniden doğuş ile tamamlanmıştır bile (gerçekten kişi yeniden doğduysa). Nasıl ki, öldükten sonra cennete giren kişinin kaybolmasına olanak yoksa (ve bu, özgür olmayacağımız anlamına gelmez; bunu her iki görüştekiler kabul eder), yeniden doğmuş olan kişinin hayatı şimdiden cennette saklıdır… (Kol.3:3; 1Pe.1:3-4). Kurtuluşu hak etmek için hiçbir şey yapamadıysak onu kaybetmek için de yapamayız. Ama yanılmaz bir kesinlikle yalnız Tanrı Kendisine ait olanları % 100 bilir (bkz. 2Ti.2:19a). Bizlerse Tanrı Yoluna devam etmezsek (2Ti.2:19b) her zaman şu soru işaretle uğraşacağız: Acaba gerçekten yeniden doğdum mu ben? Tanrı için kesin olan son, bizim için iman koşuşunu sürdürmeye ve bitirmeye bağlı görünüyor…

19 Tanrı’nın gücüyle korunan hiçbir şey yıkıma uğrayamaz. Ama ayete göre kurtuluşun Tanrı’nın gücüyle korunması için iman gerek (“iman sayesinde… korunuyorsunuz” der). Burada soru şu: Bu iman bizi tövbeyle beraber kurtuluşa kavuşturan bir kereye mahsus iman mı (o zaman olup bitti, değişmez), yoksa Mesih yoluna devam etmek için gereken iman mı? (Böyle olursa iman zayıflayabilir, buna bağlı Tanrısal koruma da…)

20 “Kader inancı (Al-Qadar) Tanrı’nın her şeyi Yaratan [olduğu] inancı dahil eder” (...). “İnsanoğlu iyi veya kötü arasında seçim yapabiliyorsa, kendisi davranışlarının yaratıcısı oluverir, tıpkı Tanrı’nın her hareketin yaratıcısı olduğu gibi. Bir Müslüman bunu kabul etmesi mümkün değildir” (Emory VanGerpen, Notes on Islam, 1975, pp.35-36).

21 Rab evreni, doğanın bütün güçlerini denetleyerek yönetir (Mez.147:8); vahşi hayvanları da (Eyü.38-41). Aynı şekilde dünyada olup biten her şeyi denetler ve yönetir: şimşekleri (Eyü.37; Mez.29); salgınları, afetleri (Çık.7:3 11:10; 12:29 vd. Yoe.2:25); kuşların ölümünü dahil (Mat.10:29) yada çekilen kuranın sonucunu… (Özd.16:33). Yaşam, sağlık veya hastalık (Yas.7:15; 28:27, 60), zenginlik veya aksilik (Amo.3:6; Yşa.45:7) hepsi O'nun elindedir. Ne var ki, Kutsal Kitap'ın bu konudaki vurgusu bütün bunların keyfince değil iyi bir amaç uğruna olduğudur! “Atalarınızın bilmediği man ile sizi çölde doyurdu. Sizi sıkıntıya soktu, sınadı. Öyle ki, sonunda üzerinize iyilik gelsin” (Yas.8:16). Aynı şekilde Rab evreni en küçük detaylarına kadar yönetirken Kendisinin saptadığı doğa kanunlarını keyfi olarak çiğnemez!

22 Douglas, J. D., “Biblical Dictionary”, (Barcelona, Buenos Aires, La Paz, Quito: Certeza Yayınları) 2000, c1982

23 Bazıları için “izin vermek” Tanrı’nın o durumu yönetmediği anlamına gelir. İzin verilen şey planlanamayan ve öngörülemeyendir derler. Tanrı Mesih’in kefaret ölümünü planladı. Bu bağlamda O’nun çekeceği acıları hem planladı hem de onlara izin verdi. Çünkü esas amacı İsa’ya acı çektirmek olduğunu söyleyemeyiz. Tanrı bir şeye izin verir dediğimizde, onu planlamadığını söylemek istemiyoruz. Söylemek istediğimiz şey şudur: söz konusu olay O’nun esas amacı değil, amacına hizmet eden bir araçtır...

24 Eğer Tanrı olup biten her şeyi, izin vererek değil, nihai sebep olarak doğrudan Kendisi zorlarsa, evren sadece bir makine, insanlar da birer robot olurdu. O zaman örneğin, yalnız Kutsal Kitap değil, bütün kitaplar O’nun direkt sözü olurdu; Tanrı’nın var olduğunu inkar eden kitaplar dahi…

25 İngilizce ‘providence’ kelimesi için Türkçe’de Tanrı’nın “tedarikçi yönetimi/denetimi” diyebiliriz. Buna göre Tanrı insanların yüreklerini ve eylemlerini iyi hedeflere yönlendirir (Ef.1:9-10; Özd.21:1; Ezr.6:22), çoğu zaman yine planını gerçekleştirmek için (Yar.45:5-8; 50:20; Yşa.10:5 vd.; 44:28-45:4; Yu.11:49 vd.; Elç.13:27 vd.). İyi amacı uyarınca insan Tanrı’nın tasarladığını yapar ama aynı zamanda tamamen özgürdür ve eylemlerinden sorumludur (Yas.30:15 vd.). Ne var ki, kötülükleri yönetimine dahil ederse de bunlara Kendisi sebep olmadan olanlara izin vererek dahil eder (Mez.81:12 vd.; Elç.14:16; Rom.1:24-28). Yönetiminde de kötülüklerin iyi amaçlarına hizmet etmelerini sağlar (“günah çoğaldığı yerde lütuf daha da çoğaldı”; Rom.5:20). Son olarak iman edenlerde Kendisini hoşnut eden şeyi yapmayı arzulamaları ve yapmalarını sağlar (Fil.2:13). Bu yüzden “Rab dilerse… şunu bunu yapacağız” derler (Yak.4:13-15).

İnsan günaha düştükten sonra Tanrı, tedarik ettiği kurtuluş tasarısını da devreye sokmuştur. Buna göre bütün evreni Mesih’te orijinal dengesinin çok ötesinde görkemli bir ahenkle yetkinleştirecektir (Rom.8:19 vd.; Ef.1:9-12; Fil.2.9 vd.; Kol.1:20; 1Ko.15:24 vd.). Diğer taraftan Eski Antlaşma’da ilan ettiği peygamberliklerin Yeni Antlaşma’da yerine gelmesini sağlar. Bu doğrultuda planlarına karşı koyabilen hiçbir güç ya da düşman yoktur; onlara güler (Mez.2:4), isyanlarını Kendi amaçları için kullanır (Elç.4:25-8) ve sonunda zafer kazanır (Va.19, vs.).

26 Determinizm: olup biten her şey, dıştan müdahale edilemeyen ve oluşacak sonuçlar önlenemeyecek şekilde ilerleyen bir etki tepkiler zinciridir.

27 ‘Providence’ ilahi yönetimde olup bitenlere amaç kazandıran Tanrı sağlayışı, tedarik etmek anlamına gelen ‘to provide’ fiilinden gelir.

28 Önbilgisi, evrendeki her hareketi önceden ayrıntısına kadar planladığı için senaryoyu bilmekten ibaretse, pek bir özelliği yoktur. Ama ön bilgisi, insanın özgür hareketlerini önceden bilip insani iradeyi çiğnemeden bilgeliği uyarınca yine de istediği hedefe ulaşmayı bilmek ise, bu sadece Tanrı’ya özgü bir sıfat olabilir! Bu, Zamanın başlangıcından önce Tanrı'nın bizim yüceliğimiz için belirlediği bilgelik”tir (1Ko.2:7).

29 Halk anlayışında Tanrı iradesi sonsuz (külli irade), kul iradesi ise değersizdir (cüzi irade). Bu yüzden kadere boyun eğmekten başka çare yoktur. Kutsal Kitap’ta Tanrı insan iradesini yok saymaz, onu planına dahil eder. Kararlarını insan kararlarına rağmen değil, insan kararlarını dahil ederek yapar.

