9. Ruh'un Etkin Çağrısı

            TULİP’in I'si olan Karşı konulamaz lütuf kavramı, yeniden doğuş ve etkin çağrı doktrinleriyle yakından bağlantılıdır.             John H. Gerstner, üniversite öğrencisiyken yirminci yüzyılın ilk yarısının en bilgili ve önde gelen bilginlerinden biri olan John Orr'un öğrettiği bir teoloji dersi almıştı. Bir derste Orr, tahtaya büyük harflerle, “yeniden doğuş imandan önce gelir” yazmıştı. Bu sözler Gerstner'i çok şaşırtmıştı. Profesörünün bir hata yaptığından ve sözcükleri istemeyerek yanlış sıraladığından emindi. Her Hristiyan, yeniden doğuş için imanın önceden var olması gereken bir şart olduğunu, kişinin yeniden doğmak için Mesih'e inanması gerektiğini bilmiyor muydu?

            Bu John Gerstner'in Reform teolojisini ilk duyuşuydu ve onu çok şaşırtmıştı. Yeniden doğuşun imandan sonra ya da imanın sonucu olarak değil imandan önce gelişi daha

Cetvel 9.1

TULIP'in Dördüncü Taç Yaprağı

           1 Tamamen bozulmuşluk                      İnsanlığın radikal yozluğu

           2 Şartsız seçim                                     Tanrı'nın egemen tercihi

           3 Sınırlı kefaret                        Mesih'in amaçlı kefareti

           4 Karşı konulamaz lütuf                   Ruh'un etkin çağrısı

           5 Kutsalların dayanması                       Tanrı'nın kutsalları koruması

 

önce hiç düşünmediği bir fikirdi. Profesörünün ikna edici mantığını duyduktan sonra Gerstner'in hayatının akışı değişti.

            Bu, Calvinciler için bir tür kalıp gibi görünüyor. Roger Nicole'ün bildirdiği gibi, "Hepimiz Pelagiyusçu doğmuşuz." Mesih'e iman, bizleri Pelagiyusçu yatkınlıklarımızdan anında iyileştirmez. İman edişimizin ilk günlerinden itibaren, Pelagiyusçuluğumuz her yandan sağlamlaştırılır. Bunu putperestlikten gelirken yanımızda getirmişizdir ve etrafımızdaki seküler dünya bunu, insan özgürlüğü  ve insanın içinde var olan iyilik hakkındaki hümanist görüşle sağlamlaştırır. Kilisede bol miktarda, Charles Finney'in zamanından beri Amerikan müjdeselliğini boğucu hakimiyeti altına almış olan Arminyusçuluğa maruz kalırız.

            On altıncı yüzyılda aklanmamız konusundaki tartışma sırasında Martin Luther, Kilisenin Babil Sürgünü adlı, üzerinde çok tartışmalar yapılan bir eser yazmıştı. Bu kitap, Roma Katolik Kilisesi'ni antik zamanlardaki putperest Babil'e benzetmişti. Luther bugün sağ olsaydı sanırım Kilisenin Pelagiyus Sürgünü adlı bir kitap yazardı. Arminyusçuluk, yarı-Pelagiyusçuluğun bir çeşidi olduğu halde, "yarı" sözcüğü ince bir yüzeydir. Pelagiyusçuluğun özü, yarı-Pelagiyusçuluk'ta var olmaya devam etmektedir ve Arminyusçuluğa taşınmıştır ve bir dereceye kadar iki anlaşmacı görüşe de taşınmıştır.

            Bondage of the Will (İradenin Esareti) adlı eserin giriş bölümü çağdaş okurun Luther'in klasiği hakkında ne düşünmesi gerektiğini soruyor.

 

                Çok zeki ve nefes kesici bir performans, tartışma sanatının bir şaheseri olduğunu hemen kabul edeceği kesindir; ama şimdi "Luther'in söyledikleri Tanrı'nın gerçeğinin bir parçası mıdır?" sorusu gelir. Eğer öyleyse, günümüz Hristiyanlar'ı için bir mesajı var mıdır? Okurun, Luther'in kendisini götürdüğü yolun tuhaf bir yeni yol olduğunu, büyük bir olasılıkla hiçbir zaman düşünmediği bir yaklaşım olduğunu, normalde "Calvinist" olarak etiketleyip hızlıca yanından uzaklaşacağı bir düşünce çizgisi olduğunu düşüneceğine şüphe yoktur. Bu Lutherci ortodoksluğun kendisinin yaptığı şeydir; ve (kanında yarı-Pelagiyancılık olan) günümüz Müjdesel Hristiyan da aynı şeyi yapmaya yatkın olacaktır. Ama eğer konuşmalarına izin verilirse, hem tarih ve hem de Kutsal Kitap başka öğütler vermektedir.[xxxv]

 

            Yirminci yüzyılın bakış açısından, Reform hareketinin en önemli konusu aklanma doktriniymiş gibi gözükür. Bu bir dereceye kadar doğru bir değerlendirmedir. Ama aklanma doktrininin arkasında ve altında hiçbir insansal başarıyla değil tamamıyla Tanrı'nın Kendisi tarafından gerçekleştirilen kurtuluşumuzun lütufkarlığı hakkında daha derin bir endişe vardı.

