B) Rab, kâhinleri azarlıyor (1:6 - 2:9)

1) Rab, saygısız kâhinleri azarlıyor (1:6-14)

1:6   Şimdi Rab İsrail’i ve özellikle kâhinleri ikinci bir konuda, adını küçümsemekle suçlar. Malaki’de Rab’bin adına yönelik tutumumuz önemli bir konudur.70 O’nu küçümseyebiliriz ya da onurlandırabiliriz. O’na saygı ya da saygısızlık gösterebiliriz.

İsrail, haklı olarak Tanrı’yı kendi “babası” ve “efendisi” olarak görüyordu (bkz. Çık.4:22-23; Yşa.1:2; 64:8; Yer.31:9; Mal.2:10). Bu nedenle, Rab bu iki ilişkide doğal olarak bulunması gereken bir niteliği hatırlatır: Oğul babasına, kul efendisine saygı gösterir. Buna dayanarak Rab onlara iki soru sorar: Eğer ben babaysam, hani bana saygınız? Eğer efendiysem, hani benden korkunuz? Normal bir baba-oğul ilişkisinde oğul babasını sayar. Kul da efendisine saygı göstermek zorundadır. Ama İsrail tuhaf bir durumdaydı: Tanrı’yı artık saymıyorlardı. O’nun babalığı ve efendiliği sanki saygınlığı gerektirmezmiş gibi davranıyorlardı. Bu durum Yeşaya 1:3’teki sözleri çağrıştırıyor: “Öküz sahibini, eşek efendisinin yemliğini bilir, ama İsrail halkı bu kadarını bile bilmiyor, halkım anlamıyor.”

Tanrı’ya “Baba” diyebilme ayrıcalığı O’na karşı saygısızlık etmemize neden olmamalı. İncil, “kimseyi kayırmadan, kişiyi, yaptıklarına bakarak yargılayan Tanrı’yı Baba diye çağırdığınıza göre, gurbeti andıran bu dünyadaki zamanınızı Tanrı korkusunda geçirin” diyor (1Pe.1:17).

Ne kadar ilginçtir ki, insanlar Tanrı’dan uzaklaşmaya eğilimlidir. Rab kendini onlara gösterir, onları kendine yaklaştırır, ve büyük sevinçle O’na adanırlar. Ama kısa bir zaman içinde tamamen soğuyup O’ndan uzaklaşabilirler. O’nu işitmez hale gelebilirler. Bu durumu bir bahçeye benzetmek mümkündür. Bahçıvan bahçeyi düzenlemek için çok çaba gösterir, ama sonra kendi haline bırakırsa çok geçmeden tamamen bozulduğunu görür. Belediyelerin parklarına bakıldığında aynı şey söz konusudur. Önce büyük bir hevesle her şey çok güzel düzenlenir, ama sürekli bakım yapılmadığı için parklar çöplüğe ve hatta çöle dönüşür. Bunu unutmamak gerekir. Rab’le ilişkimiz ne kadar harika olursa olsun, onu besleyip sulamazsak kısa bir zamanda o güzellik solar, ilişki yok olur ve sadece şekli kalır.

Hagay ve Zekeriya’nın döneminde İsrail Rab’bin sözlerine kulak asıp ruhen uyanmıştı (Hag.1:14). Ezra, Zerubbabil ve Yeşu’nun önderliğinde Rab onlar için büyük işler yapmıştı. Tapınağı yeniden bina edilmiş ve kâhinler büyük bir sevinçle kutsal tapınmaya tekrar başlamışlardı (Ezr.6:15-18). Daha sonra kentin surları yeniden yapılmış ve yine büyük bir sevinçle kâhinlerin önderliğinde Rab’be adanmıştı (Neh.5:15; 12:27-47).

Ne var ki zamanla her şey alışılmış hale geldi; ibadet devam ettiği halde içten ve tutkulu değildi. Halkla birlikte kâhinler de duyarsızlaştılar. Bu nedenle, Rab’bin ne demek istediğini anlayamadılar: Adını nasıl küçümsedik? diye soruyorlar, besbelli kendilerinde her hangi bir sorun göremiyorlardı.

