Elinizdeki kitabın bana göre en zor yanı kısalığıdır. Çünkü dünya nüfusunun yarısından fazlasını etkileyip temsil eden bu iki din, burada değinemeyeceğimiz sayısız parçalara ve dallara ayrılmıştır. Bununla birlikte elinizdeki kitap, muhtemelen en etkileyici ve tarihte en çok dile çevrilen ama içerikleri kolayca özetlenemeyecek bu iki dinin “kutsal” kitaplarını tanıtıp karşılaştırmayı amaçlar.
|
Dünya nüfusun yüzdesi |
Taraftar |
Yıllık büyüme |
Hristiyanlık |
% 32 |
2,2 Milyar |
+ % 1,2 |
İslam |
% 23 |
1,6 Milyar |
+ % 1,9 |
İnsan nüfusu |
% 100 |
7,0 Milyar |
+ % 1,0 |
İslamiyet ile Hristiyanlık farklı yönlerden karşılaştırılabilir. Örneğin, en önemli mesajların neler olduğunu sorarak; öğretilerini sistematik bir şekilde karşılaştırarak; birbirleri hakkında hangi bilgileri aktardıklarını öğrenerek; tarihlerini veya tarihi ilişkilerini ele alarak; insan hakları, şiddet, kadının rolü ve tebliğ gibi toplumun gündeminde olan konulardaki tutumlarını öğrenerek. Bütün bu konulara elinizdeki kitapta zaman zaman kısaca yer verilse de, burada takip edilen yol, çok farklı ve pek kullanılmamış bir yoldur. Nitekim bizim yaklaşımımızı Kutsal Yazıların temelini oluşturan vahiy anlayışı yönlendirir.
Bu yüzden bu iki dinin tarihsel gelişimine ve görüşlerine fazla değinemeyeceğiz; vurgumuzu kutsal yazılarına ve İslam peygamberi Muhammed1ile İsa Mesih’in amaçlarına yapacağız.
Dolayısıyla, İslam konusunda Sünnilerle Alevilerin ve Şiilerin ilahiyat açısından farklılıklarına ve Arap, İran, Türk veya Uzak Doğu İslamiyetinin kültürel farklılıklarına pek yer vermeden, evrensel Müslümanlığa has olan noktalara odaklanacağız. Hadislere ve sünnete de aynı sebepten ötürü konuları ayrıntılı olarak ele almadan, sadece ismen yer verilmesi de bu sebeptendir.
Aynı biçimde Hristiyanlık söz konusu olunca, bütün mezheplerin benimsemediği ya da geçmiş yüzyıllarda hemfikir olmadıkları görüşlere nadiren yer verildi. Bundan ötürü mezheplerin bazı özellikleri, örneğin Katoliklere göre hiyerarşik kilise yapısının insanların kurtuluşu konusundaki önemi veya Ortodoksların kilise babalarının geleneklerine olan bağlılıkları, tıpkı tarihi ve kültürel zenginlikler gibi, bu çalışmada yer almayacaktır. Gerek tarihsel eleştiri gerekse Evangelikalizm temelli modern teolojinin çok görüşlülüğüne de aynı nedenle burada yer verilmeyecek.
Bununla beraber, Hristiyanlığın temeli sayılan Musevilik de bu çalışmada göz ardı edilmektedir. Eski Antlaşma da (Tevrat ve Zebur) bu nedenle, Yeni Antlaşma ve Hristiyan anlayışına göre değerlendirilecektir.
Bu kitapta dile getirilen Hristiyanlık, çoğu zaman modernizmden önceki kilisenin dogmatik görüşünü (doktrinini, yani öğretisini) yansıtır. Nitekim 18. yüzyıl sonrası Hristiyanlık içi dogma ve Kutsal Kitap eleştirilerine değinmeye ne yeterince yer var ne de böylesi bir uğraş bu çalışmanın amacına uygun düşer. Özellikle teolojinin tarihsel eleştirisi, İslam ile Hristiyanlık arasında, Kutsal Yazılar üzerinde çalışma prensiplerinin farkını daha da büyütmüştür. Bundan dolayı da Kutsal Yazılarla ilişkilendirilen farklılıkların bin yıldan çok uzun bir süredir var olduğu gerçeği kolayca göz ardı edilmiştir. Benim arzum, 18. yüzyıl sonrası gelişen tartışmaları bir yana bırakıp sadece Kutsal Yazıları ele alarak, İslam ile Hristiyanlık arasındaki asıl farkın bu iki inancın kendi kitapları temel alındığında bile ortaya çıktığını gösterebilmektir.
Bu kitap İsa Mesih inanlısı olmayı benimseyen bir Hristiyan tarafından yazılmıştır. İslam açısını da dürüst ve tarafsız bir şekilde göstermeye çalıştım. Kitabımdaki görüş ve amacı beğenmeseler de, Müslüman okuyucuların bu kitapta yer alan bilgileri, kendi Allah ve Kur’an anlayışlarına ve yaşantılarına uygun bulacaklarını umuyorum. Müslümanlar da, on emrin sekizincisine göre sahte tanıklığa karşı korunmayı hak ederler. Hristiyanlarla Müslümanlar arasında konuşulması gereken yeterince ciddi konu varken, biz de iftira atarak bunlara yenilerini eklemek istemeyiz. Feindbild Islam adlı (Almanca basımdır ve Türkçesi ‘Hedef Tahtası İslâm’ anlamına gelir) kitabımda “Hristiyan Merkez Partisi” başlıklı kısa yazımda İslama atfedilen bazı iftiralara örnek verdim.
“Kutsal Yazılar”ın ve “Tanrı2Sözü”nün merkezi bir rol üstlendiği büyük iki dünya dinini karşılaştırdığımızda, her iki inancın muhataplarının kendi kitaplarını değerlendirişlerinin birbirinden oldukça farklı olduğunu görürüz. Başka bir deyişle, İslamiyet ile Hristiyanlık arasındaki temel bir fark, geleneksel Kutsal Kitap anlayışlarında görülür; gelenekselden kastımız, modernizmin eleştirilerine maruz kalmadan öncesidir. Bu kitaptaki açıklamalar bu temel düşünceye bağlı yapılmaktadır. Yer darlığından dolayı konuyu mümkün olduğunca özet halinde tutmaya gayret edeceğiz.
Öncelikle, Kur’an ve Kutsal Kitap’ın tarihsel güvenilirliği konusunda ortaya atılan eleştirileri bir yana bırakıyorum.Sadece modern Kutsal Kitap eleştirisi baş göstermeden önceki dönemde mevcut olan, tüm Mesih imanlılarının Kutsal Yazı anlayışına ve Kutsal Kitap’ın içindeki her metnin ve bunları kaleme alanların kendileri hakkında açıkladıklarına ulaşmayı amaçlıyorum. Kutsal Kitap’ı kaleme alanların kendilerini tüm yönleriyle açıklayışları, daha sonraki dönemlerde Hristiyanlığın (ve Yahudiliğin) modern eleştirisinin ortaya çıkmasının nedenlerindendir. İslam âleminde ise buna benzer bir hareket kesinlikle gelişememiştir. İlerleyen sayfalarda ele alacağımız karşılaştırmalar, Kutsal Kitap’la ilgili olarak, özellikle Evanjelikal (Müjdeci) Protestanlık akımının görüşlerini de (veya Katolik mezhebinin 2. Vatikan Konseyi tarafından imzalanan Dei Verbumadlı kararnamesinin pozisyonunu da) açıklayacaktır. Nispeten muhafazakâr sayılan ‘vahiy ve esinlenme görüşü’nün İslam dininin anlayışından bu denli farklı olduğunu düşünürsek, “liberal”3Hristiyanlık akımlarının Kutsal Kitap anlayışının Kur’an’ınkinden çok daha farklı olacağı açıktır.
İkinci olarak, formüle edilmiş iman ikrarlarını bilinçli olarak irdelememeyi tercih ettim. Örneğin, İslam dini, Kur’an’ı tarihi bir eser olarak değerlendirmediğine göre, yani, Kur’an’ı gökte halihazırda tamamlanmış halde olmasından dolayı Muhammed’in yaşam öyküsü olarak değerlendirmediğine göre, biz de bu konuyu burada irdelemeyeceğiz. Gerçi Batı’daki İslam bilimciler ve Hristiyan eleştirmenler bunu farklı değerlendirirler; nitekim, Muhammed’in sadece belli başlı durumlarına özel olarak müsaade edilen istisnalar (örneğin, dört kadından fazlası, daha küçük evlenme yaşı, barış döneminde savaşmak) onlarda bu konuyla ilgili soru işareti oluşturmuştur.
İsa Mesih’in yaşam öyküsü ve amacına gelince; tarihte yer alan bir kişi olarak İsa Mesih hakkında bildiklerimiz ve bilmediklerimizle ilgili olarak, Mesih’in hizmet döneminin aktarıldığı, Yeni Antlaşma’da (İncil’de) yer alan anlatımları temel alıyorum.
Üçüncü olarak, İslamla Hristiyanlığın, birbirlerini nasıl değerlendirdiklerine mümkün olduğunca değinmemeye çalıştım.Ancak bazı yerlerde, örneğin İsa Mesih’in rolü konusunu ele alırken Kutsal Kitap ile Kur’an’ı karşılaştırınca, konu kendiliğinden bunu gerektirdi. Yine bu amaç doğrultusunda, yüzyıllar içinde tahrif edildiği iddiasıyla Yahudi ve Hristiyanların Kutsal Yazılarının Kur’an’dan farklı olduklarını ileri süren İslam kaynaklı suçlamalara da değinmiyorum.
Dördüncü olarak, bu kitabın kısalığından ötürü, bütün söylenenleri ayrıntılı bir şekilde Kur’an ve Kutsal Kitap ayetleriyle tasdik etmemiz veya bütün destekleyici referansları göstermemiz mümkün olmayacak.Ne zaman kanıtlayıcı ayet gösterilmesi gerekip gerekmediğiyle ilgili tarafımdan birçok defa değerlendirme yapıldığına emin olabilirsiniz. Ancak yaptığım karşılaştırmalarda, zaten dinlerde var olan tartışmaya açık bir ifadeye yer vermedim, daha ziyade “muhafazakâr bir Kutsal Kitap yanlısı” Hristiyan veya bir “Kur’an yanlısı” Müslüman tarafından onaylanabilecek sözlere yer verdim.
Paragrafların şekli, bazı istisnalar hariç, tüm kitap boyunca aynıdır. Bir başlıktan sonra ilkin Kur’an ve Kutsal Kitap’ın bakış açısından birer tez karşı karşıya sunulacak, ondan sonra Kur’an’ın bu konudaki anlayışı ayrıntılı olarak açıklanacaktır; ardından da Kutsal Kitap’ınki.
İslamiyet anlayışına göre Kur’ansonsuzluktan bu yana göklerde saklı olup 22 yıllık bir dönemde tamamlanarak vahiy olarak “indirilmiştir”. Vahiy Muhammed tarafından alınmış ve okunarak iletilmiştir. Kur’an’ın tek yazarı Allah’tır.
Kutsal Kitapuzun zaman diliminde, insanlık tarihi çerçevesinde, aşama aşama oluştu. Tanrısal ilham oluşu, kitabın tarihi bir eser olduğu ve tarihi oluşumu bilinmeden anlaşılamayacağı gerçeğini değiştirmez. Tarihte yer alan insanlar Kutsal Kitap’ın yazarlarıdırlar; tanrısal yönü ise Kutsal Ruh’un mucizevî etkinliğiyle gerçekleşmiştir.