30 Önce bildi, sonra çağırdı, sonra akladı ve en son Oğlu’nun benzerliğine dönüştürdü, yani yüceltti (Rom.8:30). Burada ayrıca insana düşen pay gerçekleşmesi gerekir, yani Tanrısal çağrıya cevap vermek gerekir. “Çünkü çağrılanlar çok, ama seçilenler azdır” (Mat.22:14). Eğer Tanrı yalnız önceden belirlediği kişileri karşı konulmaz ve etkin çağrıyla kendisine bağlıyorsa, diğerlerine yönelik çağrı ise (etkin olmayan çağrı) sadece göstermelik ve sahte olurdu, dolayısıyla gerçek bir çağrı olmazdı. Aksi takdirde bütün çağrılanlar seçilirdi. Ama çağrılanlardan yalnız “azı” seçiliyorsa (Matta’daki ayette görüldüğü gibi), onların cevabı kaderlerini belirlemekte rol aldığı anlaşılır.

31 Farklı seçimler vardır, farklı hedefler de vardır. Örneğin: Romalılar 8.bölümü ile Romalılar 9 ile 11.bölümlerinde işlenen konu çok farklıdır. Romalılar 8’de Tanrı’nın önceden Mesih’te bildiği herkes yüceltilir (Rom.8:1, 29); Romalılar 9-11’de ise Tanrı’nın önceden İbrahim’de (Rom.11:2) bildiği herkes kurtulmuyor! Çünkü Tanrı bütün İsraillileri Kendi halkı olmak için atalarında seçtiyse de (Rom.11:28), kurtuluş açısından hepsi otomatikman seçilmedi, çünkü Mesih’te sürçtüler (Rom.9:32-33). Farklı amaçlar güden seçimler birbirleriyle karıştırılmamalıdır. İsrail halkı seçimi koşulsuzdur; ama kurtuluş açısından bir ön belirleme yoktur. Halk içinden sadece “bazıları”, “kalıntı” kurtulur (Rom.9:27;11:14). Mesih aracılığıyla gerçekleşen seçim için ise koşulludur: Mesih’te gerçekleşir (bkz. 3.bölüm, “Kurtuluş için seçilmişliğin Tanrısal koşulu” paragrafı).

32 Tarih boyunca, günaha batmış insanın “özgür irade”ye sahip olup olmadığı konusunda süregelen tartışma ışığında bazı açıklamalar yapmak gerek:

1) “Özgür irade” ifadesi ahlaki açıdan ele alınırsa ve insanın kısıtlanmadan gönüllü ve sorumlu olarak karar alabildiği anlamına gelirse, Kutsal Kitap bütün insanların (yeniden doğmuş veya doğmamış) böyle bir iradeye sahip olduklarını varsayar.

2) Metafizik anlamda ele alınırsa ve insanların gelecekte ne yapacakları belirsiz olduğu ve tahmin edilemeyeceği anlamına gelirse, Kutsal Kitap hiç bir gelecek olayın Tanrı için tahmin edilemez nitelikte olmadığını öğretir. Kendisi her şeyi önceden bilen ve buna göre her şeyi düzenleyendir.

3) Teolojik açıdan ele alınırsa ve doğal insanın Tanrı’yı hoşnut edecek eylemlerde bulunabileceği veya sırf kendi çabasıyla Tanrı’ya dönebileceği anlamına gelirse, Kutsal Kitap Tanrısal lütfun yardımını almadan iman veya itaat edemeyeceği, günahtan kurtulamayacağını vurgular ve bu açıdan insan özgür değildir der.

Gerek Lüther gerekse Calvin, özgür irade kavramını reddederken, aslında reddettikleri şey, insanın kendi çabalarıyla kurtulabilmesi fikriydi (özellikle bu konuda Rotterdamlı Erasmus’a yazdıkları cevap yazılarında öyleydi). Fakat insanı hareketlerinden sorumlu göstererek onun kendi hareketlerinin sahibi olduğunu kabul etmişlerdir.

33 “İlahi ferman insan eylemlerine sebep olmak yerine bir eylemin kesin olacağını saptar; bir eylemin kesinliğini saptayan aynı ferman, insanın özgür hareket etmesini de saptar” (Loraine Boettner, La Predestinación, Libros Desafío, 1994, sayfa 182).

34 Şer, şeytani güçler ya da ahlaki kötülükleri dahil eder. Bu anlamda Tanrı, Kötülüğe bakamayacak kadar saftır” yani kötülüğe bulaşmayacak kadar kutsaldır (Hab.1:13). ‘Felaket’ ya da ‘zarar’ anlamında Tanrı’dan kötülük görebiliriz (Yşa.45:7; Amo.3:6; Mik.1:12). Ama bu yine O’nun sevgisinden ve adaletinden kaynaklanan bir terbiyedir; Eyüp’ün durumunda olduğu gibi; “Nasıl olur? Tanrı'dan gelen iyiliği kabul edelim de kötülüğü kabul etmeyelim mi?” (Eyü.2:10).

35 Bunu örneklemek için genellikle Lazar’ın diriltilmesi durumu benzetme olarak kullanılmaktadır (Yu.11). Buna göre iman etmeden önceki durumumuz Lazar’ın mezardaki durumla aynıdır. Tanrı bize yaklaşıp hayata çağırana kadar tamamen ölüyüz. Hayata kavuşmadan biz Tanrı’nın davetine evet ya da hayır diyemeyiz. O’dur bizde arayış arzusunu uyandıran, bize günah konusunda doğru bir anlayış veren, sonsuz yaşamı özlememizi ve Mesih’e kanaat getirmemizi sağlayan… Bu doğrudur, ama doğal halinde insan ruhu Lazar kadar ölüyse de, insan iradesi ölü değildir. İnsan kendi kendini ruhsal dirilişe kavuşturamaz, ama Tanrı’nın davetine evet ya da hayır diyebilir. Lazar ise diyemezdi; çünkü yalnız ruhu değil, bütün varlığı ölüydü…

36 Ayrıca, “Baba'nın bana verdiklerinin hepsi bana gelecek ve bana geleni asla kovmam” (Yu.6:37) “Tanrı'dan olan, Tanrı'nın sözlerini dinler. İşte siz Tanrı'dan olmadığınız için dinlemiyorsunuz” (Yu.8:47); “Ama siz iman etmiyorsunuz. Çünkü benim koyunlarımdan değilsiniz” (Yu.10:26). Aynı şekilde, Göksel Babam'ın dikmediği her fidan kökünden sökülecektir der (Mat.15:13). Bütün bu beyanlar, Rab’be gelmenin doğaüstü yönünün altını çizmektedir. Ruhsal gözlerimizin açılabilmesi için gerçekten lütfun etkinliği gerek. Bu ayetler aynı şekilde neden Müjde’ye yaklaşan bazılarının bir türlü kendilerini tam İsa’ya veremediklerini de açıklar. Ama bu durumlarda bile ruhsal gerçekleri görememeleri, Müjde’yi olduğu gibi kabul etmek yerine Müjde’nin ille de kendi fikirlerine uymasını istemelerine bağlıdır. Tanrı için gayretlidirler; ama bu bilinçli bir gayret değildir (Rom.10:2). Bu yine insanın hareketlerinden sorumlu olduğunu gösterir.

37 Benzer şekilde Pavlus, “Tanrı’nın lütfunu geçersiz saymış değilim” diyor (Gal.2:21). Demek ki, Tanrı’nın lütfuna karşı koymak, hatta onu geçersiz saymak mümkündür.

38 Matta 23:37’deki ayet aynı şekilde insanın Rab’bin açık isteğine karşı koyduğunu gösterir: Ey Yeruşalim! Peygamberleri öldüren, kendisine gönderilenleri taşlayan Yeruşalim! Tavuğun civcivlerini kanatları altına topladığı gibi ben de kaç kez senin çocuklarını toplamak istedim, ama siz istemediniz.” Aynı şekilde:

Ama sizi çağırdığım zaman beni reddettiniz. / Elimi uzattım, umursayan olmadı. / Duymazlıktan geldiniz bütün öğütlerimi, / Uyarılarımı duymak istemediniz (Özd.1:24-25).

