10. Tanrı'nın Kutsalları Koruması

            TULİP'in P'si, dayanmakla, kutsalların dayanması doktriniyle ilgilidir. TULİP akrostişinde temsil edilen diğer maddeler gibi, dayanma da doğru olmayan düşüncelere yol açabilir. İman ve itaatin devamının İmanlı tarafından tek başına başarıldığını önerir. İmanlı gerçekten de iman ve Tanrı yolunda yürüme konularında dayanır ama bu, Tanrı'nın onun için gerçekleştirdiği lütufkar işinden ötürüdür. Dayanmamızın nedeni Tanrı tarafından korunmamızdır. Eğer kendi kuvvetimize terk edilirsek hiçbirimiz dayanamazdık. Ancak ve ancak lütufla korunduğumuzdan ötürü dayanabiliyoruz.

            Dayanma doktrininin özünü hatırlamanın kolay bir yolu şu sözdür: "Eğer sahipsek, hiçbir zaman kaybetmeyiz. Eğer kaybettiysek hiç sahip olmamışız demektir." Bu, dinden tam ve nihai bir şekilde dönüşün hiçbir zaman Hristiyan'ın kaderi olmadığını gösteren küçük bir sözdür. Bu doktrini kısaca, "Bir kere kurtulan her zaman kurtulmuştur" şeklinde dile getirebiliriz. Mesih'in işi aracılığıyla bizim için ve bizim içimizde gerçekleştirilen

Cetvel 10.1

TULİP'in Beşinci Taç Yaprağı

           1 Tamamen bozulmuşluk                      İnsanlığın radikal yozluğu

           2 Şartsız Seçim                                    Tanrı'nın egemen seçimi

           3 Sınırlı Kefaret                                   Mesih'in amaçlı kefareti

           4 Karşı konulamaz lütuf                       Ruh'un etkin çağrısı

           5 Kutsalların Dayanması                  Tanrı'nın kutsalları koruması

 

kurtuluşun kalıcı gücüne dikkati çektiğinden buna bazen sonsuz güvenlik adı verilir.

            Dayanma doktrini, kurtuluşumuzun kalıcılığıyla ilgilidir. Kurtarmak fiili Kutsal Kitap'ta çeşitli fiil zamanlarıyla kullanılır. Bizler kurtulduk, kurtulmaktayız ve kurtulacağız. Kurtuluşun geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek zaman boyutları vardır. Kurtuluşumuz sonsuzlukta başladı, zamanda gerçekleşti ve cenneti beklemektedir. İncil, "sonuna kadar dayanan kurtulacaktır" diye vaat ederek (Matta 24:13) sona kadar dayanmaktan söz eder. Bu, kurtuluş için bir şart, kayıt ya da sonsuz kurtuluş için örtülü bir vaat olarak anlaşılabilir. İmanda dayanmak, gelecekteki kurtuluş için bir şarttır. Sadece imanla dayananlar sonsuzluk için kurtulacaklardır.

            Bu da açık olan soruyu ortaya çıkarır. Gerçek imana sahip olup da sona kadar dayanmayan ve bu yüzden de nihai olarak kurtulmayan bazıları var mıdır? Yarı-Pelagiyusçular "evet" diye yanıt verirler. Yarı-Pelagiyusçuluk, birisinin gerçek, kurtaran imana gelip de o imandan düşerek kurtuluşunu kaybedebileceğini öğretir. Bu, Roma Katolik kilisesinin öğrettiği şeyin aynıdır. Roma'nın kutsal ayinlere dayanan teoloji sistemi, düşmüş olanlar için kurtuluşa yeniden kavuşmak için tövbe amacıyla ceza çekmekle ilgilidir. Bu kefaret cezasına, "imanlarını yerle bir etmiş olanlar için kurtuluşa giden ikinci yol" adı da verilir.

            Roma, aklanma lütfunu aldıktan sonra ölümcül günah işleyenler için kefaret cezasının ne olduğunu belirler. Bu günaha "ölümcül" denilmesinin nedeni, aklanma lütfunu öldürmüş olmasıdır. Roma, ölümcül ve affedilmesi mümkün günahlar arasında bir ayrım yapar. Affedilmesi mümkün günah, gerçek bir günahtır ama aklanma lütfunu yok edecek kadar ciddi değildir. Tersine, ölümcül günah öylesine ciddi, öylesine kötüdür ki, kişinin kurtuluşunu kaybetmesine neden olur. Kefaret cezası aracılığıyla kurtuluşunu yeniden elde edebilir ve yeniden aklanma konumuna getirilebilir. Yarı-Pelagiyusçuluğun bütün biçimlerinde olduğu gibi Roma için de, konuda Tanrı'dan özel bir vahiy alanlar hariç hiç kimse dayanması konusunda olumlu bir güvene sahip olamaz.

            Kurtuluş konusunda güvence doktrini, kutsalların dayanması doktrininden farklıdır ama bu ikisi birbirleriyle yakından bağlantılıdır. İki doktrin birbirlerinden ayırt edilebilirler ama hiçbir zaman ayrılamazlar. Reform teolojisi hem kurtuluş güvencesini ve hem de kutsalların dayanması doktrinini onaylar.

 

KURTULUŞ GÜVENCESİ

 

Westminster İnanç Bildirisi şöyle bildirir:

 

                İkiyüzlüler ve diğer yeniden doğmamış kişiler Tanrı'nın kayrasına sahip ve kurtuluş konumunda olma konusunda (yok olacak) sahte ümitler ve benlikten kaynaklanan küstahlıkla kendilerini boş yere aldattıkları halde: Rab İsa'ya gerçekten inanan ve O'nu içtenlikle seven, O'nun önünde iyi bir vicdanla yaşamaya gayret edenler bu yaşamda lütuf konumunda oldukları konusunda kesinlikle güvence alacaklar ve Tanrı'nın yüceliği ümidinde sevinebilirler ki bu ümit onları hiçbir zaman utandırmayacaktır.[xlvi]

 

            Bildiri, sahte bir güvence diye bir şey olduğunu kabul eder. Sahte güvence, kurtuluş konusunda doğru olmayan bir görüşten ya da kişinin kişisel imanı hakkında doğru olmayan bir varsayımdan kaynaklanır. Sahte güvence olasılığı gerçek güvence olasılığını saf dışı bırakmaz. Havari Petrus İnanlılara müjdede vaat edilen gerçek güvenceyi aramaları için öğüt verir: "Bunun için ey kardeşler, çağrılmışlığınızı ve seçilmişliğinizi kökleştirmeye daha çok gayret edin. Bunları yaparsanız, hiçbir zaman tökezlemezsiniz. Böylelikle Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa Mesih'in sonsuz egemenliğine girme hakkı size cömertçe sağlanacaktır. Bu nedenle, her ne kadar bu şeyleri biliyorsanız ve sahip olduğunuz gerçekle pekiştirilmişseniz de, bunları size her zaman hatırlatacağım" (2. Petrus 1:10-12).

