8. Mesih'in Amaçlı Kefareti

Reform teolojisinin en önemli gerçeği şudur: "Kurtuluş Rab'dendir." Kurtuluş tanrısal bir iştir. Baba tarafından tasarlanmış ve atanmış, Oğul tarafından gerçekleştirilmiş ve Kutsal Ruh tarafından uygulanmıştır. Üçlü Birliğin üç Kişisi de kurtarış planı ve bunun yerine getirilişi konusunda sonsuz bir görüş birliği içindedirler.

            J. I. Packer, Reform ve Arminyusçu teoloji konusunda şöyle yazmıştır:

                Aralarındaki fark öncelikle bir vurgu farkı değil, içerik farkıdır. Birisi, kurtaran bir Tanrı'yı bildirir, diğeri insanın kendi kendisini kurtarmasına yardım eden bir Tanrı'dan söz eder. Bir görüş, kayıp insanlığı kurtarmakta Kutsal Üçlü Birliğin bu kişilere yöneltilen ve kurtuluşlarını değişmez bir şekilde güvenceye alan-Baba tarafından seçilmişlik, Oğul tarafından kurtarılmak ve Ruh tarafından çağrılmak olmak üzere- üç büyük işini sunar. Diğer görüş, (kurtarılışın hedefleri bütün insanlık olarak müjdeyi işitenlerin çağrılması ve

Cetvel 8.1

TULIP'in Üçüncü Taç Yaprağı

            1 Tamamıyla bozulmuşluk                    İnsanlığın radikal yozluğu

            2 Şartsız seçim                         Tanrı'nın egemen seçimi

            3 Sınırlı kefaret                                 Mesih'in amaçlı                                                                                                                                  kefareti

            4 Karşı konulmaz lütuf             Ruh'un etkin çağrısı

            5 Kutsalların dayanması                       Tanrı'nın kutsalları koruması

 

buna olumlu yanıt verenlerin seçilmesi olarak) her etkinliğe değişik bir referans verir ve hiç kimsenin kurtuluşunun bunlardan hiçbiriyle güvenceye alınmadığını söyler. Böylece iki teoloji de kurtuluş planını epey farklı şekillerde algılarlar. Birisi kurtuluşu Tanrı'nın işine bağlı, diğeri insanın işine bağlı kılar...[xxviii]

 

            Aynı denemede Packer, 1618'de üzerinde tartışılan Arminyusçu kavramın şöyle bir bildiride bulunduğunu söylüyor: "Mesih'in ölümü kimse için kurtuluşu sağlamadı, çünkü kimse için iman armağanını güvenceye almadı (böyle bir armağan yoktur); bunun yerine eğer inanırlarsa herkes için kurtuluş olasılığını yarattı."[xxix]

            Sınırlı kefaret doktrininin yanıtladığı soru şudur: Mesih gerçek bir Kurtarıcı mı, yoksa sadece "potansiyel" bir Kurtarıcı mıdır? TULİP’teki sınırlı kefaret doktrini beş maddenin üzerinde en çok tartışılanıdır. Kefaretin "sınırlı" oluşu düşüncesi tartışmanın en hararetli noktasını oluşturur. Soruyu bir başka şekilde dile getirirsek şöyle diyebiliriz: Mesih her insanın günahlarına kefaret etmek için mi öldü, yoksa sadece seçilmişlerin günahlarına kefaret etmek için mi öldü?

            Mesih'in kefaretinin ya sınırlı ya da sınırsız olduğu kesindir. Başka bir alternatif, tertium quid yoktur. Mutlak bir anlamda sınırsızsa o zaman herkesin günahları için bir kefaret yapılmıştır. Mesih o zaman bütün insanların günahlarını bağışlatmış ve onlar için kefaret de etmiştir.

            Sınırsız kefaretten kurtuluşun evrensel olduğu düşüncesi çıkıyor gibidir. Ancak, sınırlı kefareti inkar eden Arminyusçular'ın, farklı anlaşmacıların ve diğer yarı-Pelagiyusçular'ın büyük bir kısmı evrenselliği reddederler. Tarihsel Arminyusçuluk kurtuluşun sadece belirli insanlar için mümkün olduğunu kabul eder: Herkes kurtulmaz, sadece belirli sayıda kişiler kurtulur. Kurtulan belirli grup müjdenin sunusuna imanla karşılık verdiklerinden ötürü kurtulmuşlardır. Sadece inananlar  Mesih'in kurtaran kefaretinin yararlarını kendilerine mal edebilirler. Mesih'in kurtaran işini imanla kabul etmeyen kişi, nihai olarak günahları bağışlanması, çarmıhın kefareti ve Tanrı'nın adaletinin tatmininden yoksun bir şekilde bırakılır.