39 Aynı şekilde, “lütufkâr Ruh'a hakaret” etmek mümkün (İbr.10:29); yani yüreğinde Kutsal Ruh aracılığıyla Tanrı lütfunun işlediği insan buna karşı koyabilir. Ya da, “Ruhum insanla sonsuza dek çekişmeyecek” denilmektedir (Yar.6:3). Eğer Nuh günlerindeki insanlar şartsız koşulsuz mahvolmak için önceden belirlenmişlerse, Kutsal Ruh onları döndürmek için niye uğraşsın? Karşı konulmaz bir güçle uğraştıysa neden döndüremedi?

40 Bir şekilde Tanrı’nın verdiği fırsatlara ben evet dedim ve yanımdaki kişi hayır dedi. Nedeni bilmiyoruz, ama yüreğimiz minnetle dolmalıdır. Ayrıca doğduğumuz yere göre ‘farklı’ fırsatlara sahibiz: Hıristiyan ülkede Müjdeyi duymak daha kolay, ülkemizde daha zor… Ama Tanrı herkese ‘eşit’ fırsatlar verdiği, yada aldıkları ‘ışığa’ cevaplarına göre onlara gereken fırsatları vereceği gerçeğini göz ardı edemeyiz (bkz. Elç.14:17; Rom.1:18-2:16; özellikle Rom.2:7 ile Elç.10:1-4).

41 “…Pavlus'un söylediklerine kulak vermesi için Rab onun (Lidya'nın) yüreğini açtı” (Elç.16:14) “Kutsal Yazılar'ı anlayabilmeleri için zihinlerini açtı” (Luk.24:45).

42 Aynı şekilde Kutsal Kitap Tanrı’nın “nedim” olduğunu söylediğinde (Tufan zamanında, İsrail çölde olduğu sırada…), fikrini değiştirdiği anlamına gelmez. Kendisi laboratuarda doğru sonuç elde edene kadar bir sürü deney yapan bir araştırmacı gibi değildir. “Nedim” ifadesi aslında O’nun çok büyük üzüntüsü ve insanları cezalandırmak için önceden kararlaştırdığını yürürlüğe soktuğunu dile getirmektedir.

43 Ayrıca ölümünden önceki gece Rab’bin, “mümkünse bu kase benden geçsin” duası göstermelik değildi, özgür doğasından gelen bir yalvarıştı. Hatta İbraniler 5:7’de Baba Tanrı’nın yakarışını kabul ettiği sonucuna da varılabilir! Ve bundan İsa’nın kendini gönüllü sunduğu net anlaşılmaktadır…

44 Yalnız “gizli isteği” ifadesi, Kutsal Kitap’ta net olarak açıklanan ‘herkesi kurtarma arzusu’ aslında ‘gizli kalan’ bir başka isteği tarafından (bazılarını kurtuluştan mahrum bırakmak gibi) iptal edildiği anlamında kullanmamaya dikkat etmeliyiz. Calvinistlerin çok sevdiği bu kavramın Kutsal Kitap’ta dayanağı yoktur. Yani, Tanrı’nın gizli kalan istekleri olabilir, ama bunlar net açıklanan istekleriyle çelişmez; Kendisi de ikiyüzlülük yapmaz!

45 Hatırlayalım: buradaki ‘kötülük’, şer güçleri ve ahlaki kötülükleri anlamında değil, sevgisinden kaynaklanan terbiye ya da ceza anlamındadır.

46 Bizim rol almamıza rağmen seçim Tanrı'ya bağlıdır. Eğer Tanrı bir havuz inşa edip bizi kenarına adeta getirmezse atlayacak bir yerimiz olmaz. Eğer Kendisi savaşa katılacak olanları belirleyecek kıstası tespit etmezse, 300 kişinin seçimi de olmaz

47 ‘Ön-belirlenme’ varsa, mecburen onun dayandığı veya beraber işleyen ilahi bir ‘seçim’ de vardır. Ama ilahi bir ‘seçim’, beraberinde bir ‘ön-belirlenme’ getirmeyebilir. Yani ‘seçim’ her zaman bir ‘ön-belirlenme’ ile tamamlanmaz. Oğul’un benzerliğini taşımaya önceden belirlenenler, Mesih’te seçiliyorlar (‘ön-belirlenme’ bir ‘seçim’ gerektirir); ancak İbrahim’de seçilenler (İsrail halkı), hepsinin cennete gidecekleri gibi bir şarta bağlanmadılar (‘seçim’ bir ‘ön-belirlenme’ olmadan da işleyebilir).

48 Seçilmişlik iyi işlerle değil, lütufla gerçekleşir: “Eğer bu, lütufla olmuşsa, iyi işlerle olmamış demektir. Yoksa lütuf artık lütuf olmaktan çıkar!” (Rom.11:6). Ancak bu, seçilmişliğin koşulsuz olduğu anlamına gelmiyor, sadece seçilmişliğin koşulunun iyi işler olmadığı anlamına geliyor. Kaderci görüştekilere göre imanı bir koşul olarak değerlendirirsek, lütfu iptal etmiş oluruz. Oysa Pavlus tam tersini, lütfu almanın koşulu iman olduğunu söylemektedir: Bu nedenle vaat, Tanrı'nın lütfuna dayanmak ve İbrahim'in bütün soyu için güvence altına alınmak üzere imana bağlı kılınmıştır” (Rom.4:16). İman koşulu kurtuluşun dayanağı değil (‘sevap’ değil), yürek kapısıdır. Kurtuluşun dayanağı Tanrı’nın lütfudur! Diğer taraftan seçilmişliğin Tanrı’nın kararıyla koşullu ya da koşulsuz olması O’nun egemenliğinden ne bir şey alır ne de bir şey katar…

49 Burada kaderci görüştekiler karşı konulmaz veya etkin çağrıdan söz ederler. Yani Tanrı çağrıya kulak vermelerini sağladı, bu cevabı kendileri özgürce vermedi. Bunu desteklemek için ayette bütün çağrılanların hemen peşinden aklandıklarının söylendiğine dikkat çekerler. Böylece demek ki (onlara göre), karşı konulamaz bir çağrıdır bu. "Hamama giren terler" dediğimizde, ille de bu insanlar terleyecekti de bu yüzden hamama girdiler demek istemiyoruz. Bu sapla samanı birbirine karıştırmaktır

Unutulmaması gereken şudur: Burada herkesten değil, Tanrı'nın önceden bildiği kişilerden söz etmektedir. Yani onlar çağrıyı kabul ettikleri için aklanırlar, çağrıya karşı koyamadıklarından, veya önceden aklanmış olduklarından değil… Burada zorlama yoktur, insanlar kurtuluşu özgürce kabul ederler. Ve Tanrı bunu ezelden biliyor ve buna göre onları önceden planladığı hedef için belirliyor. Ayetteki sıralama şüpheye yer bırakmıyor: (1) önceden bildi, (2) belirledi, (3) çağırdı, (4) akladı ve (5) yüceltti. Özetle: önce belirlediği için tanımadı, onları önceden bildiği için belirledi… (aksi takdirde ‘önceden bilgi’ değil, ‘sonradan bilgi’ olurdu).


50 Ayrıca bkz.: Herkes nasıl Adem'de ölüyorsa, herkes Mesih'te yaşama kavuşacak (1Ko.15:22). Burada büyük olasılıkla Mesih’te olanlardan söz ederken, seçime girenlerden söz eder. Ama Romalılar 5:18’de ise bütün insanlardan söz ettiği gayet nettir.

51 2.Korintliler 5:19, “Tanrı herkesle barışmayı seçti” der, ama hemen arkasında, “Tanrı’yla barışın” ekleyerek (2Ko.5:20), herkes Tanrı’yla barışmayı seçmediğini ortaya koyar. Bağışlatan kurban aracılığıyla seçilmişlik potansiyel olarak her insanı kapsar, ama yalnız İsa Mesih’e iman edenler seçilmişliğe ortak olurlar.

