Deedat, daha sonra, "Yehova'nın Şahitleri" denen ve Hıristiyan olmayan bir tarikatın Eylül 1957 tarihindeyayınlamış olduğu "Awake" adlı bir derginin, "Look" adlı bir dergiden yaptığı alıntıyı işaretle, bazı "modern araştırmacıların" Kutsal Kitap'ta elli bin yanlış bulunduğunu söylediklerini yazmaktadır.
Ne var ki, bu sözde modern araştırmacıların kimliği konusunda bilgi vermemekte, bu kadar çok sayıdaki yanlıştan da hiç örnek sunmamaktadır. Biz bu iddianın boş bir sözden ileri geçmeyeceğini, Kutsal Kitap ve öğretisine karşı önyargılardan kaynaklandığını sanıyoruz.
Ne yazık ki, bu önyargıyı paylaşan kimseler de, okudukları ne kadar ilgisiz ne kadar saçma olursa olsun, her şeyi olduğu gibi benimsemektedirler. Deedat da aynı şeyi yapmakta, Kutsal Kitap aleyhine yazılmış her şeyi doğrulama zahmetine dahi katlanmadan, bir gerçekmiş gibi kabul etmektedir. Bu yüzden de aşağıdaki şu sözlerinin ciddiye alınması dahi güçtür:
"Düzeltilmiş Standart Nüsha'nın (RSV) yazarları tarafından düzeltilmeye girişilen onbinlerce - önemli ve önemsiz - hatayı sergilemeye zaman ve mekanımız yoktur." 36
Aslında söylemek istediği, Kutsal Kitap'taki onbinlerce yanlışı bilmediğidir. Bu elli bin yanlıştan, sadece dördü görüşümüze sunulmuştur. Doğal olarak, Kutsal Kitap'ın geçersizliğini gösteren elli bin kanıtı elinde bulunduran kimsenin, bunların en önemlilerini sunmasını bekleriz. Bir başka değişle, sundukları, bulabildiği en büyük yanlışlar olmalıdır. Şimdi bu yanlışlara bir göz atalım:
a)İlk sunduğu ve tahminimizce, en büyük "yanlış"ın Yeşaya 7:14'te bulunduğu iddia edilmektedir.
"Bunun için Rab kendisi size bir alamet verecek; işte kız (bakire) gebe kalacak, ve bir oğul doğuracak, ve onun adını İmmanuel koyacak." (Yeşaya 7:14)
Düzeltilmiş Standart Nüsha'da, bakire kelimesi yerine, bir genç kadının gebe kalıp çocuk doğuracağını okuyoruz. Deedat'a göre Kutsal Kitap'taki en büyük yanlış da budur.
Orijinalin yazıldığı dil olan İbranicede kullanılan kelime almah'tır ve Yeşaya'nın İbranice metinlerinin hepsinde bu kelime vardır. Yani, söz konusu olan orijinal metindeki bir değişme değildir. Sorun sadece bir yorum ve çeviri sorunudur. İbranicede bakire için yaygın olarak kullanılan kelime bethulah'tır. Almah genç kadın anlamına gelir. Ancak, evlenmemiş bir genç kadın demektir. Böylece, RSV'de karşılaştığımız "genç kadın" sözü kelimenin tam karşılığıdır ve bir itirazımız da olmaz. Ancak, bir dilden diğer bir dile çeviri yapmakta karşılaşılan güçlükler göz önüne alınır ve bazı çevirmenlerin orijinal metindeki anlamı aktarmak amacıyla farklı kelimeler kullanabileceği düşünülürse, İngilizceye yapılan çevirilerin çoğunda niye bakire anlamına gelen virgin kelimesinin kullanıldığı anlaşılır. Çünkü, kelimenin bağlamı bunu gerektirmektedir. (Kuran'ı İngilizceye çeviren Müslümanların da orijinal Arapça metniyle benzeri sorunları olmuştur. Kelime kelime yapılan bir çeviri her zaman orijinal dilde kastedilen anlamı vermez.)
Yeşaya'da sözü geçen gebelik olayı İsrail için bir işaret olacaktı. Oysa evlenmemiş bir kadının gebe kalmasında pek öyle harika bir şey yoktur. Bu gibi olaylara dünyanın her yanında her zaman rastlanır. İşaret olması için, bakirenin gebe kalıp çocuk doğurması gerektiği açıkça belli olmaktadır. Bu gerçekten bir işaret oldu ve bakire Meryem'in gebe kalıp İsa Mesih'i doğurmasıyla da gerçekleşmiş olmaktadır.
