7. Tanrı'nın Kadir Seçimi

            Birisi Calvinizm teriminden söz ettiğinde genel tepki, "Yani önceden belirlenmişlik” doktrininden mi söz ediyorsunuz?"dur. Calvinizm'in önceden belirlenmişlikle bu şekilde özdeşleştirilmesi gerçek ve yaygın olduğu kadar da tuhaftır.

            Calvinizm'in Kutsal Kitab’ın önceden belirlenmişlik doktrinine sağlam bir şekilde inandığı kesindir. Doktrin hakkındaki Reform görüş, tarihsel Calvinizm için merkezidir. Ancak, John Calvin önceden belirlenmişlik hakkında daha önce Martin Luther ve Luther'den önce de Augustin'den (ve hatta Thomas Aquinas'dan) farklı bir görüş taşımıyordu. Luther aynı konuda Calvin'den daha çok şey yazmıştır. Calvin, ünlü Institutes of the Christian Religion adlı kitabında önceden belirlenmişlik konusuna, bu kitapta ele aldığı diğer doktrinlerden daha az yer vermiştir.

            Hemen hemen her kilise, önceden belirlenmişlik konusunda bir tür doktrin geliştirmiştir, bunun nedeni Kutsal Kitab’ın önceden belirlenmişliği öğretmesidir. Önceden belirlenmişlik Kutsal Kitap'ta yer alan bir söz ve Kutsal Kitap'ta yer alan bir kavramdır. İnsan Kutsal Kitap'a uygun bir teoloji geliştirmek istiyorsa, önceden belirlenmişlik doktrinini görmezlikten gelemez. Önceden belirlenmişlik ya da önceden belirlenme terimi Havari Pavlus tarafından sık sık kullanılmıştır:

Cetvel 7.1

TULİP'in İkinci Taç Yaprağı

1 Tamamen bozulmuşluk                     İnsanlığın radikal yozluğu

2 Şartsız seçim                                  Tanrı'nın kadir seçimi

3 Sınırlı kefaret                        Mesih'in amaçlı kefareti

4 Karşı konulamaz lütuf                       Ruh'un etkin çağrısı

5 Kutsalların dayanması                       Tanrı'nın kutsalları koruması

 

                Bizi Mesih'te her ruhsal kutsamayla göksel yerlerde kutsamış olan Rabbimiz İsa Mesih'in Babası Tanrı'ya övgüler olsun. O, kendi önünde, sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih'te seçti. Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca, İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi. Öyle ki, sevgili Oğlu'nda bize bağışladığı yüce lütfu övülsün. Tüm bilgelik ve anlayışla üzerimize yağdırdığı kendi lütfunun zenginliği sayesinde, Mesih'in kanının aracılığıyla Mesih'te kurtuluşa, suçlarımızın bağışına sahibiz. Tanrı Mesih'te edindiği iyi amaç uyarınca bize kendi isteğinin sırrını açıkladı. Zaman dolunca gerçekleştireceği bu tasarıya göre, yerdeki ve gökteki tüm varlıkları Mesih'te birleştirecek. Her şeyi kendi isteği doğrultusunda düzenleyen Tanrı'nın amacına göre önceden belirlenip Mesih'te seçildik. Öyle ki, Mesih'e ilk ümit bağlamış olan bizler, O'nun yüceliğinin övülmesi için yaşayalım.

                                                                                                                                             Efesliler 1:3-12

 

            Pavlus, İnanlılar'ın Tanrı'nın isteğinin amacına göre önceden belirlenmiş olduğundan söz eder. Öyleyse soru, Kutsal Kitap önceden belirlenmeyi öğretir mi? sorusu değildir. Soru, Kutsal Kitap'taki önceden belirlenmişlik kavramı tam olarak ne anlama gelir sorusudur. Önceden belirlenmişlik, en temel anlamında kaderle ilgilidir. Kader ya da varılacak bir yere varmak üzere hareket halinde olduğumuz ama henüz varmadığımız bir noktadan söz eder. Uçak bileti ayırtırken onları hiçbir yer için ayırtmayız. Kafamızdan varacağımız bir yer, varmaya çalıştığımız bir yer vardır.

            Önceden belirlenmişliğe önceden sözcüğünü eklediğimizde belirlenmeden önce gerçekleşen bir yerden önce gerçekleşen bir şeyden söz ediyoruz. Önceden sözü zamanla ilgilidir. Kutsal Kitap kategorilerinde önceden belirlenmişlik, sadece bizler Mesih'e iman etmeden önce değil ve hatta bizler doğmadan bile önce değil, bütün sonsuzluktan beri, evren yaratılmadan önceden açıkça gerçekleşir.