 

                Tarihsel olarak, Martin Luther ve John Calvin ve hatta Ulrich Zwingli, Martin Bucer ve Reform hareketinin ilk çağının bütün önde gelen Protestan tanrıbilimcileri bu noktada tam olarak aynı fikirdeydiler. Başka noktalarda farklı görüşleri vardı; ama insanın günahın içindeki çaresizliğini ve lütufta Tanrı'nın egemenliğini bildirmekte tamamen birlik içindeydiler. Bu doktrinler hepsi için de, Hristiyan inancının yaşam veren kanıydı. Luther'in büyük eserinin çağdaş bir editörü bu gerçeğin altını çizer: "Bu kitabı, müjdesel teolojinin iradenin köleliği doktriniyle ya ayakta durduğunu ya da düştüğünü anlamadan bırakan kişi onu boşuna okumuştur."[xxxvi]

 

            Sırf bir tanrıbilimci, çok saygın bir tanrıbilimci bile olsa, müjdesel teorinin insan iradesi konusundaki görüşüyle "ayakta durduğunu ya da düştüğünü" söylediği için bu böyledir demek değildir. Bu bilgin, dikkatimizi çekmek için abartı kullanıyor olabilir. Abartıda, bir şeyin altını çizmek için kasıtlı mübalağa bulunur.

            Bu bir abartı değildir. Hakimane Reformcular'ın kendilerinin yargısında, kişinin iradeye ve iradenin kölelik durumuna bakışı Hristiyan inancının tamamını anlamasında çok önemli bir rol oynar. Luther kendisi şöyle demiştir:

 

                ...tartışmamızın üzerinde döndüğü menteşe, aramızdaki en önemli konu budur; hedefimiz, basitçe, "özgür irade"nin ne yeteneği olduğunu, hangi bakımdan Tanrısal etkinliğin konusu olduğunu ve Tanrı'nın lütfuyla nasıl bağlantılı olduğunu araştırmaktır. Bu şeyler hakkında hiçbir şey bilmiyorsak, Hristiyanlık hakkında hiçbir şey bilmeyeceğiz ve yeryüzündeki bütün insanlardan daha kötü bir durumda olacağız! Bu bildiriyi karşı çıkan Hristiyan olmadığını kabul etmelidir; ve buna gülen ya da alay eden Hristiyan'ın en büyük düşmanı olduğunu anlamalıdır. Tanrı konusunda, yapabileceklerimin ve yapmam gerekenlerin doğasını, derecesini ve sınırları konusunda bilgisizsem Tanrı'nın benim içimde neler yapabileceğinin doğası, derecesi ve sınırları konusunda da aynı şekilde bilgisiz ve tereddütte olacağım--Tanrı aslında her şeyde her şeyi gerçekleştirdiği halde (bkz. 1. Korintliler 12:6). Tanrı'nın işleri ve gücü konusunda bilgisizsem, Tanrı'nın Kendisi hakkında bilgisizim; ve eğer Tanrı'yı tanımıyorsam, O'na tapınamam, O'nu övemem, teşekkür edemem ya da O'na hizmet edemem, çünkü ne kadarını kendime ne kadarını O'na atfetmem gerektiğini bilmem. Bu yüzden, eğer Tanrı yoluna uygun bir hayat yaşayacaksak, kafamızda Tanrı'nın gücüyle kendi gücümüz, Tanrı'nın işiyle bizim işimiz arasında açık bir ayrım olmalıdır.[xxxvii]

 

            Sık sık Reform'un en önemli konusunun aklanma konusu olduğu varsayılır. Luther yıldırımlarını insanın iyi oluşundan ötürü övgü alışının her biçimine fırlatmıştır. Reformcular birlikte, aklanma doktriniyle lütfun önde gelişi arasındaki bağlantıyı açıkça görmüşlerdir.

 

                İmanla aklanma doktrini onlar için önemliydi çünkü egemen lütuf ilkesini koruyordu; ama aslında onlar için bu ilkenin sadece bir yönünü dışa vuruyordu ve bu da en derin yönü değildi. Lütfun önceliği, onların düşünüşünde daha da derin bir düzeyde, yeniden doğuşta, dışa vuruluyordu--yani, aklanma için Mesih'i kabul eden imanın kendisinin, etkin çağrı etkinliğinde ruhsal bakımdan yeniden doğuşta yüce egemen Tanrı'dan bedava bir armağan olduğu Reformcular için önemli olan, sadece Tanrı'nın İnanlılar'ı yasanın işleri olmadan aklayıp aklamadığı değildi. Günahlıların günahlarında tamamıyla çaresiz olup olmadıkları ve Tanrı'nın onları iman ettiklerinde Mesih'in uğruna aklamakla kalmayıp aynı zamanda onları imana getirmek için canlandıran Ruhu'yla günahın ölümünden dirilterek bedava, şartsız, yenilmez lütfuyla kurtarıp kurtarmadığını içeren daha geniş soruydu. [xxxviii]

 

Reformculara göre, kurtuluş için lütfa tamamen bağımlı olduğumuz konusu o kadar önemliydi ki, yarı-Pelagiyancılığın her türünü müjdeye ciddi tehditler olarak gördüler:

 

            Kurtuluşumuz tamamıyla Tanrı'dan mı yoksa nihai olarak kendimiz için yaptığımız bir şeye mi bağlı? (Arminyusçular'ın daha sonra yaptığı gibi) ikinci şıkkı savunanlar, bunu yaparak insanın günahtaki tamamen çaresizliğini inkar eder ve yarı-Pelagiyancılığın bir biçiminin yine de doğru olduğunu onaylarlar. Bu nedenle daha sonra Reform teolojisinin Arminyusçuluğu (imanı kendimizin övüleceği bir işe döndürdüğünden) Roma Katolik Kilisesi'ne dönen ve (Reformcular'ın düşüncesinde en derin dinsel ve teolojik ilke olan Tanrı'nın günahkarları kurtarmaktaki hükümranlığını inkar ettiğinden) Reform hareketine ihanet eden bir ilke olarak kınaması şaşırtıcı bir şey değildir. Reformcular'ın gözünde Arminyusçuluk gerçekten de, Yeni Antlaşma Hristiyanlığını reddedip Yeni Antlaşma Yahudiliğini savunuyordu; çünkü iman için kendine güvenmenin, işler için kendine güvenmekten hiçbir farkı yoktur ve bu kişiyi diğeri kadar Hristiyanlık'tan uzak ve Hristiyanlık karşıtı kılar.[xxxix]