52 Buna, Rab’bin verdiği müjdeleme buyruğu eklenebilir: bütün uluslara…”, bütün dünyaya…”, bütün yaradılışa…” (Mat.28:19, Mar.16:15). Bu doğrultuda da, “Tanrı şimdi her yerde herkesin tövbe etmesini buyuruyor” (Elç.17:30).

53 Ayrıca İsa’nın yıkıma uğrayacak olan sahte peygamberleri bile satın aldığını (2Pe.2:1), yani kefaretin, her ne kadar kurtuluşları için geçerli olmadıysa da kendileri için etkin olduğunu görmüştük! Çünkü kurtuluşlarının bedeli ödendi.

54 Seçim evrenseldir, ama kurtuluş değil. Tanrı kurtuluşu seçebilmeleri için herkesi seçer, ama herkes kurtuluşu seçmez. Kavlinizim seçim ile önceden belirleme’yi eşit gördüğü için, “eğer Tanrı seçtiği (belirlediği) kişilerden bazıları kurtulmuyorsa, seçiminde ya murat ettiği şey yapmakta acizdir ya da seçimi işe yaramayan bir kandırmacadır” der. Ne var ki, Tanrı insanların kurtulması için (kesin) değil, kurtulabilmesi için (potansiyel) seçer. Önceden belirlenme farklı bir konudur; Tanrı kurtulanları Mesih’in benzerliğini taşımaları için belirler (kesin), kurtulduktan sonra Tanrı’nın o kişi için kesin hedefin gerçekleşmemesi gibi (potansiyel) bir olasılık yoktur! Seçim potansiyel iken, önceden belirlenme geri çevirtilmezdir! Tanrı seçimini insana açık bırakmakta olsun, önceden belirlemeyi yalnız kendisine bağlamakta olsun, murat ettiğini yapar ve bu iki konuda %100 başarılıdır!

55 Romalıların bu bölümünde işlenen konu Mesih’teki seçilmişlik değil, İbrahim’deki (“atalarda”ki) seçilmişliktir (Rom.11:28, 2). Yani kurtuluş konusu değil, halk seçimi konusu… Romalılar 9’da, “…çömlekçinin aynı kil yığınından bir kabı onurlu iş için, ötekini bayağı iş için yapmaya hakkı yok mu?” dediğinde (9:21), konu aynı seçilmiş halktan (“aynı kil yığınından”) bereketli hizmet ve bereketten yoksun yaşam için insanları önceden yönlendirmek ile ilgilidir. Kurtuluş öğretisi ile ilgili değildir. Ama bu önümüzdeki bölümün konusudur.

56 Örneğin Baba, Oğul ve Kutsal Ruh ezelden ebede aynı ve tek Tanrı’dır. Ama Oğul (Söz) Baba’dan kaynaklanır, Kutsal Ruh ise Baba’dan ve Oğul’dan… Bu yine bir zamanlama sırası değildir. Yani Önce Baba oldu sonra Oğul oldu diyemeyiz. Ama bu bir KAYNAKLAŞMA sırasıdır. Kim kimden kaynaklanır konusudur. Tanrı Sözü söyler, ama Söz Tanrı’yı meydana getirmez. Tanrı’nın ezeli Sözü hep vardı ama Baba’dan kaynaklanır. Ama bütün bunlar aynı ‘anda’, yani Tanrı’nın zamansızlığında gerçekleşir… Seçim sürecinde de benzer bir durum söz konusudur. Tanrısal arzu, ön bilgi ve irade aynı ‘anda’ işliyor. Ama ikisi öbür diğerine dayanır ve buna “DAYANIŞMA sırası” diyebiliriz.

Bunu daha da ileri götürürsek, Baba herkesin kurtuluşunu arzular diyebiliriz (kurtuluşun evrensel arzusu seçimin kaynağı/kökenidir). Kurtuluş ve bu nedenle de seçim Oğul’da gerçekleşir (ve Mesih’te bulunacaklarının bilgisi Baba’nın arzusundan kaynaklanır; tersi değil…). Son olarak da Kutsal Ruh imanlıyı mühürleyerek bir gün Mesih’in tam benzerliğini taşıması için kenetler (bu da Baba’nın arzusuna ve Oğul’un kurtarışına bağlıdır).

57 Tanrı’nın alimi-mutlak (her şeyi bilen) özeliği ile özgür irade kavramı birbirleriyle çelişir görünüyor. Bir şeyi yapmaktan kaçınabiliyorsak, o şeyi yapmakta özgürüz. Ama bir şeyi önceden kesin biliniyorsa onun gerçekleşmesi kaçınılmaz görünüyor. Eğer bu doğruysa ve Tanrı kendi geleceğini de biliyorsa, O’nun da geleceği belirlenmiştir ve O bile bunu değiştirecek güce sahip değildir. O halde alimi-mutlaklık, yalnızca özgür iradeyi değil, aynı zamanda kadiri-mutlaklığı da imkansız kılmaz mı?

Bununla birlikte geleceği etkilemeden onu bilme yolları vardır. Diyelim ki yere bir bardak süt döktünüz. O daha yere değmeden önce onun etrafa saçılacağını bilirsiniz. Bilginiz herhangi bir olağanüstü güçten değil, doğa yasaları bilginizden gelir. Tanrı da doğa yasaları ile beraber ruhsal ve ahlak aleminin yasalarını belirler ve bilir… Bu yüzden O’nun için özgür iradeyi yok saymadan önceden bilme mümkündür.

Yine de bu, basit bir belirlenimcilik (determinizm) değildir. “Belirlenimcilik” nedensiz hiçbir şeyin var olmadığına ve aynı nedenin hep aynı sonuca yol açtığına inanır. Demek ki, herhangi bir zamandaki bir evren ve onu yöneten yasalar verili ise, tek bir mümkün gelecek vardır. Eğer evreni geçmişteki herhangi bir zamana “geri sarabilsek” (tıpkı bir kaseti geri sarar gibi), sonra da doğayı kendi haline bırakırsak, her şey tıpkı eskiden gerçekleştiği gibi gerçekleşir.

Antik Yunan filozof Epikür (İ.Ö. 341 – 270) bütün olaylara başka olayların neden olduğu bir dünyada özgür iradenin olamayacağını fark etmişti. Özgür iradenin nasıl mümkün olduğunu açıklamak için atomların uzam içinde hareket ederken tesadüfi olarak “yoldan saptıklarını” ileri sürmüştü. İlginç bir biçimde, birçok modern fizikçi bazı olayların –örneğin bir atomun radyoaktif bozunumunun– tümüyle tesadüfi, yeni tahmin edilemez ve hesaplanamaz olduğu konusunda Epikür ile aynı fikirdedir.

58 “Önceden” veya “sonradan” bilmesi, insanın özgürlüğünü kısıtlamaz… Ama her şeyin nasıl sonuçlanacağını bilmesi şu açıdan çok önemlidir: kendi izzeti ve çocuklarının iyiliği için plan yaparken istedi sona yönlendirebilir. Tanrı’nın tedarikçi yönetimi bu şekilde işler. Ve bu sayede, her durumda iyilik için etkin olduğunu biliriz” (Rom.8:28).

59 Grekçe anlamıyla buradaki “belirlenmiş olanlar” ifadesi, ‘sıraya konanlar’ demektir. Aslında öncesizlikte belirlendikleri değil, sırasına göre “önce” gelen Yahudilerin reddiyle (Elç.13:46), sıra diğer uluslara geldiğini vurgular.

60 Martin Luther, İradenin Tutsaklığı, 3.Bölüm, Tez 5-6, s.76-78, V. Tez 5-6, Kaya Basım Yayın Dağıtım Tic. Ltd.Şti.

61 Buna şöyle itiraz edilir:

1) Tanrı herkesin kurtulmasını arzulayabilir ve başka amaçlar nedeniyle yüreğinde bu arzudan vazgeçebilir. Farz edelim ki, kirayı bankaya yatırmaya gideriz. Yolda bir dilenciye rastlarız ama paramız tam. Dilenciye vermek istediğimiz halde vermeyiz (ve dilenci sebebi bilmez). Arzumuz yardım etmekti ama etmeyiz.