            Havari bizlere güvencenin peşinden gayretle gitmeye çağırır. Bu, kurtuluşumuzun güvencesi anlamına gelen, seçilmişliğimizin güvencesidir. Bütün seçilmişler kurtulmuştur, bu yüzden seçilmiş olduğumuzdan emin olabilirsek kurtulmuş olduğumuzdan da emin olabiliriz. Havari bizleri neden seçilmişliğimizden emin olmaya çağırıyor? "Bunları yaparsanız, hiçbir zaman tökezlemezsiniz" diyor.

            Bunun anlamı nedir? Seçilmişliğimizin güvencesini kazanırsak hiçbir zaman tökezleyip günah işlemeyeceğimiz anlamına mı geliyor? Belli ki hayır. Kutsal Kitap, günaha düşen seçilmiş ve kurtulmuş kişilerin örnekleriyle doludur. Güvence kusursuzluğu garantilemez. Öyleyse güvencenin hiçbir zaman tökezlemeyeceğimiz anlamına gelişi hangi bakımdan doğrudur? Bu soruyu yanıtlamak kolay değildir. Petrus'un sözünü ettiği tökezlenme, bizleri kurtuluş konumumuzdan düşürecek kadar ciddi midir? Belki. Ya da havari, güvencenin İnanlı'nın yaşamında kutsallığa doğru düzenli ve sağlam bir büyüme sağlayışını mı vurguluyor? Belki de Petrus'un söylemek istediği budur ve hiçbir zaman sözünü kullanışı havarisel bir abartıdır. Kesinlikle bilmiyorum.

            Ancak kesin olan bir şey var. Güvencemizle kutsallaştırılmamız arasında açık bir bağlantı vardır. Kurtuluş güvencesine sahip olmayan kişi, kişisel büyümesi konusunda bir sürü tehdide açıktır. Kurtuluşundan emin olan güvenli Hristiyan, kişisel büyümeyi engelleyebilecek büyük korkulardan uzaktır. Güvence olmadan, canlarımız için bir çapa oluşturan Tanrı'nın vaatleri konusunda şüphe ve belirsizlikle sarılıyızdır.

            Yeni İnanlılar'ın kişisel kurtuluşlarından emin olmaları en önemli noktadır. Bu güvence imanda olgunluğa gitme yolunda büyük bir lütuftur. Westminster Confession şöyle devam eder:

 

                Bu katiyet, hatalı bir ümide bağlı sadece bir varsayım ve olası bir ikna değil; kurtuluş konusundaki vaatlerin hatasız iman güvencesini, bu vaatlerin vaat ettiği o lütufların içsel bir kanıtını, Tanrı'nın çocukları olduğumuz hakkında bizim ruhlarımızla birlikte tanıklık eden ve mirasımızın güvencesi olan ve Kendisi aracılığıyla kurtuluş günü için mühürlendiğimiz oğulluk Ruhu'nun tanıklığının Tanrısal gerçeğini temel alır.[xlvii]

 

            Bildirinin bu bölümü çok önemli teolojik içeriklerle doludur. Önce varsayımla kesinlik arasındaki tezatı görüyoruz. Güvencemizin kesinliği sarsılmaz bir temel üzerindedir. Bu temel, bizim yanılmazlığımız değil, bunu bize bahşeden Tanrı'nın yanılmazlığıdır. Tanrısal olan, Tanrı'nın Kendisinden gelen bir gerçeği temel alır. "Kurtuluş vaatleri" üzerinde durur. Bütün insanların, vaatlerini yerine getirmeyen, yeminlerini yerine getirmeyen ve ant ettiklerini gerçekleştirmeyen antlaşma bozucular olduğunu biliyoruz. Hepimiz, gerçeğin kutsallığına karşı bu tür suçlar işleme gücüne sahip ve bunu yaptığımızdan dolayı suçlu kişileriz. Ancak Tanrı düşmüş insanlığa benzemez olarak kesinlikle antlaşmayı yerine getirendir. Yalan söyleyemez ve hiçbir zaman yeminlerini, antlarını ya da vaatlerini yerine getirmemezlik etmez. Kendisi en mükemmel Vaadi Yerine Getiren'dir. Vaatleri Kutsal Kitap'ta bizler için açık bir şekilde kaydedilmiştir ve bu vaatler sadece kutsal olmakla kalmayıp aynı zamanda gerçek Gerçek Ruhu olan Kutsal Ruh'un Kendisinin emin ve kesin tanıklığı aracılığıyla içsel olarak desteklenip onaylanır.

            Bildiri, Kutsal Ruh'un mirasımızın güvencesi ve bizleri kurtuluş günü için mühürlediği olmak üzere Kutsal Ruh'un yaşamlarımızdaki işi konusunda İncil'deki iki onaydan söz eder. Güvence ya da kaparo sözcüğü ticari dilde kullanılır. Günümüzde özellikle ev ya da başka gayrı menkul alımında kullanılır. Bir gayrı menkul alımında kontrat imzalanırken alıcı genellikle adına "kaparo" denilen bir depozito yatırır. Alıcının kontratı içtenlikle yaptığını ve ödemesi gereken paranın tamamını ödeyeceğini gösterir.

            Bazen insanlar kaparo verip gerisini ödemezler. Paranın geri kalanını ödememeleri kaparonun göstermesi gereken içtenliği yalanlar. Ama Gerçeğin Kutsal Ruhu hiçbir zaman verdiği bir sözden dönmez. Tanrı bizlere Ruhu'nun güvencesini verdiğinde, başlamış olduğunu bitirmeyi vaat eder. Düzenlenenin gelecekte tamamlanacağı gerçekleşmemezlik edemez. Tanrı bir güvence verdiğinde, Tanrısal garantiyi hiçbir şey bozamaz.

            "Mirasımızın güvencesini" almaya ek olarak, Ruh tarafından "mühürlendik." Mühürlenme düşüncesi, eski zamanlarda kraliyete ait özel belgelerin mühürlenmesinden kaynaklanmaktadır. Belgeler, kralın mühür yüzüğünü balmumuna bastırıp kraliyete aitlik ve yetki belirten bozulmayan bir iz bırakılarak doğrulanırdı. Kutsal Ruh bir bakıma Tanrısal Kral'ın mühür yüzüğü görevini görür. Bizlerin Kendisine ait olduğumuzu belirtmek üzere ruhlarımız üzerinde değişmez bir iz bırakır. Mesih'in mezarının hırsızlar tarafından açılmasının önlenmesi için üzerine mühür basıldığı gibi, bizler de kötünün bizleri Mesih'in kollarından çalmasını engellemek için mühürlendik.