 

YENİDEN DOĞUŞ

 

Sadece imanla aklanma doktrini, Reform hareketi sırasında daha derin bir düzey olan (monistik) yeniden doğuş düzeyinde tartışılmıştır. Bu teknik terimin açıklanması gerekmektedir. Monizm bir kök ve önek bileşiminden oluşmuştur. Mono öneki, İngilizce'de tek ya da yalnız başına olan bir şeyi belirtmek için kullanılır. Kök, "çalışmak" fiilinden gelir. Monergy’nin ergi, bir iş ya da enerji ünitesini belirtmek için kullanılır. Önekle kökü bir araya koyduğumuzda monergism çıkar. Monergism kendi başına çalışan ya da tek aktif taraf olarak tek başına çalışan bir şeydir.

            Monerji, sinerjinin tam tersidir. Sinerji, monergizm’le aynı kökü paylaşır ama farklı bir öneki vardır. Syn öneki, "ile" anlamına gelen Yunanca sözcükten gelir. Sinerji işbirliği yapan bir girişim, iki ya da daha çok tarafın birlikte çalışmasıdır.

            Monergism terimi, yeniden doğuş sözüyle bağlandığında, Kutsal Ruh Tanrı'nın kişinin yardımı ya da işbirliği olmadan o insanın üzerinde gerçekleştirdiğini tanımlar. Bu yeniden doğuş lütfuna faal, etkin lütuf denilebilir. Diğer yandan işbirliği yapan lütuf, Tanrı'nın günahkarlara sunduğu ve onların durumlarına göre kabul edip reddedebilecekleri bir lütuftur.

            Monerjistik yeniden doğuş tamamıyla Tanrı'nın yaptığı bir iştir. İnsan, Tanrı'nın sahip olduğu yaratıcı güce sahip değildir. Ruhsal bakımdan ölü olan birini canlandırmak sadece Tanrı'nın yapabileceği bir şeydir. Bir ceset kendini canlandıramaz. Bir çaba göstererek yardımcı bile olamaz. Ancak yeni hayatı aldıktan sonra karşılık verebilir. O zaman sadece karşılık verebilmekle kalmaz, kesinlikle karşılık verecektir. Yeniden doğuşta insanın ruhu, canlandırılana dek tamamıyla pasiftir. Canlandırıldıktan sonra hareket edip karşılık verebilecek şekilde güçlendirildiği halde, kendini canlandırmakta hiçbir yardım sunamaz.

            Monerjistik, yaşam veren güce iyi bir örnek Yuhanna'nın Müjdesinde anlatılan, Lazar'ın ölümden diriltilmesi öyküsüdür:

 

                İsa yine derinden hüzünlenerek mezara vardı. Mezar bir mağaraydı, girişinde de bir taş duruyordu. İsa, «Taşı kaldırın!» dedi. Ölenin kızkardeşi Marta, «Rab, o artık kokmuştur, öleli dört gün oldu» dedi. İsa ona, «Ben sana, `iman edersen Tanrı'nın yüceliğini göreceksin' demedim mi?» dedi. Bunun üzerine taşı kaldırdılar. İsa gözlerini gökyüzüne dikerek şöyle dedi: «Baba, beni işittiğin için sana şükrediyorum. Beni her zaman işittiğini biliyordum. Ama bunu, çevrede duran halk için, beni senin gönderdiğine iman etsinler diye söyledim.» Bunları söyledikten sonra yüksek sesle, «Lazar, dışarı çık!» diye bağırdı. Ölü, elleri ayakları sargılarla bağlı, yüzü bezle sarılmış olarak dışarı çıktı. İsa oradakilere, «Onu çözün ve bırakın gitsin» dedi.

                O zaman, Meryem'e gelen ve İsa'nın yaptıklarını gören Yahudilerin birçoğu İsa'ya iman etti. Ama içlerinden bazıları Ferisilere giderek İsa'nın yaptıklarını onlara bildirdiler.

Yuhanna 11:38-46

 

            Lazar çok hasta, ya da ölecek kadar hasta değil, ölüydü. Ceset olmuştu ve çürümekteydi. Çürümekte olan vücudundan çıkan kötü koku kız kardeşi Marta'nın midesini bulandırıyordu. Dirilişinin mucizesi merhemler, ilaçlar, göğüs masajı gibi yollar olmadan gerçekleşmişti. Burada Mesih'in kullandığı tek güç, sesinin gücüydü. Bir istekte ya da davette bulunmadı, bir emir verdi. Lazar'ı mezardan kazanmaya çalışmak için hiçbir çabada bulunmadı. Bu diriliş kesinlikle monerjistikti. Lazar bu işte kesinlikle hiçbir yardımda bulunmamıştı. Herhangi bir şekilde yardımda bulunma gücü yoktu çünkü ölüydü.

            Bazıları, Lazar'ın dirilişinde Mesih'in ilk gücü sağladığı halde yine de Lazar'ın Mesih'in mezardan çıkma buyruğuna karşılık vermesi gerektiğini söyleyebilirler. Bu işbirlikçi bir iş, Mesih'le Lazar arasındaki bir sinerji değil midir? Yeniden doğuş konusundaki karışıklığın çoğu işin içine burada girer. Lazar'ın karşılık verdiği bellidir. İsa'nın buyruğuna itaat ederek mezardan çıkmıştır. Lazar'ın bedenine yaşam yeniden girince çok aktif olmuştu.

