Özetle, peygamberler Tanrı’nın gönderdiği özel elçilerdi. O’nun, sözünü halkına ulaştırmak için çağırıp görevlendirdiği haberciler ve temsilcilerdi. Bu kişileri betimlemek için Kutsal Ruh, Eski Antlaşma’da dört sözcük kullanmıştır. Bunları tek tek inceleyerek bu yüce görevi daha iyi anlayabileceğiz.
Yaklaşık 290 ayette geçen ve konuşan anlamına gelen İbranice “nabi” sözcüğü, “peygamber” olarak çevrilir. Peygamber Tanrı’nın, “ağzı” olarak seçtiği, sözlerini iletmekle yükümlü insandır. Tanrı Yeremya’ya şöyle dedi: “Eğer dönersen seni yine hizmetime alırım; işe yaramaz sözler değil, değerli sözler söylersen, benim sözcüm olursun (benim ağzımmış gibi olursun)” (Yer.15:19). Musa’nın yerine konuşmakla görevlendirilen kardeşi Harun hakkında Rab Musa’ya şöyle buyurdu:
O sana sözcülük edecek (ağızolacak), senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.…Bak seni firavuna karşı Tanrı gibi yaptım… Ağabeyin Harun senin peygamberinolacak.(Çık.4:16; 7:1)
Bu nedenle Tanrı, peygamber olarak çağırdığı insan için şöyle diyor, “...bir peygamber çıkaracağım. Sözlerimi onun ağzından işiteceksiniz. Kendisine buyurduklarımın tümünü onlara bildirecek” (Yas.18:18). Tanrı’nın vahiy sözünü aktardığı için peygamber6 sayılan Kral Davut çağrısını şöyle dile getirdi: “RAB’bin Ruhu benim aracılığımla konuşuyor, sözü dilimin ucundadır” (2Sa.23:2).
Tanrı’nın “ağzı” olmak büyük bir ayrıcalık olmakla birlikte kolay bir görev değildir. Çünkü Rab, genelde peygamberlerini ulusun kriz dönemlerinde yargısını bildirmek amacıyla göndermiştir. Peygamberler özellikle Rab’den uzaklaşmış olan halkı büyük bir cesaretle azarlamak ve tövbeye çağırmakla yükümlüydüler: “Bak, ulusların ve ülkelerin kökünden sökülmesi, yıkılıp yok olması, yerle bir edilmesi, kurulup dikilmesi için bugün sana yetki verdim.” (Yer.1:10). Doğal olarak halk, günahlarını yüzlerine vuran bu adamları sevinçle karşılamıyordu, ama peygamberlerin çağrıldıkları görev buydu.
Peygamberler için kullanılan ikinci terim “gören” veya “bilici”dir (İbranice: roeh ve çozeh). “Eskiden İsrail’de biri Tanrı’ya bir şey sormak istediğinde, ‘Haydi, biliciye (görene) gidelim’ derdi. Çünkü bugün peygamber denilene o zaman bilici (gören)denirdi” (1Sa.9:9). Bu hem fiziksel görmeyi hem de ruhsal algılayışı kapsayan iki İbranice sözcükten türeyen bir kavramdır. Peygamber Tanrı’nın mesajını başkalarına iletmesi için önce o mesajı “görmüş,” yani onu bilmiş veya algılamıştır. Bu nedenle birçok peygambere verilen ‘mesaj’ onun “görümü” veya “gördüğü düş” diye nitelenir (Yşa.1:1). Rab İsrail’i yargılarken şöyle dedi:
RAB size uyuşukluk ruhu verdi; gözlerinizi mühürledi, ey peygamberler, başlarınızı örttü, ey biliciler. Sizin için bütün görüm mühürlenmiş bir kitabın sözleri gibi oldu.
(Yşa.29:10-11)
Gerçekten peygamberlik eden insanın ruhsal gözleri açıktır:
Gözü açılmış olan,
Tanrı’nın sözlerini duyan,
Her Şeye Gücü Yeten’in görümlerini gören,
Yere kapanan, Tanrı’nın gözlerini açtığı kişi bildiriyor… (Say.24:3-4)
Peygamberlere verilen üçüncü bir sıfat “bekçi”dir (İbranice: tsafah ve şamar). Yeşaya.21:6, 8, 11; Habakkuk 2:1; Yeremya 6:17 gibi ayetlerden peygamberlerin, ulusun öğütçüleri, canlı vicdanları, gözleri, kulakları ve gözetmenleri olduğu anlaşılmaktadır. Bekçilik yapan peygamber, tehlike karşısında, halkı uyarmakla yükümlüdür: “İnsanoğlu (Hezekiel peygamber), seni İsrail halkına bekçiatadım. Benden bir söz duyar duymaz onları benim yerime uyaracaksın... Kötü kişiye, ‘Ey kötü kişi, kesinlikle öleceksin’ dediğim zaman, onu uyarmaz, kötü yolundan döndürmek için konuşmazsan, o kişi günahı içinde ölecek; ama onun kanından seni sorumlu tutacağım” (Hez.3:17; 33:7-8).
Yaşadığı dönemdeki mevcut durumların yanında peygamber ayrıca gelecekteki olacaklara bakarak Tanrı’nın hem büyük yargılarını (örneğin: Yşa.21:5-12) hem de büyük vaatlerinin gerçekleşmesini önceden görür: “Dinleyin! Bekçilerinizseslerini yükseltiyorlar, hep birlikte sevinçle haykırıyorlar. Çünkü RAB’bin Siyon’a dönüşünü gözleriyle görmekteler!” (Yşa.52:8; 62:6-7).
Son olarak peygamberler birer “Tanrı adamı”dır. Tanrı’ya ait olan “kutsal peygamberler”dirler. Gerçekten Tanrı adamı olmadığı halde peygamlerlik eden kişiler istisnadır; Balam, Saul ve Kayafa gibi (bkz. Say.22-24; 1Sa.19:23; Yu.11:51-52). Ancak peygamberler genellikle bütün yaşamlarıyla Tanrı’ya adanmış insanlardı. Konuştukları ve yazdıkları sözleri, “Kutsal Ruh tarafından yöneltilerek” ilettiler (2Pe.1:21). Bu olağanüstü güçle donatılarak her biri kendi kişiliğini yitirmeden ve yaşadığı dönemden kopmadan Tanrı’nın bildirileri için birer kanal oluşturdu. Başka bir örneği kullanacak olursak, her peygamber Tanrı’nın elinde birer müzik aleti gibiydi. Tanrı’nın bestelediği “müzik” her birinde, türüne göre farklı bir ses tonu ile çıksa da, ilahi melodi değişmiyordu