            Tanrı'nın vaatleri, Kutsal Ruh'un içinsel tanıklığı, Ruh'un güvencesi ve Ruh'un mührü, hepsi birlikte, İnanlı'nın kurtuluş konusunda tam bir güvene sahip olması için sağlam bir temel oluştururlar.

 

GÜVENCE VE KUTSALLAŞTIRMA

 

Westminster İnanç Bildirisi şöyle ekler:

 

                Bu bozulmaz güvence, sadece imanın özüne ait olmakla kalmaz aynı zamanda gerçek İnanlı ondan pay almadan önce uzun zaman bekleyebilir, birçok zorluklarla mücadele edebilir: buna karşın kendisine Tanrı'dan özgürce verilmiş olan şeyleri bilmesi için Ruh tarafından yardım edilerek sıra dışı bir vahiy olmadan sıradan araçları doğru bir şekilde kullanarak onlara erişebilir. Ve bu yüzden, güvencenin meyvaları olan ve insanları gevşekliğe yatkın olmaktan çok uzak olan yüreğinin Kutsal Ruh'ta esenlik ve sevinçle, Tanrı'ya sevgi ve minnettarlıkla ve itaatin görevlerinde kuvvet ve güler yüzlülükle açılarak çağrısı ve seçilmişliğini kökleştirmek için gayret etmek herkesin görevidir.[xlviii]

 

            Westminster ilahiyatçıları, kurtuluş güvencesinin kurtuluşun bir şartı olmasının gerekli olmadığını açıkça bildirirler. Kurtulabilmek için kurtulduğumuzu bilmemiz gerekmez. İnanç bildirisi, güvencenin "imanın özüne ait olmadığını" söylerken anlatmak istediği şey budur. Güvence imanın bir meyvasıdır ve imana eşlik edebilir ve nihai olarak gerçekten de etmesi gerektir. Ama güvence, kurtaran iman için gerekli değildir ve onsuz da kurtulabiliriz. Örneğin, Mesih'e kişisel güven kurtaran iman için gerekli bir şeydir. Böylesi bir güvene sahip olmayan bir iman kurtaran iman değildir çünkü elzem bir öğeden yoksundur.

            Güvence iman için elzem olmadığı halde, yine de çok önemlidir. Bir madde ya da şeyin varlığı ya da essesi ve bir madde ya da şeyin iyiliği ya da bene essesi arasında antik zamanlarda yapılan ayırt ediş burada bizlere yardımcı olabilir. Kurtuluş güvencesi, Hristiyan yaşamının özü ya da varlığına (esse) değil, Hristiyan yaşamının iyiliğine katkıda bulunur. Kurtuluş güvencesi önemlidir çünkü kutsallıkta büyümemizle bağlantılanmıştır.

            Tam güvence, iman edişin otomatik bir meyvası değildir ve aniden gelişen bir meyvası da değildir. İmanlı, güvenceye ulaşıncaya kadar uzun bir süre kurtaran lütuf konumunda bulunabilir. Ama ona erişmek uzak bir ihtimal değildir; erişilebilir bir şeydir ve arzulanan bir şey olduğu da kesindir. Kurtuluş güvencesi, Hristiyan için büyük bir yarardır buna karşın bir görev olarak peşinden gidilmesi gerektir. Karmaşanın nedeni havarinin seçilmişlik ve çağrımızı kökleştirmemizi buyurmasının imasıdır.

            İnanlı'nın "yüreği Kutsal Ruh'ta esenlik ve sevinçle, Tanrı'ya sevgi ve minnettarlıkta, itaatin görevlerinde kuvvet ve güleryüzlülükte açılması" için güvencenin peşinden gitmesi gerektir. Güvence, Kutsal Ruh'un meyvasıyla bağlantılıdır ve bu meyva da kutsallaştırılmamızın özüdür. Güvence Siyon'da sahte bir rahatlık ya da kendini beğenmiş ya da halinden memnun bir ruhsallığı desteklemez ya da (haşa) ahlaksızca yaşam için bir ruhsat değildir. Tanrı'ya sevgi ve minnettarlık gibi şeyleri destekler. Bu iki öğe, yani sevgi ve itaat, Hristiyan itaatinin arkasındaki motivasyonlardır. Masterımı yaparken profesörüm G. C. Berkouwer bir keresinde sınıfa, "Teolojinin özü lütuf; etiğin özü minnettarlıktır" demişti. Berkouwer, Hristiyan'ın itaatiyle lütuf aracılığıyla kurtulmuş olmaktan ötürü duyduğu minnettarlık arasındaki ayrılmaz bağlantıdan söz ediyordu.

            İman bildirisi şöyle bildirerek son bulur:

 

                Gerçek İnanlıların kurtuluş güvenceleri, onu korumayı ihmal etmelerinde, vicdanlarını yaralayan ve Tanrı'nın yüzünün ışığını onlardan çekip Kendisinden korkanların karanlıkta yaşayıp ışığa sahip olamamalarına neden olan Ruh'u üzen özel bir günaha düşmeleriyle, ani ve şiddetli bir ayartılmayla değişik biçimlerde sarsılabilir, eksilebilir ve geçici olarak ara verilebilir; buna karşın onlar hiçbir zaman Tanrı'nın o tohumundan ve iman yaşamından, Mesih ve kardeşler için olan o sevgiden, o yürek içtenliğinden ve görev bilincinden hiçbir zaman tamamıyla yoksun değildirler ve bunlar aracılığıyla Ruh'un işi sayesinde bu güvence zamanı gelince yeniden uyanabilir; ve yine bunun aracılığıyla, bu arada tamamıyla çaresiz bir duruma düşmeleri engellenir.[xlix]

 

            Bu bölüm, Westminster ilahiyatçılarının teolojiyi Hristiyan yaşamından ayırmadıklarını açıkça ortaya koyar. Sıradan Hristiyan'ı saran birçok ayartılmayı çok iyi anladıklarını göstermektedirler. Güvencenin, artma ya da eksilme kapasitesi olmayan çimentonun içinde donmuş bir şey olmadığını kabul ederler. İmanımız ve güvencemiz zayıf ve kırılabilir olmaya yatkındır. Güvence kolayca bozulup kabaca sarsılabilir. Belirli aralıklarla gelip gidebilir. Özellikle de günaha karşı çok hassastır.