Kur’anve İslam ilahiyatı anlayışına göre, Muhammed’e 22 yılda açıklanan Kur’an, MS 610’la 632 yılları arasında oluşmadı, orijinal haliyle zaten Allah’ın yanında, cennette mevcuttu. Vahiy, cennette bulunan “Kitap’ın anası” veya “ana kitap” (Arapça Um al kitab; bkz. Zuhruf Sûresi 43:2–4; Vâkıa Sûresi 56:78), Muhammed’e melek Cebrail aracılığıyla okunmuştur. MS 569/570 ile 632 yılları arasında yaşayan Muhammed’e, MS 610 yılında, Mekke şehrine yakın olan Hira Dağı’nın bir mağarasında vahiy inip melek Cebrail ona Allah’tan gelen mesajı okumayı (Arapça qara’a;bu kelimeden ‘Quran’ veya ‘Kur’an’, yani okunuşkelimesi türedi) buyurduktan sonra, Mekke’de İslamı tebliğ etmeye başlamıştır. Kur’an’ın insan tarafından yazılmadığı veya 7. yy. ‘da derlenmediği, mevcut olan bir metnin indirildiği konusu, Kur’an’da en çok dile getirilen beyanlardandır (örneğin, Bakara 2:176, 185; Al-î İmran 3:3, 7; Nisâ 4:47, 136, 166; Mâide 5:102; En’am 6:92, 155; A’râf 7:2, 3; İbrâhim 14:1; İsrâ 17:105; Kehf 18:2; Enbiya 21:50; Furkan 25:6, 32; Ankebut 29:51; Sâd 38:29; Zümer 39:23; Şurâ 42:17; Duhân 44:3; Talak 65:10). “İslam inanışına göre Muhammed’in tarihte yer alan peygamberlik duyurusu, her gerçek vahiy gibi, gökte saklanan aslına bağlıdır. Bu da bütün dünyada duyurulacak her tanrısal sözün ölçeğidir. Tarihi açıdan Kur’an’ın güvenilirliği ve asla değiştirilemez oluşu, göksel aslından gelmesine bağlıdır. Kur’an’ın Allah’ın ‘vahyi’ oluşu, Kur’an diliyle mekânı belirten bir mecaz ile açıklanıyor: ‘Şüphesiz Kur’an âlemlerin Rabbinden indirilmedir’(Eş-Şuarâ 26:192). ‘Ana Kitap’ kavramı şunu ifade etmek için kullanıldı: “Muhammed’in peygamberlik sözleri, insani bir söz olarak değil, gerçekten Allah’ınki olarak sayılsın”4(El-Ahkâf 46:10).
Kutsal Kitap’ta ve Hristiyan teolojide kitabın gökte oluştuğundan söz edilmez, buna inanılmaz. Kutsal Kitap, bin beş yüz yıllık bir zaman diliminde gelişerek derlenmiştir. Kutsal Kitap ne gökten düştü ne de herhangi bir şekilde önceden göklerde mevcut idi. İnsanlar tarafından kaleme alındı ve herhangi bir metin yazılıp oluşmadan veya onunla ilgili peygamberlik gerçekleşmeden önce (örneğin, Eski Antlaşma’da dönemindeki bir peygamberde) o yazı hiçbir yerde mevcut değildi.
Son 200 yılda etkin olan liberal teolojinin eleştirisel yaklaşımının ortaya çıkmasından önce bile Kutsal Kitap’ın bir esin ürünü olduğu şöyle anlaşılır: Allah kendisini tarih süreci içinde açıkladı. Bununla birlikte Kutsal Kitap’ın esinlenmiş olması, tanıklıkların, kayıtların veya düşüncelerin metne dökülmesinde, Allah’ın bunu yapan insanlara bir nevi bekçilik yaparak, insan tarafından yazılmış tarihi metinle beraber kendi sonsuz ve tanrısal mesajının da değiştirilmeden duyurulmuş olmasına dikkat ettiği anlamına geliyor. Hristiyan kiliseler, tarih boyunca esinlemeyi her zaman Allah’ın Kutsal Kitap’ın tek yazarı olduğu yönünde algılamamışlardır; Allah’ın kendisinin Kutsal Ruh aracılığıyla mucizevi ve tarif edilemeyecek bir şekilde metni kaleme alanların yanında olduğuna inanmışlardır.
Katolik Kilisesi İlmihali (kateşizm) çok tipik bir şekilde, 2. Vatikan Konseyi sırasında “Tanrısal vahiy hakkında dogmatik bildiri: Dei Verbum (DV)” üzerine yaptığı açıklamalarına dayanarak şunları yazıyor: “Esinlenmiş kitaplar gerçeği öğretiyorlar. ʽİlham almış yazarlar veya hagiografların (kutsal yazılar) anlattıkları her şey, Kutsal Ruh tarafından söylenerek sayıldığına göre, Kutsal Kitap’ın bölümlerinin her birinin doğru, sadık ve yanılmaksızın, Tanrı’nın kurtuluşumuz için o kutsal yazılarda yazılmasını istediği gerçeği öğrettiği ikrar edilmeli (DV 11)”. Ama ardından hemen şunu da ekliyor: “Tanrı, insan olan yazarlara esinledi. Kutsal Yazıların yazılması için Tanrı, kendi kabiliyet ve imkanlarıyla kendisine hizmet edecek ve O’nun ve sadece O’nun istediğini, kendileriyle ve aracılıklarıyla, birer gerçek yazar olarak, kayda geçirmelerinde etkin oldu (DV 11)” (§ 107 & 106).
Kur’an, kısa bir sürede oluşan, kendi içinde kapalı bir kitaptır. Tek bir insana vahiy olunmuş, dilsel, tarihsel, edebi, coğrafi ve etnik yönlerden bir bütün oluşturmaktadır.
Kutsal Kitapaslında bir kitaptan çok, yaklaşık 1500 yıllık bir dönemde dilsel, tarihsel, edebi, coğrafi ve etnik çeşitlilik taşıyan, farklı zamanlarda ve yörelerde derlenen 66 farklı yazının (kitabın) yan yana sıralanmasından oluşmaktadır.
İlk başta sözlü olarak aktarılan metinlerin toplanması uzun sürdüyse de, göklerde hazırlanmış olan Kur’an22 yıl gibi oldukça kısa bir zamanda Muhammed’e gelmiştir. Kur’an, aynı dilde, aynı yazım türünde, aynı amaçla ve aynı dönem şartlarında birbirine bağlı vahiyler olarak algılanmaktadır. (Kur’an’ın genişliği yaklaşık olarak İncil’inkiyle aynıdır.)
Kutsal Kitapeski Grekçe dilinde bibloi’dir, yani “tomarlar”, “kitaplar” veya “kitaplar koleksiyonu”. Ancak Orta Çağ’da Latince dili hâkim olunca çoğul ifade biblia(kitap, Bibel, Bible, Kutsal Kitap) kelimesine dönüşerek tekil oldu. Matta 26:56 ve Romalılar 16:26’da “peygamberlerin yazılarından”, Yuhanna 5:47’de “Musa’nın yazılarından”, 2. Petrus 3:16’da Pavlus’un “mektupları” ve “öbür Kutsal Yazılar’dan” bahsedilir.
Kutsal Kitap’ın kendi içinde, farklı metin ve yazarların koleksiyonu olduğunu belirten yazılar yer almaktadır. Örneğin, Mezmurlar veya o dönemin dünyasından derlenen deyimler ve özdeyişler (Süleyman’ın Özdeyişleri / Meselleri / Emsalleri).
Kutsal Kitap’ın bazı metinlerinin, önceden mevcut parça ve kaynaklardan oluşuyor olması, çağdaş Kutsal Kitap bilimcilerinin bir iddiasından çok, çoğu zaman kitapların kendi tanıklıklarından anlaşılır veya en azından tahmin edilir.
Eski Antlaşma veya diğer tanımıyla Tevrat ve Zebur, otuz dokuz kitaptan oluşan bir koleksiyondur. Hristiyan geleneğinde şu gruplara ayrılmışlardır: Musa’ya ait beş yasa kitabı (Tevrat); on iki tarih kitabı, beş şiir veya bilgelik yazısı olarak kabul edilen kitap, beşi uzun ve on ikisi kısa olmak üzere on yedi peygamberlik kitabı. Yahudiler aynı tomarları biraz farklı sıralayıp yirmi dört kitap haline getirmiştir. Protestanlar ve Yahudilerden farklı olarak Katolik Kilisesi bunlara ilaveten yedi kitabı daha Eski Antlaşma’ya dahil eder. Bu yazıların aslı, Eski ile Yeni Antlaşma arasındaki dönemde, İbranice değil Grekçe yazılmıştır. Bu kitaplar (Katolik ve Orthodoks kiliselerce deuterokanonik5veya “sonraki yazılar” olarak nitelendirilirken) Protestanlar tarafından Apokrif6olarak tanımlandı ama Kutsal Kitap’a ait olarak kabul edilmedi, çünkü Protestanlar (MS 135 yılında belirlenmiş) Yahudi kanonu temel aldılar.7
İsa Mesih’in yeryüzündeki görevi tamamlandıktan sonra, Eski Antlaşma’nın yanı sıra giderek elçilerin (resuller), görev ortaklarının ve başka, hatta bazen (İbraniler kitabı gibi) bilinmeyen yazarların yazıları da ortaya çıkmıştır. Sonunda Yeni Antlaşma yirmi yedi parçadan oluşan ve farklı gruplar halinde derlenen bir koleksiyon olarak tamamlanmıştır. İncil’in beş yazısı tarihsel olmakla beraber (dört Müjde anlatımı ve Elçilerin İşleri bölümleri), yirmi bir parçası elçilerin yazmış olduğu öğreti ve uyarı mektuplarından oluşur ve son kitap da peygamberlik yazıları arasında ve apokaliptikolarak nitelendirilebilir.
Yeni Antlaşma Kanonu’nun oluşumu adım adım ilerlemiştir. Bunun anlamı da, Pavlus’un mektuplarında olduğu gibi, elçilerin yaşadıkları dönemde bile bazı metinler derlenmiş olmakla birlikte, hangilerinin sabit kalması gerektiği konusu zaman içinde açıklık kazanmıştır. Hristiyanlar baştan beri İncil’in oluşumunu başka türlü tarif etmemişlerdir.
Kur’an’ın tümü, kutsal ve en üstün eksiksizliğin ifadesi sayılan aynı Kur’an Arapçasıyla yazılmıştır. Onun için de günlük dualar ve iman ikrarı da ancak bu Arapça söylenebilir.
Kutsal Kitap’ta kullanılan üç dil olan İbranice, Aramice ve Grekçe, farklı gelişme seviyelerine sahip olmakla beraber her bir yazarın kendine has kullanımını da içerirler. O diller günlük dillerdi ve bu nedenle İsa Mesih’in Aramice olarak söylediği sözler Grekçe bir çeviride mevcut olabilmektedir. Bununla beraber, her insan kendi bildiği ve rahat hissettiği dilde dua edebilir.
Muhammad Rassoul Kur’anhakkında şunları yazmıştır: “Kur’an, dili, üslubu ve içeriğiyle insanüstü olduğu kanıtlanabilir yapıdadır.”8(örneğin Cin Suresi 72:1). İ. A. Abu-Harb buna şu sözleri ekliyor: “Kur’an, bin dört yüz yıl önce vahiy olunduğundan bugüne kadar hiç kimse onun bölümlerinin güzelliğine, dilinin doluluğuna, yüceliğine, yasa buyuruşunun hikmetine, hakiki bilgisine, gerçek peygamberliğine ve mükemmelliğine benzer tek bir bölüm bile yazamamıştır.”9Kur’an’ın ayet olarak nitelendirdiği bir tümce veya paragraf Arapçada “Allah işareti” anlamına gelir. Kur’an’ın her bir ayeti kendine has birer mucizedir.