Yeşaya'nın almah kelimesini değil de, bethulah kelimesini kullanmasının bir nedeni vardı. Çünkü, bethulah kelimesi aynı zamanda iffetli dullar için de kullanılır (Yoel 1:8'de olduğu gibi). Genç kadın olarak çevirenler, kelime karşılığını vermekte (RSV'de olduğu gibi), bakire olarak çevirenler ise, bağlamındaki anlamı vermektedir (KJV'de olduğu gibi). Kullanılan kelime ne olursa olsun, söz konusu kadın bir bakireydi. Tartıştığımız şey, orijinal İbranice metnin yorum ve çevirisidir. Kutsal Kitap metninin bütünlüğünü korumasıyla ilgili bir yanı yoktur. Dolayısıyla, Deedat'ın Kutsal Kitap yanlışı diye sunduğu şeyin tutarsızlığı da ortaya çıkmaktadır.
b)Ele aldığı ikinci metin, Yuhanna 3:16'dır. Kral James çevirisinde bu ayet şöyle verilmiştir:
"Zira Allah dünyayı öyle sevdi ki edindiği biricik oğlunu verdi; ta ki ona iman eden her adam helak olmasın, ancak ebedi hayatı olsun." (Yuhanna 3:16 - K. M. Ş.'nin eski çevirisi)
RSV'de ise O biricik oğlunu verdi diyor. Deedat da "'edindiği' anlamındaki 'begotten' kelimesinin bulunmaması, Kutsal Kitap'ın değiştirildiğini kanıtlar" diyor. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu sorun, bir yorum ve bir çeviri sorunudur. Çünkü, Yunanca aslında kullanılan kelime "unique" olup biricik anlamına gelir. Öyle veya böyle, biricik oğluile edindiği biricik oğluarasında bir fark yoktur. Her ikisi de Yunanca aslının makul çevirileridir ve anlamları tektir. İsa Tanrı'nın oğludur. (Deedat'ın, RSV'nin Kutsal Kitap'ı Kuran'a yaklaştırdığı şeklindeki iddiasını anlamıyoruz. Çünkü Kuran, İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğunu inkâr eder. Halbuki hem RSV hem de KJV bu olguyu aynı güçle vurgular.) Şurasını tekrar ifade edelim: orijinal Yunanca metinde bir değişiklik yoktur. Tartıştığımız sadece yorum ve çevirisidir. Böylece Deedat'ın ikinci iddiası da suya düşmektedir.
Yukarıda yaptığımız açıklamamızı daha da belirgin hale getirmek için, Deedat'ın alıntı yaptığı Kuran'daki Meryem/19:88'e dönelim. Hıristiyanların, çok bağışlayıcı Tanrı'nın bir oğul edindiğini söylediklerini okuyoruz. Biz bu alıntıyı, Yusuf Ali'nin yaptığı çeviriden aldık. Şimdi, bir başka çeviriye, Pickthall, Muhammed Ali ve Mavlana Daryabadi'nin yaptıkları çeviriye bakarsak, "edindi" anlamındaki "begotten" kelimesi yerine, "aldı" anlamındaki "taken" kelimesini buluyoruz. Eğer Deedat'ın yürüttüğü mantık doğru olsaydı, bu farklı çeviriler de Kuran'ın değiştirildiğini kanıtlardı.
Müslüman okuyucularımızın bize hemen, tartıştığımız şeyin Kuran'ın İngilizceye çevirileri olduğunu, bunların birinde "edindi" sözcüğünün bulunup diğerinde bulunmamasının, orijinal Arapça metinde bir değişme anlamına gelmeyeçeğini söyleyeceklerini biliyoruz. Öyleyse, aynı mantıklı tutumu sürdürüp kabul edelim ki, Kutsal Kitap'ın bir çevirisinde, aynen Kuran'da da olduğu gibi, "edindi" kelimesinin bulunması, diğerinde bulunmaması, bu kitabın yanlışlığını göstermez.
c)Deedat'ın üçüncü örneği, kabul ediyoruz ki, RSV'nin düzeltme yoluna gittiği bir yanlıştır. Kral James çevirisinde, I. Yuhanna 5:7'de, Baba, Söz ve Kutsal Ruh'un birliğini anlatan bir ayet vardır. Bu ayetin burada bulunmasının nedeni, eski bir metinde dipnot olarak bulunması ve sonradan, metnin bir parçası sanılarak, asıl metne katılmış olmasıdır. Tüm yeni çevirilerde bu ayete raslamıyoruz. Çünkü, şimdi elimizde bulunan, daha eski ve daha güvenilir metinlerde bu ayet yoktur.