            Martin Luther'in adına, Anfectung, Şeytan'ın "amansız saldırısı" adını verdiği şeyi yaşamayan Hristiyan var mıdır? Her gün, bazıları doğaları ve yoğunlukları bakımından çok ciddi olan birçok ayartılmayla karşılaşırız ve fazlasıyla sık bir biçimde de onlara yeniliriz. Günah, güvencenin en büyük düşmanıdır. Günah işlediğimizde kendi kendimize, "Gerçek bir Hristiyan nasıl böyle şeyler yapabilir?" diye sorarız. Bundan sonra itiraf ve tövbe için Mesih'e kaçmamız, O'nun bağışlamasını istemek ve tesellimizi İsrail'in Tesellisi'nde bulmamız gerekir. Bizleri kurtuluşumuzun sevincine ve güvencesine sadece O kavuşturabilir.

            Vicdanlarımız ciddi bir şekilde yaralandığında, geçmişin azizlerinin "ruhun karanlık gecesi" adını verdiği şeye girebiliriz. Bu konum, İnanlı için anlatılamaz derecede dehşetli olarak tanımlanır ve buna Mesih'in yanında olduğunun verdiği yüce his değil, O'nun yokluğunun verdiği korkunç bir his eşlik eder. Kendimizi Tanrı tarafından tamamen terkedilmiş hissedebiliriz ve ruhumuz cehennem uçurumunun kenarına yaklaşmış olabilir. Havari Pavlus tarafından şöyle bildirilen şeyi yaşıyoruzdur:

 

                Üstün gücün bizden değil, Tanrı'dan kaynaklandığı bilinsin diye biz bu hazineye toprak kaplar içinde sahibiz. Her yönden sıkıştırılmışız, ama ezilmiş değiliz. Şaşırmışız, ama çaresiz değiliz. Kovalanıyoruz, ama terk edilmiş değiliz. Yere yıkılmışız, ama yok olmuş değiliz. İsa'nın yaşamı bedenimizde açıkça görülsün diye İsa'nın ölümünü her zaman bedenimizde taşıyoruz. Çünkü İsa'nın yaşamı bizim ölümlü bedenimizde açıkça görülsün diye, biz yaşayanlar İsa uğruna sürekli olarak ölüme teslim ediliyoruz. Böylece bizde ölüm, sizde ise yaşam etkin olmaktadır. «İman ettim ve bu nedenle konuştum» diye yazılmıştır. Aynı iman ruhuna sahip olarak biz de inanıyor ve bu nedenle konuşuyoruz. Çünkü Rab İsa'yı ölümden dirilten Tanrı'nın, bizi de İsa'yla dirilteceğini ve sizinle birlikte kendi önüne çıkaracağını biliyoruz. Bütün bunlar sizin yararınızadır. Böylelikle Tanrı'nın lütfu çoğalıp daha birçoklarına ulaştıkça, Tanrı'nın yüceliği için şükran artsın. Bu nedenle cesaretimizi yitirmeyiz. Her ne kadar dış varlığımız harap oluyorsa da, iç varlığımız günden güne yenileniyor.

2. Korintliler 4:7-16

 

            Pavlus, her yönden sıkıştırılmış ama ezilmemiş olmaktan, şaşırmış ama çaresiz olmamaktan söz ediyor. Ruhun karanlık gecesine katlanırken çaresizliğe çok yaklaşırız. Sahip olduğumuz kurtuluş güvencesine tırnaklarımızla yapışırız. Çaresizlik bizi sarar ama sonunda bizi yutmaz. Tanrı'nın yüzünün ışığı ciddi bir şekilde gölgelendiği halde, hiçbir zaman tamamıyla söndürülmez. Durum o anda ne kadar karanlık gözükürse gözüksün Ruh, sıkıntılı ruhumuz için her zaman bir umut ışığı saklar. Hristiyan korkabilir ama cesaretini tamamıyla kaybetmez. Dışsal varlığı yok olsa da içsel varlığı günden güne yenilenmektedir.

            Azizin çapası, her sabah Tanrı'nın sevgi dolu merhametini yaşamasıdır. Güvencemiz bir süre tökezleyip parçalansa bile Kutsal Ruh onu tekrar tekrar canlandırır. Kutsal Ruh'u üzüp Baba tarafından cezalandırıldığımız zamanlarda bile, Ruh öç alıcı değildir. Günahımızdan ötürü üzüntüsünü dile getirir ama bizleri yok etmez ve cehenneme terk etmez. Baba sevdiklerini terbiye eder ve onları kurtuluşun doluluğuna getirir.

            Püritanlar, güvence ve onun Hristiyan yaşamıyla bağlantısıyla yakından ilgileniyorlardı. Westminster İnanç Bildirisinin görüşlerini tekrar ettiler. Aklanmayı güvenceye bağlı bir şey yapmayı reddettiler ama aklayan iman ve güvence arasında organik bir bağlantı üzerinde ısrar ettiler. Joel R. Beeke, Assurance of Faith (İmanın Güvencesi) adlı harikulade eserinde şöyle der:

 

                 İmanla güvence arasındaki bu ayırt edişin, Püritanlar için derin doktrinsel ve vaizsel imaları vardı. Aklanmayı güvenceye bağlı kılmak İmanlı'yı kurtuluşun sıralamasında birde üç olan Tanrı'nın yeterliliğine değil kendi sübjektif durumuna güvenmeye iter. Böylesi bir güven sadece sağlam olmayan bir doktrin olmakla kalmaz aynı zamanda kötü vaizsel etkiler doğurur. Tanrı tamam ve kusursuz bir iman değil, gerçek ve "içten" bir iman talep eder. Tanrı'nın vaatlerinin gerçekleşmesi, alınırken var olan güvencenin derecesine değil, alınan şeye, Mesih'in doğruluğuna bağlıdır. John Downame şöyle gözlemler: "Eğer kurtuluş, imanın tam güvencesine bağlı olsaydı birçok kişi çaresizliğe düşerdi çünkü o zaman "imanın çolak eli Mesih'i kabul edemezdi." Neyse ki, kurtuluşun kesinliği, İnanlı'nın kendi kurtuluşu konusundaki eminliğine bağlı değildir çünkü "İnanlılar Tanrı'nın lütuf ve kayrası konusunda aynı güvenceye sahip değildirler, aynı kişiler de ona her zaman sahip değildirler." Vaizsel olarak, aklayan imanla şüphe deneyiminin sık sık birlikte var olduklarını savunmak tehlikelidir.[l]

 

KURTULUŞTA DAYANMAK

 

            Kurtuluş güvencesiyle Hristiyan hayatında dayanma arasında yakın bir bağlantı olduğunu gördük. Ancak, bunların birbirleriyle özdeşleşmemesi ya da eşit tutulmaması gerektiğini de hatırlamalıyız. Birbirlerinden ayırt edilmeli ama ayrılmamalıdırlar. Güvence, hem şimdiki kurtuluşumuzda ve hem de uzatılarak gelecekteki kurtuluşumuzda subjektif güvencemizdir.