“Müslüman ilahiyatçılarının İslamın ilk dönemlerinde temsil ettikleri bir görüş de, Kur’an’ın edebi kriterlere göre mükemmel ve üstün olduğu yönündeydi. En güzel Arapçayla ve aşılamaz bir ahenk ve mükemmellikle yazıldığını söylüyorlardı. Kur’an’ın aşılamaz, benzetilemez ve apayrı oluşunu tarif etmek için kullanılan terim Arapça i’yâz) dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından beri kullanılmaktadır.”10“Deniyor ki: Bu kutsal kitabın dili öylesine ayrı ki, hiçbir yazım türü, ne kafiyeli, ne kafiyesiz ne de düz nesir, onunla kıyaslanabilir. Kur’an, kendisine has ve hiç var olmayan ayrıcalıklarıyla bütün edebiyat geleneklerini geçip aşmaktadır.”11
Arapça Allah’ın dili değilse de ve kutsal sayılan dil aslında sadece Kur’an’da yer alan Arapça olduysa da, İslam dini için Arapça Allah’ın sözünü açıklamakta en mükemmel gereçtir. Kur’an’ın bu dilde yazılmış olması, bütün İslam âleminde Arapçanın özel bir anahtar konumda olmasını sağlamıştır (Yusuf Suresi 12:2; Şura Suresi 42:7).
Ancak Kutsal Kitap’ınyazıldığı dillerden hiçbiri, hiçbir yerde tek ölçek olarak tanımlanmıyor. Tarih boyunca mevcut olan kiliseler de, Kutsal Kitap’ın sadece mevcut olan dillerde yazılmış olduğuna ve dolayısıyla o dillerde yapılan bir çalışmanın metni daha iyi anlamaya yardım sağladığına inanıyorlardı. Gerçi Kutsal Kitap’ta da uluslararası edebi metin karşılaştırmaları açısından ileri düzey kabul edilen şiirsel yazın da bulunuyor; Mezmurlar gibi veya hikayesel ve iyi planlanmış Eyüp veya Ester metinleri gibi. Aynı zamanda hiç kimsenin edebi yönden etkileyici, ahenkli veya çekici bulmadığı soy kütükleri ve idare evrakları da vardır.
Kutsal Kitap metinlerini kaleme alanların üslupları arasında her zaman ayrım yapılmıştır. Bu metinler bazen Mezmurlar veya Pavlus’un mektupları gibi çok usta bir dil kullanan yazarların kaleminden çıktı, bazen de Amos (çobandı) veya Yuhanna gibi (balıkçıydı) basit, yalın bir ifade yeteneğine sahip olan yazarlara aitti.
İsa Mesih aslında Aramice konuşmuştur ama O’nun sözlerinin okuyucu ve dinleyiciler yararına o dönemin yaygın kullanılan dili olan Grekçeyle kaydedilmiş olması, kiliselerce hep bilinirdi ama hiçbir zaman bir sorun teşkil etmezdi. Ayrıca İncil’deki herhangi bir gramer hatası, örneğin Pavlus’un bazı upuzun satırlarında olabildiği gibi (örneğin Efesliler 1:4-14), hiçbir zaman problem olarak görülmüyordu, çünkü buna rağmen herkes yazarın, yani bu durumda Kutsal Ruh tarafından yönlendirilen Pavlus’un, ne demek istediğini anlamıştır.
Kur’an’ın okunması, anlaşılmasa bile, Allah’a ibadettir. Asıl Arapça metnin okunması, metnin anlaşılmasından daha önemlidir.
Kutsal Kitapiçin asıl önemli sayılan, metnin anlaşılmasıdır. Onun için Kutsal Kitap tarih boyunca hep açıklanarak duyuruldu, mesajın ne olduğunun anlaşılması için daima yeni çeviriler yapıldı.
Kur’an’ınArapçasının eşsizliği hakkında söylenenler sadece altıncı yüzyılın klasik Arapçası için geçerlidir. Bununla birlikte, çok sayıda farklı çağdaş Arapça lehçesi konuşan insanlar çoğunlukla klasik Arapçayı anlayamazlar; tıpkı modern bir Yunanlının İncil’in Grekçesini de anlayamadığı gibi. Dolayısıyla milyonlarca Müslüman günlük dualarını bu dilde yaparken aslında ne söylediklerini anlayamazlar; ancak çoğu zaman dualarının içeriği konusunda eğitilip aydınlatılmışlardır. Çok sayıda Müslüman Arapça dilini anlamadan Kur’an’ın tümünü ezbere öğrenip okuyabilirler (bkz. Müzemmil 73:4, 20; Kıyamet 75:17-18).12Kur’an’ı tecvit ile okumak İslamiyette en önemli görevlerden biridir (Kıyamet 75:17) ve bu mesleği öğrenmek üzere ayrı okullar mevcuttur.
İslamı yerine getirmek için Arapçanın bazı temel unsurlarını öğrenmek gerekir ki nitekim Allah’a sunulacak ibadet ancak Kur’an Arapçasında geçerlilik kazanır. Bu durum özellikle Arapçayı doğru telaffuz edebilmek anlamına gelir, anlamaya yönelik değil; her ne kadar anlayarak telaffuz etmek daha iyi olsa da.
Bugün İslam âleminin çoğunluğu Arap kökenli değildir. Aralarında bir azınlık oluşturan Arapların büyük etkisi sadece Kur’an’ın Arapça (ve ayrıca Mekke’nin Arap dünyasında) olması sayesindedir. Etkileyici ilahiyatçıların çoğu Arap kökenlidirler. Kahire’deki ’al Ahzar Üniversitesi gibi en önemli eğitim merkezleri de Arap dünyasında bulunuyor. Ayrıca Arapça, bütün Kur’an yorumları ile ilahiyat ve hukuk odaklı çalışmalarda en tercih edilen dildir. Hadisler de yıllar boyunca sadece Arapça olarak bulunuyordu.
Kutsal Kitapaçısından kutsal tek dil kavramı yoktur. Yuhanna’nın kaleme aldığı Vahiy bölümünde, daha önce Daniel metninde de olduğu gibi, gelecekte bütün “halklardan” insanların gelip tek bir dilde değil, bütün dil ve lehçelerde Allah’ın tahtı önünde eğilip Tanrı’yı yüceltecekleri müjdelenir (Vahiy 5:9-10; 7:9; 10:11; 11:9; 13:7; 14:6; 17:15; Daniel 7:14). “Kutsal Kitap baştan başlayarak ulusların dünyasından, bütün insanlardan ve -Vahiy bölümünde bildirildiği gibi- zamanın sonunda Allah’ın tahtı önünde tapınacak bütün insanlığın dillerinden bahsediyor. Onlar, bütün uluslardan bütün kabilelerden geleceklerdir. Kutsal Kitap ilk baştan sonuna kadar ulusların dünyasını öngörmektedir.”13
İbranice Eski Antlaşma’da Aramice metinler de bulunur. Eski Antlaşma bile bazı kelimelerin anlamının yüzyılların akışında anlam değişikliğine uğramış olduğuna ışık tutar (örneğin 1. Samuel 9:9’deki ‘bilici’ ile ‘peygamber’ kavramlarının anlam değişikliği). Ama birileri Yahudilerin İbranicesini kutsal bir dil olarak kabul etmek isteseydi bile, Pentikost Günü’ndeki mucize sayesinde (Elçilerin İşleri 2), Yeni Antlaşma dönemi kilisesi için Allah’ın Kutsal Ruh aracılığıyla tanrısal haberi her bir insana kendi anadilinde açıklamak istediği net bir şekilde anlaşılmıştır.
Pazar günleri kiliselerde paylaşılan vaaz ve Hristiyanlık âleminde “Allah’ın sözünün” duyurulduğu her bir yöntem, dinleyenlerin gerçekten anlayabilmeleri için okunan Kutsal Kitap metninin açıklamalarını temel alıyor. Eski Antlaşma zamanında bile Kutsal Yazılar hem herkesin anlayacağı şekilde okunmuş hem de ardından küçük gruplara açıklanarak yorumlanmıştır (örneğin 2. Krallar 23:2-4; Nehemya 8:4-8). Bütün kiliselerde vaizin “Allah’ın sözünü” duyurma mecburiyeti olduğu öğretilmektedir. Ancak Kutsal Kitap’ın ciddiye alındığının göstergesi, mümkün olduğunca uzun ve orijinal Kutsal Kitap parçalarının okunması değildir. Kutsal Kitap mesajının mümkün olduğunca anlaşılır ve uygulanır şekilde dinleyenlerin yaşamına hitap etmesi sağlanmalıdır.
İsa Mesih ve Elçi Pavlus da Allah’ın sözünü sabit metinler okuyarak değil, onun içeriğini hep yeni açıklamalarda bulunarak duyuruyorlardı. Pavlus’un Atina’da Yunan dünyasının önde gelen filozoflarının önünde verdiği vaaz (Elçilerin İşleri 17:16-34), Eski ve Yeni Antlaşma içeriklerinin bambaşka bir dil ve düşünme tarzında nasıl duyurulabileceği konusunda mükemmel bir örnektir. Gerçi “Allah’ın Sözü” kavramıyla Kutsal Kitap’ta İsa Mesih’ten söz edilmiş veya Kutsal Yazılar (veya o dönemde mevcut olan bir Kutsal Yazı metni) kastedilmiş olabilir (örneğin, Markos 7:10-13’te ‘Eski Antlaşma’ söz konusuydu; ayrıca bkz. Yuhanna 10:35; Süleyman’ın Özdeyişleri 30:5-6). Ama “Allah’ın Sözü” deyiminin en çok müjdenin duyurulması (örneğin İncil’de Elçilerin İşleri 18:11; 1. Timoteos 2:13; 2. Timoteos 2:9; 1. Petrus 4:11) ve müjdenin içeriği veya bizzat Müjde için kullanılmış olması bir tesadüf değildir (bkz. Elçilerin İşleri 13:7; Romalılar 9:6; Efesliler 6:17; 1. Selanikliler 2:13; 1. Yuhanna 2:14; İbraniler 13:7).
Kur’an aslında tercüme edilemez. Yeni dönemlerde izin verilen çeviriler, içeriğin anlamını sadece kısmen yorumlarlar ama Allah’ın sözünü teşkil edemezler.
Kutsal Kitap’ın kendisi çevrilmeyi ve mesajının açıklanmasını talep eder. Örneğin, İsa Mesih’in Aramice konuşmaları Grekçeye çevrilir. Kutsal Kitap çevirileri hemen hemen Kutsal Kitap kadar eskidir. Kutsal Kitap çevirileri tıpkı orijinal gibi “Allah’ın Sözü” sayılırlar.