            Önceden belirlenmişliği gerçekleştiren Tanrı'dır. Tanrı egemenliğinde önceden belirler. Önceden belirlediği şeyler insanlardır. Kısaca, önceden belirlenmişlik Tanrı'nın insanlar için, Kendi tarafından sonsuzlukta buyurduğu egemen planından söz eder. Ancak, önceden belirlenmişlik kavramının insanların gelecekteki kaderinden fazlasını içerdiğini eklemeliyiz. Zaman ve mekanda gerçekleşen her şeyi de içerir. Sık sık seçilmişlik terimi önceden belirlenmişlikle eşanlamlı olarak kullanılır. Teknik olarak bu yanlıştır. Seçilmişlik terimi tanrısal önceden belirlenmişliğin kesin olarak bir tek yönünden, yani Tanrı'nın belirli bir bireyi kurtulmak üzere seçişinden söz eder. Seçilmişlik teriminin olumlu bir çağrışımı vardır, seçilmiş olanların kurtuluşuyla sonuçlanan iyi önceden belirlenmişlikten söz eder. Seçilmişliğin adına "lanetleme" denilen olumsuz bir yönü de vardır ki bu da seçilmiş olmayanların önceden belirlenmesiyle ilgilidir.

            Kısaca önceden belirlenmişliği geniş olarak şöyle tanımlayabiliriz: Tanrı sonsuzluktan beri, insanlığın bazı üyelerini kurtarmaya ve diğerlerini de yok olmalarına izin vermeye karar vermiştir. Tanrı bir seçim yapmıştır--bazı bireyleri cennette sonsuz esenlikte kurtulmak üzere seçmiş ve diğerlerini günahlarının sonuçlarından ötürü acı çekmelerine, cehennemde sonsuz ceza çekmelerine izin vererek seçmiştir.

 

ŞARTLI MI, ŞARTSIZ MI?

 

            Bizim bireysel yaşamlarımız Tanrı'nın kararını herhangi bir şekilde etkiler mi? Bu, büyük bir dikkatle ele alınması gereken zor bir konudur. Tanrı seçimini bizler doğmadan önce yapmış olduğu halde, yine de bizler ve hayatlarımız hakkındaki her şeyi bizler hayatlarımızı yaşamadan önce bilir. Seçme konusunda bizim hakkımızda önceden bildiği şeyleri göz önünde bulundurur mu? Bu soruyu yanıtlama biçimimiz önceden belirlenmişlik konusunda Reform görüşü benimseyip benimsemediğimizi ortaya koyar. Konu, "Tanrı bazılarını seçip diğerlerini seçmeme kararına temel olarak neyi alır?"dır.

            TULİP "şartsız seçim"den söz eder. Şartsız seçim, önceden belirlenmişlik hakkındaki Reform doktrini diğer teolojilerden ayırır. A.B.D.'deki İç Savaş sırasında, Ulysses S. Grant'a "Şartsız Teslim" Grant adı takılmıştı. Savaşta şartsız teslim, anlaşma ümidiyle görüşmeler yapılmadan teslimdir. "Sen şunu yaparsan ben de bunu yaparım"a yer yoktu. Teslimiyet tam ve bütündür. Yenik düşman her şeyi teslim eder, zaferi kazanan ise hiçbir şeyi teslim etmez. USS Missouri savaş gemisinde gözlemlenen bu tür teslim, II. Dünya Savaşı'nı sona erdirdi. Şartsız teriminin anlamı basitçe, "ne önceden bilinen ne de başka türlü hiçbir şarta bağlı olmayan"dır.

            Reform olmayan birçok kilise, seçilmişliğin şartlı olduğunu öğretir: Tanrı bazı insanları kurtuluşa seçer, ama ancak belirli şartları yerine getirirlerse. Tanrı onları seçmeden önce bu insanların bu şartları yerine getirmelerini beklemez. Şartlı seçim genelde Tanrı'nın insanların yapacaklarını ve verecekleri yanıtları önceden bilmesini temel alır. Buna sık sık, seçilmişliğin ya da önceden belirlenmişliğin önceden bilinişi görüşü denir. Buradaki düşünce, Tanrı'nın bütün sonsuzluktan zaman tüneline bakması ve kimin müjdeye olumlu bir karşılık verip kimin vermeyeceğini önceden bilmesidir. Kimin imanını kullanıp kimin kullanmayacağını önceden bilmesidir. Tanrı önceden bildiği bu noktayı temel alarak bazılarını seçer. İmanları olacağını bildiğinden onları seçer. Kimin seçilme şartlarını yerine getireceğini bilir ve bunu temel alarak onları seçer.

            Seçilme konusunda önceden biliniş görüşünü desteklemek için kullanmaktan çok hoşlandıkları bir parça Romalılar'dadır: "Tanrı, önceden bildiği kişileri, Oğlunun benzerliğine dönüştürmek üzere önceden belirledi. Öyle ki, Oğul birçok kardeşler arasında ilk doğan olsun. Tanrı, önceden belirlediği kişileri çağırdı, çağırdığı kişileri akladı ve akladığı kişileri yüceltti" (Romalılar 8:29-30).