            Bazıları, İnanlı'nın şu anki kurtuluşu konusunda güvenceye sahip olabileceğine ama gelecekteki konumundan emin olamayacağına inanırlar. Şu anda lütuf konumunda olduğundan emin olabilir ama bu konumda devam edeceği konusunda güvencesi yoktur. Lütuftan düşmenin ve kişinin şu anda tadını çıkarttığı kurtuluşu kaybetmenin mümkün olduğuna inanırlar.

            Reform inancı, sadece şimdiki kurtuluş konumumuz hakkında değil, aynı zamanda o konumda devam edeceğimiz konusunda da güvenceye sahip olabileceğimize inanır. Geleceğin güvencesi, kutsalların dayanması doktrinini temel alır.

            Westminster İnanç Bildirisi şöyle der:

 

                Tanrı'nın sevgili Oğlu'nda kabul ettikleri, etkin bir şekilde çağırıp Ruhu aracılığıyla kutsallaştırdıkları, lütuf konumundan ne tam olarak, ne de nihai olarak düşebilirler, ama sonuna dek bu yolda devam edecekler ve sonsuza dek kurtulacaklardır.[li]

           

 

            Bizler Tanrı'nın "Sevgili Oğlu'nda" kabul edildik. Bu Kişi, tabii ki Mesih'tir. Aklanmamızın temeli lütfun değeridir, sadece geçici değeri olan bir değer değil, sonsuz değeri ve etkinliği olan bir değerdir. Lütuf değeri bizim için dayanır. Seçimimiz de aynı şekilde Mesih'tedir ve Mesih'in Kendi seçmiş olduklarını kaybetmesinin hiçbir tehlikesi ya da olasılığı yoktur. Sorulması gereken soru, "Tanrı'nın Kendisinde olanları ve Kendisiyle birlikte seçtiklerini kaybedecek midir?" sorusudur.

            İnanç Bildirisi, seçilmişlerin (Tanrı'nın Mesih'te kabul ettiği kişilerin) lütuf konumundan tam ya da nihai olarak düşemeyeceklerini söyler. "Ebilmek" bir şeyi yapma gücünden söz eder, bu yüzden bu söz seçilmiş olanların lütuftan tam ya da nihai olarak düşmesinin mümkün olmadığı anlamına gelir. Ancak İnanlı'nın ciddi ya da radikal bir düşüş yaşaması mümkündür. Kutsal Kitap, ciddi günahlara düşen İnanlılar'ın örnekleriyle doludur. Örneğin, Davut ve Petrus gibi. Düşüşleri korkunç olduğu halde, ne tam ne de nihaiydi. Her ikisi de tövbe ve lütfa döndürüldüler. İnanlılar radikal bir düşüş yaşayabilirler ama bu tür düşüşler kalıcı değil, geçidir.

            İman ettiklerini bildirip Mesih için gayret gösteren sonra da bu bildirilerini yalanlayıp Mesih'e sırtlarını dönen kişileri hepimiz tanımışızdır. Bunun hakkında ne düşünmeliyiz? İki olasılık düşünüyoruz.

            İlk olasılık, iman bildirilerinin içten olmamış olduğudur. Mesih'i ağızlarıyla itiraf etmişler ve sonra bu bildirileriyle söylediklerinden dönmüşlerdir. Toprağı az olan kayalık yerlere düşen ve hemen filizlenen sonra da kuruyup kavrulan tohumlar gibidirler (Matta 13:5-6). Tohum hiçbir zaman kök salmamıştır. Dışsal bir iman belirtisi göstermişlerdir ama iman edişleri gerçek değildir. Mesih'i dudaklarıyla onurlandıran ama yürekleri O'ndan uzakta olan kişiler gibidirler (Matta 15:7-8). İmanları baştan beri sahteydi.

            Yahuda İskariyot'u (İsa onun başlangıçtan beri şeytan olduğunu bildirmişti) ve Yuhanna'nın haklarında şu söylenenleri bu sınıfa koyabiliriz:

 

                Bunlar aramızdan çıktılar, ama bizden değildiler. Bizden olsalardı, bizimle kalırlardı. Ayrılmaları, hiçbirinin bizden olmadığını ortaya çıkardı. Sizler ise kutsal Olan tarafından meshedildiniz; hepiniz bilgilisiniz. Gerçeği bilmediğinizden değil, ama gerçeği ve hiçbir yalanın gerçekle ilgisi olmadığını bildiğinizden ötürü size yazdım. İsa'nın Mesih olduğunu inkar eden yalancı değilse, yalancı kimdir? Baba'yı ve Oğul'u inkar eden, Mesih karşıtıdır. Oğul'u inkar edende Baba da yoktur. Oğul'u açıkça kabul edende Baba da vardır. Başlangıçtan beri işittiğiniz söz içinizde yaşasın. Eğer başlangıçtan beri işittiğiniz söz içinizde yaşarsa, siz de Oğul'da ve Baba'da yaşarsınız. Mesih'in bize vaat ettiği budur, yani, sonsuz yaşamdır.

                I. Yuhanna 2:19-25

 

            Yuhanna, bazılarının İnanlılar'dan ayrıldığını kabul ediyor. Bunlar dinlerini terkedenlerdi. Ama Yuhanna bunların "bizden olmadıklarını" bildiriyor. Ayrılmaları gerçek konumlarını ortaya koymuştu. Ayrılanlar, Tanrı tarafından meshedilmiş olanlara, Tanrı'nın Sözü içlerinde yaşayanlara bir tezat oluşturuyordu. Eğer Söz gerçekten onların içinde yaşıyorsa, o zaman onlar da Mesih'te yaşayacaklar ve sonsuz yaşam vaadini alacaklardır.

            İman ettiklerini bildirip, dışsal olarak iman etmişliğin kanıtlarını gösterip de sonra imanlarını yalanlayanlar hakkındaki ikinci olası açıklama da, ciddi ve radikal günaha düşen gerçek İmanlılar oldukları ama ölmeden önce günahlarından tövbe edip eski konumlarına dönecekleridir. Ölene dek dinden dönmüşlükte devam ederlerse o zaman onlarınki lütuftan tam ve nihai bir düşüştür ki bu da onların başlangıçtan beri gerçek İnanlılar olmadıklarının kanıtıdır.