            Bu görüşte iman kurtuluş için bir şart olmakla kalmaz, aynı zamanda kurtuluşun nedenidir. Kefaret imandan ayrı olarak etkin değilse, o zaman tanrısal adaletin tatmini için iman gereklidir. Burada iman öcle birlikte olan bir iş halini alır çünkü günahlıdaki varlığı ya da yokluğu Mesih'in bu kişi için olan işinin etkinliğini belirler.

            Arminyusçu kamptan gelen itiraz seslerini duyabiliyorum. İnsan imanının Mesih'in bitmiş işine herhangi bir "değer" ya da Mesih'in tatmin işine herhangi bir etki kattığı düşüncesine kesin bir şekilde karşı çıkarlar. Normalde kullandıkları formül, Mesih'in kefaretinin herkes için yeterli ancak sadece bazıları için etkin olduğudur.

            Reform tanrıbilimciler, Mesih'in kefaretinin düşmüş insanlığın tamamının günahlarının bedelini ödeyecek değerde oluşunu sorgulamazlar. Mesih'in kurbanının değeri sınırsızdır. O'nun değeri, günah işleyen herkesin suçlarını örtmeye yeterlidir. Ayrıca, sınırlı kefaret doktrininin bir parçası olan kefaretin sadece bazıları için etkin olduğu konusunda aynı görüşteyiz.

            Ancak kefaretin yeterliliğinden söz ettiğimizde, "Tanrısal adaleti yeterli bir şekilde tatmin edecek bir şey mi?" sorusunu sormalıyız. Eğer, Tanrı'nın adaletinin taleplerini yerini getirmek için yeterliyse o zaman kimsenin gelecekteki ceza konusunda endişe etmesi gerekmez. Eğer Tanrı birisinin ahlaksal borcunun bir başkası tarafından ödenmesini kabul ediyorsa o zaman daha sonra o kişinin kendisinden aynı ödemeyi isteyecek midir? Yanıtın hayır olduğu kesindir.

            Bunun anlamı, eğer Mesih gerçekten, objektif bir şekilde herkes için Tanrı'nın adaletini tatmin ettiyse o zaman herkes kurtulacaktır. Mesih'in kefaret işinin yararlarını, aklanma ve meyvalarını kendimize mal etmek için imanın gerekli bir şart olduğunu kabul etmekle, tanrısal adaletin tatmin olması için imanın gerekli bir şart olduğunu söylemek tamamen farklı şeylerdir. Eğer iman Tanrı'nın adaletinin tatmin olması için bir şart ise, o zaman Tanrı'nın adaletinin taleplerini tatmin etmek için kefaret kendi başına yeterli değildir. Kefaret tek başına bırakın herkesi, kimse için "yeterli" değildir. Tam tatmin, kefarete kendi imanını katana dek ya da katmadıkça gerçekleşmez.

            Yine Arminyusçular, gerçekte imanı tatminin bir işi yapmadıklarını söyleyerek buna itiraz edeceklerdir. İmanın tatmini gerçekleştiren bir iş değil, tatmini gerçekleştiren bir şart olduğunu söylerler. Ama, "Tanrı'nın tatmini iman olmadan etkilenir mi?" sorusu var olmaya devam etmektedir. Öyleyse, tövbekar olmayan günahlılara uygulanacak bir ceza kalmamıştır. Eğer kalmadıysa, o zaman imanın tatmin için gerekli bir öğe, bizim sağladığımız bir öğe olduğu kesindir.

            Büyük Püritan tanrıbilimci John Owen şöyle demiştir:

 

                Önce, eğer herkesin borcunun tamamı yükümlülüğün son haddine kadar ödendiyse nasıl oluyor da birçokları borçlarından hiçbir zaman özgür olmayarak  sonsuzluğa dek hapiste kalıyorlar? İkinci olarak, eğer Tanrı, adil bir yaratıcı olarak bütün borçları iptal etmesi ve borçları böyle ödenen herkese karşı olan bütün davaları bitirmeliyse, neden gazabı bütün sonsuzluk boyunca bazılarına karşı tütüyor? Kimse bana verilen yarara uygun bir şekilde yaşamadıklarını söylemesin; çünkü layık olmayan şekilde yaşamak tamamen ödenmiş olan borcun bir kısmıdır, çünkü (üçüncü anlamda olduğu gibi böyle ödenen borç bütün günahlarımızdır. Üçüncü olarak, Tanrı'nın Kendi kabulüyle Mesih'in tamamen ve yeterli bir şekilde ödemiş olduğu şey için herhangi birini ikinci bir ödemeye çağırması ve onlardan adaleti tatmin etmelerini istemesi mümkün müdür?[xxx]

 