            Monerjistik yeniden doğuş, kurtarılış sürecinin tamamıyla değil, sadece imana gelişin ilk şartı ya da ilk adımıyla ilgilidir. Lazar kesinlikle bir şey yapmıştır. Karşılık vermiştir. Mezardan çıkmıştır. Ama en önemli nokta, bunların hiçbirini hala ölüyken yapmadığıdır. Mesih'in çağrısına, diriltildikten sonrasına kadar karşılık vermemiştir. Dirilişi, mezardan çıkışından önce gerçekleşmiştir. Yaşama yeniden döndürülüşü karşılığından önce gerçekleşmiştir.

 

            Arminyusçular bu benzetmeyi beğenmezler ve burada elmalarla portakalları kıyasladığımızı söyleyerek itiraz ederler. Fiziksel ölüm durumunda cesedin karşılık veremeyeceği ya da işbirliği yapamayacağı bellidir. Ölü olduğundan karşılık verecek gücü yoktur. Ama fiziksel ölümle ruhsal ölüm arasında bir fark vardır. Fiziksel bakımdan ölü olan bir insan, ne fiziksel ne de ruhsal olarak hiçbir şey yapamaz. Ruhsal bakımdan ölü biri, biyolojik olarak hala canlıdır. Bu kişi hala bir şeyler yapabilir, çalışabilir, karşılık verebilir, kararlar verebilir vb. Lütufa evet ya da hayır diyebilir.

            Burada yarı-Pelagiyancılık ve Augustincilik, Arminyusçuluk ve Calvincilik, Roma ve Reform arasındaki ayrımın en yüksek noktasına geliyoruz. Burada, kurtuluşumuz için tamamıyla lütufa mı bağımlı olduğumuzu, yoksa hala bedendeyken, hala günahın köleliğindeyken ve hala günahta ölüyken lütufla sonsuz geleceğimizi etkileyecek bir şekilde işbirliği yapabilip yapamayacağımızı keşfediyoruz.

            Reform hareketinin görüşüne göre, yeniden doğuş işi, sadece ve sadece Tanrı tarafından gerçekleştirilir. Günahlı bu etkinliği alışta tamamıyla pasiftir. Yeniden doğuş, etkin lütufa bir örnektir. Tanrı'ya karşı herhangi bir işbirliği yapıyorsak bu yeniden doğuş işi bittikten sonra gerçekleşir. Tabii ki bu işe karşılık veririz. Çözüldükten sonra mezardan çıkan Lazar'ın yaptığına benzer bir şekilde karşılık veriyoruz.

            Aynı şekilde ruhsal ölüm mezarlarımızdan çıkıyoruz. Mesih'in çağrısını duyduğumuzda da karşılık veriyoruz. Yeniden doğuşumuz böyle bir yanıtı engellemez, ancak bu yanıtı sadece mümkün değil kesin kılmak için tasarlanmıştır. Ancak önemli olan, önce yeniden doğuş lütfunu almadıkça müjdeye olumlu bir şekilde yanıt vermeyiz ve veremeyiz. Herhangi bir iman dolu olumlu yanıt olmadan önce yeniden doğuşun gerçekleşmesi gerekir.

            Arminyusçuluk, kurtuluştaki sıralamanın yerini değiştirir. Yeniden doğuştan önce imanı koyar. Günahta ölü ve günahın köleliğinde olan günahkarın, yeniden doğabilmesi için bir şekilde zincirlerinden kurtulması, ruhsal canlılık kazanması ve iman kullanması gerekmektedir. Çok gerçek bir anlamda yeniden doğuş bu planda bir armağan değil, lütuf sunusuna karşılık verişin ödülüdür. Arminyusçular, Tanrı yeniden doğuş için önce lütfu sunduğundan bu planda lütufun ön planda olduğunu söylerler. Tanrı inisiyatifi ele alır. İlk hamleyi O yapar, ilk adımı O atar. Ama bu adım belirleyici değildir. Bu adım günahkar tarafından bozulabilir. Eğer günahkar bu teklif edilen lütufla işbirliği yapmayı ya da onu kabul etmeyi reddederse o zaman lütfun hiçbir faydası olmaz.

 

KARŞI KONULABİLİR LÜTUF

 

Tam Pelagiyusçuluk'la yarı-Pelagiyusçuluk arasında çok önemli bir fark vardır. Tam Pelagiyusçuluk'ta lütuf kurtuluşu kolaylaştırabilir ama hiçbir şekilde kurtuluş için gerekli değildir. Kişi ister etkin ister işbirlikçi olsun lütuf olmadan kurtulabilir. Yarı-Pelagiyusçuluk'ta lütuf kurtuluş için sadece yararlı olmakla kalmaz aynı zamanda gereklidir. Günahlının Tanrı'ya olumlu yanıt vermesi için lütuf gereklidir. Lütuf gereklidir ama bu illa ki etkin olduğu anlamına gelmez. Lütufa karşı konulabilir ve yenilebilir.

            Son analizde, yarı-Pelagiyusçuluk, iğrenç Pelagiyusçuluk sorununu sadece bir adım öteye atar. Yarı-Pelagiyusçuluk, lütfun gerekliliğini kabul eder ama iyice incelendiğinde kişi Pelagiyusçuluk'la yarı-Pelagiyusçuluk arasında herhangi bir fark olup olmadığını merak eder.