İslam alimlerine göre Kur’anaslında çevrilemez. Yapılan bir çeviri sadece yaklaşık olarak yapılabilir.14Yüzyıllar boyunca Kur’an’ı çevirme izni verilmedi. Ancak 20. yüzyılda gerçekleşen İslami tebliğ gayretleri ve siyasi yenilenme, Kur’an’ın Müslümanlar tarafından çok sayıda dile çevrilmesini ve dağıtılmasını sağladı. Ama yapılan her bir çeviri sadece asıl anlamına bir yaklaşma ve yorum olarak algılandı. Bundan dolayı bu çeviriler aslında Allah’ın sözü olarak da sayılmazlar ve “yorum”, “meal” veya “Kur’an’ın anlamı” ve buna benzer başlıklarla tanımlanırlar. Abdoldjavad Falaturi bu konuyla ilgili şunları yazmıştır: “Müslümanlar için Kur’an aslında çevrilemez. Bir meal, okuyucunun sadece daha iyi anlamasına yardım eden bir köprü vazifesini yapabilir.”15İ. A. Abu-Harb da şunları yazdı: “Kur’an Muhammed’e sadece Arapça olarak açıklandı. Örneğin Almanca ya da başka bir dilde yapılan herhangi bir çeviri, ne Kur’an ne de onun bir versiyonu olabilir. Böyle bir uğraş sadece Kur’an’ın anlamını çevirmeyi denemek olabilir. Kur’an sadece vahiy olunmuş Arapça olarak vardır.”16
Okuyucu ve dinleyici için yapılan iyi Kutsal Kitapçevirileri, baştan beri Yahudi ve Hristiyan inancının sabit bir parçasıydı. Eski Antlaşma’nın ilk tercümeleri 2000 yılı aşkın bir süredir, İncil çevirileri de Hristiyanlığın ilk dönemlerinden beri mevcuttur. Eski Antlaşma’nın Grekçe çevirisi olan Septuaginta, tıpkı Aramice (Targumim) ve Süryanice (Peşita) gibi, Hristiyanlıktan önce bile önemliydi. İncil’in çeşitli dillerle hazırlanan ilk nüshaları ikinci yüzyıldan kalmadır.
Kutsal Kitap’ın her dile çevrilebilmesi ve tebliğin özünün kutsal metinlerin orijinal dilde okunması anlamında olmaması Hristiyanlar için gayet açıktır. Pavlus, ibadette ziyaretçilerin anlayamadıkları bir dilde konuşmanın, ziyaretçilerin Hristiyanların akıllarını kaçırdıklarını düşünmelerine yol açacağına ama mesajı anlayabilseler belki de Allah’a tapınmaya başlayacaklarına dikkat çekmişti (1. Korintliler 14:23-25).
1. Korintliler 9:19-23’te Pavlus, başka insanlara dil ve diğer yollar aracılığıyla yaklaşmanın gereğini açıklıyor. Dolayısıyla Hristiyanlar, İsa Mesih’teki kurtuluş mesajını sadece anlatmaktan değil, anlaşılır olmaktan da sorumlu tutulurlar.
Kutsal Kitap, Mesih inancının kurucusunun yaşam öyküsünü şaşırtıcı bir şekilde dört defa tekrarlayarak, Müjde’nin her bir hedef grubuna yeni ve farklı vurgular yapılarak anlatılması gerektiğine de dikkat çeker.
Kutsal Kitap, harfin üzerinde fazlaca durmanın asıl anlamı yitirmeye sebep olabileceğine dair ikazda bulunur.
Kur’an’ın yorumu bu konuda bir fark gözetmez.
Kur’ankusursuz dilde yazıldığı için asıl anlamıyla anlaşılması gerek. Elbette Kur’an yorumunun (tefsir) geniş kapsamlı bir tarihi var. Ama metne fazlasıyla, mesaja ise yetersiz odaklanarak, asıl mesajın ve söylenenin özünün kaybedilebileceği düşüncesi Kur’an’ın İslami görüşüne yabancıdır.
Kutsal Kitap’ta İblis, Allah’ın Sözü’nün baş eleştirmeni olarak tanıtılıyor. Ama bu onu Kutsal Kitap’tan alıntı yapmaktan ve yazılı olanları kötüye kullanmaktan alıkoymaz. Allah’ın sözlerini harfi harfine dile getirmeye ama bunları asıl anlamından çıkartmaya bayılır, tıpkı İsa Mesih’in çöldeki denenmesinde yaptığı gibi (bkz. Matta 4:6-7; Luka 4:11-13). Titizlikle harfin üzerinde durarak yapılan bir yorum, Allah’ın söylediği mesajın doğru anlaşılmış olduğu anlamına gelmez. İsa Şeytan’ın harfi harfine yaptığı yoruma, mecaz ve ruhsal bir anlam taşıdığını düşündüğü Allah’ın Sözü’yle karşı koydu (Matta 4:7; Luka 4:13). Hristiyanların “harfe” değil, “Ruh”a hizmet ettiklerini bildiren sözler de (Romalılar 7:6; 2. Korintliler 3:6-11) Mesih imanlılarını aşırı harfçiliğe karşı uyarıyor. Elbette adı geçen bu ayetler bununla birlikte diri ruhu, güncel yaşamı ve asıl mesajı göz ardı eden, salt dışsal kusursuzluğa önem veren bir dindarlığı da eleştiriyor.
İslami anlayışa göre Kur’an, kutsal ve tek olan Kur’an Arapçası üslubuyla yazılmıştır.
Kutsal Kitapinsanların tüm edebi ifade yollarını farklı diller ve dillerin farklı dönemlerindeki gelişmeleriyle birlikte içeriyor. Allah’ın kendini açıkladığı tek bir üslup veya dil yoktur; daha ziyade Allah, mesajını açıklamak için, aslında insanların her bir ifade yöntemini kullanabilir.
Kur’an’ın tek ve taklit edilemez üslupla yazıldığı, önceki paragrafta açıklık kazanmıştır.
Kutsal Kitapüslubuyla dışsal olarak dahi bunun tam zıttını yansıtır. Kutsal Kitap’ın bütünü oluşturan kitapçıklarının edebi çeşitliliği şaşırtıcıdır. Yasa ile ilgili metinler aşk ezgileri ile birlikte bulunur. Tarihi anlatımlar ağıtların, özdeyişler aile anlatımlarının, krallık dosyaları ilahi derlemelerin, özel mektuplar resmi olanların, enli boylu sohbetler ortak çalışanlara yönelik buyrukların, apokaliptik (gelecekle ilgili) ikazlar ayrıntılarla anlatılmış görümlerin ve görgü tanıklarının kaleme aldıkları anlatımlar alaycı ve şakacı ifadeler ile bilmece ve efsaneler ile bir arada bulunur.17
Allah’ın, tarihin akışında insanlar aracılığıyla sağladığı iletişimi İncil şu sözlerle dile getirir: “Tanrı eski zamanlarda peygamberler aracılığıyla birçok kez çeşitli yollarla atalarımıza seslendi. Bu son çağda da her şeye mirasçı kıldığı ve aracılığıyla evreni yarattığı kendi Oğlu’yla bize seslenmiştir” (İbraniler 1:1-2). Yeni Antlaşma’da “Oğul”un açıklanmasından sonra bile bu çeşitlilik devam etti. İsa Mesih’in yaşam öyküsünün İncil’de dört defa ve farklı üsluplarla anlatılmış olduğuna bir daha dikkat çekelim.
Kur’an, Muhammed’in bireysel olarak aktif katılımıyla değil, kendisine verilen vahiylerle oluştu.
Kutsal Kitap, birbirinden çok farklı kişiliğe sahip yazarların aktif katılımıyla oluştu. Doğrudan duyurulan bir söz veya bir görüm olduğunda bile alıcı (yani peygamberler, elçiler, Kutsal Yazı metnini kaleme geçirenler), sorular sorarak veya istek belirterek aktif olarak metinde yer aldı.
Kur’anve İslam ilahiyatı, Kur’an’ın Muhammed’den gelmediğini ve kendisinin vahiy aldığı zaman pasif bir alıcı durumunda olup açıklananlara karşı koyamadığını ve onları yönlendiremediğini önemle vurgular. “Muhammed, Kur’an bölümlerini, öz istekleri ve kaygıları söz konusu olduğu yerlerde bile kendi bilinçli ve irade sahibi kişiliğini alıp götüren kendinden geçmiş (vecd) haldeyken aldı.”18“Kur’an aracılığıyla değil, güvenilir hadislerde aktarılan onun kendinden geçmiş hallerinden bunları öğrenebiliriz, ancak örtüye bürünmüş olması (Müzemmil 73:1; Müdessir 74:1) belki de bu duruma küçük bir ima olabilir.”19“Birçok hadiste peygamberlik nöbeti üzerine geldiğinde kendisinin yere düştüğü, renk değiştirdiği ve sonunda adeta yüksek ateşi çıkmış gibi yüzünün kıpkırmızı olduğu, en soğuk kış günlerinde bile kocaman ter tanelerinin alnını örttüğü ve deveyi andıran bir sesle hırlayıp nefes aldığı anlatılıyor. Örtülere sarılır, başının altına deriden yastık konurdu. Kendisi bu durumdayken, bir insanın başka bir insanla konuştuğu gibi bir ses ve bununla birlikte kendisine çok acı veren bir bakır sesi de duyduğunu anlatıyordu. Her şeyden çok, özellikle burada anlatılan bu korku verici durumlar, taraftarlarının inançlarının sarsılmaz olmasına sebep oldu; nitekim bunlar gelen esinin olağanüstü kaynağına kanıt sayıldı.”20Vahiylere eşlik eden bu durum etkileyiciydi. Muhammed vahiyin yaklaştığını hissettiğinde üzerine bir üşüme ve titreme gelirdi. Bir örtü veya esvap isteyerek (“Ey elbiselerine bürünüp yatan” Müzemmil 1; “Ey örtüye bürünen” Müdessir 1), onun altına girip inlemeye, hırlamaya ve bağırmaya başladığı duyulurdu. Vahiylerden sonra ter içinde kalırdı ve kendisine acı veren, şiddetli baş ağrılarına karşı sargılar kullanırdı... Bir deve üzerinde yaptığı veda haccı duyurma töreninde, üzerine şiddetle inen son ayet hayvana diz çöktürdü.”21
Kur’an ve hadislerden toplanan bu tür alıntılar, Müslümanlar tarafından eleştirel bir bakışla değerlendirilmemekle beraber, daha çok Muhammed’in bu vahiyleri kendisinin yaratmadığının, almış olduğunun bir kanıtı olarak görülür. Muhammed’in belki de okuma yazma bilmemesi de (Cuma 62:2), çoğu zaman, kendisinin Kur’an metinlerini kendi başına yazamadığı veya Kutsal Kitap’ı okuyarak ondan bazı kısımları esin kaynağı olarak kullanamadığının kanıtı olarak öne sürülür.
Kutsal KitapRab Tanrı’nın Ruhu tarafından esinlenmiş olarak tarif ediliyor (2. Timoteos 3:16) veya“Allah’ın Sözü” diye tanımlanıyor (Markos 7:13). Yazarının doğrudan Allah değil, Allah tarafından seçilmiş insanlar olduğunu görüyoruz. Allah, açıklamak istediklerini insan yazarı mucizevi bir şekilde aracı olarak kullanarak insanlara sunuyor. 2. Petrus 1:21’de, “peygamberlik sözüne” ilişkin ilkin “hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı” diye yazılmıştır ama hemen ardından da “Kutsal Ruh tarafından yönetilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler” diyerek bunun anlamı açıklanır, böylelikle yine de insana bu konuda düşen görevi ortaya konmuş olur.
Kilise toplulukları ilk dönemlerinde Kutsal Ruh’un Kutsal Kitap’ın tümünü bir bütün olarak bir araya getirdiğine inandılar. Yalnız bunu, her bir üslup veya başka unsurun diğerleriyle kusursuz bir uyum ve bütün oluştursun diye yapılmasının sonucunda elde edilen bir külliyat olarak değil, Kutsal Kitap’ta yer alıp Tanrı’nın hizmetinde olan seslerin büyük farklılıklarıyla ve birbirlerini tamamlayarak insanın yaşama geçirmesi için ihtiyaç duyduğu Allah’ın sözüne inandılar.