1:7   Tanrı durumu onlara açıkladı:Sunağıma murdar yiyecek71getiriyorsunuz. Kâhinler bunu da kabul etmeyip Seni nasıl murdar ettik? diye sorduklarında, Tanrı “RAB’bin sofrası küçümsenir” demenizle diye yanıtladı.

Burada Rab’bin Sofrası deyişi‚ sunak demektir. Kâhinler sunağın derin anlamını bilmeden onu küçümsüyorlardı. Halbuki Rab’bin en derin sırları orada saklıydı. Sunakta sunulan kurbanlar, Mesih’in çekeceği acıları ve ölümünü simgeliyordu (İbr.8:3-6). Bu nedenle, Efendimiz için sunak, tıpkı daha sonra bize emanet ettiği Rab’bin Sofrası gibi çok değerli ve önemliydi. Bizler için de O’nun Sofrası böyle olmalıdır.

“Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım”… Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza feda edilen benim bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın” dedi. Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır.” (Luk.22:15-20)

Ekmek bölmenin odak noktası olduğu ibadetimizi düşüncesizce ya da yalnızca bir âdet olarak yapmayalım. Göksel Babamız hâlâ kendisine ruhta ve gerçekte tapınanları arıyor (Yuh.4:23)!

Sunağın ikinci bir önemi vardı. Kâhinler sunakta sunulan kurbanların etini yiyor ve böylece Rab’le çok özel bir beraberlikte bulunuyorlardı (1Ko.9:13; 10:18). Ancak bu büyük ayrıcalığı hor görüyorlardı. Bizler de Rab’bin bize sağladıklarını hor görmekten kaçınalım! Rab’le beraberliğimiz alışılmış bir hale gelmesin! Rab’bin Sofrası’yla simgelenen ayrıcalığımız çok büyüktür:

Tanrı’ya şükrettiğimiz şükran kâsesiyle Mesih’in kanına paydaş olmuyor muyuz? Bölüp yediğimiz ekmekle Mesih’in bedenine paydaş olmuyor muyuz? (1Ko.10:16)

Bunları asla küçümsemeyelim, hor görmeyelim! Çünkü Rab bu beraberliğe önem veriyorsa, nasıl olur da bizler önemsemeyiz?

1:8-9   Kâhinler sunakta Rab’be kör… topal ya da hasta hayvan sunuyorlardı (1:8). Bu her yönden ayıplanacak bir eylemdi. Her şeyden önce Kutsal Yasa’ya göre yasaktı:

Bir hayvanın özürü varsa, topal ya da körse, herhangi bir ciddi sakatlığı varsa, onu Tanrınız RAB’be kurban etmeyin. (Yas.15:21)

Bu özenin simgesel bir önemi vardı, çünkü sunulan bu kurbanlar Mesih’in kendisine işaret ediyorlardı. Bu nedenle O’nun mükemmel ve günahsız yaşamını simgeleyen bu hayvanlar kesinlikle kusursuz olmalıydılar. Elçi Petrus’un kalemiyle yazılan şu ayetleri düşünün: “Biliyorsunuz ki… kusursuz ve lekesiz bir kuzuyu andıran Mesih’in değerli kanının fidyesiyle kurtuldunuz” (1Pe.1:18).

1:8’de Rab kâhinlere birkaç soru daha sordu. Böylesine özürlü hayvanları sunmak “kötü değil mi?” Elbette kötüydü! Bu hem Yasa’ya göre yasaktı, hem de doğal saygınlığa aykırıydı: Böyle bir hayvanı kendi valine sun bakalım! Senden hoşnut kalır mı, ya da seni kabul eder mi? Eğer dünyasal bir yönetici böyle bir sunuyu kabul etmezse nasıl olur da Rab’be sunmaya cesaret edersiniz?

Bizim için bunun anlamı açıktır: Rab kendisine verebileceğimizin en iyisini ister. Geri kalanlar, artık şeyler O’nu hoşnut etmez!