Cevap: Ne var ki, bu benzetmede arzu ile amaç arasında bir sorun yoktur. Sorun kaynak (para) eksikliği ve bu Tanrı için geçerli olamaz. Tanrı’nın net açıklanan isteğini iptal eden gizli istekleri de yoktur!

2) Benzer bir şekilde bir dilenciler kalabalığı içinde yalnız birkaçına sadaka verirsek, herkese vermedik diye haksız mıyız? Kesinlikle hayır! Çünkü kimseye yardım etmek zorunda da değildik. Üç kişiye yardım ettiysek merhametimizdendir. Haksız davranmakla suçlanamayız.

Cevap: Ortada bir antlaşma yoksa haksızlık da yoktur. Ne var ki, bir af yasası çıkarırsak ve yalnız kafamıza göre birileri serbest bırakıp yasanın koşullarını karşılayan başkalarını içeride bırakırsak, bu bir haksızlıktır. Kurtuluş da Tanrı'nın ezeli antlaşmasına dayanmaktadır (İbr.13:20).

62 Her ne kadar bu tanım İsviçreli teolog Karl Barth'a atfediliyorsa da, burada onun izleyicilerin sonradan geliştirdikleri universalizm - evrenselcilik (herkes kurtulur) ve inclusivizm - kapsayıcılık (bir inancı olan herkesi Mesih kurtaracaktır) kavramlarını savunmuyorum.

63 İmanı ve tövbeyi veren Tanrı’mıdır? Bazı ayetler bunu böyle gösterir: Elç.18:27, Flp.1:29, 2Pe.1:2. Başka ayetlerde ise (Rom.12:13; 1Ko.12:9; Gal.5:22), Hıristiyan yaşamı veya hizmeti için gereken imandan söz edilir. Tövbe için ise, Tanrı tarafından verildiği durumlarda daha önce tövbe fırsatı tanınmayan diğer uluslara bu fırsatı tanınması (Elç.11:18) ya da iman etmiş olanların belli bir günahtan tövbe etmeleri söz konusudur (2Ti.2:25-26). Diğer taraftan imanı veya tövbeyi insanın kararını olarak gösteren ayetler o kadar çok ki, burada onlara yer vermek mümkün değildir (ABC dizinine bakmanız yeter). Bir kez daha bu konuda yine Kutsal Kitap ilahi ve insani boyutu ortaya koymaktadır. Ama vurgu insanın sorumluluğu üzerinedir.

64 Bazı ayetler böyle listelerin varlığını ima ederler: Yaşam Kitabı ile ilgili (Flp.4:3; Va.20:12, 15) veya kurtulanların sayısıyla ilgili bahisler (Rom.11:25; Va.6:11). Her ne kadar bu “ kimsenin sayamayacağı kadar büyük bir kalabalık” ise de… (Va.7:9). Yani kurtulanların sayısı önceden sınırlandırılmış bir sayı olarak görülmüyor (Cennet sinemasında numaralı koltuklar yoktur; isimler listeye yazıldığı gibi silinebilir de; Va.3:5). Sözü edilen sayı, sayılamayacak kadar büyüktür! (koltuk sayısı “stokla” sınırlı değildir; koşullara uyan herkes girebilir). Kısıtlayıcı bir sayı olacağına sanki daha çok kişi girdikçe koltuk sayısı da artar… Bütün sınırları aşan taşkın bir sayıdır! Şölen yemeği benzetmesinde de bunu görebiliriz: Köle, 'Efendim, buyruğun yerine getirilmiştir, ama daha yer var' dedi. "Efendisi köleye, 'Çıkıp yolları ve çit boylarını dolaş, bulduklarını gelmeye zorla da evim dolsun' dedi” (Luk.14:22-23).

65 Bu yaklaşım şartsız seçim görüştekilerini rahatsız eder. İki itiraz ileri sürülür: (1) Tanrı nasıl kendi iradesini insani koşullara bağlayabilir? Seçim tek taraflıdır. (2) İnsanın kararı, seçim için koşul oluyorsa kurtuluş kısmen de olsa insanın çabasıyla sağlanmış olmuyor mu?

Birinci itiraza, Petrus’un sözleriyle cevap verilebilir: “çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin” (2Pe.1:10). Demek ki, seçim tek taraflı değildir; insanın payına düşen görevler vardır… Bu sorumluluk, insanın Tanrı’nın seçimini zorlayabildiği değil, insanın lütfa olan tepkisinin seçim planına dahil edildiğini gösterir! Koşulu koyan yine Tanrı’dır.

İkinci itiraza gelince, seçimde koşul olarak insanın kararına yer verildiği derken, insan çabasını geçerli bir etken olarak saymaktan değil, lütfu bir armağan olarak kabul etmekten söz edilmektedir. Bu muhakemeye Pavlus’un şu sözleri dahil edilebilir: “Tanrı’nın …lütfunu boş yere kabul etmemenizi ayrıca rica ediyoruz” (2Ko.6:1). İnsan kararını, Tanrı onu aydınlattığı ve yüreğini lütufla güçlendirdiği için yeniden doğmadan önce, sonra veya aynı anda mı verir? Doğrusu, Kutsal Kitap kılıkırk yararcasına bu detayların tartışmasına girmez. Kabul eden insandır der. Tanrı’nın insan için karar vermediği ortada.

Neticede ne insanın kararı Tanrı’nın iradesini etkisiz kılar, ne de Tanrı’nın insanınkini... Her ikisi de ayrı ayrı ama paralel boyutlarda beraber ve uyumlu bir şekilde işler!

66 Kaderci görüştekiler, Tanrısal seçimi önceden belirlemeye eşit sayarlar. Bu yüzden onlara göre Tanrı önce karar verir sonra seçer. Ama özgürcü görüş taraftarları aynı hatayı ters yönden işlerler, yani önceden belirlenmeyi seçimin koşuluna indirgiyorlar. Bu yüzden ‘önceden belirlenmeyi’ koşullu görüyorlar. Seçim koşulsuz ise keyfidir ve haksızdır. Ama önceden belirlenme koşullu ise (insanın değişken davranışlarına bağlıysa), karar verdiği şeyi yapmakta aciz olan birinin hayalidir. Vaatler de belirsiz bir niyetten öteye gitmez… Kurtuluş Mesih’te olma koşuluna, Mesih’te olma koşulu da imana bağlıdır. Ama kurtulanların Oğul’un benzerliğine dönüştürülmeleri Mesih aracılığıyla “girenler” için Tanrı’nın ezeli ve koşulsuz vaadine bağlıdır.

67 İlgili bölümleri okuyarak burada söylenenler daha iyi anlaşılacaktır: Yar.25:27-34; 27:1-28:9.

68 İlk doğan hakkını” reddetmek Tanrı’nın onu reddetmesine de yol açar (İbr.12:16-17). Neden? . İman olmadan Tanrı'yı hoşnut etmek olanaksızdır. Tanrı'ya yaklaşan, O'nun var olduğuna ve kendisini arayanları ödüllendireceğine iman etmelidir” (İbr.11:6). Tanrı'nın armağanını reddetmek O'nun hoşnudunu da reddetmektir. Başka bir deyişle: armağanını reddetmek, davranışlarımızın hak ettiği karşılık olan Tanrı'nın "kutsal nefretini" davet etmektir...