Hristiyan inancına göre Allah, çok sayıdaki dini inanç ve hatta bazı Hristiyan tarikatlarda olduğu gibi, sözünü zorla veya insanın kişiliğini bertaraf ederek mekanik bir esin yöntemiyle yazdırmıyor. Mesih inancı anlayışına göre, Allah’ın Ruhu, insanda insan aracılığıyla etkin olduğu zaman, insanın inanç hayatında ve özellikle sözün vahiy edilmesinde gerçek birer kişilik olarak kendini göstermesini sağlar. Vecd haline benzer bir durumda olup inanılmaz görümler gören peygamberlerin bile, hem Eski hem Yeni Antlaşma’da görümleri açıklayan meleklerle aklı ve bilinci yerinde bir halde konuştukları görülebilir (örneğin Yuhanna -Vahiy’de-, Daniel ve Hezekiel). 1. Korintliler 14:32’de Pavlus, peygamberlerin kendilerine verilen vahiylerin kendi kontrollerinde olmasını çok doğal görerek şunları yazdı: “Peygamberlerin ruhları peygamberlerin denetimi altındadır” (1. Korintliler 14:30-32). Zorla sahte ilahlara yöneltilmeyi ise Pavlus eski putperest yaşamının bir ifadesi olarak nitelendirir (1. Korintliler 12:2).
Öz kişiliğin kaybolması Kutsal Kitap’ta Şeytan’ın etkin olmasının bir işareti olarak açıklanır. Allah ise insanlara her şeyi gönül rızasıyla armağan ederken gerçek kişiliğin sağduyulu (1.Timoteos 3:2), özdenetimli (Galatyalılar 5:23), ayık ve sakin bir şekilde Allah’ın yolu için karar verebiliyor olmasını arzular (bkz. 1. Petrus 5:2). Cine tutsak Gerasalı (Matta 8:28-34; Markos 5:1-20; Luka 8:26-39), bunun bir uç örneğidir; Kötü Olan, onun bir hayvan gibi yaşamasına neden olmuştur ve kişiliğine dair herhangi bir ipucu görülmemektedir. İsa Mesih’in özgürleştiren sözü, adamın kişiliğinin yeniden ortaya çıkmasını sağlar, öyle ki etrafındaki insanlar adamın İsa ile aklı başında konuştuğunu fark edince korkarlar (Markos 5:15; Luka 8:35).
Kur’ansadece Allah’ı yazar olarak tanımakla tek bir üslup tanır. Muhammed’in üslubu hadislerdeki sözlerinde görülür ama Kur’an’da görülmez.
Kutsal Kitap’ta kendi üslup, görüş ve Allah ile yaşadıkları kişisel öykülerinimetne taşıyan farklı karakterler, yazar olarak ortaya çıkar. Kutsal Kitap tümden ve tam olarak insan sözüdür ve Tanrı’nın insanın sözcüklerini kullanması yoluyla, gizemli ve karşılıklı bir etkileşim sayesinde Kutsal Ruh’un etkin olmasıyla tümden ve tam olarak da Tanrı sözüdür.
Kur’anve İslam ilahiyatı, Kur’an’ın (Muhammed’i, Allah’ın elçisi olarak her ne kadar çok anlatıyor ve ona yetki veriyorsa da) Muhammed’den gelmediğine ve kendi kişiliğini ve görüşlerini yansıtmadığına, fakat tanrısal bir üslupla yazılmış olduğuna büyük önem verir.
Kutsal Kitapanlayışında ise kitap pasif birileri tarafından ele alınmadı veya mekanik bir dikte yöntemiyle yazılmadı; tersine, yazılarında tartışılmaz şekilde ortaya çıkan gerçek kişiliklerce kaleme alındı. Esinlemenin ve çoğunlukla Tanrı Ruhu’nun insanda etkin olmasının söz konusu olması insanın kişiliğini bertaraf etmez, daha ziyade doluluğunu gösterir.
İnsanın Kutsal Kitap’taki fonksiyonu, Kutsal Kitap’ın esinlenmiş olmasına karşıt bir kanıt değildir. Hiçbir insanın ortak fonksiyonu olmadığından veya insan zaten buna yetersiz olduğundan dolayı, ‘Kutsal Kitap Tanrı’nın sözüdür’ diye özellikle vurgulama gereği, hem Kutsal Kitap’ta hem de Hristiyan tarihinde görülmemiştir.
Hristiyanlıkta Kutsal Kitap’ın tanrısal esin öğretisi, hiçbir zaman, Allah’ın kendi üslubunu çeşitli yazarlara dikte ettirmesi olarak algılanmadı. Bütün çağlara yönelik, kaydedilmesi gerekenlerin, Allah’ın Ruhu’nun denetimi altında, metni kaleme alanların kişilikleri, yaşam öyküleri, tahsilleri ve üsluplarıyla bir bütün halinde yansıtılmış olduğu kabul görür. Kutsal Kitap’ta yüksek tahsilli ve birçok dili bilen Pavlus’un yanı sıra, kendisiyle kıyaslanamayacak derecede sade bir balıkçı olan Petrus’un yazıları da mevcuttur. Tarihi olgulara önem veren Yunan kökenli Luka (Luka 1:1-4), kendisinin aksine mistik olup Aramicenin etkisinde kalmış bir Grekçeyle yazan Yahudi asıllı Yuhanna’dan oldukça değişik bir müjde anlatımında bulunur. Uyarılarına kulak asılmamış olduğundan bir nevi başarısız sayılabilen Yeremya’nın yazdığı Ağıtlar, görevini başarılı bir şekilde sürdüren Daniel tarafından yazılamazdı. Dört farklı Müjde anlatımının farklılığından daha önce söz etmiştik.
Kur’antarihi bir çerçevede açıklanmış olsa da, temelinde sonsuzdur. Amacı tarihi anlatmak değil, sonsuz yaratıcıya teslim olmaya çağırmaktır. Tarihi olaylar Kur’an’da ikinci derecede bir role sahiptirler, öyle ki kontrol edilip şüphe duyulabilecek tarihi ifadeleri pek yoktur.
Kutsal Kitapbirçok anlamda tarih kitabıdır. İlk olarak, Kutsal Kitap’ın birçok bölümünde tarihsel olaylar aktarılır, nitekim Tanrı tarihte etkindir. İkinci olarak, metni kaleme alanlar veya anlatıların baş aktörleri olup bitenlerin merkezinde olmakla beraber, kutsal yazıların oluşumuna örgülüdürler. Üçüncüsü, Kutsal Kitap tarihi yönden gelişen bir vahiydir. Bunun için çoğu zaman bir metnin hangi döneme ait olduğunu bilmek önemlidir. Nitekim belirli zamana ait bir parça daha sonra açıklanan bir başkası tarafından daha önemli duruma getirilebilir veya geçersiz kılınabilir. Örneğin, Eski Antlaşma’da yer alan birçok buyruğun, İsa Mesih bunları tamamlamış olmasından dolayı geçerliliğinin kalmaması gibi.
Kur’an’ın bir anlamda zaman üstü sayılması, “aslı”nın veya “kitabın anasının” sonsuzluktan beri göklerde mevcut olmasından ileri geliyor. “Muhammed’in okumak için aldığı metinlerin içerikleri, tarihi olayların anlatımı olarak kaleme alınmadı. Onlar bu anlamda zamansız ve tarihsizdirler. Gerçi Muhammed’in yaşamının durumlarına ilişkin yorumlar ve talimatlar bulunuyor ama bunlar Muhammed’den önce belirlenmişti. Allah da kitabı tam Muhammed’in yaşamına uyacak şekilde tasarlamıştı.”22
Bu da Kur’an’ın temelinde tarihe odaklanmamasının, hatta geçmişte yer alan olayları anlatırken bile nadiren somut tarihi verilere yer vermesinin nedenidir. “Gerçi Muhammed’den önceki tarih ima edilir ama bu tarih genelde net değildir. Kur’an ne kronoloji ne de Muhammed’den önceki tarihe ilişkin net bir tarih içermektedir. Kur’an’da birçok olay sadece ima edilir, örneğin Muhammed’den evvel Âdem veya İbrahim gibi peygamberlerin ortaya çıkmış olması gibi. Ama onların hangi yıllarda ve ne kadar süre boyunca yaşayıp vaaz ettikleri Kur’an’da yazmıyor.”23(örneğin, Nuh veya Musa için bakınız Nuh Suresi 1, 21, 26; Naziat 15).
Bununla birlikte, ne Kur’an’ın 114 suresi ne de ayetlerin düzeni tarihi bir gelişim sürecindedir. Sureler aslında uzunluklarına göre sıralanmıştır; buna ancak Fatiha suresi ilk olmakla bir istisna yapar. İkinci olan El Bakara 286 ayetten oluşur, sonuncu Nas suresinde ise beş ayet vardır. Tekil sureler bitmiş birer anlatım değillerdir. Onlar daha çok Muhammed’in o aralarda söylediği veya derlediği ve çoğu zaman farklı konulardan ve ayetlerden oluşurlar. Yalnız çok az anlatım veya konu, Yusuf’un öyküsü gibi, tamamlanmış haliyle anlatılmaktadır (bkz. Yusuf suresi). İslami ve gayri İslami Kur’an bilimciler, özellikle uzun surelerin çoğunlukla aralıksız vahiy olunmadığı, büyük olasılıkla birçok ayetlerden daha sonra oluşturulduğu konusunda hemfikirdirler.
Kur’an’da, Adem, İbrahim, Musa, Eyüp, Davut, Yahya ve elbette İsa Mesih gibi Eski ile Yeni Antlaşma’dan tanıdığımız yaklaşık yirmi kişiden söz edilir. Kur’an’ın onlarla ilgili anlatımları ise Kutsal Kitap’takilerden bazen oldukça farklıdır, nitekim Kur’an’da hepsi Muhammed’in birer habercisi veya örneğidirler. Fakat bu peygamber öykülerinde, anlatımlarının tarihlendirmeleri ve tarihi gelişmeleri yok denecek kadar azdır. Genelde bu peygamber öyküleri de ne bir başlangıca ne de bir sona sahiptirler, daha ziyade yalnız peygamberlere yönelik yapılan imalara dayanırlar. Murad Hofmann bu konuda, “Onlar tarihi anlatım değiller, nitekim tarihi bilgi bir ön koşul olarak var sayılır” diye yazmıştır.24
Kur’an’a dayanarak da Muhammed’in yaşam öyküsü derlenemez. Bunun için hadislere ve eski peygamber biyografilerine ihtiyaç duyulur. Kur’an onun için tarihi eleştiri yöntemine pek tutunacak yer vermez ve bu durum, İslamiyette somut eleştirel çalışmalara müsaade edilseydi bile değişmezdi.
“Kutsal KitapAllah’ın insanlarla tarihini anlatır ve bu tarihi Yaratılış’tan başlayarak Vahiy bölümüne kadar progresif, yani gelişen bir şekilde açar. Bununla beraber Kutsal Kitap tarihi, somut tarihler, sayılar, isimler veya soy ağaçları vererek güncellenmektedir. Bu veriler bizlere bugün pek önemli görünmeyebilir. Ama bunlar Kutsal Kitap’ın tarihi bir belge olmak istediğinin açık birer ifadesidirler.”25
Yazılı Tanrı sözü çoğunlukla Allah’ın tarihte, örneğin halkını Mısır’dan çıkarırken, Sina Dağı’nda antlaşmayı bildirirken, tapınağın açılışı yapılırken, İsa Mesih’in çektiği çile esnasında veya elçilerin konseyinde olup bitenlere ışık tutarken, yaptığı eylemlerinin tanıklığını yapmaktadır. Bununla Kutsal Kitap kendini hep tarihi gerçeklere ve tarihin anlatımlarına bağımlı kılar (örneğin, 1. Korintliler 15:1-8 ve 14-20a arasında anlatılan diriliş konusundaki gibi).