- Tanrı’ya bilinçsizce, körcesine tapınıyorsak, “kör” olanı sunmuş oluruz.

- O’na yarım yamalak, tembel bir şekilde hizmet ediyorsak, “topal” olanı sunmuş oluruz.

- O’na ılık, isteksiz bir yürekle geliyorsak, “hasta” olanı sunmuş oluruz!

Malaki peygamber, 1:9’da, kendileri için aracılık etmesini isteyen halkla bir bakıma alay eder. Sizin için Tanrı’ya yalvarmamı istiyorsunuz. İyi hoş, ama “Siz böyle sunular sunarken hiç sizi kabul eder mi?” Kesinlikle etmez! Tanrı alaya alınmaz! İkiyüzlülükten hoşlanmaz.

1:10   Keşke hiç gelmeseydiniz, daha iyi olurdu! diyen Rab, halkın ibadetinden iğrendiğini ve onları kabul etmeyeceğini açık bir dille ortaya koydu. Yeşaya’da da Rab’bin aynı şekilde düşündüğünü görebiliriz: “Anlamsız sunular getirmeyin artık. Buhurdan iğreniyorum… düzenlediğiniz toplantılara dayanamıyorum… bayramlarınızda nefret ediyorum. Bunlar bana yük oldu, onları taşımaktan yoruldum” (Yşa.1:13-14).

1:11   Rab burada, adınıküçümseyen kâhinlere” (1:6), dolaysız bir cevap verir: adım büyük olacak… her yerde adımabuhur yakılacak… uluslar arasında adımbüyük olacak! Rab’bin, kendi adına verilen saygıya ne denli önem verdiği bellidir. Yüceliğini kimseyle paylaşmamaya kararlıdır.

Daha ileri bir dönemde, dünyanın her köşesinde Rab’be hoş ve temiz sunular sunulacaktır. Tanrı’nın bin yıllık görkemli Egemenliği kurulduğunda bütün dünyadan buhur yükselecektir! Efendimiz İsa gelecek ve uluslar arasında hük-medecektir. O gün bütün halklar “kılıçlarını çekiçle dövüp saban demiri, mızraklarını bağcı bıçağı yapacaklar. Ulus ulusa kılış kaldırmayacak. Savaş eğitimi yapmayacaklar artık… Parsla oğlak birlikte yatacak… sular denizi nasıl dolduruyorsa, dünya da RAB’bin bilgisiyle dolacak” (Yşa.2:4; 11:6, 9).

Fakat biz dua edelim ki yakında, yaşadığımız çağ sona erip Rab’bimiz gelmeden önce Türkiye’nin her ilinden, her kentinden O’na övgü buhuru yükselsin!

1:12-13   Bu ayetlerde Rab, durumu tekrar açıklayarak kâhinlerin tutumlarına daha fazla ışık tutar. Yüreklerinde Rab’bin Sofrası olan sunağa murdar ve yemeği de küçümsenir diyorlardı. Sunağın yemeği, kâhinlerin yediği kurban etiydi: “Kâhinler soyundan gelen her erkek bu sunuyu yiyebilir. Sunu kutsal bir yerde yenecek, çünkü çok kutsaldır” (Lev.7:6 vb.). Ama onlar hasta ve kötü hayvanları sunuyor, doğal olarak o kurbanların etini yemek zorunda kalıyorlardı. “İnsan ne ekerse onu biçer” (Gal.6:7).