            Yarı-Pelagiyusçular üçüncü bir olasılık sunarlar: Bu kişiler gerçekten iman etmişlerdi, gerçek iman ve kurtuluşa sahiplerdi, sonra imandan düştüler ve tamamıyla ve nihai olarak kayboldular. Bu görüş, kutsalların dayanması doktrinini yalanlar. Bir zamanlar kurtuluşu gerçekten alanların kurtuluşlarını tam ve nihai olarak kaybettikleri görüşüne yer verir.

 

DAYANMA VE KORUNMA

 

Westminster İnanç Bildirisi şöyle der:

 

Kutsalların bu korunması, kendi özgür iradelerine değil, seçilmişlik doktrininin değişmezliğine bağlıdır, Baba Tanrı'nın özgür ve değişmez sevgisinden İsa Mesih'in değerinin etkinliği ve duada aracılık edişine, Ruh'un kalışına ve onların içindeki Tanrı tohumuna ve lütuf antlaşmasının doğasına akar: Bütün bunlardan bunun kesinliği ve yanılmazlığı çıkar.[lii]

 

            Kutsalların dayanmasına daha doğru olarak Westminster ilahiyatçılarının açıkça bildirdiği gibi kutsalların korunması denilebilir. İnanlı kendisine yardım edilmeyen iradesinin gücüyle dayanmaz. Tanrı'nın koruyan lütfu dayanmamızı hem olası hem de gerçek kılar. Özgür kılınmış bir iradeye sahip olan yeniden doğmuş kişi bile hala günaha ve ayartılmaya açıktır ve günahın arta kalan gücü öylesine kuvvetlidir ki, lütfun yardımı olmadan İnanlı büyük bir olasılıkla imandan düşer. Ama Tanrı'nın buyruğu değiştirilmezdir. O'nun dünyanın kuruluşundan beri seçilmişlerini kurtarmak olan hükümranlık amacı, bizim zayıflığımız tarafından engellenmez.

            Kutsal Kitap, dayanmak hakkında bir şey söylemeseydi, Tanrı'nın seçen lütfu hakkında söyledikleri bizleri dayanma doktrini hakkında ikna etmeye yeterli olurdu. Ama Kutsal Kitap bu konularda sessiz değildir, Tanrı'nın bizler için ve bizim içimizde başlattıklarını açıkça ve sık sık bildirir. Örneğin Pavlus şöyle bildirir: "Sizi hatırladıkça Tanrıma şükrediyorum. İlk günden şimdiye dek Müjde'nin yayılmasındaki işbirliğinizden dolayı her duamda hepiniz için her zaman sevinçle dilekte bulunuyorum. Sizde iyi bir işe başlamış olan Tanrı'nın bunu, Mesih İsa'nın gününe dek bitireceğine güvenim vardır" (Filipililer 1:3-6).

            Pavlus'un, "Sizde iyi bir işe başlamış olan Tanrı'nın bunu, Mesih İsa'nın gününe dek bitireceğine güvenim vardır" derken insanı değil, Tanrı'yı vurguladığına dikkat edin. Tanrı başladığı şeyi bitirir. O'nun işi, bitmemiş yüce bir senfoni gibi kalmaz. Mesih'e kurtuluşumuzun hem imanımızın öncüsü ve hem de tamamlayıcısı denir. Bizler O'nun ellerinin eseriyiz. Usta bir sanatçı olduğundan, ruhsal sanat eserlerini hiçbir zaman yok edip atması gerekmez.

            Tanrı'nın kutsalları koruması, seçilme buyruğundan kaynaklanan sadece soyut bir çıkarımı temel almaz. Değişmez ve özgür sevgisine, hiçbir şeyin kesip atamayacağı kalıcı ve hoşnut olan sevgisine dayanır. Yine Havari Pavlus şöyle bildirir:

 

                Öyleyse buna ne diyelim? Tanrı bizden yana ise, kim bize karşı olabilir? Öz Oğlunu bile esirgemeyen, O'nu hepimizin uğruna ölüme teslim eden Tanrı, O'nunla birlikte bize her şeyi de bağışlamayacak mı? Tanrı'nın seçtiklerini kim suçlayacak? Onları aklayan Tanrı'dır. Kim suçlu çıkaracak? Ölmüş, üstelik dirilmiş olan Mesih İsa, Tanrı'nın sağındadır ve bizim için aracılık etmektedir. Mesih'in sevgisinden bizi kim ayırabilir? Sıkıntı mı, elem mi, zulüm mü, açlık mı, çıplaklık mı, tehlike mi, kılıç mı? Yazılmış olduğu gibi: «Senin uğruna bütün gün öldürülüyoruz, kasaplık koyunlar sayılmışız.» Ama bizi sevenin aracılığıyla bu durumların hepsinde galiplerden üstünüz. Eminim ki, ne ölüm, ne yaşam, ne melekler, ne yönetimler, ne şimdiki ne gelecek zaman, ne güçler, ne yükseklik, ne derinlik, ne de yaratılmış başka herhangi bir şey bizi Rabbimiz Mesih İsa'da olan Tanrı sevgisinden ayırmaya yetecektir.

 

Romalılar 8:31-39

 

            Pavlus'un Mesih'in koyunları için olan sevgisini tehdit edip tehlikeye atabilecek şeylerin listesi her şeyi kapsamaz, temsilidir. Pavlus, hiçbir şeyin bizleri Mesih İsa'da olan Tanrı'nın sevgisinden ayıramayacağı hakkında daha önce yaptığı genel bildiriyi vurgulamaktadır. Bu sevgi kalıcıdır. Tanrı bize olan sevgisinde sebat ettiği için bizler de lütufta dayanırız.

            Bizlere verilen lütuf değerinin ya da Mesih'in bizler için sürekli dua edişinin hiçbir sınırı yoktur. Belki de dayanmamızı sağlayan en kuvvetli güç, Baş Kahinimizin bizler için duada aracılık işidir. Ayrıca, Kutsal Ruh'un güvencemiz (kaparomuz) ve mührümüz, ruhlarımıza ekilmiş olan Tanrı'nın tohumu olarak içimizde yaşaması ve son olarak kendisi aracılığıyla Tanrı'nın vaatlerinin bize mutlak bir şekilde sigorta edildiği lütuf antlaşmasının doğası dayanmamıza katkıda bulunur.