            Mesih'in benim için kefaretinin yararını bir düşüneyim? Şu anda Mesih'e iman eden biriyim. Bugün ben yüzyıllarca önce benim için yapılmış olan kefaretin yararının tadını çıkarıyorum. Bu kefaret, bütün günahlarım için Tanrı'nın adaletini tatmin etti mi? Eğer ettiyse, o zaman önceki imansızlık günahımın cezasını ödedi. O günah ben iman etmeden önce ödenmiş miydi? Yoksa ben iman edene dek Mesih'in kefareti tamam değil miydi? O'nun ölümü benim imansızlığım için yeterli miydi, değil miydi? Eğer yeterli idiyse, o zaman neden kefareti imansızların imansızlığı için yeterli değil? Benim eski imansızlığım için yeterli ama imansızların şimdiki imansızlığı için yeterli değil. Sınırsız kefareti savunanlar, imansızlık günahının iman şartı yerine gelene dek bağışlanmadığını söylerler. Öyleyse, benim imanım Mesih'in benim için yaptığı kefareti etkin kılar.

            Eğer kefaret için iman gerekliyse o zaman Mesih'in işi gerçekten de sadece bir potansiyellikti. Kendi başına kimseyi kurtarmaz. Sadece kurtuluşu mümkün kılar. Teorik olarak, açık olan soruyu sormalıyız: Kimse ona iman etmeseydi Mesih'in işine ne olurdu? Bunun teorik bir olasılık olması gerekir. Bu durumda Mesih boşuna ölmüş olurdu. Herkes için potansiyel bir Kurtarıcı olurdu ama hiç kimse için gerçek bir Kurtarıcı olmazdı.

            Arminyusçu buna, "Bu sadece bir varsayım" diyerek yanıt verir. Gerçek, birçoklarının Mesih'i imanla kabul etmiş oldukları ve etmekte olduklarıdır. Mesih gerçek bir Kurtarıcı'dır. İnsanlar O'nun işi aracılığıyla gerçekten kurtulurlar. Ayrıca, her şeyi bilen Tanrımız bir kefaret yapması için Mesih'i dünyaya gönderdiğinde, bunun boş bir iş olmayacağını biliyordu. Baba, sadece Kendisinin Oğlu'nun işiyle tatmin olmakla kalmayıp Oğul'un Kendisinin de canının emeği semeresini görecek ve doyacak.

            Ancak tanrısal tatmin sınırlı olacaktı. Eğer Tanrı, Mesih'i herkesi kurtarmak için gönderdiyse sonuçlardan ötürü sonsuza dek tatminsizlik duyması gerekir. Oğul, bazılarının Kendi kefaretinden yararlandıklarını bilmekten ötürü tatmin olsa da birçokları bunu yapmadığı için tatmini kısmi olmalıdır.

            Bu da bizleri sınırlı kefaretin en önemli sorusuna getirir. Nihai soru, kefaretin yeterliliği ya da etkinliğiyle ilgili değil, tasarımıyla ilgilidir. Tanrı'nın Oğlu'nu dünyaya göndermekteki özgün amacı ya da niyeti neydi? Tanrısal planı, kurtarılışı mümkün kılmak mıydı yoksa kesin kılmak mıydı?

            Eğer Tanrı bütün insanları kurtarmayı planladıysa, planı başarısızlığa mı uğradı? Tanrı kimin inanıp kimin inanmayacağını önceden biliyor muydu? İnanlılar'ın imanı planının bir parçası mıydı?

            Bu sorulara yanıtımız, Tanrı'nın karakteri, egemenliği ve her şeyi bilişini anlayışımıza bağlıdır.

 

TANRI'NIN İSTEĞİ VE KURTARILIŞ

 

            Kutsal Kitap, Tanrı'nın "hiç kimsenin mahvolmasını istemediğini, herkesin tövbe etmesini istediğini" söyler (2. Petrus 3:9). Bu parça ne anlama gelir? Bunu yorumlamanın en az dört yolu vardır ve hepsi de doğru olamazlar. Birinci sorun, istemek sözünün anlamıdır. Kutsal Kitap, Tanrı'nın isteğinden birkaç biçimde söz eder. En sık kullanımlar, (1) Tanrı'nın buyrulan isteği, (2) Tanrı'nın ilke isteği ve (3) kişilik isteğidir.

            Buyrulan isteğinden bazen, Tanrı'nın buyurduğu şeylerin gerçekleşmesi gerektiği anlamına gelen egemen, etkin isteği olarak söz edilir. Tanrı bir şeyin olmasını egemen olarak buyurursa o şey kesinlikle gerçekleşecektir. Tanrı'nın buyrulan isteğine karşı konulamaz.

            Kuralsal isteği, Tanrı'nın kuralları ya da buyruklarından, yaratıklarına verdiği yasadan söz eder. Bizler Tanrı'nın kuralsal isteğine karşı gelme kapasitesine sahibiz. Yani bizler, günah işleme ya da yasaya itaatsizlik etme kapasitesine sahibiz. Bunu suçluluk duymadan yapmıyor olabiliriz ama yapma gücüne sahibiz.  Bu, izin, imkan, olasılık gibi durumları ifade eden yardımcı fiil, -bilmek, -meli, -malı'yla -ebil, yapmak imkanı(nında) olmak arasındaki klasik farktır. Bir tanesi yapabilmekle ilgilidir, diğeri olumlu izinle ilgilidir.