İşte bu durum Kutsal Yazıları tarihi gerçekler veya tarihi doğrulama yöntemleri karşısında dokunulmaz olmaktan alıkoyar. Ama öte yandan tarihi bir incelemenin Kutsal Kitap’ın güvenirliğini kanıtlayacağına dair beklentiyi de ortaya çıkarır. Bununla dost olsun karşıt olsun herkes tarihi bir araştırma yapmaya davet edilir ki Pavlus, birçok görgü tanığının hâlâ hayatta olduğuna dikkat çekerken aslında bunu yapmaktaydı (1. Korintliler 15:5).
Hiçbir “kutsal kitap”, metinlerini, yazarlarının tarihlerine, onların yaşadıkları çevreye ve insanın günahtan kurtuluş tarihinin gelişimine Tevrat, Zebur ve İncil kadar bağımlı kılmamıştır. Bunun sonucunda Kutsal Kitap’ın kendisi çok fazla tarihi veriler sağlamak ve bununla eleştiriye imkân tanımakla beraber, öbür bütün dinlerin “kutsal kitaplarından” daha çok, içindeki parçaların tarihi oluşumu konusunda rapor vermektedir (örneğin, Yasa’nın Tekrarı 31:22-26; Yeşu 1:8; 24:26; Özdeyişler 1:1; 30:1; 31:1; Yeremya 1:1-3; Luka 1:1-4; Vahiy 1:9-11). Kutsal Kitap hakkında 18. yüzyılda başlayan eleştiri araştırmalarında, Eski ve Yeni Antlaşma’da yer alan kitapçıklarının tarihlerini bu kadar rahat araştırıp eleştirebilmesi bu açıdan da şaşırtıcı değildir. Kutsal Kitap’ta yer alan binlerce tarihi, kronolojik ve coğrafi veriler, yüzyıllardan beri nice arkeolog, tarihçi ve kültür bilimciye bitip tükenmeyen program ve çalışma alanı sağlamaktadır.
Bilindiği gibi, batı dünyasında çağdaş tarih anlayışı Yahudi-Hristiyan düşünme tarzıyla şekillenmiştir. Dolayısıyla Kutsal Kitap ile tarih biliminin birbiriyle çeliştiği düşünülmemelidir.26
Kur’an’a göre, tarihteki tüm peygamberler hep aynı mesaja sahiplerdir ve insanın yaratılışından son yargı gününe dek Allah’ın tek, değişmeyen ve zamana tâbi olmayan bir iradesi vardır.
Kutsal Kitapgelişen, devam eden bir vahyi varsayarak, kurtuluş tarihinin gelişimiyle anlayışın genişlediğini ve buna bağlı olarak önceki vahiy basamaklarından bazılarının geçersiz hale geldiğini bile kabul eder.
Kur’an’da bütün peygamberler, tıpkı Muhammed gibi, aynı görev ve mesaja sahiptirler. Tıpkı Kur’an’ın zamana tâbi olmayan istekleri gibi, kendisinden önceki Tevrat, Zebur ve İncil kitapları da aslında başka bir içeriğe sahip değillerdi. Bu yüzden hiçbir buyruğun ne zaman ve hangi döneme yönelik açıklandığı soruları söz konusu olamaz.
Kurtuluş tarihinin yeriKutsal Kitap’ta çok önemlidir. Örneğin, Harun’un kâhinlik sistemi27, önceki ve sonraki dönemleriyle açık ve net ayırt ediliyor. Bu fark, ibadetin tüm alanlarında da görülebiliyor. İbrahim önceleri her yerde kendi yapmış olduğu sunakta sunularını sunuyordu. Daha sonra Buluşma (Toplanma) Çadırı adı altında, İsraillilere çölde eşlik eden ve sonunda Yeruşalim’de kurulan seyyar bir tapınak yapıldı. Aynı yerde kurulan sürgün öncesi ve sürgün sonrası tapınağın ardından, İncil’de ilan edilen İsa Mesih’in topluluğu geldi. Gözle görülmeyen bu ruhsal tapınak, kısa süre sonra28yıkılmış eski tapınağın yerini aldı. Bütün bu gelişme basamakları birbirlerine zıt olmaktan çok, birbirine organik bir şekilde ve ayrıca onlarla, zamanla gelişip değişen nice başka buyruk ve ruhsal gerçeklerle bağlantılıdırlar. Değişen bu buyruklar ve ruhsal gerçekler, her ne kadar da kilise bunlardan ders çıkarabilirse de, uygulama açısından artık gündemde değildirler. Hristiyanlar, Eski Antlaşma’daki kurbanları öğrenip araştırıyorlarsa da, kendileri kurban sunmazlar, kurtuluş tarihinin gelişimine göre bu uygulamaları bir düzende ele alırlar. Benzer şekilde İsa Mesih’in çarmıh üzerindeki ölümü Eski Antlaşma’nın büyük bir kısmını tamamlayıp yürürlükten kaldırmış olsa da, Hristiyanlar Eski Antlaşma metinlerinin zemini olmadan haçtaki kefareti (bağışlama sunusunu) anlayamazlar.
Her Kutsal Kitap çalışmasında, olayların ve yasaların düzenlemesinin kurtuluş tarihinin düzenine göre yapılması çok önemlidir. “Liberal” çağ öncesi ilahiyatın da, Kutsal Kitap’ın tarihi özelliğini göz ardı etmeyip Kutsal Kitap yorumlarında tamamiyle dikkate alması gerekti.
Siyasi gelişme bunun bir örneği olarak gösterilebilir. Nitekim Kutsal Kitap’ta anlatılanlar sayısız siyasi sistemde geçmektedir. Kitap’ın başında iman atalarının yanı sıra kabile reisleri de dikkat çeker. Arkasından hâkimler, meclis tarafından yürütülen bir devlet, farklı yapılara sahip krallık sistemleri ve sıkça yönetime el koyan işgalci güç ve yabancı yönetimler gelir. İncil döneminde İsa Mesih, imanlıları bağlılık konusunda, bir zamanlar İsrail halkının kendi devletine, hatta bazı zamanlarda işgalci güçlere de göstermesi gereken söz dinlerliği (örneğin Yusuf Mısır’da; Daniel Babil’de) örnek alarak Roma devletine göstermesi gerektiğini söyler: “Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tanrı’nın hakkını Tanrı’ya verin”(Matta 22:21; Markos 12:17; Luka 20:25). Pavlus da Hristiyanları Roma devletine tabi olmaya çağırdı (Romalılar 13:17). Kutsal Kitap’ın farklı metinlerini doğru anlamak için sözlerin hangi siyasi yapı altındayken kaleme alındığına ve o günlerin koşullarının ne olduğuna dikkat edilmesi gerekir.
Kur’an’ın nüshaları Müslümanlarca huşuyla kullanılır ve yüceltilir. Kur’an’a karşı yapılan saygısız bir hareket küfür olarak algılanır.
Adanmış Hristiyanların elindeki Kutsal Kitap’ta çoğu zaman önemli görülen ayetlerin altı çizilir ve kitabın kâğıdı yoğun kullanımdan ötürü yıpranır. Pahalı nüshalarsa sanatsal, tarihsel ve kişisel değerinin yanı sıra, kullanılmış malzemenin kalitesiyle takdir görür.
İslamiyette Kur’ansadece içeriğinden dolayı yüceltilmez. İster eski bir elyazma ister çağdaş ve basılmış bir nüsha olsun, her bir Kur’an parçası saygıyla karşılanır. Gösterilen saygının bir işareti olarak Kur’an’ın bir nüshası en dikkatli şekilde ele alınır, öpülür, bir kumaşa sarılır, asla yere bırakılmaz, tersine, özenle yüksek bir yerde muhafaza edilir. Kur’an kitabına ancak beden, dine uygun üslupla yıkandıktan sonra dokunulabilir. Yıkanmamış eller veya başka türlü murdar (örneğin, adet günleri sırasında) bir durumda ona asla dokunulmamalı ve o kesinlikle öpülmemelidir. Bir Kur’an nüshası kirletilemez, hasara uğratılamaz, yırtılamaz, yakılamaz veya atılamaz, öyle ki bir Müslüman, içinde Kur’an ayeti basılmış bir gazeteyi bile kâğıt toplayan eskiciye veremez. Kur’an, murdarlığın önlenemeyeceği bir yere götürülemez. Aslında bu her bir Kur’an suresi için, hatta ayetlerin üzerine yazıldığı bir eşya için de geçerlidir. Bütün bunlar Allah’a küfür sayılan eylemlerdir ve birçok İslami ülkede ağır bir suç oluşturup imandan dönme olarak algılanır. Cezası çoğu zaman hapis, hatta bazen idam bile olabilir.
Kur’an’ın bereketleme gücü vardır (Arapça baraka). Onun için Kur’an’ın kendisi veya içinden alınmış bir ayet bile, bir kimseye bereket veya şifa vermek için kullanılmaya müsaittir. Her zaman ilahiyatın resmi görüşüne uygun görülmese de, Kur’an ayetleri suya batırılıp ardından o su içilir veya ayet, takılan muskada taşınır. “Onun için otomobilin üzerine, bir tabloya veya buna benzer yerlere yazılmış bir Kur’an ayeti, bir Hristiyan’ın duvara astığı veya ezberlediği ayetten farklı bir amaca sahiptir; koruma, güç sağlama, etkin olma amaçları gibi.”29
“Kur’an’ın içine hiçbir zaman yazı yazılmaz, ayet işaretlenmez... Müslümanlar, Hristiyanların Kutsal Kitap’ı ne kadar “sıradan” kullandıklarını görünce üzülürler.”30
Kutsal Kitap’ın “sıradan” kullanılışı, bir Hristiyanın onunla günlük hayatında gerçekten yaşadığına dair bir işaret olarak görülebilir. Yıpranmış bir Kutsal Kitap sıkça okunduğunu gösterir. Bu yüzden eskimiş ve artık ihtiyacı karşılayamayan bir Kutsal Kitap kullanımdan çekilip yeni bir nüshayla değiştirilebilir. Kutsal Kitap’ın kullanımı otomatik olarak, bir kişinin Allah ile ilişkisine yargı oluşturmaz.
Dini ibadet esnasında Kutsal Kitap’ın bir nüshası öpülmesi, havaya kaldırılması veya sunak kitabı olarak gösterilmesi, nüshanın nesnesinden çok içeriğine gösterilen saygıdan ötürüdür. Elbette Hristiyan sanat tarihinde çok sayıda mükemmel ve güzel Kutsal Kitap nüshaları hazırlanmıştır ve birçok Kutsal Kitap okuyucusu da kendi isteğine göre özel bir koruma kılıfı da yaptırmıştır. Ama bu durum daima Kutsal Kitap’ın içeriğine duyulan ilgiye yöneliktir, nüshanın kendisine değil.
Kur’an’ın başlıca amacı, Allah’ın, O’nun sağladığı vahyinin, peygamber Muhammed’in ve müminlerinin üstünlüğünü kanıtlayıp duyurmaktır.Kur’an’da yargı içeren sözler müminlere değil, mümin olmayanlara yöneliktir. Öz eleştiri yapmak, gerçeğin üstünlüğünü soruşturmak anlamına gelir.