            Sorun şudur: Eğer lütuf gerekli ama etkin değilse, onu çalıştıran nedir? Yanıtın, hala benlikte olan günahkarın olumlu yanıtı olduğu açıktır. Neden bir günahkar kendisine sunulan lütfa olumlu, diğeri olumsuz yanıt vermektedir? Yanıtlar arasındaki fark, insan iradesinin gücünde mi, yoksa eklenen bir lütuf ölçüsünde midir? Lütuf günahlıya lütufla işbirliği yapmakta yardım eder mi yoksa günahlı sadece benliğin gücüyle mi işbirliği yapar? Eğer yanıt ikinci şıksa, bu halis Pelagiyusçuluk'tur. Eğer birinci şıksa, lütuf yeniden doğuşu ve kurtuluşu sadece kolaylaştırdığından yine Pelagiyusçuluk'tur.

            Yarı-Pelagiyusçular, "Hayır, hayır" diye itiraz ederler. "Sproul en önemli şeyi anlamıyor. Yarı-Pelagiyusçuluk, lütfun kurtuluş için sadece yararlı olmakla kalmayıp kurtuluş için gerekli olduğunu söyler" derler.

            Yarı-Pelagiyusçular'ın söylediğinin bu olduğunu biliyoruz ama bu onların yeniden doğuşu anlayışlarında nasıl olur? Eğer benlik kendi başına, lütfa meyledebilirse lütufa olan gereksinim nerede kalır? Eğer yeniden doğuşun lütfu sadece sunulmuş ve etkinliği günahkarın yanıtına bağlıysa lütuf, benliğin gücünde zaten var olmayan neyi gerçekleştirir?

            Yeniden doğmamış kişinin iman etmesi için en çok ihtiyacı olan şey yeniden doğmaktır. Gerekli lütuf budur. Kurtuluşun sin qua nonunudur. Tanrı benim günahkar yüreğimin doğasını değiştirmezse lütufla işbirliği yapmayı ya da Mesih'i imanla kabul etmeyi hiçbir zaman seçmem. Bunlar benliğin yatkın olmadığı şeylerin ta kendileridir. Eğer Tanrı benim yüreğimi değiştirmeyi sadece teklif ediyorsa, kalbim O'na muhalif kaldığı müddetçe bu benim için neyi başarır? Ben günaha köleyken ve hala benlikteyken bana lütuf sunarsa, bu teklifin ne yararı vardır? Kurtaran lütuf, özgürlüğü sunmaz, özgür kılar. Kurtaran lütuf yeniden doğuşu sadece teklif etmez, yeniden doğdurur. Lütfu bu denli lütufkar yapan budur: Tanrı tek taraflı ve monerjistik olarak bizim kendimiz için yapamayacağımızı bizim için yapar.

            TULİP’i oluşturan maddelerden biri olan karşı konulamaz lütuf sözü yanlış anlamalara yol açabilir. TULIP'i oluşturan maddeler, tamamen bozulmuşluk, şartsız seçim, sınırlı kefaret, karşı konulamaz lütuf ve kutsalların dayanmasıdır. Bu sözleri daha doğru olacak bir biçimde yeniden düzenleseydik sonuç şöyle olurdu: Radikal yozluk, seçilme, kesin kefaret, etkin lütuf ve kutsalların dayanması. Bu da bize *RSDEP akrostişini verir. Ancak bizler özgün akrostişte devam edip gerekli tanımları vermeye çalışacağız.

            Karşı konulamaz lütuf, günahkarların ona karşı koyamadıkları anlamda karşı konulamaz değildir. Günahkar ruhsal bakımdan ölü olduğu halde, biyolojik bakımdan canlıdır. Kutsal Kitap’ın önerdiği gibi, günahkarlar Kutsal Ruh'a her zaman karşı koyarlar. Bizler Tanrı'nın lütfuna o denli muhalifizdir ki, ona karşı koymak için gücümüzün yettiği her şeyi yaparız. Karşı konulamaz lütufun anlamı, günahlının yeniden doğuş lütfuna karşı koymasının Ruh'un amacını bozamayacağıdır. Yeniden doğuş lütfu yenilmez oluşu anlamında karşı konulamazdır.

            Yeniden doğuş lütfu monerjistik olduğundan ve bizden hiçbir işbirliğine gereksinimi olmadığından etkinliği bizde değil, kendisindedir. Bizler onu etkin kılmak için hiçbir şey yapamayız; onun etkinliğini bozmak için de hiçbir şey yapamayız. Lazar'ın kendi dirilişine ve evrenin de yaratılışına olduğu gibi bizler de kendi yeniden doğuşumuz konusunda pasifizdir. Annemiz bize hamile kaldığında ya da doğduğumuzda süreçle işbirliği yapmıyorduk, yeniden doğuşumuzda da aktif aracılar değiliz.

            Karşı konulmaz lütuf doktrinine, monistik işi ve etkinliğinden ötürü bu ad verilir. Tarihsel olarak adı, etkin çağrı idi.

 

ETKİN ÇAĞRI

 

Westminster İnanç Bildirisi, etkin çağrı doktrinine tam bir bölüm ayırır. Şöyle bildirerek başlar:

 

                Tanrı, yaşam için önceden belirlediği herkesi ve sadece onları, Kendi atamış olduğu ve kabul etmiş olduğu zamanda, Sözü ve Ruhu aracılığıyla doğaları yüzünden içinde bulundukları günah ve ölüm konumundan etkin bir şekilde İsa Mesih aracılığıyla lütuf ve kurtuluşa çağırmaktan hoşnut olmuştur. Kafalarını Tanrı'nın şeylerini anlamak üzere ruhsal bakımdan ve kurtaran bir şekilde aydınlatarak, taştan yüreklerini alıp onlara etten bir yürek vererek; iradelerini yenileyerek ve yüce gücüyle onları iyi olana belirleyerek ve onları etkin bir şekilde İsa Mesih'e çekerek çağırır: buna karşın O'nun lütfuyla istekli kılındıklarından en özgür bir şekilde gelirler.[xl]

 

            Etkin çağrının etkin olmasının nedeni, Tanrı'nın onun içinde ve onun aracılığıyla operasyonda tasarlamış olduğu, ölü canları ruhsal yaşama canlandırmayı tam olarak etkilemesidir. Çağrı, Kutsal Ruh'un candaki içsel ya da gizli operasyonundan söz eder. İtirafta yer alan taştan yüreği, etten bir yüreğe dönüştürme mecazı direkt olarak Kutsal Kitap'tan alınmıştır. Et sözcüğünden söz edildiğinden benzetme biraz kafa karıştırıcı olabilir.

