Gördüğümüz gibi Hagay ile Zekeriya peygamberlerin üzerinde durdukları ana konu Rab’bin Tapınağı’ydı. Bu tapınak bize görsel bir şekilde Tanrı ile insanlar arasında bir aracı (kâhin) bulunması gerektiğini gösteriyor. Halkının arasında yaşamak isteyen kutsal Tanrı’ya, bir aracı olmadan yaklaşılamazdı.
Bu doğrultuda İsrail bir kâhinler krallığı olmak üzere seçilmişti. Rab onlara, “Siz benim için bir kâhinler krallığı, kutsal ulus olacaksınız” demişti (Çık.19:6). Onların aracılığıyla bütün uluslar kutsanacaktı. Kilise topluluğu olarak bizler için de aynı gerçek ve vaat vardır (bkz. 1Pe.2:5, 9).
Kâhin olmak çok büyük bir ayrıcalıktır. Tanrı’nın huzuruna çıkabilmek, O’na hizmet etmek, O’nu temsil etmek, O’nun sözünü diğer uluslara iletmek, vb… Ne yazık ki, İsrail bir ulus olarak bu ayrıcılığa sahip çıkmadı. Bu yüzden, aralarından Harun başta olmak üzere, kâhinler ve başkâhinler seçildi. Halkın ruhsal önderi olan başkâhinin görkemli ve saygın bir konumu vardı. Dolayısıyla, Yeşu’yu bu görümdeki haliyle görmek üzücüdür.
Bundan önceki iki bölüm özellikle Yeruşalim ile ilgiliydi. Kral Süleyman’ın yaptırdığı görkemli tapınak Yeruşalim’in merkezindeydi. Tanrı’nın konutu halkın arasındaydı. Ne var ki İsrail, yüzyıllar boyunca inat ederek Tanrı’nın sözünü dinlemediği için, Tanrı’nın seçtiği kutsal kentle birlikte tapınak da yerle bir edildi.
Zekeriya’ya verilen ilk üç görüm, Yeruşalim kentinin ve tapınağın yeniden yapılacağını açıkça ortaya koyuyordu. Tanrı, “Yeruşalim ve Siyon için büyük kıskançlık duyuyorum” demişti (1:14). Bu nedenle, kenti ateşten surlarla bizzat kendisi koruyacak, içini kendi yüceliği dolduracaktır.
Ancak kenti ve tapınağı yeniden yapmak yeterli olmayacaktı. Çünkü Tanrı’ya hizmet eden bir kâhinler topluluğu olmadan İsrail’in ibadet etmesi söz konusu olamazdı. Günahla kirlenmiş suçlu kâhinler topluluğu kurtulmalı ve kutsal kılınmalıydı. İşte Tanrı, dördüncü görümle birlikte bunun nasıl gerçekleşeceğini Peygamber Zekeriya’ya (ve bizlere) gösterdi.
Hagay’da da gördüğümüz gibi, bu dönemde önde gelen iki kişi vardır. Bunlar, Kral Davut’un soyundan önder Zerubbabil ve Harun’un soyundan başkâhin Yeşu’dur. Zekeriya’nın 3. bölümü Yeşu ile 4. bölümü ise Zerubbabil ile ilgilidir. Zekeriya peygamber, bu iki bölüm dışında (ve 6. bölümde bir kere) bu önderlere değinmez.
Musa’nın öğrencisi olan “Yeşu,” Mısır’dan çıkıp, vaat edilen toprağa yerleşen İsrail’in önderiydi. Bu kez de, “Yeşu” adlı başkâhin, Babil sürgününden dönen İsrail’in ruhsal önderidir.
İbranice’de Yeşu, “Yahve (Rab) kurtuluştur” anlamına gelir ve Türkçe’deki ‘İsa’ adının gerçek karşılığıdır. Bu yüzden meleğin, İsa’nın üvey babası Yusuf’a, “Adını İsa (Yeşu) koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından kurtaracak olan O’dur” diye buyurması çok anlamlı bir sözdür (Mat.1:21).