Cetvel 8.2

Tanrı'nın İsteği

            Buyrulan isteği                   Tanrı'nın egemen,                             Karşı konulamaz

                                                                     etkin isteği

            Kuralsal isteği                                Tanrı'nın kuralları,                             Karşı konulabilir

                                                                 buyrukları

            Kişisel isteği                                   Tanrı'yı hoşnut eden                         Karşı konulabilir

                                                                  şey

 

            Kutsal Kitap'ta sözü edilen Kişisel istek, Tanrı'yı hoşnut eden şeyler anlamına gelir.

            Tanrı'nın isteği konusundaki bu farklı kavramları 2. Petrus 3:9'a uyarlarsak, farklı sonuçlar alırız:

            1. Tanrı kimsenin mahvolmasını istemiyor (egemen, buyrulan anlamda). Bu herkesin kurtulacağı anlamına gelir. Kimse hiçbir zaman mahvolmayacaktır.

            Bu yorum, Arminyusçular ya da yarı-Pelagiyancılar'ın isteğinden fazlasını kanıtlar. Bu, metni Kutsal Kitab’ın kurtuluşun sadece belirli kişiler için mümkün olduğu hakkında öğrettiği her şeye aykırı bir konuma koyan evrenselliği sağlamlaştırır.

            2. Tanrı kimsenin mahvolmasını istemiyor (kuralsal anlamda). Bu, Tanrı'nın ahlaksal bir anlamda, insanların mahvolmasını yasakladığı anlamına gelir. Mahvolmak, bir itaatsizlik ya da bir günahtır.

            Aslında mahvolan herkes, yasaya karşı gelen biri olarak mahvolur ve birçok itaatsizliklerden suçludur. Metni bu şekilde  yorumlamak mümkündür ancak bu pek olası bir seçim değildir. Metnin, sadece Tanrı'nın insanların mahvolmalarına "izin vermediği" anlamına geldiğini söylemek akıl almaz bir şeydir.

            3. Tanrı kimsenin mahvolmasını istemiyor. (Kişiliğine göre bu O'nu hoşnut etmiyor ). Bu diğer metinlerle hemen hemen aynı şey anlamına gelir, örneğin Tanrı'nın kötü insanların ölmesinden zevk almadığını söyleyen metinler gibi. Bu, Tanrı'nın herkes tarafından paylaşılan lütfu ve genel sevgisi ya da insanlığa olan iyiliklerinden söz eder. Suçlu birini hapse yollayan bir insan hakim yaptığından hoşlanmaz. Ceza vermekten zevk almaz yine de adaleti sağlamak için işi yapar. Kötü birisi öldüğünde Tanrı'nın buna sevinmediğini biliyoruz, buna karşın bir anlamda yine de bu ölümü istemiştir. Bunun anlamı, Tanrı'nın gerçekten yapmayı istemediği bir şeyi yaptığı da değildir. Tanrı, Oğlu'nun çarmıhta ölmesini istemişti. Bunu önceden atamış, istemiş ve buyurmuştu. Bir bakıma Oğlu'nu berelemek Tanrı'yı hoşnut etmişti. Tanrısal zevki, sevgili Oğlu'na gazabını dökmekten değil, kurtarışı gerçekleştirmekten kaynaklanıyordu. Bu üç seçenekten, Kutsal Kitab’ın bütününe en uygun olanı budur.

            Ancak metnin bütünü, sınırlı bir terim içermiyor: "Rab size karşı sabrediyor. Çünkü hiç kimsenin mahvolmasını istemiyor, herkesin tövbe etmesini istiyor." Sınırlı sözcük biz dir (Not: İncil'in Müjde çevirisinde bu sözcük "siz" olarak geçtiği halde, İngilizce çeviride "biz"dir ve yazar da bu "biz"i açmaktadır. (Hiç kimse "bizden hiç kimse" anlamındadır. Bu sorunu hemen çözmüyor, ancak, bize (evrensel olarak) insanlardan ya da herhangi bir belirli grup olarak bizden söz ediyor olabilir. 2. Petrus, Hristiyan bir İnanlı tarafından Hristiyan İnanlılar'a ve Hristiyan İnanlılar için yazıldığından, bize sözcüğünün Hristiyan İnanlılar'dan söz etmesi olasıdır. John Owen şöyle yazar:

 