            Kutsal Kitap'ta benlik genelde Ruh'a tezat oluşturan ve muhalefet eden düşmüş doğamızdan söz eder. Ancak bu benzetmede et ruhla değil bir taşla kıyaslanmıştır. Aynı nokta yani ölümden yaşama geçiş her iki benzetmede de bulunmaktadır. Yeniden doğuş lütfu olmadan kişinin yüreği ya da ruhu, Tanrı'yla ilgili şeyler bakımından bir taş gibidir. Hareketsiz, duygusuzdur ve tepki göstermez. Kemikleşmiş ve kireçlenmiştir. Taş gibi denmesinin nedeni ahlaksal bakımdan katı olmasıdır. Taştan bir yürek de, hem yaşam ve hem de ışıktan yoksun, karanlık bir yürektir.

            Yeniden doğuş lütfu, yüreği ya da ruhu soğuk, cansız ve taş gibi bir şeyden yaşayan, canlı, ümitli ve hevesli bir şeye çevirir. Yürek, Tanrı'nın şeylerine karşı "canlı" kılınır. Calvin, Augustin'in şu sözlerini aktarır: "İnsanların yüreklerine gizlice verilen bu lütuf, hiçbir katı yürek tarafından kabul edilmez; çünkü veriliş nedeni önce yüreğin katılığının yok edilmesidir. Böylece kişi içinde Baba'yı duyduğunda, Baba taş yüreği alır ve ona etten bir yürek verir. Böylece onları, yücelik için hazırlamış olduğu vaadin oğulları ve merhamet araçları yapar."[xli]

            Tanrı'nın çağrısı, Söz ve Ruh aracılığıyla etkin kılınır. Söz ve Ruh'un burada yeniden doğuştaki iki çok önemli etken olarak birleştiğini anlamak önemlidir. Kutsal Ruh, Söz'den ayrı olarak ya da Söz'e karşı olarak değil, Söz'le birlikte işlemektedir. Söz de, Ruh'un varlığı ve gücü olmadan tek başına çalışmamaktadır.

            Etkin çağrıda sözü edilen çağrı, vaazın sınıflandırılması içinde herhangi biri tarafından duyulabilecek müjdenin harici dışsal bir çağrı değildir. Burada sözü edilen çağrı yüreğe nüfus edip onu delerek onu ruhsal yaşama canlandıran içsel çağrıdır. Müjdeyi duymak kafayı aydınlatır ancak Kutsal Ruh onu aydınlatıp yeniden doğdurana dek ruhu uyandırmaz. Kulaktan ruha gidiş Kutsal Ruh aracılığıyla gerçekleştirilir. Bu hareket, Mesih'in işinin yararlarını seçilmişlere uyarlayarak Tanrı'nın amacını gerçekleştiren şeydir.

            Westminster İnanç Bildirisi, Ruh'un iradeyi yenilemesinden ve onu O'nun yüce gücüyle iyi olana belirlemekten söz eder. Bu Tanrı'nın her şeye yeten gücü hakkındadır. Sadece baştan çıkartmaktan çok uzak olan, Tanrı'nın insan iradesi üzerindeki etkin çağrısı her şeye gücü yeten kaynağından güç alır. Tanrı dünyayı hiçbir şeyden var ettiği gibi, hiçbir ruhsal erdemi olmayan bizleri çağırarak bizleri de kurtaran imana "hiçbir şey"den çağırır.

            İnanç bildirisi, Tanrı'nın belirlemesinden söz eder. Bunun kaderin kör belirlemesiyle ya da mekanik fiziksel güçlerle karıştırılmaması gerekir. Bu, seçilmişlerinin kurtuluşunu gerçekleştirmeye azimli olan her şeye gücü yeten ve kutsal varlığın belirlemesidir. Tanrı planını gerçekleştirmeye azimlidir ve önceden belirlenmiş öğüdüyle aynen bunu yapar.

            Etkin çağrı sözünde vurgu etkin sözündedir. İnanç bildirisi, Tanrı'nın günahlıyı Mesih'e çekmesinden söz eder. Bunu yaparken çekmek sözünü Kutsal Kitap'tan ödünç alır ama onu etkin zarfıyla niteler. Kutsal Ruh'un çekişi etkindir; amacını yerine getirir.

            Bu içsel çağrının günahlı üzerindeki etkisi gerçektir. Yeniden doğuş ve etkin çağrı, kişide gerçek bir değişikliğe neden olur. Sadece, başka türlü olsaydı yapmayacağı belirli bir etkinliğe dahil edilmez. Yeniden doğuş, kişinin doğasında gerçek ve sabit bir değişim gerçekleştirir. İradesi yenilenir ve özgür kılınır. Özgün günaha kölelikten kurtulur. Tanrı'nın şeyleri için yeni bir eğilim alır. Kurtaran iman yürekte gerçekleşir. Yeniden doğuşun sonucu olarak kişi yeni bir yaratık olur.