3:1-2 Önümüzde canlanan sahnede, üç önemli kişi var:45 Rab’bin Meleği, onun önünde duran Başkâhin Yeşu ve Yeşu’yu suçlamak için sağında duran Şeytan. Bu sahnede Yeşu, kâhinler topluluğunun temsilcisi olarak ilahi mahkemede yargılanmaktadır.
Şeytan, Tanrı’nın halkını sürekli suçlamaktadır. Yeşu’nun sağında, mahkemedeki suçlama yerinde (bkz. Mez.109:6) durarak başkâhini suçlamaktadır. Şeytan’ın bu saldırısı, günümüzdeki imanlıları da hedef almaktadır. Düşmanımız, Rab’bin halkı olan bizleri hiç durmadan suçlar: “Falanca kişi şu şekilde bu günahları işledi, suçludur. Tanrı’nın huzurundan kovulup cehenneme atılmalıdır! Sen ne dersin?” der.
Bu gerçeği Kutsal Kitap’ın tümünde görmek mümkündür. Şeytan, Tanrı yoluna yaraşan bir yaşam sürenleri amansız bir şekilde suçlar. Özellikle bkz. Eyüp 1-2 ve Vahiy’deki şu ayet:
Büyük ejderha –İblis ya da Şeytan denen, bütün dünyayı saptıran o eski yılan– kardeşlerimizin suçlayıcısı, onları Tanrımız’ın önünde gece gündüz suçlayan… (Va.12:9-10)
Ancak bu durumda başkâhin Yeşu’yu savunan biri vardı. Rab’bin Meleği olan Oğul, sürekli olarak Tanrı’nın halkını savunuyor.
Yavrularım, bunları size günah işlemeyesiniz diye yazıyorum. Ama içimizden biri günah işlerse, adil olan İsa Mesih bizi Baba’nın önünde savunur. O günahlarımızı, yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır. (1Yu.2:1-2)
Dikkat ederseniz, Rab’bin Meleği burada aynı zamanda Rab’bin kendisidir: RAB’bin meleği46 Şeytan’a, “RAB seni azarlasın, ey Şeytan!” dedi. Musa’nın ölümünden sonra Şeytan’la çekişip tartışan başmelek Mikail de bu sözleri kullanmıştı (Yah.9).
Ne mutlu savunucusu Rab olan halka! Rab’bin halkını neden savunduğuna ilişkin iki neden veriliyor:
1) Rab Yeruşalim’i seçmiştir. Halkının işleyeceği bütün günahları önceden bildiği halde onları seçtiğine göre, hiçbir şey bu gerçeği değiştiremez. Rab en kirli düşüncelerimizi, en büyük kötülüklerimizi önceden biliyordu. Ancak O’nun lütfu bunların hepsinden büyüktü.
2) Rab başkâhin Yeşu’yu ve onun simgelediği bütün unsurları ateşten kurtardı. Yeşu’yu ateşten çıkarılan yarı yanmış odun parçası gibi kurtardı. Bu deyiş Amos 4:11’den geliyor:
Sodom ve Gomora’yı altüst ettiğim gibi,
Sizi de altüst ettim,
Ateşten kurtulan yarı yanmış
Odun parçasına döndünüz,
Yine de yönelmediniz bana.
Buradaki ateş, büyük olasılıkla Babil sürgününü ifade etmektedir. Halk bu ateşte 70 yıl boyunca yanarak arınmış, geriye Tanrı’ya sadık bir azınlık kalmıştı. Öte yandan, Rab bizleri sonsuz bir ateşten, yani Tanrı’nın adil gazabının gerektirdiği cehennem ateşinden kurtarmıştır. Günahları içinde ölen her insanın sonsuz geleceği gerçekten korkunçtur: “Ölüm ve ölüler diyarı ateş gölüne atıldı. İşte bu ateş gölü, ikinci ölümdür. Adları yaşam kitabında yazılmamış olanlar ateş gölüne atıldı” (Va.20:14-15).