            Bu dayanma teminatları, Latince'deki "Tanrı bizden yanadır" anlamına gelen Deus pro nobis sözcüğüyle dile getirilen düşüncenin temelindedir. Havari, "Tanrı bizden yana ise, kim bize karşı olabilir?" şeklinde yanıt beklemeyen bir soru sorar. Tabii ki birçok kişi bize karşıdır. Bizden nefret edilmesini ve bütün gün nefret edilmesini bekliyoruz, çünkü Rab bunun böyle olacağını bize belirtmişti. Şeytan ve dalkavukları bizi küçümserler. Mesih karşıtı olanların hepsi aynı zamanda Hristiyan karşıtıdır.

            Pavlus, "kim bize karşı olabilir?" diye sorduğunda kimsenin (ve hiçbir şeyin) bizi yenemeyeceğini söylemek ister. Tanrı'nın bizleri koruması bizlerin, "galiplerden üstün" olmamızla sonuçlanır. Bu iki sözcük, Yunanca tek bir sözcük olan hypernikon'un tercümesidir ve Latince'de supervincemus sözüyle geçer. Hiper ve süper önekleri, en üstün derecede galip olma düşüncesini taşırlar.

            Westminster İnanç Bildirisi'nin İnanlı'nın geçici olarak güvencesini kaybetme olasılığını belirtmesi gibi, bildiri, dayanmanın ciddi kaymalar olmadan her zaman sağlam, yukarı doğru bir kutsallaşma süreci değildir. Gerçek Hristiyanlar ciddi ve radikal bir biçimde düşebilirler ama lütuftan nihai olarak düşemezler. Bildiri şöyle bildirir:

 

                Yine de, Şeytan'ın ve dünyanın ayartmaları aracılığıyla, içlerinde kalmış olan yozluğun üstün gelmesiyle ve kendi dayanma yollarını ihmal etmelerinden ciddi günahlara düşebilirler; ve bir süre bu yolda devam edebilirler: bunu yaparak Tanrı'nın hoşnutsuzluğuna maruz kalırlar ve Kutsal Ruh'u üzerler, lütuf ve tesellilerinin bazı ölçülerinden yoksun bırakılırlar, yürekleri katılaşabilir ve vicdanları yaralanabilir: başka insanları incitip utandırabilir ve kendi üzerlerine geçici yargı getirebilirler.[liii]

 

            Dayanma, kutsallaştırılmamız sürecinin sadece bir parçası olarak birlikte gerçekleştirilen bir iştir. Bu, Tanrı ve bizim işbirliği içinde çaba gösterdiğimiz anlamına gelir. O bizi korudukça bizler dayanırız. Bu konuda sık sık çocuklar örnek gösterilir. Bir çocukla babası el ele tutuşurken tehlikeli bir yoldan giderler. İki şekilde el ele tutuşabilirler. İlk olarak, çocuk babasının elini kavrayıp sıkı sıkı tutabilir. Eğer bırakırsa düşebilir. İkinci olarak, baba çocuğun elini tutabilir. Çocuk ancak baba elini gevşetirse düşebilir. Birinci durumda çocuğun güvenliği, babasını tutuşunun sürekliliği ve kuvvetine bağlıdır. İkinci durumda, çocuğun güvenliği, babanın kendisini kavrayışının sürekliliği ve kuvvetine bağlıdır.

            Benzetmeyi biraz daha ileriye götürüp çocuk babanın elini kavrayışını gevşettiğinde babanın onun tökezlenip dizini sıyırmasına izin verebileceğini söyleyebiliriz. Çocuk bunu yaparak babasının hoşnutsuzluğuna neden olduğu halde, çocuğu kavrayışını tamamen bırakmaz ve onun bir uçuruma düşmesini engeller.

            Tanrı bizi tuttuğu halde, bizim de aynı zamanda O'nu tutmamız gerekir. Bizler kavrayışımızı gevşetme gücüne sahibiz ve bunu gerçekten de yaparız. O'nun bizi bırakmayacağından emin olsak bile kavrayabileceğimiz kadar sıkı bir şekilde kavrama sorumluluğunu taşıyoruz. İncil bize sık sık bunu yapmamızı söyler ve kavrayışımızı bırakmanın neden olacakları hakkında uyarır. Lütuftan düşebiliriz ama tamamen düşmeyiz. Zaman zaman, Kutsal Kitap nihai olarak imkansız olanı yasaklar ve aynı zamanda yine imkansız olanı buyurur gibidir. Örneğin, bizleri göksel Babamız'ın kusursuz olduğu gibi kusursuz olmaya çağırır (Matta 5:48). Kimse bu kusursuzluk derecesine erişemez. Öyleyse Kutsal Kitap neden bu şekilde konuşur? Luther buna, "yasanın müjdeseller kullanımı" demişti. Bununla söylemek istediği, müjdenin bizleri yasanın en yüksek standartlarına erişmek için yapabildiğimiz kadar gayretle uğraşmaya çağırdığıydı. Bu tür çağrılar bizleri lütfa, gitgide artan bir bağımlılığa yöneltir.

 

 

 

İBRANİLER SORUNU

 

Kutsalların dayanması hakkındaki üzerinde belki de en çok tartışılan metin, İbraniler Kitabı'nda bulunur: "Bir kez aydınlatılmış, göksel armağanı tatmış ve Kutsal Ruh'a ortak edilmiş, Tanrı sözünün iyiliğini ve gelecek çağın güçlerini tatmış oldukları halde yoldan sapanları yeniden tövbe edecek duruma getirmeye olanak yoktur. Çünkü Tanrı'nın Oğlunu adeta yeniden çarmıha geriyor, aleme maskara ediyorlar" (İbraniler 6:4-6).

            Havari, belirli şeyler yaptıkları takdirde bazı insanların kurtuluş konumuna geri getirilemeyeceklerini söyleyerek uyarıyor. İlk soru, ne tür insanları tanımlamakta olduğudur. Bu kişiler İmanlı mı, İmansız mıdır? İlk bakışta yanıt açıkmış gibi gözükür. Bu kişiler aydınlanmış, göksel armağanı tatmış ve Kutsal Ruh'a ortak edilmişlerdir, öyleyse imanlı olmaları gerekir.

            Ancak araştırılması gereken en az bir olasılık daha vardır. Eski Antlaşma’da, İsrail'de olan herkes İsrail'den değildir. Antlaşma toplumunda olanların bazılarının gerçek imanı yoktu. Ve Mesih kilisesinde buğdayların arasında delicelerin büyüyeceğini söylemişti (Matta 13:24-25). Bu nedenle, görünen kiliseye ait olanlarla görünmeyen kilisenin bir parçası olanlar arasında her zaman bir ayrım olmuştur. Augustin'in önerdiği gibi, seçilmiş İnanlılar'dan oluşmuş olan görünmeyen kilise, görünen kilisenin içinde var olmaktadır. Adına "görünmeyen" denir çünkü sadece Tanrı, insan yüreğinin gerçek durumunu okuyabilir. Ruh bizler tarafından görünmez.