Kâhinler tapınak hizmetinden zevk almalıydılar, çünkü her şeye egemen Rab’be hizmet etmek çok büyük bir onurdur. Ama onlar “Ne yorucu!” diyerek Tanrı’ya burun kıvırıyorlardı. Bunun tersine, çok sayıda mezmur yazan Korahoğulları bu hizmetin yüceliğini şöyle dile getirdiler:

Tanrı’nın sunağına,
Yüce sevinç kaynağım Tanrı’ya doğru gideceğim,
Ve sana ey Tanrı, Tanrım benim,
Çenkle övgüler dizeceğim.
(Mez.43:4)

Ey bütün güçlerin RAB’bi, Ne güzel konutun var!
Canım onun avlularını özlüyor, içim geçiyor, yüreğim,
bütün varlığını yaşayan Tanrı’ya sevinçle ezgiler diziyor.
Kuşlar bile bir yuva buldu,
Kırlangıç, yavrularını koyacak bir yer, senin sunaklarında.
Ey bütün güçlerin RAB’bi, Kralım ve Tanrım!
Ne mutlu senin evinde oturanlara,
Sürekli seni överler!
(Mez.84:1-4)

Kâhinlerin yaklaşımı böyle olmalıydı. Ancak onlar hizmetten sıkılmakla kalmayıp Tanrı’nın Yasası’nı da çiğniyorlardı. Kurban olarak çalıntıyı, topalı, hastayı getiriyorlardı (bkz. Lev.22:20). Rab’bin öngördüğü standartlardan ödün veriyorlardı. Bu tutumun kaçınılmaz sonucu yıkımdı. Bunu bilmeliydiler. Başkâhin Eli, bundan ötürü sert bir şekilde azarlanıp cezalandırılmıştı:

Sunağıma çıkması, buhur yakıp önümde efod giymesi için bütün İsrail oymakları arasından yalnız atanı kendime kâhin seçtim. Üstelik İsrailliler’in yakılan bütün sunularını da atanın soyuna verdim. Öyleyse neden konutum için buyurduğum kurbanı ve sunuyu küçümsüyorsunuz? Halkım İsrail’in sunduğu bütün sunuların en iyi kısımlarıyla kendinizi semirterek neden oğullarını benden daha çok sayıyorsun?(1Sa.2:28-30)

1:14   Rab, sürüsünden adadığı erkek hayvan yerine Rab’be kusurlu hayvan kurban eden” ikiyüzlü ve sahtekâr kâhinleri açıkça lanetledi. Bu kişiler, sanki her şeyi bilen Tanrı’yı aldatabileceklerdi! İlk Kilise’de de buna benzer bir tutumla, yüreklerinde düzen kuran Hananya ve eşi Safira hemen öldüler (Elç.5:1-11). Elçi Petrus, Hananya’yı düşündürücü sözlerle şöyle kınadı: “Sen insanlara değil, Tanrı’ya yalan söylemiş oldun!”

Bizler de kime hizmet ettiğimizi hiçbir zaman unutmayalım! Rab “Ben büyük bir kralım” diyor. Kendisini küçük düşürmemize izin vermeyecektir. Korahoğulları’nın başka bir mezmuru şöyle duyurur, “Ne müthiştir yüce RAB, bütün dünyanın ulu Kralı” (Mez.47:2). Rab’bin önünde nasıl davrandığımıza çok dikkat etmeliyiz. “Tanrı’yı hoşnut edecek biçimde saygı ve korkuyla tapınalım. Çünkü Tanrımız yakıp yok eden bir ateştir” (İbr.12:28-29).

Rab, adını küçümseyen kâhinlere” son olarak der ki, uluslar adımdan korku duyacak. Biz O’nun adını yüceltsek de yüceltmesek de, O kendi saygınlığını bizzat koruyacaktır. Eğer O’nu onurlandırmazsak, zarar gören Rab değil, yalnızca bizler olacağız!

2) Rab, kâhinlik antlaşmasını bozan kâhinleri azarlıyor
(2:1-9)

2:1-2   İkinci bölümün ilk yarısında (2:1-9), Rab, kâhinlerin sadakatsizliğini tekrar ortaya koyar ve onları nasıl cezalandıracağını bildirir. Ataları Levi ile yapılan antlaşmaya ve kâhinlerin sorumluluklarına baktığımızda, yoldan ne kadar sapmış olduklarını görebiliriz. Mesih aracılığıyla Tanrı’nın kâhinleri kılınan bizler de buradaki kâhinlik ilkelerine çok dikkat etmeliyiz..