Şeytan, Rab’bin aklamış olduğu bir kişiye karşı haklı bir suçlama getiremez. Elçi Pavlus, bu güvenceye dayanarak şöyle demiştir: “Tanrı’nın seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı’dır. Kim suçlu çıkaracak? Ölmüş, üstelik dirilmiş olan Mesih İsa, Tanrı’nın sağındadır ve bizim için aracılık etmektedir” (Rom.8:33-34).
3:3-5 Yeşu kirli giysilerle geliyor, fakat yıkanıp temiz giysiler giydiriliyor. Rab, yüzyıllar önce çöldeki tapınağın tasarısını Musa’ya iletirken, kâhinlerin giysilerinden söz etmişti: “Ağabeyin Harun’a Görkem ve saygınlık kazandırmak için kutsal giysiler yap” (Çık.28:2). Ne var ki, şimdi Zekeriya’ya iletilen dördüncü görümde, İsrail halkını temsil eden başkâhin Yeşu çok kirli giysiler içinde duruyordu.
Daha önce Hagay aracılığıyla Rab, İsrail halkının kirliliğini kendilerine bildirmişti: “Bu halk, bu ulus gözümde böyledir (kirlenmiştir). Her yaptıkları, sunakta her sundukları da kirlidir” (Hag.2:13-14). Peygamber Yeşaya da bu üzüntülü durumu şöyle dile getirmişti: “Hepimiz murdar olanlara benzedik, bütün doğru işlerimiz kirli âdet bezi gibi” (Yşa.64:6).
Görümde, başkâhin Yeşu hem suçlu, hem de kirliydi. Her insanın doğal durumu böyledir. Bizler de işlediğimiz günahlar yüzünden hem Tanrı’nın adalet kürsüsü önünde suçluyduk hem de O’nun kutsal paklığı önünde kirliydik. Günahlarımız kirli giysiler gibi üzerimize yapışmıştı. Murdar ve kirliydik. Tanrı’nın krallığında hiçbir şekilde yer alamazdık.
Aldanmayın! Ne fuhuş yapanlar Tanrı’nın Egemenliği’ni miras alacaktır, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne oğlanlar, ne oğlancılar, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular. Bazılarınız böyleydiniz; ama yıkandınız, kutsal kılındınız, Rab İsa Mesih adıyla ve Tanrımız’ın Ruhu aracılığıyla aklandınız. (1Ko.6:10-11)
Ne mutlu ki, Rab Yeşu’yu değil, yalnızca giysilerini çıkarıp attı. Tanrı insanı sever, ama onun günahlarından nefret eder. Bu nedenle, insanı günahlarından kurtarmak istemesi son derece doğaldır.
Rab’bin Meleği, Yeşu’ya “Suçunu kaldırdım” dedi. Bu sözler, O’nun günahları bağışlama yetkisine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim, kul özü alıp İsa Mesih kimliğinde yeryüzüne geldiği zaman, insanların günahlarını özgürce bağışlıyordu. Bunlar, Mesih’in kimliği hakkında çok düşündürücü gerçeklerdir.
Görümden ötürü heyecanlanan Zekeriya peygamber, Yeşu’nun başına temiz bir sarık sarmalarını söyledi. Bunun üzerine, Yeşu’nun başına kâhinlik sarığı sardılar. Sarığın üzerinde saf altından bir levha vardı. Levhanın yüzeyine bir mühür gibi “RAB’be adanmıtırş” sözü oyulmuş ve bir kordonla sarığın ön tarafına bağlanmıştı. Rab şöyle demişti: “Onlar önümde kabul görsün diye levha sürekli Harun’un alnında bulunacak” (Çık.28:36-38). Bu son giysi ile kâhinlik antlaşması yenileniyordu.