            Bu metinde Tanrı'nın önceden bilişinin önceden belirlemesinden önce geldiğini görüyoruz. Önceden biliniş görüşünü savunanlar, önceden biliniş önceden belirlenişten önce geldiğinden, önceden bilinişin önceden belirlenişin ana prensibi olduğu sonucuna varırlar. Pavlus böyle söylememektedir. Sadece, Tanrı'nın önceden bildiklerini önceden belirlediğini söylüyor. Başka kimi önceden belirleyebilir ki? Tanrı'nın herhangi birini herhangi bir şey için seçmeden önce seçiminin hedefleri olarak onları düşünmesi gerektir. Pavlus'un önceden belirlenmişliği önceden bilinişle bağlantılaması, bu önceden bilişin kişinin seçilmek için herhangi bir şartı yerine getirmesini içerip içermediği hakkında hiçbir şey söylemez.

            Aslında Romalılar 8:29-30 seçilmişlik konusunda önceden biliniş görüşüne aykırıdır. Pavlus önceden bilinişle başlar ve bundan sonra önceden belirlenmişlik, çağrı, aklanma ve yüceltilme olarak kurtuluşun "altın zinciri"nde ilerler. Buradaki en önemli soru, çağrıyla aklanma arasındaki ilişkidir. Zincir, Tanrı'nın önceden bildiklerini aynı zamanda önceden belirlediğini söyler. Metin, kısaltılmıştır: Hepsi sözcüğünü içermez ama bu söz söylenmeden anlaşılır (Kutsal Kitab’ın çevirilerinin çoğu bu sözcüğü ekler). Metnin anlamı, Tanrı'nın önceden bildiği herkesi (onları hangi anlamda önceden biliyorsa) önceden belirlemiş olmasıdır. Ve önceden belirlemiş olduğu herkesi çağırır. Ve çağırdığı herkesi aklar. Ve akladığı herkesi yüceltir. Zincir şöyledir: önceden bilmek-önceden belirleniş-çağrı-aklanma-yüceltilme.

            Çağrılan herkesin aynı zamanda aklanmış da olması anlamlıdır. Pavlus burada "çağrı" sözüyle neyi kastediyor? Teolojide, dışsal ve içsel çağrı olmak üzere iki tür tanrısal çağrı arasında bir ayrım yaparız.

            Tanrı'nın dışsal çağrısını müjdenin bildirilişinde görürüz. Müjdenin bildirildiğini duyan herkes Mesih'e çağrılır ya da davet edilir. Ama herkes bu dışsal çağrıya olumlu bir şekilde yanıt vermez. Bazıları duymazlıktan gelir, diğerleri resmen reddeder. Bazen müjde sağır kulaklara bildirilir. Kutsal Kitap, müjdeyi dışsal olarak duyan herkesin otomatik olarak aklanmadığını açıkça bildirir. Aklanma, çağrıyı duyarak değil, çağrıya inanarak gerçekleşir. Bu yüzden hiç olmazsa bir anlamda, çağrılan ama seçilmeyen bazıları (hatta birçokları) vardır. Müjdenin dışsal çağrısını işiten birçok kişi hiçbir zaman aklanmaz. Buna karşın Pavlus, altın zincirde, Tanrı tarafından çağrılanların aynı zamanda O'nun tarafından aklandıklarını söyler. Herkesin kurtulacağına inanan biri değilseniz, bunun sadece müjdenin dışsal çağrısından söz ettiği sonucuna varamazsınız.

            Teoloji aynı zamanda Tanrı'nın içsel çağrısından söz etmektedir, bu herkese verilmez. Reform teoloji bunun adına etkin çağrı der (bu bölüm 9'da daha etraflıca ele alınacaktır). Bu çağrıyı alanların hepsi aklanmış olanlara dahildir. Yine bu, metnin çağrılan herkesin aklandığını ima ettiğini varsayar. Metin bunu açık bir şekilde söylemez. Metni, çağrılanların bazılarının aklandığı olarak yorumlamak mümkündür. Ama bazıları terimi zincirin bu noktasında ima ediliyorsa, zincir boyunca ima ediliyor olmalıdır. Bu durumda metin, Tanrı'nın önceden bildiklerinin bazılarını önceden belirlediğini, önceden belirlediklerinin bazılarını çağırdığı, çağırdıklarının bazılarını akladığı ve akladıklarının bazılarını yücelttiğini söylüyor olur. Bu da Pavlus'un sözlerini saçma bir hale getirir. Hepsi iması belirsiz değildir. Metnin yazılış biçiminde açıktır.