                ...havarinin söz ettiği, kendilerine yazdığı kişiler kimlerdir? "Çok büyük ve değerli vaatleri" almış olanlar (2. Petrus 1:4), "sevgili kardeşler" dedikleri (2. Petrus 3:1); "son günlerdeki" "alaycı kişiler"in karşı çıkacağı kişiler (2. Petrus 3:3); bu günlerin sonunda Rab'bin saygı gösterecekleri; "seçilmiş" oldukları söylenilenlerdir (Matta 24:22). Gerçekten, Tanrı'nın bunların hiçbirinin mahvolmasını istemediğini, hepsinin tövbe etmesini isteğini, bu yüzden (iradesini kendilerine hiçbir zaman bildirmediği, hiçbir zaman tövbeye çağırmadıkları bile, O'nun kurtuluş yolu hakkında bir kere bile bir şey duymasalar bile) dünyadaki herkese ve her bir kişiye karşı aynı isteğe ve düşünceye sahip olduğunu söylemek, aşırı bir delilik ve akılsızlıktan başka bir şey değildir.[xxxi]

 

            Owen'in söylemeye çalıştığı şey, bize sözcüğünün Tanrı'nın seçilmişlerinden söz ettiği, bu yüzden Tanrı'nın seçilmişlerinden hiçbirinin mahvolmasını istemediğidir. Bu durumda metin Tanrı'nın isteğinden buyruksal anlamda söz ediyor olmalıdır. Tanrı egemen olarak, seçilmişlerinden hiçbirinin mahvolmamasını buyurur. Bunun sonucu olarak, seçilmişliğin hedefi güvenceye alınmıştır. Seçilmişlerin hepsi tövbeye gelir. Seçilmişlerin hepsi iman eder. Seçilmişlerin hepsi kurtulur. Seçilmişlerin hiçbiri mahvolmaz. Gerçekten de seçilmişliğin amacı budur ve bu amaç engellenmeyecektir.

            Tanrı'nın seçilmişlik buyruğu egemen bir buyruktur. Bütünüyle etkindir. Seçilmişlerin kurtulması için gerekli olan her şey Tanrı tarafından egemence gerçekleştirilir.

 

TANRI'NIN HER ŞEYİ BİLMESİ

 

Tanrı'nın her şeyi bilmesi, Tanrı'nın gerçek ve potansiyel olan her şey konusunda tam bir bilgisi olmasıdır. Tanrı olan her şeyi bilmekle kalmaz, aynı zamanda olabilecek her şeyi de bilir. Bir satranç uzmanı, satranç oyununun seçenekleriyle sınırlı olsa da, bir tür her şeyi bilişe örnek oluşturur. Hasmının A, B, C ya da Ç hamlelerinde bulunabileceğini bilir. Her olası hamle, belirli karşı hamlelere yol açar. Uzman olabilecek hamlelerden ne kadar çoğunu göz önünde bulundurabilirse, satranç oyununun sonunu o denli kontrolü altında tutabilir. Ne kadar çok seçenek ve karşı hamleyi göz önünde tutabilirse, mantık o denli karmaşık ve zor olur.

            Gerçekte hiçbir satranç oyuncusu her şeyi bilmez. Tanrı sadece bütün açık seçenekleri bilmekle kalmaz hangi seçeneğin seçileceğini de bilir. Sonu başlangıçtan bilir. Tanrı'nın her şeyi bilmesinde, hem bilgisizlik ve hem de öğreniş söz konusu değildir. Tanrı'nın kafasında bilgisizlik varsa, o zaman tanrısal her şeyi biliş, boş, gerçekten de sahte, sadece bir laftır. Öğrenmek her zaman belirli bir bilgisizlik düzeyini önceden varsayar. Kişinin zaten bildiği bir şeyi öğrenmesi mümkün değildir. Tanrı'nın bilmediği bir şey yoktur. Bilgisinde hiçbir eksiklik var olmadığından öğreneceği hiçbir şey yoktur.

            Bizlerin yarın ne olacağını bilmemiz için, henüz belli olmayan şeyler üzerinde tahmin yürütmemiz gerekir. Bir arkadaşıma, "Yarın ne yapıyorsun?" diye sorarsam, "Bazı şeylere bağlı" diye yanıt verebilir. Bu sözler, önümüzde belli olmayan şeyler olduğunu ve bize olacakların bu belli olmayan şeylere bağlı olduğunu kabul eder.

            Tanrı'nın bütün belli olmayan şeyleri bildiği ama bunları bilmesinin hiçbir şarta bağlı olmadığı söylenmiştir. Tanrı hiçbir zaman kendi kendine, "Bu bazı şeylere bağlı" demez. O'nun için hiçbir şey bazı şeylere bağlı değildir. Olacak her şeyi bilir, çünkü olacak her şeyi yapan kendisidir. Bu bizlerin Tanrı'nın her şeyi bilişini anlayışımız için çok önemlidir. Gelecekteki olayları çok iyi bir şekilde tahmin ederek bilmez. Kesinlikle bilir çünkü olanları Kendisi buyurmuştur.