Rab kâhinlere doğrudan doğruya seslendi ve onları uyardı. Eğer sözünü dinlemezlerse ve adını yüceltmeye istekli olmazlarsa, onları cezalandıracağını belirtti. Bu ciddi sözler, bize de Rab’bin uyarısını hafife almamamız gerektiğini gösterir. Rab, vereceği cezaları beş tümce ile sıraladı:

1. Üzerinize lanet yağdıracağım

2. Hayırdualarınızı lanete çevireceğim.

3. Soyunuzu paylayacağım.

4. Bayramlarınızda kurban ettiğiniz hayvanların gübresini yüzünüze saçacağım.

5. Sizi önümden atacağım.

Rab onların almış oldukları bereketleri lanete çevirmişti bile. Geçim kaynakları olan ondalıktan (3:9-11) kendi soylarına kadar her alanda lanetleneceklerdi. Bu bereketler hayırdualar olarak diye çevrilmiştir, ama Musa’nın Yasası’na karşı gelmenin sonucunun her türlü bereketin lanete dönüşmesi olduğuna göre ifadeyi birbirlerine söyledikleri kutsama sözleri değil de Tanrı’nın bereketlerinin ortadan kaldırılması olarak anlamalıyız (bkz. Yas.28:15-68).

Bu lanetin nedenini Rab şöyle açıkladı: Çünkü beni onurlandırmaya istekli değilsiniz. Eski çeviri ise özgün metne tümüyle bağlı kalarak Rab’bin sözlerini şöyle dile getirir: “çünkü onu yüreğinize koymuyorsunuz.” Başka bir deyişle, kâhinler Rab’bin adını onurlandırmayı yüreklerine koymuyorlardı.

Ayet 3’teki sözleriyle Rab, özellikle kâhinlerin ayıplarını yüzlerine vuruyordu. Eylemleri Kutsal Olan’a o kadar iğrenç ve ayıp geliyordu ki hayvanların gübresini yüzünüze saçacağım dedi. Sunakta yakılan kurbanın derisi, dışkısı ve gübresi ordugâhın dışında yakılırdı (Çık.29:14; Lev.4:12; 16:27; İbr.13:11). Kâhinler de gübreyle birlikte utanç yerine götürülecekti. Rab, bu sözleri sanki onları aşağılarcasına söylüyordu. Sürgün öncesi günlerde de buna benzer bir uyarıda bulunmuştu: “(onları) gübre yakarcasına kökünden kurutacağım” (1Kr.14:10).

İncil’de buna benzer bir durum bulmak mümkündür: “Ne sıcak ne soğuksun, ılıksın. Bu yüzden seni ağzımdan kusacağım” (Va.3:16). Ruhsal durum çok vahimdi ve artık vakit kalmamıştı. Tövbe etmedikleri takdirde, bu uyarılar gerçekleşecekti.

2:4   Antlaşma sözcüğü bu bölümün ana fikridir ve altı kez geçer: Tanrı Levi’yle (2:4, 5, 8) ve iman atalarıyla (2:10) yaptığı antlaşmaları anımsatmış, bunlara ek olarak evlilik antlaşması (2:14), ve son olarak Yeni Antlaşma (3:1) dile getirilmiştir.

“Antlaşma” olayı, anlaşmadan farklıdır; “ant” sözcüğünün özel bir önemi vardır. Antlaşma bir konuda karşılıklı ant içen iki taraf arasındaki sorumlulukları ve koşulları belirler. Sözlük anlamı şöyledir: “Taraflar bir işi üzerlerine alıp yerine getireceklerine dair karşılıklı olarak söz verir, ahitleşir.”

Rab kâhinlik görevini üstlensinler diye Levi oğulları ile bir antlaşma yapmıştı (bkz. Say.3:45-48; 18:21-24). Bu nedenle, antlaşmayı bozan taraf oldukları için onlardan hesap soruyordu. Kutsal Kitap’ın bütününe bakıldığı zaman, Rab’bin kendisiyle yapılan antlaşmaları ne denli ciddiye aldığını görmek mümkündür. Rab’bin uyarıları gerçekleşince kâhinler de bunu bileceklerdir.