69 Bu ayetler Romalılar 8.bölümündeki konuyla tamamen farklıdır. Romalılar 8’de Tanrı’nın Mesih’te “önceden bildiği” kişilerden (Rom.8:1, 29); Romalılar 9-11’de ise Tanrı’nın atalarda (İbrahim’de) “önceden bildiği” kişilerden bahseder (Rom.11:2, 28). Tanrı’nın iki farklı seçimi olduğu için burada O’nun ezelden bildiği iki farklı atası ile (İbrahim ve Mesih) iki farklı topluluktan da söz edilmektedir! Bu iki topluluk bir taraftan yeryüzündeki halkı, diğer taraftan cennete gidenler. Kimi insanlar her iki toplulukta yer alabilse de, iki gurupta yer alanlar birebir aynı değiller. Tanrı’yı ikrar edenlerin hepsi Tanrı topluluğunda yer alabilir, ama sırf iman ikrarında bulundu diye topluluktaki herkes kurtulmayabilir. Dolayısıyla konu da şudur: Tanrı bütün İsraillileri Kendi halkı olmak için atalarda seçtiyse de, kurtuluş açısından hepsi otomatikman önceden belirlenmedi, çünkü Mesih’te sürçtüler (Rom.9:32-33). Karşı konulamayan durum kurtuluş değil, Tanrı halkı olmaya devem edip etmeme durumudur.

70 İsrail Tanrı Halkı olarak reddedildi ama Yahudilerden iman eden bireyler kurtuluş için reddedilmediler. Hatta ilk imanlılar hep Yahudi’ydi…

71 Nitekim Esav'un kurtulmadığına dair ne burada ne de Kutsal Kitap'ın başka bölümlerinde bir belirti yoktur! Romalılar 9-11’de birey olarak yalnız Yakup, Esav ve Firavun’dan söz eder. Firavun için kurtulmamak üzere seçildiğinden bahsetmez. Esav’a gelince ne bu bölümde ne de Kutsal Kitap’ın başka bir bölümde kurtulmadığına dair bir ipucu vardır. Kardeşinin ihanetine uğradığı zaman Yakup’u öldürmek isteyen Esav’a karşılık (Yar.27:41) Kutsal Kitap’ta ömrünün sonunda Yakup’tan daha imanlı görünen bir Esav’a rastlıyoruz. Buna tanıklık veren Yakup ağabeyi hakkında şöyle der: “Senin yüzünü görmek Tanrı'nın yüzünü görmek gibi. Çünkü beni kabul ettin” (Yar.33:1,4,10). Hatta diyebiliriz ki, Tanrısal karar Büyüğü küçüğüne hizmet edecek” (Yar.25:23) şeklinde olsa da, iki kardeşin yaşamlarının sonuna doğru küçük olanın büyük olana “efendim” diye hitap ettiğini görüyoruz (Yar.33:8). Esav kendi kaderini değiştirebilir mi? Rab’bin armağanlarına saygısızlık ettiği için “ilk doğan hakkını” kaybetti ve geri kazanamadı, ama ömrünün sonuna doğru küçük kardeşinden “imanlıya daha yaraşır” bir yaşam sürmektedir. Nitekim kardeşi hayatı boyunca aldatıcı bir yaşam sürdü. Esav için kesin bir şey söylenebilirse, o da Tanrı’nın bereketinden yoksun kalmadığıdır. Kimse Romalılar 9.bölümüne bakarak Esav’un kurtulmadığını iddia edemez!

72 “Bazılarını kurtarırım” derse de birebir kişiler değil, belli belirsiz kişilerdir; yani bir genelleme yapmaktadır. Üstelik söz ettiği kişiler İsrail içinden kişilerdir. Yani yine bir bütün olarak ‘halk’ fikri ağırlıktadır. Ayrıca ‘belki’ diyerek Pavlus’un anlayışına göre, bunların kurtuluşu veya yok oluşu karşı konulmaz bir kadere bağlı olmadığını gösterir.

73 Bu konuda Tanrı mecbur kalarak pasif (iktidarsız) bir gözlemci değildir, evrensel kurtuluş teklifi ve amacı uyarınca pasif olmaya kararlı (aktif, muktedir) bir gözlemcidir! Ester’deki kral gibi… şarap seçimini konuklara bırakırken aslında tüm otoritesini kullanmaktaydı: “Kralın buyruğu uyarınca, konuklar içki içmeye zorlanmadı. Kral saray hizmetkârlarına konukların dileklerini yerine getirmeleri için buyruk vermişti” (Est.1:8).

74 Grekçe anlamıyla “sıraya konanlar” aslında öncesizlikte belirlendikleri değil, sırasına göre “önce” gelen Yahudilerin reddiyle (Elç.13:46), sıra diğer uluslara geldiğini vurgular. Yani eskiden sırasını bekleyenler nihayet imanla kurtuluşa kavuşabilirler.

75 Bu ayetleri Romalılar 9:21-23 ile beraber incelemek gerek: “…Çömlekçinin aynı kil yığınından bir kabı onurlu iş için, ötekini bayağı iş için yapmaya hakkı yok mu? Eğer Tanrı gazabını göstermek ve gücünü tanıtmak isterken, gazabına hedef olup mahvolmaya hazırlananlara büyük sabırla katlandıysa, ne diyelim? Yüceltmek üzere önceden hazırlayıp merhamet ettiklerine yüceliğinin zenginliğini göstermek için bunu yaptıysa, ne diyelim?”

76 Tanrısal zamansızlıkta ne ‘önce’ ne de ‘sonra’ var. Böylece ezelden ‘aynı anda’ hem bütün insanların isimlerinin yazılı, hem de kaybolanların isimlerinin silinmiş olduğunu varsayabiliriz. Ne var ki, bizim açımızdan baktığımızda Vahiy bölümü, Tanrı’nın mutlak egemenliğini vurguladığı zaman, hem kurtulanların isimleri yazılı hem de kaybolanların isimleri silinmiş görünür. Yine Vahiy bölümü insanın sorumluluğunu vurguladığı zaman, Mesih’in zaferine ortak olmayanların isimlerinin silineceğini uyarır; ki bu yine açımızdan, ezelde değil, tarihin akışı içersinde olmaktadır.

77 Burada herkesin yüreğini nasırlaştırdığını söylemesi (“herkesi söz dinlemezliğin tutsağı kıldı” Rom.11:32), herkesin Tanrı’ya bir şekilde direndiğini teyit eder ve nasırlaştırmanın, Tanrı’nın keyfine göre kimilerinde olur, kimilerinde olmaz tarzında olmadığını kanıtlar. Diğer taraftan yine, “merhametini herkese göstermek” (Rom.11:32) amacı olduğuna göre Tanrı’nın lütfundan yararlanmanın herkese açık olduğunu, kurtuluşun herkese sunulduğunu gösterir. Romalılar 9-11.bölümünün amacı kurtuluş için kaderci bir seçim anlayışını vermek değil, Tanrı lütfunu hak etmek için insanın bütün çabalarının geçersiz olduğunu, hak ettiğimiz bir şey varsa o da ‘nasırlaştırılmak’ olduğunu vurgulamaktadır: “Eğer bu, lütufla olmuşsa, iyi işlerle olmamış demektir. Yoksa lütuf artık lütuf olmaktan çıkar!” (Rom.11:6).

78 Bazıları ‘karşı konulmaz lütuf’ yerine ‘etkin lütuf’ ifadesini tercih ederler. Bu ifade eğer, ‘lütuf kişiyi iman etmeye zorlamaz, ama iman edecek gücünü sağlar’ anlamında kullanılırsa doğru ve isabetlidir.

79 Tanrı evlatlığa kabul ettiği bir kimseyi asla reddetmez. Biz dünyasal babalar olarak yaramazlıklardan ötürü çocuklarımızı evden kovarsak bu nasıl bir sevgi olurdu. Daha ne kadar Tanrı evlatlarını himayesinde tutar… Ne var ki ‘yaramaz’ olursak O, oğulluğa kabul ettiği herkesi terbiye eder (İbr.12:6). Aynı zamanda evlatlık edindiği herkese sonunda (cennette) Mesih'in benzerliğini işleyecektir. Ama yine bu, sorumluluğumuzu ortadan kaldırmaz ve bu yaşam boyunca O'na benzemek için gösterdiğimiz gayret doğrultusunda ödüller alacağız ya da bunlardan yoksun kalacağız.