            Westminster İnanç Bildirisi, şöyle iddia eder: "Tanrı bütün sonsuzluktan beri, Kendi isteğinin en bilge ve kutsal öğüdüyle olan her şeyi özgürce ve değişmez bir şekilde atamıştır."[xxxii]

            Bu cümle Tanrı'nın sonsuz ve değişmez buyruksal isteğinden söz eder. Olup biten her şey için geçerlidir. Bu, olup biten her şeyin Tanrı'nın isteği olduğu anlamına mı gelir? Evet. Augustin, bu yanıtı "belirli bir anlamda" sözlerini ekleyerek yumuşatır. Yani, Tanrı olup biten her şeyi "bir anlamda" ortaya koymuştur. Olup biten hiçbir şey O'nun egemen iradesinin faaliyet alanı dışında değildir. Her molekülün hareketi, her bitkinin yaptıkları, her yıldızın düşüşü, iradesi olan her yaratığın yaptığı seçimler, bütün bunlar O'nun egemen iradesine tabidir. Yaratıcı'nın yönetimi ötesinde, hiçbir sahipsiz molekül evrende başıboş dolaşmaz. Böylesi bir molekül var olsaydı, sonsuz merhemin içinde kritik bir sinek olurdu. Oliver Cromwell'in böbreğindeki bir kum tanesi İngiliz tarihinin gidişatını değiştirdiği gibi, aynı şekilde bir tek başıboş molekül Tanrı'nın tarihin sonucu hakkında yaptığı her vaadi mahvedebilir.

            Augustin'in sözünü ettiği, "belirli anlamda" sözü, Tanrı'nın buyruksal iradesi ve izin verdiği isteği arasındaki bir ayrım aracılığıyla iyice açıklanır. Bu ayrım doğru bir şekilde kullanılırsa geçerlidir ama tehlike yüklüdür. Sahte bir ayrım imasında bulunur. Ayrım mutlak değildir: Tanrı'nın izin verdiği şey, izin vermeyi buyurduğu şeydir. Örneğin, hayatımın herhangi bir noktasında, Tanrı, hayatımın herhangi bir anında bana olan sevgi ve iyiliğinden ötürü hayatıma el atıp davranışlarımı sınırlama güç ve yetkisine sahiptir. Kısaca, eğer bunu yapmayı seçerse beni günah işlemekten alıkoyabilir. Eğer beni engellememeyi seçerse, belli ki günah işlememe "izin vermeyi" seçmiştir. Bu izin, davranışlarımın tanrısal bir onayı değildir. Günah işlememe izin vermesi, karışıp engellemek yerine olmasına izin vermeyi seçtiği anlamına gelir. Olmasına izin verdiği için, bir anlamda olmasını atar ya da tasarlar.

            Bu, niyet bakımından aktif ama etkinliği bakımından pasif olan, Tanrı'nın pasif buyruğunu yansıtır. Bunu birlik sağlayışı doktrininde görüyoruz: Tanrı ve insan olmak üzere iki tarafın niyeti, Tanrı'yla insanın bir tek olayda birlikte uyumlu bir şekilde hareket etmeleridir. Bunun hakkında Kutsal Kitap'taki en açık örnek, Yusuf ve kardeşlerinin öyküsünün anlatımında bulunur. Yusuf'un kardeşlerinin hainliği, Tanrı'nın egemen atamasının dışına çıkmamıştı. Yusuf kardeşlerine, "Siz bana kötülük düşündünüz, ama Tanrı bugün olduğu gibi birçok halkın yaşamını korumak için o kötülüğü iyiliğe çevirdi" dedi (Tekvin 50:20).

            Westminster İnanç Bildirisi, Tanrı'nın olup bitenleri atamış olduğundan söz ettikten sonra şöyle ekler: "Buna karşın, Tanrı ne günahın yaratıcısıdır, ne şiddet yaratıklarının isteğine sunulur; ne de özgürlük ya da ikinci nedenlerin ihtimali yok edilir, bunun yerine sağlamlaştırılır."[xxxiii]

            "İkinci gayeler" ikincildir ve böyle olarak güçleri için birincil bir nedene bağlıdırlar. Evrende, tek birincil neden Tanrı, sadece Tanrı'dır. Sadece Aristo'nun söylediği anlamda uzun bir nedenler zincirindeki ilk neden değildir. O her nedensel gücün temelidir. Kutsal Kitap, Tanrı'da "yaşıyor ve deviniyoruz ve O'nda varız" der (Elçilerin İşleri 17:28). Tanrı her varlığın, her hayatın ve her hareketin temelidir. O'nun yaratma ve yaşamı devam ettirme gücünden ayrı olarak hiçbir hayat var olamaz. O'nun varlık gücünden ayrı olarak başka hiçbir şey olamaz. O'nun hareket gücü olmadan hiçbir şey hareket edemez, değişemez ya da bir etki oluşturamaz. Tanrı, Aristo'nun hareket etmeyen hareket ettiricisi gibi değildir. Will Durant bir keresinde Aristo'nun tanrısını İngiltere Kralı'na benzetmişti: Egemendir ama yönetmez. Tanrı sadece hüküm sürmekle kalmaz, aynı zamanda yönetir ve egemen bir şekilde yönetir.