Deedat, kitabının 26. sayfasında, yukarıda sözü edilen ayeti gösterip, "Bu ayet... Hıristiyanların Mukaddes Üçleme dedikleri şeye anlamca en yakın olanıdır" demektedir. Eğer bu doğru olsaydı, yani bütün üçlü birlik gerçeği, sadece bu ayete dayansaydı, bu cidden düşünülmesi gereken bir durum olurdu. Oysa, Kutsal Kitap'ın teolojisiyle ilgilenen herkes - Katolik, Protestan veya diğer Hıristiyanlar - hepsi de hemen şunu kabul edeceklerdir ki, Kutsal Kitap'ın bütününden Tanrı hakkında çıkarılacak tek doktrin, üçlü birlik doktrinidir. Bu gerçeği en iyi özetleyip tanımlayacak ayet de, I. Yuhanna 5:7'den çok şu aşağıda bulunan ayettir:
"Gökte ve yeryüzünde bütün yetki bana verildi. Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin. Size buyurduğum her şeyi onlara öğretin. İşte ben, dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim" (Matta 28:18-20)
Yukarıdaki ayette, üç kişiden bir kişiymiş gibi bahsedilmekte, tekil olarak "adıyla" denmektedir. Kutsal Kitap'ta geçen bu bağlamdaki "adıyla" sözcüğü, konu olan yer veya kişinin, karakter ve doğasına işaret etmek için kullanılır. İsa Mesih burada, "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla"demekle, aralarında bulunan mutlak birliği; aynı zamanda, karakter ve özlerinde bulunan tam benzerliği belirtmiş oluyor. Bu ayet, hem içeriğiyle, hem vurgusuyla, üçlü birlikçi bir özelliktedir. Oysa I. Yuhanna 5:7, sadece bunu destekler. Dolayısıyla bu ayetin çağdaş çevirilerde bulunmamasının, Hıristiyanlığın üçlü birlik kavramına, ne etkisi olur, anlamıyoruz. Sonuç olarak, ortada ciddiye alınacak bir sorun yoktur.
d) Deedat'in dördüncü iddiası, sadece derin bilgisizliğini göstermektedir. İncil'in "esin sahibi" yazarlarının - İsa'nın göğe çıkmasıyla olgili olarak tek bir kelime dahi yazmadığını söylemektedir.37Kanıt olarak da RSV'nin farklı ifadeler olarak teşhis ettiği, İncil'in Markos ve Luka kısımlarında, İsa'nın göğe çıkmasıyla ilgili olarak bulunan iki ifade gösterilmektedir. Deedat'ın iddiası, bu ayetler dışında, göğe çıkmayla ilgili olarak İncil yazarlarının bir şey demedikleridir. Fakat biz, her dört yazarın da bunu bildiğini görüyoruz. Yuhanna, en az 11 kez değiniyor. Onun İncil'inde İsa şöyle diyor:
"Benim Babamın ve sizin Babanızın, benim Tanrımın ve sizin Tanrınızın yanına çıkıyorum." (Yuhanna 20:17)
Luka, sadece İncil'lerden birini değil Elçilerin İşleri kitabını da yazmıştır. Bu kitapta ilk sözünü ettiği şey de İsa'nın göğe çıkması
"İsa bunları söyledikten sonra, onların gözleri önünde yukarı alındı. Bir bulut O'nu alıp gözlerinin önünden uzaklaştırdı."
(Elçilerin İşleri 1:9)
Matta ve Markos, İsa'nın gökten ikinci gelişinden sık sık bahsederler (Matta 25:31; 26:64; Markos 14:62). İsa göğe çıkmadıysa, her halde oradan inmesini de beklemezlerdi. Kısaca özetlersek, Markos 16:9-20 ve Yuhanna 8:1-11 bölümleri, Deedat'ın iddia ettiği gibi, önce Kutsal Kitap'tan çıkarılıp sonra Kutsal Kitap'a konmamışlardır. Kutsal Kitap'ın, Düzeltilmiş Yeni Çeviri (RSV) dediğimiz yeni çevirisinde metne dahil edilmişlerdir. Çünkü araştırmacılar, bunların gerçekten de orijinal metnin bir parçası olduğuna ikna olmuşlardır. İşin doğrusu, bu ayetler en eski metinlerin bazısında var, bazısında yoktur. Deedat'ın sandığı gibi, RSV yazarları Kutsal Kitap'la oynamamakta, onu sadece mümkün olduğu kadar orijinal metne yaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Oysa halife Osman'ın görevlendirdiği kimseler, tercih ettikleri bir metinden farklı olan her metni yok ederek, işin kolayına sapmışlardır.
Ayrıca, İncil kitaplarının ilk elyazması metinlerinin bize ulaşmadığını, bunların kayıp olduğunu söylemek bir şey ifade etmez. Çünkü aynı durum Kuran'ın ilk elyazmaları için de geçerlidir. Kuran'ın bize ulaşan en eski metni, Hicret'ten iki asır sonra derlenmiş, erken Al Mail üslubuyla, parşömen üzerine yazılmış bir elyazmasıdır. Diğer eski Kuran'lar, Kufi yazısıyla, aşağı yukarı aynı tarihlerde yazılmışlardır.38