2:5-7 Söz konusu antlaşma, kâhin Pinehas, zina eden İsrailli adam ile Midyanlı kadını öldürdüğü zaman yapılmıştı (bkz. Say.25:1-15). Pinehas Tanrı’nın adını onurlandırmak için büyük gayret göstermiş, Rab de onunla ilgili olarak şöyle demişti:

Onunla bir esenlik antlaşması yapacağım Kendisi ve soyundan gelenler için kalıcı bir kâhinlik antlaşması olacak bu. Çünkü o Tanrısı için kıskançlık duydu ve İsrail halkının günahlarını bağışlattı. (Say. 25:12-13)

Bu kalıcı antlaşma, yaşam ve esenlik verecek bir antlaşmaydı. Amacı da Tanrı’ya saygı gösterilmesiydi. O zamanki kâhinler Rab’den korkuyorlardı. Ama artık Malaki’nin döneminde bu saygı kalmamıştı.

Gerçek bir kâhinin dört niteliği vardır ve bunlar 6. ayette sıralanır:

Doğru öğüt ağzındaydı. (ağzı)

Dudaklarında hile yoktu.

Benimle esenlik ve doğruluk içinde yürüdü. (yaşamı)

Birçoklarını da suç yolundan döndürdü.

Aynı nitelikler bizim için de geçerlidir. Ağzımızdan çıkan sözler, hem doğru dürüst olmalı, hem de başkalarını doğru yola getirmek amacıyla söylenmelidir. Bizler de her gün esenlik ve doğruluk içinde yürümeliyiz. Tanrı’nın halkı bizden öğüt istediğinde dudaklarımız bilgiyi korumalıdır.

Peki bunları nasıl başaracağız? Yeremya peygamber aracılığıyla Rab şöyle dedi: “Ama meclisimde dursalardı, sözlerimi halkıma bildirir, onları kötü yollarından ve davranışlarından döndürürlerdi” (Yer.23:22). Gerçek kâhinliğin anahtarı, Rab’bin huzurunda duayla durup gece gündüz O’nun sözleri üzerinde derin derin düşünmekten başka bir şey değildir. Eğer Tanrı’nın sözlerini iletmek ve başkalarını kurtarmak istiyorsak, bundan başka bir yol yoktur. Kutsal Ruh ile Kutsal Yazılar sayesinde “Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur” (2Ti.3:17).

2:8-9   Kâhinler Levi’yle yapılan antlaşmaya bağlı kalmadılar. Bu antlaşmayı kendileri çiğnedikleri gibi halkı da yoldan saptırdılar. Tıpkı Zekeriya 10:2-3 ve 11:16-17’de kınanan değersiz çobanlar gibi sürüyü gütmeyi ihmal ettiler. Efendimizin Ferisiler ve din bilginleriyle ilgili söylediği şu sözler bu kâhinler için geçerli: “eğer kör köre kılavuzluk ederse, ikisi de çukura düşer” (Mat.15:14). Rab kâhinlerin yanlışlarını beş tümceyle sıraladı:

Siz yoldan saptınız,

Öğrettiklerinizle birçoklarını suça sürüklediniz,

Levi’yle yaptığım antlaşmayı bozdunuz…,

Benim yollarımı izlemediniz,

Kutsal Yasa’yla ilgili konularda adam kayırdınız.

Bu suçlardan ötürü, Rab kâhinleri utandırmaya ve cezalandırmaya başlamıştı bile: Bu yüzden ben de bütün halkın önünde sizi aşağılayıp gülünç duruma düşürdüm. Peygamber aracılığıyla bir zamanlar başkâhin Eli’yi uyaran Rab’bin tutumu, o günden beri hiç değişmemiştir, “Beni onurlandıranı ben de onurlandırırım. Ama beni saymayan küçük düşürülecek” (1Sa.2:30).