80 Bazıları burada (Rom. 8.29-30), ‘genel çağrı’ (herkese açık davet) ile ‘etkin çağrı’ (tövbeyi ve imanı meydana getiren çağrı) arasında bir ayrım ileri sürmektedirler. Bunu desteklemek için, “söz konusu ayette çağrılanların hepsi aklandıklarına göre genel bir çağrıdan söz edemez” diyerek savunuyorlar. Ne var ki, bu birkaç ayette Tanrı’nın önceden bildiği kişilerin akıbetinden söz edilmekte (insanlığın geri kalanından değil) ve sözü edilen çağrı, Tanrı’nın önceden bildiği gibi davranan bu kişilerle ilgilidir. Buradaki çağrı ne ‘genel’dir ne de ‘etkin çağrı’dır; yalnız Tanrı'nın ezelden bildiği kişilerin tarih süreci içersinde nasıl çağrıldıkları söz konusudur.

81 İnsanın kurtulması kişinin Mesih “gemisine” binmesiyle, lütfun altına girmesiyle, gölgesine sığınmasıyla olur. Aslında bu benzetmeler kurtuluşa kavuşma sürecini, insanın yaşadıkları açısından örneklemektedir. Buna göre, gemiden inmek, lütuftan düşmek ve gölgesinden çıkmak, kurtuluşun kaybolmasına sebep olur diye ileri sürülüyor. Yalnız bunu söylerken kurtuluşun diğer yönü göz ardı edilmektedir. Yani kişi Mesih’e kavuşur ve böylece kurtulur. Fakat diğer taraftan Mesih, Ruhu aracılığıyla kişinin yüreğine girer, imanlının ruhuyla kaynaşır ve kurtuluşun daimi güvencesi olarak onu mühürler. Elbette, kişi Mesih’ten ve lütuftan uzaklaşabilir… Peki bu durumda Mesih onun yüreğini terkkeder mi, Kutsal Ruh kaynaştığı imanlının ruhundan bağlarını çözer mi, ve bastığı güvence mührünü geri alır mı? İnsan lütuftan düşebilir denildiğinde, olaya sadece insana yapabildikleri açısından bakılır, ama Mesih’in tamamladığı ve değişmeyeceğine dair söz verdiği, Kendisinin imanlıda gerçekleştirdiği yeni yaratılışı nasıl etkilediği, veya bunun geri alınıp alınamayacağı açısından bakıldığında bu sorulara tatmin edici cevaplar verilmemektedir.

82 Kurtuluşun evrensel amacının kapsamına giren insanlar, çağrıldıklarında daveti reddederlerse seçimin hedef kitlesi kapsamına giremezler. Örneğin kurtuluş önce Yahudilere sunuldu, ama bunlar Mesih’i reddedince, “İşte böylece sonuncular birinci, birinciler de sonuncu olacak” sözü gerçekleşti (Mat.20:16). Burada kurtuluşun amacına ilk uyanlar yada ilk seçilenler (birincil anlamda din görevlileri; genel anlamda Yahudiler) yerini sonradan seçilenlere veya ikinci derecede seçilenlere bırakıyorlar (birincil anlamda Yahudilerden ‘günahkar’ sayılanlar; genel anlamda diğer uluslar; bkz. Gal.2:15). Aynı anlamda İsa, “Çünkü çağrılanlar çok, ama seçilenler azdır” demişti (Mat.22:14).

83 İnsan kendini değiştiremez, onu Tanrı değiştirmelidir. İnsan kendi kendine yeniden doğmaya karar veremez, Tanrı bunu yapar. Doğal doğumumuza karar veremediğimiz gibi, ruhsal doğuşumuza da karar veremeyiz. Yuhanna 1:12-13’te, “onlar ne kandan” (yani ‘soydan’, anne babalarının imanıyla olmaz), “ne beden isteğinden” (burada ‘doğal benliğin’ çabası anlamında), “ne de insan isteğinden” (yani bir başkası istemesi veya kutsaması ile) doğmazlar der. Demek ki, yeniden doğuşta insan çabası yer almamaktadır. Ama itaat etmek üzere (“iman eden” ifadesi bu anlamda; Yu.1:12) teslim olmak gerek (“kabul eden” ifadesi de bu anlamda; Yu.1:12).

84 Bu ayetlerde yapılan uyarı 10:26–31, 12:15–17 ayetlerinde de yankılanıyor. “Tanrı'yı terk eden kötü, imansız bir yüreği” olanlar için söylenmektedir (İbr.3:12). Ne var ki İbraniler 6:4-6’da, “Bir kez aydınlatılmış, göksel armağanı tatmış ve Kutsal Ruh'a ortak edilmiş, Tanrı sözünün iyiliğini ve gelecek çağın güçlerini tatmış” olanlardan bahsetmesiyle yeni yaşamın bütün ayrıcalıklarından istifade ettikleri gibi görünen kişilerden söz edildiği düşüncesi doğar. Böyleleri, “Kutsal Ruh’a ortak edilmiş” olduklarına göre isyanları “lütufkâr Ruh’a hakaret”i kapsamaktadır (İbr.10:29). “Kutsal Ruh’a ortak edilmek”, ‘Kutsal Ruh’u yüreğe almak’ veya ‘yeniden doğmak’ anlamına gelmeyebilir. Yahuda İskariot yaptığı mucizeler ile O’nun gücüne ortak edilmişti, ama “mahva giden” adam oldu (Yu.17:12). Kimi Ferisiler, İsa'nın Kutsal Ruh'un gücüyle yaptığı mucizeleri görerek de bütün bu bereketlere ortak edildikleri halde imanlı değillerdi ve aynı “Kutsal Ruh’a edilen küfür” günahına düştüler (Mat.12:31). Bu aslında yoruma açık kalan bir konudur…

Ama kesin olan şudur: İncil’in birçok ayeti Tanrı’nın kendi çocuklarının sona kadar imanda kalmalarını sağlayacağına dair birçok vaatler içerirse de, İbraniler burada konuya insanın sorumluluğu açısından yaklaşarak Petrus ile beraber “çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin” demektedir (2Pe.1:10). İbraniler yazarı mektubunu yazdığı imanlıların imanda kalacaklarına güveni varsa da (İbr.6:9; 10:39), bazılarının imandan dönme riskiyle karşı karşıya olduklarını de görür. Bu durumda, yeniden doğdular mı, yoksa kurtuluşu yitirebilirler mi gibi teolojik tartışmalarına girmez, doğrudan imanda kalmaları için ciddi uyarılarda bulunur. Rab’bi inkar ettikleri takdirde günahların en kötüsüne düşecek, cezaların en korkuncunu görecekler (İbr.10:27, 29). Gerçek imanlılar sona kadar imanda kalanlardır ve bunun gibi ayetler aracılığıyla Tanrı imanda kalmamız için hepimize teşvik ve tembih etmektedir.

85 Aynı şekilde: “eğer kurtuluşu kabul etmek için özgür isek, onu aldıktan sonra reddetmek için de özgürüz” denilir. Reddedemezsek bunun özgür olmadığımız anlamına gelir diye savunulur. Oldukça haklı bir sav gibi görünebilir… Ne var ki, bu yalnız bir özgürlük meselesi ise, cennette özgür olacağımıza göre orada da imanı inkar edip kaybolabiliriz. Cennette artık kurtulmuşluğu terse döndüremeyeceğimiz halde (Rab’bi de inkar edemeyeceğiz halde), kimse bunun özgürlüğümüzü kısıtlamak olduğunu ileri sürmez. Eğer cennette hal böyleyse, şimdiden göksel yerlere oturtulanlar için (Ef.2:6-7: Kol.3:1-3) durum neden farklı olsun?

86 Efesliler ile Koloseliler mektuplarının yazılışı Pavlus’un aynı hizmet dönemine rastlamaktadır. Bundan ötürü aynı konuları işlemeleri doğaldır. Hatta onlardan “ikiz mektuplar” olarak bahsedilmektedir. Efesliler biz imanlıların kutsal ve kusursuz olmamız” konusuna Tanrı’nın zaman üstü tasarısı, yani seçilmişlik açısından yaklaşmaktadır (Ef.1:4). Koloseliler ise aynı konuyu (kutsal, lekesiz ve kusursuz” olmamız konusunu; Kol.1:22), insanın sorumluluğu olan imanda kalmak açısından ele almaktadır. Yani bu kitap boyunca tekrarlayıp durduğumuz gibi Tanrı takdiri ile insanın sorumluluğunun kesiştikleri ve bir kez daha aynı hedefe yöneldiklerini görüyoruz.