            Ancak ikincil nedenler, hayali ya da iktidarsız değildirler. Gerçek nedensel güç harcarlar. Bizler gerçek seçimler yaparız. Buna karşın ikincil bir neden, etkinlik için her zaman birincil nedene, Tanrı'nın Kendisine bağımlıdır.

            Tanrı egemen isteğini, ikincil nedenler aracılığıyla gerçekleştirir. "Aracılığıyla" sözü, Tanrı'nın sonuçları sadece atamakla kalmayıp aynı zamanda bu sonuçlara götürecek yolları da atadığını belirtir.

            Sınırlı kefaret doktrini, Mesih'in kendisi için çarmıha gittiği özel tasarım ya da sonuca bağlıdır. John Owen şöyle der: "Mesih'in ölümünün sonunda, ... hem Babası ve Kendisinin bunda tasarladığından; ve ... hem de onun aracılığıyla etkin bir şekilde gerçekleştirip başardığından genel olarak bahsediyoruz."[xxxiv]

            Kefaretin hedefi kayıpları kurtarmaktı. Mesih kilisesini sevdi ve Kendisini onun için verdi. Koyunlarını kurtarmak için öldü. Amacı, halkı için barıştırmayı ve kurtarışı gerçekleştirmekti.

            Baba'nın nihai amacı, seçilmişleri kurtarmaktı. Kurtarış hedefini ya da amacını gerçekleştirmek için Oğlu'nun kefaretini tasarlamıştır. Her Arminyusçu bununla aynı görüştedir. Konu şudur: Tanrı'nın amacı kurtuluşu herkes için mümkün kılmak mıydı yoksa seçilmişler için kurtuluşu kesin mi kılmaktı? Bu amacı gerçekleştirmek için gerekli yolları atamıştır. Bunlardan bir tanesi Oğlu tarafından yapılan kefaretti. Diğeri Kutsal Ruh'un bu kefareti seçilmişlere uyarlamasıdır. Tanrı seçilmişlerin kurtuluşları için iman armağanı dahil, gereken her şeyi sağlamıştır.

            Tamamen bozulmuşluk doktrinini bir kez kavradığımızda, kimsenin Mesih'in kefaret eden işine imana yatkın olmayacağını biliriz. Tanrı, kefaretin yararlarını uyarlamanın yollarını, yani imanı, sağlamazsa herkesin potansiyel kurtuluşu kimsenin gerçekten kurtulmayışıyla sonuçlanır.

 

MESİH'İN DUADA ARACILIK EDİŞİ

 

Mesih'in büyük Başkahinimiz olarak en önemli işi kefarettir ama bu O'nun tek kahinsel işi değildir. Ayrıca Baba'nın önünde bizim için duada aracılık eden Kişi olarak yaşar. Duada bizler için aracılık etmesi, seçilmişlerin kurtarılışı amacının bir diğer yoludur. Mesih koyunları için sadece ölmekle kalmaz aynı zamanda onlar için dua da eder. Duada aracılık etmek olan özel işi kesin bir tasarıma sahiptir. İsa başkahinsel duasında şöyle der:

 

                «Dünyadan bana verdiğin insanlara senin adını açıkladım. Onlar senindiler, bana verdin ve senin sözüne uydular. Bana verdiğin her şeyin senden olduğunu şimdi biliyorlar. Çünkü bana ilettiğin sözleri onlara ilettim, onlar da kabul ettiler. Senden çıkıp geldiğimi gerçekten anladılar, beni senin gönderdiğine iman ettiler. Onlar için istekte bulunuyorum. Dünya için değil, bana verdiğin kimseler için istekte bulunuyorum. Çünkü onlar senindir. Benim olan her şey senindir, seninkiler de benimdir. Ben onlarda yüceltildim. Ben artık dünyada değilim, ama onlar dünyadalar. Ben sana geliyorum. Kutsal Baba, onları bana verdiğin kendi adınla koru ki, bizim gibi bir olsunlar. Kendileriyle birlikte olduğum sürece, bana verdiğin kendi adınla onları esirgeyip korudum. Kutsal Yazı yerine gelsin diye, mahva giden adamdan başka içlerinden hiçbiri mahvolmadı.