 

YENİDEN DOĞUŞ VE İki ANLAŞMACILIK

 

John H. Gerstner'in Wrongly Dividing the Word of Truth[xlii] adlı kitabının yayınlanmasından kısa bir süre sonra, eleştirisinden ve iki Anlaşmacılık teolojisinin "şüpheli" müjdesellik olduğunu söylemesinden rahatsız olan İki Anlaşmacı dostlarımdan sorular aldım. Gerstner, İki Anlaşmacılığ’ın sözde Calvinciliğinin asılsız olduğunu göstermeye çalışmıştı. İki Anlaşmacı görüşün lütuf ve yasa görüşünde var olan antinomianizmin (ahlak kurallarına karşı geliş) üzerinde durmuştu. İki Anlaşmacılığın, Mesih'in Rabliği konusunda epey tartışmalara yol açan kutsallık doktrinindeki eksiklikleri vurgulamıştı. Gerstner'in kitabının önsözünü ben yazmıştım ve bu durum dostlarımı kitabın kendisinden daha çok rahatsız etmiş görünüyordu.

            Dallas Theoloji Seminerinde öğretmenlik yapan bir arkadaşım bana telefon edip en nazik ve içten biçimde, İki Anlaşmacılık ve Reform teolojisini birbirinden ayıran en ciddi konunun ne olduğu konusundaki görüşlerimi sordu. En önemli farkın, teolojinin bir bütün olarak yaptığı etkiden ötürü en azından uzun vadede, yeniden doğuş konusundaki farklı görüşler olduğunu söyleyerek yanıtladım. İki Anlaşmacılığa göre, Kutsal Ruh birisinin yeniden doğmasını sağladığında, kişinin içindeki doğayı değiştiren hiçbir şey olmaz.

            İki Antlaşmacı görüşte, Kutsal Ruh İnanlı'nın içinde yaşar ama İnanlı'nın doğasını değiştirebilir de, değiştirmeyebilir de. İnanlı, etkin bir değişim için içinde yaşayan Ruh'la işbirliği yapmalıdır ki kutsallaşma olayı gerçekleşsin. Bu, İnanlı'nın bir lütuf konumunda olduğu halde, İsa'yı sadece Kurtarıcı olarak kabul etmiş ama Rab olarak kabul etmemiş olan "benlikteki bir Hristiyan" kalmasına neden olur. İnanlı'nın, Mesih'i hem Kurtarıcı ve hem de Rab olarak kabul etmesi gerektiği halde, İnanlı'nın Mesih'e sadece Kurtarıcı olarak boyun eğmesi mümkündür.

            Bu konuda İki Anlaşmacılar arasında da bir tartışma vardır. Bazıları, İnanlı'nın Mesih'e Rab olarak boyun eğmesinin kaçınılmaz olduğunu ama bunun belki de hemen olmayabileceğini söylerler. Kişi, hiç olmazsa bir süre için benlikte kalabilir. Pavlus'un kendisinden benlikte olarak söz ettiği ve İnanlılar'a bazen "benlikte" diye hitap edilen İncil'i kullanırlar. Benlikte olmak "bedensel" olmak, yeni doğaya göre değil, eski doğaya göre hareket etmektir.

            Burada konu, Hristiyanlar'ın günah işleyip işlemediği ya da bazen benlikte olan kişiler gibi davranıp davranmadığı değildir. Konu, kişinin tamamıyla benlikte olup da aynı zamanda yeniden doğmuş olup olamayacağıdır. Bazı İki Anlaşmacılar kişinin tamamen benlikte olup yine de Hristiyan olabileceğine inanırlar. Bu görüş, kişinin doğasında bir değişiklik yaratması gerekmediğini önceden varsayar. İnsan doğasına bir şey eklenmiştir, bu da Kutsal Ruh'un kişinin içinde yaşayan varlığıdır. Ama Ruh günahlıyla birlikte yaşayıp da onun doğasını hiç değiştirmeyebilir. Günahlı, kendi doğası değişmemiş olarak tamamen benlikte olmayı sürdürebilir.

            Reform görüşün, İki Anlaşmacılığın benlikteki Hristiyan teorisine itirazı, yeniden doğuş konusudaki Reform doktrinini temel alır. Yeniden doğan kişinin doğasıdır. Günahlının yüreği gerçekten değişmiştir. Bir zamanlar günaha köle olan günahlı şimdi yaşam yeniliğine özgür kılınmıştır. İtaatin meyvası hem kaçınılmaz hem de gereklidir; hemen gerçekleşir. İtaat hiçbir şekilde kusursuz değildir; kişinin aklanma temeline de hiçbir şekilde katkıda bulunmaz. Ancak yokluğu yeniden doğuşun yokluğuna işaret eder. Tamamıyla benlikte olan biri yeniden doğmamış biridir ve yeniden doğmamış biri kurtulmamış biridir.

            Bu tartışmanın ardında sık sık yarı-Pelagiyusçu kurtuluş görüşü bulunmaktadır. Ayrı Anlaşmacılar "dört maddeli Calvinciler" olduklarını iddia ettikleri halde bazıları dördüncü maddenin yanı sıra, üçüncü maddeyi de reddeder.