87 İbraniler 12:5-13’te terbiyenin üç yönünden bahseder: eğitim, azar ve ceza. Tanrı bütün çocuklarına terbiye kazandırmak ister. Bu bir ceza değil, bir eğitim şeklindedir. Bu eğitim kilise düzenine uymakla olduğu kadar (İbr.10:24-25; 13:17) çeşitli denemeler ve baskılar aracılığıyla da sağlanabilir (İbr.12:4). Ama yoldan sapan çocuklarını önce azarlar, uyarısına kulak asmadıkları takdirde işte o zaman cezalandırır. Terbiyenin bu üç aşamasını birbirleriyle karıştırılmamalıdır. Kitabın bu bölümünde ceza terbiyesinden söz etmekteyiz.

88 Ayrıca her ne kadar burada ‘bireylere’ sesleniyor gibi görünse de bir genelleme yapılmaktadır. Çünkü tekrar aşılanacak olan İsrail halkı olduğuna göre (Rom.11:23-26) kesilen de İsrail halkıdır (ulus olarak). Bu da bireylerin önce kurtuluşa, sonra yıkıma, en son tekrar kurtuluşa kavuştuğu anlamını taşıyor olamaz. Zaten kesildiği zaman yaşayan İsraillilerle, aşılandığı zaman yaşayacak olanlar aynı kişiler de değildir! Burada bireylerin kurtuluşu kesinlikle söz konusu değildir (nitekim o dönemde bile kesilen daldan olan birçok Yahudi iman edip kurtuluşa kavuşmaktaydı). Olsa olsa Tanrı’nın dünyasal vaatleri yitirdiği ve sonra tekrar kavuştuğu için genel anlamda halkın yıkımı veya kurtuluşu söz konusu olabilir. Aynı şey diğer uluslardan vaatlere kavuşan topluluk için geçerlidir! Diğer uluslardan bireyler olarak veya toplu halde, imansızlık eden Tanrı halkı kökünden kopabilir ve yıkıma uğrayabilir. Ama buradaki yıkım, cehennem anlamında mı yoksa vaatlerden yoksun kalarak lanetli dünyaya tekrar terk edilmek anlamında mıdır; yorumu okuyucunun takdirine bırakıyorum.

89 Ne var ki başkaları, bir derece halkı olarak (Kelam’daki ciddi uyarıların kendilerine verdiği hak oranında), imana uygun bir yaşamı sürdürmeyen kişilerin ‘otomatikman’ kurtulmalarının Rab’bin kutsallığına ters düştüğünü diyecekler...

90 İbraniler 6:4-6 ayetlerindeki uyarı bile bunu bir şekilde ortaya koymaktadır. Yani bir kimse yoldan saptığı için kurtuluşu kaybediyorsa ve tekrar tövbe edip yeniden kurtuluşa kavuşabiliyorsa, bu ‘yeni’ kurtuluşu İsa’nın bir ‘başka’ kurban ölümüne dayanmalıdır, çünkü ilk kurbanın etkisini ‘ilk’ kurtuluşunda harcamış olurdu. Bu mümkün mü? Hayır! Bu yüzden İbraniler uyarır: tekrar ve tekrar “…tövbe edecek duruma getirmeye olanak yoktur. Çünkü onlar Tanrı'nın Oğlu'nu adeta yeniden çarmıha geriyor” (İbr.6:6). Bunun sadece iki olası açıklaması vardır: demek ki, (a) ya bir kere kurtulup ondan sonra kurtuluşu yitiren kişi bir daha kurtulamaz, ya da (b) kurtuluş tekrar tekrar baştan alınamaz, ya var ya yok; ve aksini iddia etmek kurtuluşun doğasını anlamamış olmaktır. Kurtuluşun yitirilebileceğini iddia etmek, Mesih’in bu kişileri tekrar kurtarabilmek için yeniden ölmesi gerektiğini iddia etmek gibi olurdu. Bu şekilde düşünenler için artık günahlarına karşılık başka hiçbir kurban yoktur!

91 Mesih’e “inanmadan” ölen çocukların durumunda, yaygın olarak kabul gören geleneksel Protestan yorumuna göre doğrudan Cennet’e giderler. “Çünkü Göklerin Egemenliği böylelerinindir” (Mat.19:14). Bu durumda Müjde’yi bilinçli olarak kabul edip reddedecek yaşa gelmediklerinden öldükten sonra yeniden doğuşu yaşamadan kurtulurlar… Ama nasıl olur? Mesih onlara özel bir kurtuluş mu sunar, yoksa bir istisna mı yapar? Müjde’yi hiç duymayanlar ile ilgili olarak buna benzer bir durum söz konusu olabilir mi? Doğrusu bilemeyiz… Ama şunu kesin biliriz: Kelam’ın açıkladıklarının ötesine gidemeyiz. Ve Kelam, Tanrı Sürekli iyilik ederek yücelik, saygınlık, ölümsüzlük arayanlara sonsuz yaşam verecek” diyor (Rom.2:7). Önemli olan, Kelam’ın detaylı bir bilgi vermediği bu konularda katı görüşler konusunda inat etmemektir. Kutsal Yazılar’da çok net olan şudur: dünya uçlarına kadar Müjde’yi götürmek bizim yükümlülüğümüzdür!

Salgın bir hastalığın bütün insanlık üzerine kesin ölüm getirdiğini farz edelim... Bazıları, bilmediğimiz sebeplerle bağışıklık kazanıp şiddetli bir hastalık döneminden sonra iyileşirler diyelim. Hastalığa yakalan herkesi iz bırakmadan iyileştiren bir aşı keşfettiğimizi de düşünelim. Ne yaparız? Bu konuda sorumluluğumuz nedir? Hastaların kendiliklerinden bağışıklık kazanıp kazanmadıklarını görmek için seyirci mi kalacağız, yoksa elimizden geldiğince çok kişiye aşı mı yapacağız? Müjde’yi herkese götürmeye ilişkin sorumluluğumuz buna benzer… (bkz. 2Kr.7:1-9 vd.)

92 Ya da gerçek anlamda tövbe etmemiştir; eski günahlarından arınmamıştır (2Pe.1:9); ve İsa’ya Rab olarak teslim olmamıştır. Veya kendi çabalarına (sevaplarına) güvenir, çünkü Lütuf ve İmanla Kurtuluş Müjdesini anlamamıştır…

93 Eski Çeviri’de, “kendi kurtuluşunuzu başarın” diye tercüme edilmiştir (Flp.2:12). Filipililer burada, aynen Mesih’in örneğinde olduğu gibi (a.8) gerek Pavlus aralarında, gerekse uzakta olduğu zaman itaate çağrılmaktadırlar (ayrıca bkz. Flp.1:27). “Kurtuluşunuzu etkin kılın” ifadesi, onu elde etmekten değil, kurtulmuşluğa yarışır bir yaşam sürmekten söz etmektedir.

94 “Yeni doğmuş bebekler gibi, hilesiz sütü andıran Tanrı sözünü özleyin ki, bununla beslenip büyüyerek kurtuluşa erişesiniz” (1Pe.2:2). “Ama doğum yapıp kurtulacaktır; yeter ki, sağduyuyla iman, sevgi ve kutsallıkta yaşasın” (1Ti.2:15). Bu ve buna benzer ayetler, kurtuluşu elde etmekten değil, aldığımız kurtuluşa yarışır bir yaşam sürmekten söz etmektedirler.

95 Aynı şey genel çapta seçilen halklar için geçerli olabilir. Bunlar, her ne kadar kendi fertleri bazında yine Tanrı’nın bereketinden yararlanabilirlerse de (Kilise döneminde iman eden Yahudiler gibi), halk olarak kısmen ya da bütünüyle imtiyazlı konumlarını yitirebilirler... (Rom.11:11-36).