3:6-7 Yeşu görevinden alınıp yeniden atanıyor. Bundan sonra Rab, Yeşu’ya kâhinliğin koşullarını ve ayrıcalıklarını bildirdi:
Koşulları: 1. Yollarımda yürürsen
2. Verdiğim görevleri yerine getirirsen
Ayrıcalıkları: 1. Tapınağımı sen yöneteceksin
2. Avlularını sen koruyacaksın.
3. Sana burada duranların arasına katılıp huzuruma çıkma ayrıcalığını vereceğim.
Bize lütfedilen bereketlerden yararlanmamız için çeşitli koşullar vardır. Temel koşul, Rab’bin sözlerine uymaktır. Mesih’in kâhinleri olarak bizim ana görevimiz Tanrı’ya çeşitli ruhsal kurbanlar sunmaktır. Örneğin: “İsa aracılığıyla Tanrı’ya sürekli övgü kurbanları, yani O’nun adını açıkça anan dudakların meyvesini sunalım. İyilik yapmayı ve sizde olanı başkalarıyla paylaşmayı unutmayın. Çünkü Tanrı bu tür kurbanlardan hoşnut olur” (İbr.13:15-16).
Bu koşullara karşılık Rab, Yeşu’ya büyük ayrıcalıklar veriyordu. Bu ayrıcalıkların en büyüğü Tanrı’nın huzuruna girmekti. Musa’nın Yasası çerçevesinde böyle bir şey mümkün değildi. “İç bölmeye yılda bir kez yalnız başkâhin girebilir. Üstelik kendisi için ve halkın bilmeden işlediği suçlar için sunacağı kurban kanı olmaksızın giremez” (İbr.9:7). Oysa, yeni düzende Rab’bin huzuruna girme özgürlüğü olacaktı. Mesih İnanlıları olarak “İsa’nın kanı sayesinde perdede, yani kendi bedeninde bize açtığı yeni ve diri yoldan kutsal yere girmeye cesaretimiz vardır” (İbr.10:19).
Davut’a (ve Zerubbabil’e) verilen vaatler, Kral Mesih ile ilgili vaatlerle birleştiği gibi, Yeşu’ya verilen vaatler de Kâhin Mesih’le ilgili vaatlerle birleşiyordu. Böylece görümü izleyen ayetler, Mesih’le ilgili büyük bir önbildiriyi dile getirir.
3:8 İsrail’in kâhinleri gelecek olayların önbelirtisiydi. Aslında tapınaktaki ibadet düzeni hem “göktekinin örneği” hem de gelecek iyi şeylerin gölgesi” olarak İsrail’e verilmişti (bkz. İbr.8:5; 10:1).
8-9 ayetlerinde Mesih’i niteleyen iki büyük unvan veriliyor: “Dal” ve “Taş”
Dal unvanı Eski Antlaşma’da yalnızca dört kez geçer, buna karşın çok önemli ve anlamlı bir unvandır. Çünkü ‘dal’ terimiyle, Mesih’in yüceliğine dört farklı açıdan ışık tutulur. Bunlar, dört ‘İncil’ kıtapçığında göz önüne serilen Mesih’in dört ana etkinliği ile uyum içindedir:
Davut için doğru bir Dal (Yer.23:5, 33:15):
Davut’un soyundan gelen Doğrulık Kralı (Matta).
Dal adındaki kulum (Zek.3:8):
Büyük işler yapan hizmetçi Kul (Markos).
İşte Dal adındaki adam (Zek.6:12):
İnsanoğlu olan Kurtarıcı (Luka).
Rab’bin Dalı (Yşa.4:2):
Tanrı’nın Oğlu olan Kelâm (Yuhanna).