 

KURTULUŞ SIRALAMASI

 

Burada kurtuluş sıralamasını ele alıyoruz (ordo salutis). Önceden belirlenmenin çağrıdan önce geldiğini gördük. Eğer çağrı, önceden belirlenmeden önce gelseydi önceden biliniş görüşü savunulabilirdi. Bundan sonra, çağrının önceden belirlenişi değil, önceden belirlenişin çağrıyı temel aldığı varsayılabilirdi (ama dışsal çağrıyla içsel çağrı arasındaki fark yine de sorunlu olurdu).

            Reform teolojisi altın zincirin Tanrı’nın bazı insanları Tanrısal çağrı almaları, diğerlerinin almamaları için önceden seçildiğini anlar . Bu çağrıyı sadece önceden belirlenenler ya da seçilmişler alır ve sadece bu çağrıyı alanlar aklanırlar. Burada bir seçme süreci olduğu çok açıktır. Herkes, sonucu aklanma olan bu çağrıyı almak üzere önceden belirlenmemiştir. Aynı şekilde sadece önceden belirlenenlerin aklandığı açıktır. Aklanma imanla olduğundan sadece önceden belirlenmişlerin imanı olacağını anlıyoruz. Önceden biliş görüşü bizlerin imanımız olduğundan ötürü seçildiğimizi savunur. Reform görüşü, imana ve aklanmaya seçildiğimizi savunur. İman kurtuluş için gerekli bir şarttır ama seçilmişlik için gerekli değildir. Önceden biliş görüşü imanı, seçilmek için bir şart haline getirir; Reform teolojisi imanı seçilmişliğin bir sonucu olarak görür. Bu, şartlı seçim ve şartsız seçim, yarı-Pelagiyancılığın bütün biçimleri ve Augustincilik, Arminyanizm ve Calvinizm arasındaki temel farklılıktır.

            Reform tanrıbilimciler altın zinciri şu şekilde anlarlar: Tanrı seçilmişlerini sonsuzluktan beri biliyordu. Onları yaratmadan önce aklında onların kişilikleriyle ilgili bir fikri vardı. Onları kişisel kimlikleri hakkında önceden bir fikri olarak değil aynı zamanda onları önceden sevme anlamında tanıyordu. Kutsal Kitap, "bilmek"ten söz ettiğinde, birisinin orada olduğunu aklımızda bilmekle o kişi için derin, yakın bir sevgi arasında bir ayrım yapar. Reform görüş, Tanrı'nın önceden bildiklerinin hepsini, içsel olarak çağrılmış, aklanmış ve yüceltilmiş olmaya da önceden belirlediğini öğretir. Tanrı seçilmişlerinin ve sadece seçilmişlerinin kurtuluşunu egemen olarak gerçekleştirir.

Şekil 7.1

Kurtuluşun Altın Zinciri

**şekil s.146

Önceden biliniş

Önceden belirlenme

Çağrı

Aklanma

Yüceltilme

 

Westminster İnanç Bildirisi şöyle der:

 

                Tanrı'nın hükmü doğrultusunda, O'nun yüceliğinin görülmesi için, bazı insanlar ve melekler sonsuz yaşam için önceden belirlenmişler; ve diğerleri sonsuz ölüm için önceden belirlenmişlerdir.

                Bu melekler ve insanlar, önceden belirlenerek seçildiklerinden ve özel olarak ve değişmez bir şekilde tasarlandıklarından, sayıları da belirli ve kesindir. Sayıları arttırılamaz ve azaltılamaz.

               

            İnanç Bildirisi, şartsız seçimle ne demek istendiğini açıkça dile getirir. Seçilmemizin temeli, Tanrı tarafından bizde daha önceden görülen bir şey değil, O'nun egemen iradesini hoşnut edendir. Burada Tanrı'nın egemenliği sadece Tanrı'nın gücü ve yetkisinden değil, aynı zamanda da lütfundan söz eder. Bu, Pavlus'un Romalılar'da büyük şevkle vurguladığı sözlerin yankısıdır:

 

                Bundan başka, Rebeka da bir erkekten, atamız İshak'tan ikizlere gebe kalmıştı. Çocuklar henüz doğmamış, iyi ya da kötü bir şey yapmamışken, Tanrı Rebeka'ya, «Büyüğü, küçüğüne kulluk edecek» dedi. Öyle ki, Tanrı'nın bir seçim yapmaktaki amacı, yapılan işlere değil, kendi çağrısına dayanarak sürsün. Yazılmış olduğu gibi, «Yakup'u sevdim, Esav'dan ise nefret ettim.»

                Öyleyse ne diyelim? Tanrı'da adaletsizlik mi var? Kesinlikle hayır! Çünkü Musa'ya şöyle diyor: «Merhamet ettiğime merhamet edeceğim ve acıdığıma acıyacağım.» Demek ki seçilmek, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı'nın merhametine bağlıdır.