Kutsal Kitap’ın başlıca amacı, Allah’ın, kendisiyle barış içinde yaşamayan dünyaya ve (eğer kendisinden ayrıldıysa) kendi halkına olan merhametini kanıtlayıp duyurmaktır.Kutsal Kitap’ta yargı içeren sözler, Eski Antlaşma’da Yahudilerin, Yeni Antlaşma’da ise Hristiyanların ta kendilerine yöneliktir. İmanlı olmayan veya putperest insanlar, iyi eylemleri söz konusuysa örneğin, imanlılara bazen örnek olarak bile gösterilir. Kutsal Kitap Hristiyanların veya Yahudilerin yaptıklarını övmekte kullanılmak üzere pek yararlı olmaz. Tersine, Rab çok defa Tanrı halkının öz eleştirisini yaparak gerçek durumlarını acımadan açığa kavuşturur.
Kur’an’da, peygamberlerle beraber Allah’a tabi oldukları için her durumda zafere ulaşacak insanlar ile bunu yapmayıp dolayısıyla hüsrana uğrayacak imansızlar arasında ayrım yapılır. Kur’an özellikle Allah ve peygamberi Muhammed ile müminlerinin üstünlüğünü göstermek ister. Kur’an kitabının “üstünlüğü”31ve İslamın “zaferi”32(Nasr 110:1), başkalarını incitecek bir ifade olarak görülmemekle beraber, gerçeğin kaçınılmaz bir sonucu olarak algılanır.
İslam, öz eleştiriyle müminin cesaretini kırmak ve açık gerçekleri bulandırmak istemez. Bu da, daha sonra göreceğimiz gibi, günah anlayışıyla ilgili bir konudur, nitekim İslamda insan temelde iyidir ve her zaman iyi olanı da yapabilir.
Kutsal KitapAllah’ın halkını eleştiren birçok anlatımla doludur. Eski Antlaşma’da, tektanrıcılık kararlılıkla ve açıkça duyurulduğu halde, bu inancın Yahudiler arasında ne kadar zor benimsendiği de çekinmeden anlatılır. Kral Davut’un işlediği zina ve cinayet günahları Mezmur kitabının değerini azaltmaz, aksine hem Eski Antlaşma’da hem de kilise tarihinde önemli yer taşıyan ‘Tövbe Mezmuru’nu yazmasıyla sonuçlanır (bkz. Mezmur 51 ve 2. Samuel 6-7). Sadece Davut değil, Musa ve Pavlus da eski yaşantılarında adam öldürmüşlerdir. İsa Mesih’in çarmıhtan önce acı çekmesi gerektiğini anlamsız bulan ve efendisinin çarmıha gerilişinden kısa bir süre önce Rab İsa’ya hiçbir zaman ihanet etmeyeceğine dair ant içen (Matta 26:33-34), Yahudi olmayan uluslardan olan imanlılarla yemek yemek istemediği için Palvus tarafından sertçe eleştirilen Petrus’un hatalarını (Galatyalılar 2:11-14) herhangi bir düşmanın yazılarından değil, İncil’in içindeki anlatımlardan öğreniyoruz. İncil hem ilk kilise döneminde oluşturduğu sosyal yardım programını anlatır (Elçilerin İşleri 6) hem de zengin kilise üyelerinin yoksul olanlarını aç bıraktığını (1. Korintliler 11:21-22) veya maaşları zamanında ödemediğini (Yakup 5:4) de azarlayarak dile getirir. Eski Antlaşma’da bazı kitapların mesajı, Yahudilerin günahlı durumlarını nabıza göre şerbet vermeden ifade eder (örneğin Mika peygamber) ve İncil’in bazı bölümleri Hristiyan kilisesindeki utanç verici durumları gözler önüne serer (örneğin 1. Korintliler).
Eski Antlaşma’daki putperestlerin veya İncil’de adı geçen Yunan ve Romalıların iğrendirici hareketlerinden ve sapık görüşlerinden çok, sözde veya gerçekte Allah halkı olanların hatalarına odaklanıp bu kişilere yönelik kabarık bir dosya oluşturuyor. Korint kentinde Pavlus “putperestlerin arasında bile rastlanamayan” bir ensest ilişki tespit etmiştir (1. Korintliler 5:1). Ne yazık ki Allah birçok defa kendi halkını hizaya getirmek için sıra dışı kişileri çağırmak zorunda kalıyor.
Başka hiçbir dinde kendi dininin mensupları Eski ve Yeni Antlaşma’daki gibi olumsuz yönleri böylesine açığa çıkarılıp eleştirilmez. Yahudiler ile Hristiyanların da günahkâr birer insan olup en kötü şeyleri bile yapabilecek potansiyele sahip oldukları Kutsal Kitap’ın farklı bölümlerinde açıkça sergilenmektedir. Pavlus, “Onun için ayakta sağlam durduğunu sanan dikkat etsin, düşmesin!” diye önemli bir ikâzda bulunuyor(1. Korintliler 10:12) ve Hristiyanları, Yahudilere verilen yargıdan dolayı kibirlenmemeleri ve kendilerinin daha iyi olduklarını düşünmemeleri konusunda “Böbürlenme, kork!”diye uyarıyor (Romalılar 11:18-22).
Öz eleştiri Hristiyanlığın özüne ait bir unsurdur. Nitekim Mesih izleyicisi olmak, başkalarındaki hataları tespit etmek yerine ilkin kendi günahlılığını fark etmek anlamına gelir. Hristiyanlar daha iyi değildirler ama daha iyi konumdadırlar. Reformcu Martin Luther’e göre Hristiyan olmak, bir dilencinin başka dilenciye nerede ekmek olduğunu söylemesi anlamına gelir. Pavlus bu konuda şunları yazmıştır: “Ben elçilerin en önemsiziyim. Tanrı’nın kilisesine zulmettiğim için elçi olarak anılmaya bile layık değilim. Ama şimdi neysem, Tanrı’nın lütfuyla öyleyim” (1. Korintliler 15:9-10).
Kutsal Kitap aracılığıyla Hristiyanlığın soy kütüğüne açık ve net bir öz analiz kayda geçmiş, bu da Hrıstiyanlığın tarihine yön vermiştir. Haçlı Seferleri özellikle Hristiyan tarihçiler tarafından titizlikle analiz edilmiştir. Başka hiçbir din, binlerce yılın akışında yapmış olduğu hataları Hristiyanlık kadar açık şekilde itiraf etmemiştir. Kilise kurumunun karşısında bile gelişip ilerleyen eleştirel tarih biliminin “Hristiyan batısında” ortaya çıkması da bir tesadüf değildir.
Öz eleştiri, Hristiyanlık müjdesinin merkezinde -bağışlama haberinde- derin bir köke sahiptir. Kutsal Kitap’ın daha ilk sayfalarında, insanın günaha düşüşünün Allah’tan ayrılmasına sebebiyet verdiğini ve ardından insanların suçu başkalarında arama özelliğinin nasıl başladığı anlatılıyor (Yaratılış 3:11-13). O gün bugündür insanlar her tür hatanın suçunu, gerek kendi hayatlarında gerekse en üstün siyasi platformlarda, başkalarında bulmaya başladı. Gerçek sebebi bulma araştırmaları geçerli bir bilim dalı olsa da, Hristiyanlık, suçu başkalarında aramak yerine öncelikle kendisinde arama eylemi demektir. İsa Mesih de, Ferisi’nin “Tanrım, öbür insanlara... benzemediğim için sana şükrederim”diyen sözlerini reddederken, “Tanrım, ben günahkâra merhamet et” diye dua eden vergi görevlisini övüyor (Luka 18:11-14). Kutsal Kitap’ta gerçek imanın insanın kendi yetersizliğinin farkına varmasıyla başladığı görülüyor.
Yahudi bir yazar şöyle yazmıştır: “Muhammed’in kutsal kitabının karşısında İbranilerin kutsal yazıları, bir kitaptan çok bir kütüphane sayılır. Bir halkın binlerce yıl içinde farklı anlatımlarla beraberce dokuduğu renkli bir kilim gibidir. İsrail çocuklarının hiçbir yaramazlığı bu emsalsiz yazı koleksiyonunda göz ardı edilmez, büyük kralların hiçbir cinayeti gizlenmez. Paul Badde’ye göre, ’Yeni Antlaşma dönemine kadar Eski Antlaşma’nın neredeyse her bir bölümü eski ve kendi tarihinin bir itirazı, karşıtı ve eleştirisi olarak algılanabilir.’ Bu tarihi açık yürekliğinin sonucu olarak Yahudi-Hristiyan dünyasında öz eleştiri bir erdem sayılır; zayıflığın bir itirafı olmaktan çok, güçlü ve cesur olmanın işaretidir. İslamiyette bu farklıdır: Tarihinin öz eleştirisi mi? Böylesi düşünülemez, bu düpedüz küfür sayılır! Böylesi bir uğraş vahyin temelini sarsardı. Peygambere karşı saygısızlık sayılırdı. Bundan dolayı, İslam dini hükmü altında yönetilen ülkelerde bugüne kadar ne konuşma hürriyeti bulunur ne de özgürce seçilmiş bir parlamentonun müzakereleri.”33
İşte yine bu öz eleştirel yaklaşım, Hristiyanlığın kendi tarihinde bu öz eleştiriyi ihmal ettiğini de gösteriyor. Böylece Hristiyanlığın, ne yazık ki birçok yanlışlar yaparak, siyasi ve dini bir üstünlük duygusuyla, fazlasıyla dünyasal bir şekilde, dünyayı fethedip yönetme arzusuyla hareket ettiğini göstermek de gereklidir. Ama aynı şekilde Hristiyanlığın tarihte yaptığı hataları itiraf edip onları değerlendirmesinin bir tesadüf olmadığı ve kilise tarihi eleştirisinin karşıtları tarafından değil, kendi içinde de her zaman yapıldığının görülmesi gerekir.
Kur’an’da Allah’a ve vahyine karşı şüphe ve şikâyetin yeri yoktur. Olası bir şüphe veya şikâyet, doğrudan Allah’a karşı bir saldırı olarak algılanır.
Kutsal Kitap’ta bazı bölümlerde şüphe ve şikâyet dile getirilir (örneğin Yeremya’nın Ağıtları, bazı Mezmurlar). Bununla beraber Kutsal Kitap, bu şikâyetleri ve şüpheleri direkt Allah’a ulaştırmak ve O’nunla beraber bu acıları yaşayıp beraber üstesinden gelmeye teşvik ediyor.
Kur’an Allah’a yönelik bir şikâyeti ne tanıyor ne de içeriyor. Allah’ın ve İslamın temel öğretilerine karşı duyulan bir şüphenin yasak ve gerçek müminde olmadığını varsayıyor. Bir Müslüman için şikâyet ve şüphe hiçbir zaman Allah’la yapılan bir konuşmada yer alamaz, nitekim bu durum O’nun yaratıcı ve egemenlik statüsünü soruşturmak anlamına gelir. Allah’ın iyiliğini ve merhametini kısa bir süreliğine de olsa soruşturmaksa insanın nankörlüğü ve imansızlığının kanıtı olur. İnsan her şeye gücü yeteni, yaratıcı ve egemen olanı suçlayamaz, O’ndan hesap soramaz veya O’nun yaptıklarını soruşturamaz. Böylesi bir eylem sohbet ortamında bile yasaktır.