            Rablik-kurtuluş tartışmasının merkezinde olan İki Anlaşmacı Zane C. Hodges'in öğretisine bir göz atalım. Hodges, Absolutely Free (Tamamen Bedava) adlı kitabında şöyle yazar: "Yeniden doğuşu gerçekleştirenin Tanrı'nın müjdedeki Sözü olduğuna İncil ayetleri tutarlı bir tanıklık etmektedir. Söz orada imanla kabul edildiğinde insan yüreğine kök salan yaşam veren tohum sadece ve sadece odur."[xliii]

            Hodges, yeniden doğuşun bir mucize olduğunu açıkça söyler. İnsanın kuvvetiyle değil, Tanrı'nın gücüyle gerçekleştirilir. Ancak soru, bu mucizenin ne zaman gerçekleştiğidir. Hodges'e göre Söz imanla kabul edildiğinde gerçekleşir. İman yeniden doğuştan önce gelir ve yeniden doğuş için şarttır. Bu, Hodges'i aynen yarı-Pelagiyusçu kampa koyar. Hodges daha sonra, "Peki, o suyu ["yaşam suyu"nu] kendilerine mal edenlere ne olur? ['Yaşam suyundan karşılıksız alsın' (Esinleme 22:17)] davetine inananlara ne olur?" Onlara bir mucize olur. Yeniden doğarlar. Onlara yeni yaşam verilir. Ve o yaşama sahiplikte Tanrı Oğlu'na da sahip olurlar (1. Yuhanna 5:12). Gerçekten de, O, o hayattır (1. Yuhanna 5:20c) ve böylece Kendisi onların içinde yaşar (Koloseliler 1:27)."[xliv]

 

Hodges görüşünü şöyle özetler:

 

                Birisi müjdenin kurtaran Sözü'ne inandığında gerçekte ne olur? Bu soruyu yanıtlamanın birçok yolu vardır... Ama en az iki şey öylesine temeldir ki bunların asla unutulmaması gerekir.

                Bir tanesi, İnanlı'nın içinde mucizesel yeni bir doğuş gerçekleşir ve bunun aracılığıyla Tanrı'nın hayatının ta kendisine sahip olur.

                Diğeri de İnanlı'nın bu hayata sahip olduğunu bilmesidir.[xlv]

 

            Hodges'in yeniden doğuşu imanın bir sonucu olarak gördüğü açıktır. Yeniden doğuş imandan ötürü gerçekleşir. Hodges için iman kesinlikle yeniden doğuştan önce gelir, ki bu onu TULIP'in sadece I'sından değil, aynı zamanda T'sinden uzaklaştırır. Yeniden doğmamış kişiyi imanla müjdeye yaklaştırdığından, Reform görüş için elzem olan tamamıyla bozulmuşluk ya da tam yozluk doktrinini onaylaması mümkün değildir. Bu yüzden Gerstner, Hodges ve kendilerini İki Anlaşmacılar olarak tanımlayan diğerlerinin Calvinizm'in "sahte" bir biçimini kabul ettiklerini söyler.

            Kurtuluşun sıralamasından söz ederken (ordo salutis), Reform teolojisi her zaman ve her yerde yeniden doğuşun imandan önce geldiğinde ısrar eder. Yeniden doğuş imandan önce gelir çünkü iman için gerekli bir şarttır. Gerçekten de imanın sine qua non'udur. Ancak, kurtuluş sıralamasının, geçici bir sıralama değil, mantıklı bir sıralamadan söz ettiğini anlamak önemlidir. Örneğin, aklanmanın imanla olduğunu söylediğimizde önce imanın gerçekleştiğini sonra da daha ileriki bir tarihte aklandığımızı söylemek istemiyoruz. İmanın orada olduğu anda aklanmanın gerçekleştiğine inanıyoruz. İmanla aklanma arasında bir zaman geçmez. Aynı anda gerçekleşirler. Öyleyse neden imanın aklanmadan önce geldiğini söylüyoruz? İman geçici anlamda değil, mantıklı anlamda aklanmadan önce gelir. Aklanma mantıklı olarak imana bağlıdır, iman aklanmaya değil. Aklandığımız için imanımız yoktur; imanımız olduğu için aklanırız.

            Aynı şekilde Reform teolojisi, yeniden doğuşun imandan önce geldiğini söylediğinde geçici öncelikten değil, mantıklı öncelikten söz eder. Yeniden doğana dek, kurtaran imanı kullanamayız, bu yüzden yeniden doğuşun imana değil, imanın yeniden doğuşa bağlı olduğunu söyleriz. Hodges ve bütün yarı-Pelagiyusçular yeniden doğuşun imanın bir sonucu olduğunu ve ona bağlı olduğunu söylerler. Bu, henüz kurtulmamış kişinin iman kullanabileceğini varsayar.

            Yine özgün günahın kapsamı sorusuna dönüyoruz. Eğer özgün günah, Augustin ve yetkin Reformcular'ın ısrar ettiği gibi ahlaksal yetersizliği içeriyorsa o zaman iman sadece yeniden doğuşun bir sonucu olarak gerçekleşir ve yeniden doğuş da sadece etkin ya da karşı konulamaz lütfun sonucu olarak gerçekleşebilir.

            Yeniden doğuş lütfunun karşı konulmaz olduğunu söylemek sadece, kurtuluşumuz için hayati önem taşıyan bu lütfun egemen olduğunu söylemektir. Bu lütuf, Tanrı tarafından egemen olarak ve özgürce verilir. Bu, içinde hiçbir tür insansal değer karışımı olmayan gerçek lütuftur. Bu lütuf aracılığıyla esirler özgür kılınır ve günahlarında ölü olanlar yeni yaşama diriltilirler. Bu, çocuklarını günah ve ölümden kurtarmak için eğilen Tanrı'nın, şefkatli merhametinin görünen işidir. Tanrı, ruhsal bakımdan cansız olan kil parçalarını alıp onlara kendilerini canlandıran nefesi üfleyerek aynı şeyi başlangıçta yaratılış işinde de yapmıştı.

            Yeniden doğuş doğaüstü, Tanrı'nın tasarlamış olduğu işi gerçekleştiren bir iştir. Ölülerin canlandırılıp aracılığıyla kurtulup Tanrı'nın ailesine evlat edinildikleri fides viva, diri bir iman konumuna getirildiği doğaüstü bir yeniden yaratılıştır.