 

Romalılar 9:10-16

 

            Pavlus Romalılar'a Tanrı'nın Musa'ya bildirdiği şeyi hatırlatıyor: "Merhamet ettiğime merhamet edeceğim ve acıdığıma acıyacağım." İlke, Tanrı'nın merhameti ve lütfunun egemenliğidir. Tanım olarak lütuf, Tanrı'nın sahip olması gereken bir şey değildir. Onu insanlara vermek ya da vermemek Tanrı'nın egemen seçimidir. Tanrı'nın kimseye karşı lütuf borcu yoktur. Borç olan lütuf, lütuf değildir. Adalet bir zorunluluğu zorla kabul ettirir. Ama lütuf özde gönüllü ve karşılıksızdır.

Tanrı’nın merhametinin hedeflerini seçme temeli sadece kendisini hoşnut eden isteğidir. Pavlus bunu açıkça dile getirir. “Bizi Mesih’te her ruhsal kutsamayla göksel yerlerde kutsamış olan Rabbimiz İsa Mesih’in Babası Tanrı’ya övgüler olsun. O kendi önünde sevgide kutsal ve kusursuz olmamız için dünyanın kuruluşundan önce bizi Mesih’te seçti. Kendi isteği ve iyi amacı uyarınca İsa Mesih aracılığıyla kendisine oğullar olalım diye bizi önceden belirledi. (Efesliler 1:3-5)

            Tanrı'nın isteğinin iyi amacına göre seçmiş olması, seçimlerinin kaprisli ya da keyfi olduğu anlamına gelmez. Keyfi bir seçim hiçbir nedeni olmayan bir seçimdir. Reform teolojisi, Tanrı'nın seçiminin bireylerin yaşamlarında önceden görülen hiçbir şeyi temel almadığında ısrar ettiği halde, bunun anlamı Tanrı'nın seçimi yapmasının hiçbir nedeni olmadığı değildir. Anlamı sadece Tanrı'nın seçimi bizde gördüğü bir şeyden ötürü yapmadığıdır. Tanrı, araştıralamaz, gizemli isteğinde sadece Kendisinin bildiği nedenlerden ötürü seçer. Kendi iyi amacına göre seçer ki, bu O'nun tanrısal hakkıdır. O'nu hoşnut eden şey, O'nun iyi amacı olarak tanımlanır. Bir şey Tanrı'yı hoşnut ediyorsa, iyi olmalıdır. Tanrı'da kötü bir amaç yoktur.

            Yarı-Pelagiyanizm'in bütün biçimlerinde, son analizde, Tanrı'nın seçim nedenleri kaçınılmaz bir şekilde insanların davranışlarını temel alır. Bu noktada, Pelagianizm'in modern kilise üzerindeki nüfuz edici etkisini görüyoruz.

            Pavlus, Tanrı'nın Yakup'u Esav'ın yerine seçmesinin her iki kardeşin de davranışlarını temel almadığını altını çizerek bildirir. Havarinin sözleri hakkında dikkatimizi çeken ilk şey, bunun bireylerden söz ettiğidir. Bazıları bunun yerine Pavlus'un uluslardan ya da gruplardan söz ettiğini ve seçilmişliğin bireylere uyarlaması olmadığını savunmuştur. Ulusların bireylerden oluşmasının yanısıra dikkati çeken nokta Pavlus seçilmişliği Tanrı’nın egemenlik seçiminin iki ayrı tarihsel bireyin örnekleri olarak bahsederek açıklar. Bu bireyler iki kişinin olabileceği kadar birbirlerine yakın kişilerdi. Bir ailede doğmuş iki kardeş olmakla kalmıyorlardı, ikiz kardeşlerdi.

            Pavlus, Tanrı'nın seçim buyruğunun kardeşlerin doğumundan iyi ya da kötü herhangi bir şey yapmalarından önce gerçekleştiğini söylüyor. Havari neden bunu söylüyor? İkizlerin henüz doğmamış ya da henüz iyi veya kötü bir şey yapmamış olduğunu söylemenin öğretici ya da edebi amacı neydi? Şartlı seçim konusundaki önceden biliniş görüşü, Tanrı'nın seçiminin ikizler doğmadan ve iyi ya da kötü herhangi bir şey yapmadan önce gerçekleştiğini kabul eder. Ama bu gereksiz ayrıntılara girmektir.