İnsan her zaman Allah’ın kulu olarak O’na teslim olduğu için tutumu her zaman Allah’ın iradesini hem sağlanmış vahiyde hem de yaşanan tarihte alçakgönüllülükle kabul etmek olmalıdır. “Bu inancın sonucu olarak, Kutsal Kitap’ta tarif edilen insanlara benzer şekilde şikâyet ederek veya suçlayarak Allah’a yaklaşmak, Kur’an için düşünülemez... Kur’an kitabı insanların kendi ihtiyaçları tarafından etkilenmiş olarak Allah’tan hesap sormalarını yasaklar: “Allah, yaptığından sorumlu olmaz, fakat kullar sorumlu olurlar” (El Enbiyâ 21:23). Bu durumda dünyanın karmaşası ve doğru insanların acı çekmesi konusunda yükselen feryatlara yer yoktur. Theodise34sorununa, yani Allah’ın bu tür durumlara müsaade etmiş, hatta kendisinin bunların olmasına yol açmış olması ihtimalinin araştırılmasına hiç fırsat bile verilmez. Bu tür saldırıların karşısında, yaratılmış olan her şeyin tümüyle eksiksiz olduğu iddiası sapasağlam yerinde durur: “O rahmanın bu yaratmasında hiçbir düzensizlik bulamazsın. Gözünü bir çevir bak. Onda (semada) bir çatlak dahi görebilir misin? Sonra gözünü (semaya) bir aksaklık bulmak için tekrar tekrar çevir. Fakat göz, sonunda umduğunu bulamadığı için zekil ve hakir olarak sana döner” (Mülk 67:3 vd.).35
Allah ile normal ve canlı bir ilişkinin parçası olarak görülen şüphe ve şikâyet, sonradan üstesinden gelinmesi ve yerini güvene bırakması gereken bir durum olsa da, Kutsal Kitap’ta birçok yerde konu edilir. Bazı bölümler olduğu gibi bu konuya ayrılmıştır. Yeremya’nın Ağıtları (Ağıtlar 1-5; Yeremya 11-20) kötülüğün üstesinden gelen zaferli peygamberi değil, ruhsal saldırıyla karşı karşıya kalan ve duyduğu şüphelerden geçerken Allah ile derin tecrübeler kazanan bir insanı anlatır. Aynı şey depresyonlardan geçen peygamber İlyas için de geçerlidir (1. Krallar 19). Hem Yahudilikte hem de Hristiyanlıkta ağıt mezmurları bugüne kadar şekillendirici bir role sahip olmuştur (örneğin Mezmur 3; 5, 6;13; 44; 74; 77; 79). Eyüp metninde Allah sırf en yüce ve en güzel olarak tanımlanmıyor; ardı arkası kesilmeyen diyalogların sonucunda, kendisi yine de sıkıntı ve şaşkınlık anlarında bile güvenilmesi gereken egemen yaratıcı ve dost olarak karşımıza çıkıyor.
Örneğin, Peygamber Yeremya huzursuz olmuş halde ve Rab Tanrı’ya meydan okurcasına şöyle diyor: “Davamı önüne getirsem, haklı çıkarsın, ya RAB. Ama adalet konusunda seninle tartışmak istiyorum. Neden kötülerin işi iyi gidiyor? Neden hainler tasasızca yaşıyor? ... Ülke ne zamana dek yas tutacak, otlar ne zamana dek sararıp solacak?” (Yeremya 12:1, 4).
Mezmur bestecisi, Allah’ı emrivaki bir şekilde hararetli sorularla sorguluyor: “Uyan, ya Rab! Niçin uyuyorsun? Kalk! Sonsuza dek terk etme bizi! Niçin yüzünü gizliyorsun? Neden mazlum halimizi, üzerimizdeki baskıyı unutuyorsun? ... Kalk, yardım et bize! Kurtar bizi sevgin uğruna!” (Mezmur 44:24-27).
Kur’an’ı yorumlamak için bir hermönetikveya edebiyat bilimi yoktur; ama şayet olursa, o sadece çok özel ve başka hiçbir metne uygulanamayan türden olur. Buna bağlı olarak, “Kur’an için bilimsel edebiyat” kavramıyla, Kur’an’ı bilimin en yüce başarısı olarak gösterip savunan ve onun doğru okunmasıyla meşgul olan bir uğraş kastedilir.36
Kutsal Kitapyorumu, başka herhangi bir metin gibi, belli başlı hermönetikve edebiyat bilimine ait ilkelere tabidir. Buna bağlı olarak, “Kutsal Kitap için bilimsel edebiyat” kavramıyla, başkalarının anlayacağı ve hemfikir olabileceği şekilde Kutsal Kitap’ın anlamını, tarihini ve dünyasını araştırıp açıklayan ve böylece onun daha iyi kavranmasını ve uygulanmasını sağlayan eserler kastedilir. Bu tür bilimsel edebiyat eserlerinde, önceki çağlara ait yorumlar da araştırılır ve onların kabul ettikleri sonuçlar yapıcı şekilde eleştirilir.
Kur’an araştırılabilecek herhangi bir insan metni değildir. Sadece içeriği değil, Kur’an’ın metni de eksiksizdir (Yunus Sûresi 10:1). Gerçi Kur’an tefsirinin37uzun bir tarihçesi varsa da, Kur’an metninin açıklamasını, özellikle Muhammed ve arkadaşlarının sözlerinden ve eylemlerinden oluşan hadisler koleksiyonuna dayanarak yapılan araştırmaya dayalıdır. Ama bu yorumlamada İslam dışı kaynaklar ve dil ile edebi bilim dallarına ait sonuçlar hiçbir rol üstlenemezler.
Hristiyan bakış açısından Ulrich Neuhausen şu eleştirileri yazıyor: “Kur’an’da insani bir edebiyat üslubu bulmaya çalışan bir kişi hemen “imansız” diye nitelendiriliyor. Bu yüzden gerçekçi ve eleştirel yönden Kur’an metnine yaklaşan İslami bilim adamlarının bile Müslümanların ulemasından atılmalarına şaşmamalı. Bir Müslümana Kur’an’la ilgili “bilimsel” edebiyat eserleri soran birine çoğunlukla apolojetik38yazılar verilir. Bu kitaplar, Kur’an’ın araştırılmasından önce imanlarının savunulmasını amaç edinen adanmış Müslümanlar tarafından hazırlanmıştır.”39
Kutsal Kitap’ın hiçbir yerinde insan dilini anlamaya yarayacak her bir unsurun, Kutsal Yazıların anlaşılması için de kullanılamayacağına dair bir iz yoktur. Kutsal Kitap’ın esinlenmesi veya yazıların gerçekten ve ruhsal yönden anlaşılması için Kutsal Ruh’a duyulan gereksinim (2. Petrus 1:19-21), hiçbir zaman, Kutsal Kitap’ın veya Hristiyanlığın dışındaki bilgiler içinden kitabı irdelemeye yardımcı olacak ilkelerin kullanılmasına engel yaratmamıştır. Aynı biçimde, Kutsal Kitap’ı elde tutarak, herhangi bir gerçeğin karşısında gözlerin kapanması da istenmemiştir.
Kutsal Kitap çok eski bir tarihten başlayarak, çok sayıda farklı dile çevrildi. Bu da her zaman Kutsal Kitap’la ilişkili dil bilimine özel bir önem kazandırdı. İlk yüzyılların kilise babaları bile Kutsal Kitap’taki farklı edebiyat türlerini hararetle araştırıp durdular (örneğin İSA Mesih’in anlattığı benzetmeleri veya öç konulu mezmurları) ve onları doğru yorumlama kuralları konusunda birbirleriyle tartıştılar.
Bilimsel bir şekilde de Kutsal Kitap’ı ele almak uygundur, çünkü Kutsal Kitap’ın kendisi insan aklının önemini vurgular. Gerçi aklın Allah, Mesih ve vahiye tabi kalması gerekir (2. Korintliler 10:4-5; Mezmur 111:10) ama aynı zamanda akıl aracılığıyla insan dili ve iletişimi ve bununla beraber de Kutsal Kitap’ın ta kendisi açıklık kazanır ve Kutsal Ruh da vermek istediği vahyi açıklamak için aklı kullanır (1. Korintliler 14:15, 19). Bundan dolayı “Kutsal Kitap’a sadık” kalma anlayışı, enine boyuna düşünülmüş bir yorum bilimine (hermönetik) ve kendi yaptığımız açıklama kurallarının bilincine varılmasına ve soruşturulmasına zıt düşmez, tersine bunu gerekli kılar. Geçmiş kuşaklara ait yorumlar bu sayede sürekli olarak yeni sınavlara tabi tutulmaktadır.
Kur’anüzerinde yapılan bir metin eleştirisi (yani orijinal elyazmalarının ayırt edilip değerlendirilmesi) öngörülmemiştir. Nitekim Kur’an’ın tek metin olarak bugüne kadar geldiği iddia edilir.
Kutsal Kitapüzerinde yapılan metin eleştirisi her zaman geçerli oldu ve kilisenin ilk dönemlerinde kilise babaları, reformcular ve adanmış imanlılar tarafından sıkça yapıldı. Metin çeşitlerini gösteren metin eleştirisi nüshaları hep vardı.
Kur’an’ın, Muhammed’in ölümünde (MS 632) henüz bitmiş bir metin olarak mevcut olmadığı, İslami çevrelerce de tartışılmaz sayılır. Bütün kısımlarının kâğıt parçalar, taşlar, palmiye çubuklar ve insanların yüreklerinden derlenmiş olduğuna inanılır. Bugünkü Kur’an’ın yazılı en eski formunun mevcut olduğu düşünülür ama o hali bitmiş bir derleme değildi. Müslüman ilahiyatçıların çoğuna göre, üçüncü halife Osman (644-656) mevcut olan bütün versiyonları toplayıp ayrı kısımlarının geçerliliğini kontrol ederek MS 650 yılında kendisinin hazırladığı Kur’an nüshasını herkes için geçerli ilan etti. Aynı şekilde, İslam ilahiyatının hep tartıştığı birkaç metin eleştirisi de mevcuttur. Bunlar arasında, önceden vahiy olunmuş ama sonra Allah tarafından geçersiz kılınmış Kur’an ayetleri de vardır.
Buna rağmen metin eleştirisi geçerli bir uygulama olarak kabul edilmez. Bugün elimizde olan metnin aktarımı, çelişkisiz ve hatasız kabul edilmektedir. Kur’an’ın farklı metinlerinin karşılaştırılmasını içeren bir Kur’an nüshası metin eleştirisi, ne Müslümanlar ne de başka araştırmacılar tarafından yapılmıştır.
Kutsal Kitap’ın tarihi, her zaman metin eleştirisinin de tarihi olmuştur. Kutsal Kitap’ın esinlenişini üstün tutan dürüst adamlar, metin eleştirisi çağdaş tarih eleştirme metotların parçası olmadan çok önce, geniş kapsamlı eleştirel çalışmalar yaptılar. Aralarında kilise babaları ve reformcular da vardı. Çok sayıda el yazmasını karşılaştırıp metin eleştirisi yaptıkları Kutsal Kitap nüshaları piyasaya süren yayıncıların çoğunluğu, bugün Kutsal Kitap’a sadık olanlar diye nitelendirilen kesimdendi. Aralarında Rotterdamlı Erasmus, Calvin’in ardılı Beza veya Pietistlerin baş teoloğu sayılan Johann Albrecht Bengel de vardı.
Kısaca, Kutsal Kitap her zaman insani bir eser olarak da kabul edildi. Bu yüzden sürekli elde yazılıp kopya edilen metinlerin insan rivayetinin normal ilkelerine de tabi tutulması gerektiği her zaman kabul edildi. Bundan dolayı mümkün olduğu kadar çok sayıda ve güvenilir el yazmalarından oluşturulan Kutsal Kitap metinlerini bulmaya her zaman gayret gösterildi.