Yuhanna 17:6-12

 

            İsa burada Baba'nın Kendisine verdiği kişiler için duada aracılık eder. Bunun bütün insanlığı içermediği açıktır. Baba, Mesih'e sınırlı sayıda kişi vermiştir. Mesih'in kendileri için dua ettiği kişiler bunlardır. Bunlar ayrıca Mesih'in kendileri için ölmüş olduğu kişilerdir. İsa bütün dünya için dua etmez. Bunu direkt ve açık olarak söylüyor. Kesin olarak Kendisine verilenler, seçilmişler için dua eder.

            İsa, Yuhanna'nın Müjdesi'nde daha önce şöyle der: "Baba'nın bana verdiklerinin hepsi bana gelecek ve bana geleni ben asla kovmam. Çünkü kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmek için gökten indim. Beni gönderenin isteği şudur: bana verdiklerinden hiçbirini yitirmeyeyim, ama son günde hepsini dirilteyim" (Yuhanna 6:37-39). Burada hiçbir belirsizlik yoktur. Mesih'in bizim kefilimiz olarak gerçekleştirdiği kurtuluş işi sadece bir olasılık ya da bir potansiyellik değildir. Kesin bir şeydir.

            Mesih'in bütün dünya için dua etmeyişi ve bütün dünya için ölmediği konusunda her türden yarı-Pelagiyusçu karşı çıkar. Başvurdukları en önemli metin, Yuhanna'nın ilk mektubundadır: "Yavrularım, bunları size, günah işlemeyesiniz diye yazıyorum. Ama birimiz günah işlerse, adil olan İsa Mesih bizi Baba'nın önünde savunur. Kendisi günahlarımızı ve yalnız bizim günahlarımızı değil, bütün dünyanın günahlarını da bağışlatan kurbandır" (1.Yuhanna 2:1-2). Bu metin, açık bir şekilde "bütün dünyanın" günahlarını bağışlatan kurban olduğunu söyleyerek yüzeyde sınırlı kefareti yıkmış görünür. Bütün dünya, "bizim" sözüyle tezat olarak konmuştur. "Burada bizim ne demek ve bütün dünya ne demek?" diye sormamız gerekir.

            Bizim sözcüğü Hristiyan olmayanlardan ayrım yapmak üzere Hristiyanlar'dan söz ediyor olabilir. Eğer bu yorum doğruysa, o zaman Mesih sadece Hristiyan İnanlılar için değil, bütün dünyadaki herkes için bir kurbandır.

            Diğer yandan bizim sözcüğü, özel olarak Yahudi İnanlılar'dan söz ediyor olabilir. Kilise ilk oluşurken en önemli sorulardan biri, "Yeni Antlaşma topluluğuna kim dahil edilecek?" sorusuydu. İncil, Mesih'in bedeninin sadece etnik Yahudiler'i değil, aynı zamanda Samiriyeliler'i ve Yahudi olmayan ulusları da içerdiğini üstüne basarak söyler. Kilise, sadece İsrail'in dünyasından değil, her oymak ve ulustan insanlardan, bütün dünyadan çekilen insanlardan oluşmuştur.

            İncil'de, dünya sözcüğünün sık sık ne dünyanın tamamından ne de yeryüzünde yaşayan bütün kişilerden söz etmediği hakkında bol bol kanıt vardır. Örneğin, Luka'da şunu okuyoruz: "... O günlerde Sezar Avgustus tüm Roma dünyasında bir nüfus sayımının yapılması için ferman çıkardı" (Luka 2:1-2). Bu nüfus sayımının Çin'e ya da Güney Amerika'da oturanları içermediğini biliyoruz, bu yüzden "bütün dünya" sözü, dünyanın tamamında yaşayan herkesten söz etmez. Dünya sözcüğü Kutsal Kitap'ta yaygın olarak bu şekilde kullanılır.

Yarı-Pelagiyusçular, Pavlus'un "Şöyle ki Tanrı, insanların suçlarını saymayarak dünyayı Mesih'te kendisiyle barıştırdı ve barıştırma sözünü bize emanet etti" dediği 2. Korintliler 5:19'u da kullanırlar. Pavlus, Mesih'in "dünyayı Tanrı'yla barıştırmasından" belirtme kipinde söz eder. Birkaç dakika sonra, "Tanrı'yla barışın" diyerek belirtme kipinden buyruğa geçer (2. Korintliler 5:20). Bu sadece zaten olduğumuz bir şey olmamız için bir buyruk mu?

            Mesih'in çarmıhtaki kurbanının yeterlilik ve değer bakımından sınırsız olduğu kesindir. Bu anlamda Mesih bütün dünya için kefarette bulunur. Ama ne bu kefaretin etkinliği, ne de nihai tasarımı bütün dünya için geçerli değildir.

            Kefaretin nihai amacı, Tanrı'nın nihai amacı ya da isteğinde bulunur. Bu amaç ya da tasarım, insanlığın tümünü içermez. Eğer içerseydi, insanlığın tümü kesinlikle kurtarılırdı.