            Önceden biliniş görüşü, bundan sonra yine de buyruğun ikizlerin gelecekteki davranış ve kararlarını temel aldığını bildirir. Havari bunu hiçbir yerde söylememektedir. Pavlus, önceden biliniş görüşünü öğretmek niyetinde olsaydı, bunu açık bir şekilde dile getirebilirdi. Ama burada karşımızda olan şey sessizliğinden çıkarttığımız bir sonuçtan daha fazladır. Pavlus, Tanrı'nın Yakup'u Esav'ın yerine seçmesini belirleyen şeyin Yakup ya da Esav'ın yaptıkları olmadığını açıkça söyler: "Demek ki seçilmek, insanın isteğine ya da çabasına değil, Tanrı'nın merhametine bağlıdır."

            Arminyanizm'de önceden belirlenmedeki en önemli etken, İnanlı'nın isteğidir. Havari bunun böyle olmadığını, "insanın isteğine...bağlı değildir" demekten daha nasıl açık bir şekilde söyleyebilir? Arminyancılar ve yarı-Pelagiancılar, önceden belirlenmiş görüşlerini nihai olarak Tanrı'nın egemen lütfuna değil, isteyene bağlarlar. Seçilmişlik hakkındaki önceden biliniş görüşü, Kutsal Kitab’ın seçilmişlik doktrininin açıklaması değil, bu doktrinin açıkça inkarıdır.

 

SEÇİLMİŞLİK VE TANRI'NIN DOĞRULUĞU

 

Pavlus, Romalılar'da yanıt beklemeyen bir soru sorar: "Öyleyse ne diyelim? Tanrı'da adaletsizlik mi var?" Yine Pavlus'un bu soruyu neden sorduğunu soruyoruz. Pavlus çok iyi bir öğretmendi. Öğretisine karşı çıkacakların itirazlarını önceden tahmin edebiliyordu ve bunları baştan ele alıyordu. Tanrı'da adaletsizlik olup olmadığı sorusunu ortaya attığında hangi itirazı göz önünde bulunduruyor?

            İlk olarak seçilmişlik konusunda önceden biliniş görüşünü ele alacağız. Buna karşı yükseltilen hangi itirazlar Tanrı'da adaletsizlik olduğu suçlamasını içeriyor? Hiçbiri. Seçilmişlik konusundaki şartlı görüş, iki sınırı korumak için tasarlanmıştır: Bir yanda insan özgürlüğü konusundaki belirli bir görüş vardır ve diğer yanda Tanrı'yı esas alan görüş vardır. Bunlar Tanrı'yı, insanların kendi seçimlerini göz önünde bulundurmadan kurtuluşa seçerek adaletsiz olduğu, keyfi ya da haksız davrandığı suçlamasından korumaya çalışırlar. Kısaca, Arminyancı ya da yarı-Pelagiancılar'ın seçilmişlik konusundaki görüşlerine muhalefet etmek, bunun Tanrı'nın doğruluğuna şüphe düşürdüğü suçlamasını içermez. Eğer Pavlus, önceden biliniş görüşünü kabul etseydi, bu tür bir itiraz olacağını tahmin etmesini beklemezdik.

            Pavlus'un beklediği itiraz, Calvinciler'in sürekli olarak işittiği itirazdır: Calvinci seçilmişlik doktrini Tanrı'nın adaletine gölge düşürür. Şartsız seçimin Tanrı'yı bir tür adaletsizlik içine soktuğu yüksek sesle ve sık sık yapılan bir şikayettir. Tahminim Pavlus, Calvinciler'in duyduğu itirazın aynısının yapılacağını bekliyordu çünkü kendisi Calvinciler'in öğrettiği seçilmişlik doktrininin aynısını öğretmişti. Seçilmişlik doktrinimize saldırıldığında, şartsız seçime karşı çıkanların münakaşalarına katlanmak zorunda kaldığımızda yalnız olmadığımızı, Pavlus'un kendisinin de yanımızda olduğunu düşünerek teselli buluyorum.

            Tanrı'da adaletsizlik olduğu düşüncesi, Tanrı'nın bazılarını kurtuluş için seçmiş olduğu, diğerlerini ise seçmemiş olduğuyla bağlantılıdır. Tanrı'nın bazılarına lütuf verip diğerlerine vermemesi "doğru" ya da adil gözükmez. Esav yerine Yakup'u seçme kararı her ikisi de doğmadan ve iyi ya da kötü hiçbir şey yapmadan önce verildiyse ve eğer seçim gelecekteki davranışları ve verecekleri karşılıklar göz önünde bulundurularak yapılmadıysa o zaman sorulacağı belli olan soru, "Neden biri bereketi aldı da diğeri almadı?" sorusudur. Pavlus bunu Tanrı'nın Musa'ya söylediği sözlere başvurarak yanıtlar: "Merhamet ettiğime merhamet edeceğim." Lütfunu kime uygun görürse ona vermek Tanrı'nın hakkıdır. Ne Yakup'a ne de Esav'a herhangi bir lütuf borcu yoktu. Her ikisini de seçmeseydi hiçbir adalet ya da doğruluk ilkesine karşı gelmemiş olurdu.