            İbraniler 6'da söylenen her şey, bir olası istisna hariç görünen kilisenin iman etmeyen üyeleri hakkında söylenebilir. Bir anlamda görünen kilisenin bütün üyeleri aydınlatılmış ve göksel armağanı tatmışlardır. Ama iman etmemiş üyelerin tövbe etmiş oldukları söylenebilir mi? "Onları yeniden tövbe edecek duruma getirmek" sözü, geçmişte en az bir kez tövbe etmiş olduklarını önceden varsayar. Tövbe eğer Reform teolojisinin inandığı gibi, yeniden doğuşun bir meyvasıysa, o zaman İbraniler'in yazarı, yeniden doğmuş kişileri tanımlıyor. Tövbeleri Esav'ınki gibi sahte ya da taklit olabilir mi? Bu görüşte taklit tövbeden söz edilmesi olası değildir çünkü bu tür bir tövbeyi yenilemenin bir değeri yoktur. Bu tövbeden söz edilmesi beni yazarın yeniden doğmuş imanlılardan söz ettiğine ikna ediyor.

 

            Bu sonuç beni bir ya da iki seçenekle baş başa bırakıyor: (1) Ya yeniden doğmuş Hristiyanlar kalıcı bir biçimde düşebilirler ve kutsalların dayanması doktrinini terk etmeliyiz ya da (2) İbraniler 6'daki öğüt, Luther'in adına, "yasanın müjdesel kullanımı" adını verdiği şeyin bir örneğidir.

            Buradaki konu, Kutsal Kitap'tan bir parçayı başka bir parçayı etkisiz hale getirmek üzere kullanarak değil, Kutsal Kitap'taki ayetlerin birbirlerini yorumlamasına izin verilerek halledilebilir. Eğer Kutsal Kitab’ın geri kalan kısımları dayanma konusunda açıksalar (ve ben öyle olduklarına inanıyorum), o zaman burada belirsiz olanı başka yerlerde belirsiz olmayan ayetlerle yorumlamalıyız. İma edilenler her zaman açıkça bildirilenlerin ışığında, açık olmayanlar açık olanların ışığında yorumlanmalıdır. İbraniler'in yazarı, gerçek bir inanlının inanlılara yapmamaları konusunda uyarıda bulunduğu bir şeyi yaptığını hiçbir yerde bildirmemiştir.

            Eğer hiçbir inanlı, yazarın bizleri uyardığı şeyi yapmıyorsa neden böyle bir uyarıda bulunmalı? Burada çok dikkatli olmalıyız. Bu gerçekten bir uyarı mı, yoksa daha doğru olarak bir tartışma mı? İncil'de sık sık, ad hominem tartışması adı verilen şeyin, "insana" olan örneklerini görürüz. Bir tanesi geçersiz, bir tanesi geçerli olmak üzere iki tür ad hominem tartışma vardır. Reductio ad absurdum adı verilen geçerli ad hominem tartışma, diğer kişinin tartışma nedenlerini alıp onları mantıksal sonuçlarına götürür ki bu bir saçmalıktır. Pavlus bu tür tartışmayı, örneğin 1.Korintliler'de kullanır. "Eğer değilse" türünde bir mantığı izler: "Mesih dirilmemişse, [o zaman] imanınız yararsızdır.

            İbraniler'in yazarının kim olduğunu, kimlere yazdığını ve en önemlisi onlara neden yazdığını bilseydik bize çok yardımcı olurdu. Konunun tam olarak ne olduğunu veya İbrani Hristiyanlar'ı neyin tehdit ettiğini tam olarak bilmiyoruz. Eğer konu, ilk inanlılar topluluğuna büyük bir tehlike oluşturan Yahudileştirme sapkınlığı idiyse o zaman böylesi bir ad hominem tartışma mantıklı olurdu. Yahudileştirme sapkınlığı inanlıların Eski Antlaşma yasasının yükümlülüklerine dönmelerini talep ediyordu ki bu onları Mesih tarafından kaldırılan lanetin altına yeniden yerleştirecekti. Bu, yeni bir kefaret, yeniden bir çarmıha gerilme talep ederek Mesih'in kefaretinin sözsüz ifade olunan reddi olurdu. Ama yeniden bir çarmıha gerilme imkansızdır. Eğer kişi gerçekten de eski konumuna dönerse, bu kişinin kurtuluşu için hiçbir sağlayış kalmazdı.

            Ben yazarın bu şekilde mantık yürüttüğünü ve gerçek inanlıların bu günahı gerçekten işlediklerini söylemediğine inanıyorum. Yazarın daha sonraki bildirisi, bu yorumu destekliyor:

 

                Size gelince, sevgili kardeşler, böyle konuştuğumuz halde, durumunuzun daha iyi olduğuna, yani kurtuluşa uygun düştüğüne eminiz. Tanrı adaletsiz değildir. Emeğinizi ve kutsallara hizmet etmiş olarak ve etmeye devam ederek O'nun adına gösterdiğiniz sevgiyi unutmaz. Ümidinizden doğan tam güvenceye kavuşmanız için her birinizin sona dek aynı gayreti göstermesini arzu ediyoruz. Tembel olmamanızı, vaat edilenleri iman ve sabır aracılığıyla miras alanların örneğine uymanızı istiyoruz.

İbraniler 6:9-12

 

Yazarın, "Ama" dediğine dikkat edin (Türkçe çeviriye dahil edilmemiş*). Ama ağırlık taşıyan bir nitelendiricidir: "Size gelince, sevgili kardeşler, böyle konuştuğumuz halde, durumunuzun daha iyi olduğuna, yani kurtuluşa uygun düştüğüne eminiz." Belirli bir şekilde konuşmaktan söz edilmesi bizleri aceleci ve haksız sonuçlar çıkarma tehlikesine karşı uyanık tutmalıdır. Bu öğüdün tamamı, bir "konuşma biçiminde" verilmiştir. Yazar, hitap ettiği kişilerin kendilerini uyardığı şeyleri yapmamış olduğundan, bunun yerine kurtuluşa uygun düştüklerinden emin olduğunu dile getiriyor. Bu eminlik, kutsalların dayanması doktrininin temelinde yatmaktadır. Bizim içimizde iyi bir iş başlatmış olan Tanrı, kurtuluşun altın zinciri nihai, atanmış amacına erişirken onu hem tam ve hem de nihai olarak sonsuza dek tamamlayacaktır.