Davut’un soyundan çok sayıda kral çıktı. Ancak Babil sürgünü bu krallığa son verdi. Bir anlamda, kesilen ağacın yalnız kütüğü kaldı. Bu ağacın “kütüğünden kutsal soy çıkacaktı” (Yşa.6:13). Rab’bin vaadine göre, Davut’un babası olan “İşay’ın kütüğünden yeni bir filiz çıkacak, kökünden bir fidan meyve verecekti” (Yşa.11:1). Bu işi kendisi gerçekleştiren Rab, Dal adındaki kulumu ortaya çıkarıyorum diyor.
3:9 Bu bölümdeki diğer büyük unvan –Taş– çeşitli vaatleri hatırlatmaktadır. Efendimiz İsa, İsrail’in din önderlerini azarlarken pergamberlerin yazılarından bu adla ilgili üç ayeti birleştirip şöyle dedi:
Kutsal Yazılar’daki şu sözün anlamı nedir? “Yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu.” O taşın üzerine düşen herkes paramparça olacak, taş da kimin üzerine düşerse onu ezip toz edecek. (Luk.20:17-18; bkz. Mez.118:22; Yşa.8:14; Dan.2:34, 45)
Elçi Petrus, ilk mektubundan bu taşla ilgili vaatleri şöyle bir araya getirdi:
İşte, Siyon’a bir taş, seçkin, değerli bir köşe taşı koyuyorum. O’na iman eden hiç utandırılmayacak.” İman eden sizler için bu taş değerlidir. Ama imansızlar için, “Yapıcıların reddettiği taş, köşenin baş taşı, sürçme taşı ve tökezleme kayası oldu.” (1Pe.2:6-8; bkz. Yşa.28:16; Mez.118:22; Yşa.8:14)
Taşın yedi gözü (yüz değil), büyük olasılıkla Mesih’in üzerinde bulunan Kutsal Ruh’un doluluğunu ve mükemmel bilgeliğini simgelemektedir (bkz. 4:10; Yşa.11:2; Kol.2:3, 9; Va.5:6). Başka bir ayette şöyle yazılmıştır: “RAB’bin gözleri bütün yürekleriyle kendisine bağlı olanlara güç vermek için her yeri görür” (2Ta.16:9). Göksel Baba’nın gözleri, sürekli Mesih’in üzerindeydi. Mesih’in değerini yalnız Tanrı biçecek ve üzerine yazıt oyacaktır.
Ülkenin günahı bir günde kaldırılacaktı. İsa Mesih iki bin yıl kadar önce, sözle anlatılmaz derin acılar çekerek, Kutsal Tanrı’nın gazabını üstlenerek ve günahları bağışlatmak amacıyla kendi canını feda ederek bunun zeminini hazırladı! Ne var ki, her bir imanlı için olduğu gibi İsrail için de bu bağışlama günü, Mesih’in ikinci gelişinde O’nu bedenini deştikleri adam olarak tanıyıp tövbe ettikleri zaman gerçekleşecektir (Zek.12:10 - 13:1).
3:10 Mesih’in gelecek egemenliğinde mükemmel bir esenlik ve beraberlik yaşanacaktır. Tanrı’nın eski çağlardan beri bütün peygamberlerinin ağzından bildirdiği gibi, her şeyin yeniden düzenlendiği gün İsrail ulusu gerçek bir kâhinler krallığı olarak komşu uluslara bereket kaynağı olacaktır.
Bizler Mesih’in aracılığıyla aklandık, bağışlandık ve yıkandık. Artık Mesih’e ait olanlara karşı hiçbir mahkûmiyet yoktur. Ancak Tanrı, bu büyük etkinliği bir amaçla gerçekleştirmektedir: Bizi kutsal bir kâhinler topluluğu yapmak amacıyla. Acaba biz O’na gerçekten kâhinlik yapıyor muyuz? O’na sürekli övgü kurbanları sunuyor muyuz?
Yücelik ve güç sonsuzlara dek, bizi seven, kanıyla bizi günahlarımızdan özgür kılmış ve bizi bir krallık haline getirip kendi Babası Tanrı’nın hizmetinde kâhinler yapan Mesih’in olsun. (Va.1:6)