            Yine de, eğer Tanrı bir kişiye lütuf verirse, adillik için diğerine de eşit miktarda lütuf vermesi "gerekiyor" gibi görünür. Kutsal Kitap'taki lütuf kavramına tamamıyla yabancı olan şey de bu "gerekme" düşüncesidir. Hepsi de Tanrı'nın önünde günahtan suçlu olan ve O'nun yargısına açılmış olan düşmüş insan kitleleri arasında kimse Tanrı'nın merhametini talep ya da hak edecek bir konumda değildir. Tanrı bu grubun içinden bazılarına merhamet etmeyi seçerse bu O'nun herkese etmesi gerektiğini göstermez.

            Tanrı'nın kurtaran lütfunu bütün insanlığa bahşetme gücü ve yetkisi olduğu kesindir. Bunu yapmayı seçmediği kesindir. Tanrı'nın iyi amacı bu olsaydı, Tanrı'nın hepsini kurtarmaya yetecek gücü ve hakkı olduğu halde bütün insanlar kurtulmaz. Hepsinin kaybolmadığı da açıktır. Kimseyi kurtarmayarak doğru adaletini yerine getirme gücü ve yetkisine sahiptir. Gerçekte bazılarını kurtarmayı seçmiştir ama herkesi kurtarmayı seçmemiştir. Kurtulanlar, O'nun egemen lütfu ve merhametini alanlardır. Kurtulmayanlar O'nun zalimliği ve adaletsizliğinin kurbanları değildirler; adaletini alanlardır. Kimse Tanrı'nın elinden hak etmediği bir cezayı almaz. Bazıları O'nun elinden hak etmedikleri bir lütuf alırlar. Bazılarına merhamet bahşetmenin Kendisini hoşnut etmesi diğerlerinin de aynısını "hak ettikleri" anlamına gelmez. Eğer merhamet hak ediliyorsa, bu gerçekte merhamet değil, adalettir.

            Kutsal Kitab’ın tarihi, Tanrı'nın hiç kimseye karşı hiçbir zaman adaletsiz davranmadığı halde, bütün insanlara eşit ya da aynı davranmadığını açıkça gösterir. Örneğin, Tanrı lütfunda İbrahim'i Kildaniler'in Ur kentinden, putperestlikten çağırmış ve onunla diğer putperestlerle yapmadığı lütuf dolu bir antlaşma yapmıştır. Tanrı Kendisini Musa'ya Firavun'a bahşetmediği bir şekilde vahyetmiştir. Tanrı, Tarsuslu Saul'a Mesih hakkında, Pilatus'a ya da Kayafa'ya vermediği bir vahiy vermiştir. Tanrı, Pavlus Hristiyanlar'a şiddetle zulüm eden biriyken ona karşı çok lütufkar davrandığından aynı vahiysel avantajı Pilatus'a da vermeye mecbur muydu?

            Ya da Saul'da Tanrı'nın onu Pilatus yerine tercih edip seçmesine neden olacak özel bir erdemli nitelik mi vardı? Aynı soruyla yüzyıllardan atlayıp günümüze gelebiliriz. Biz İnanlılar, birçok arkadaşımız iman etmezken neden kendimizin iman ettiğini kendimize sormalıyız. Bizler onlardan daha zeki olduğumuzdan mı Mesih'e iman ettik? Eğer öyleyse, bu zeka nereden geldi? Bu bizim kazandığımız ya da hak ettiğimiz bir şey mi? Yoksa zekamızın kendisi Yaratıcımız'dan bir armağan mıydı? Müjdeye olumlu bir karşılık vermemizin nedeni arkadaşlarımızdan daha iyi ya da daha erdemli oluşumuz mu?

            Bu soruların yanıtlarını hepimiz biliyoruz. Neden kendimin Mesih'e iman edip arkadaşlarımdan bazılarının etmediğini yeterli bir şekilde açıklayamam. Sadece Tanrı'nın bana olan lütfunun yüceliğine bakabilirim, bu lütuf ne o zaman ne de şimdi hak ettiğim bir lütuftur. Zaten en önemli nokta ve kurtuluşu diğerlerinden daha çok hak ettiğimize inanarak gizli bir gururumuzun olup olmadığını keşfettiğimiz yer de budur. Bu Tanrı'nın lütfuna karşı çok büyük bir hakarettir ve kibirimizin anıtıdır. Güvenimizi nihai olarak kendi işimize koyduğumuz, şeriatçılığın en kötü biçimine dönüştür.

 

SEÇİM VE AHLAKSAL YETERSİZLİK

 

Şartlı seçimi ya da seçilmişliğin temeli olarak bir tür önceden bilinişi savunanları ciddi bir zorluk beklemektedir. Düşmüş insanların müjdeye olumlu bir şekilde karşılık verme kapasitesinde olduklarını varsayıyor olmalılar. Bu varsayım yarı-Pelagiyusçu'dur çünkü özgün günahın iradeyi zayıflattığını ama Tanrı'nın şeylerine karşı yatkınlık konusunda ahlaksal bakımdan yetersiz olmadığını önceden varsayar. Özgün günaha karşın, benlikte kendini ruhsal şeylere yatkınlaştıracak kendiliğinden bir güç var olmayı sürdürmektedir. Daha önce kişi, TULİP’in T'si olan tamamen bozulmuşluk doktrinini kabul ederse şartsız seçimini bunu izlemesinin gerekli olduğunu söylemiştik. Kişi şartları yerine getiremiyorsa, o zaman seçilmişlik şartsız olmalıdır. Eğer özgün günah konusunda Reform görüş doğruysa, o zaman Tanrı hiçbir düşmüş yaratığın gelecekte Mesih'i seçeceğini görmez. Tanrı kendi başlarına bırakıldıklarında düşmüş yaratıkların Mesih'i seçmeyeceklerini bütün sonsuzluktan beri biliyordu.

            Gördüğümüz gibi, Yuhanna'nın Müjdesi Mesih'in bu konuyu ele aldığını bildirmektedir:

 

                "Yine de aranızda iman etmeyenler var." İsa iman etmeyenlerin ve kendisini ele verecek olanın kim olduğunu başlangıçtan biliyordu. «Sizlere, `Baba'nın bana yöneltmediği hiç kimse bana gelemez' dememin nedeni budur» dedi.

Bunun üzerine öğrencilerinin birçoğu geri döndüler, artık O'nunla dolaşmaz oldular. İsa o zaman Onikilere, «Siz de mi ayrılmak istiyorsunuz?» diye sordu.

Simun Petrus şu cevabı verdi: «Rab, biz kime gidelim? Sonsuz yaşamın sözleri sendedir. İman ediyor ve biliyoruz ki, sen Tanrı'nın Kutsalısın.»

                Yuhanna 6:64-68

 

            İsa, kimsenin Kendisine Baba'nın bunu bahşetmesi olmadan gelemeyeceğini söylüyor. Yuhanna bunu, İsa'nın Kendisine inanmayanların ve ihanet edeceklerin kimler olduğunu başlangıçtan beri bildiği yorumuyla bağlantılıyor. Yine İsa'nın öğretisine verilen karşılık, öğrencilerinden birçoklarının Kendisini terk ettiğini söylüyor. Neden İsa'nın sözlerinden alınmışlardı? Eğer sözcüklere Arminyancı bir bakışla bakılırsa alınmaları için bir neden görmeyiz. Ancak İsa'nın sözlerinin ahlaksal yetersizlik ve Tanrı'nın lütfuna tam bir bağımlılık öğrettiğini anlarsak neden alındıkları anlaşılır bir hale gelir. Ahlaksal yetersizlik doktrini birçok kişiyi alındırmıştır ve birçok kişi Reform teolojisini bundan ötürü reddetmiştir.

            Petrus'un İsa'nın sözlerine verdiği karşılık da ilginçtir. İsa, Petrus'a, "Siz de mi ayrılmak istiyorsunuz?" diye sormuştu.

            Petrus, "Rab, biz kime gidelim? Sonsuz yaşamın sözleri sendedir" diye karşılık vermişti.

            Bu yanıt, Petrus'un İsa'nın öğretisini pek beğenmediğini önerir. "Bu doktrini, yanından ayrılıp gidenlerden daha fazla beğenmiyorum, ama nereye gidebilirim? Sen güvenip izlediğimiz öğretmensin. Sen sonsuz hayatın sözlerine sahipsin, bu yüzden bazı zor şeyler öğretsen bile senin yanında kalacağız" diyor olabilir.

            Yuhanna'nın müjdesinin daha önceki bölümlerinde İsa ahlaksal yetersizlik konusunda benzer bir şey söylemektedir: "İsa, 'Aranızda söylenmeyin' diye cevap verdi. 'Beni gönderen Baba bir kimseyi bana çekmedikçe, o kimse bana gelemez. Bana geleni de son günde dirilteceğim'" (Yuhanna 6:43-44). Bu bildirideki anahtar sözcük çekmek sözcüğüdür. Bu çekmek sözüyle ne söylenmek isteniyor? Birisinin Mesih'e gelebilmesi için Kutsal Ruh Tanrı'nın önce onları gelmeleri üzere kazanmaya çalışması ya da baştan çıkartması gerektiği şeklinde açıklandığını sık sık duymuşumdur. Ancak bizlerin bu kazanılmaya çalışmaya karşı koyma ve bu baştan çıkarılmayı reddetme yeteneğimiz vardır. Bu kazanmaya çalışmak, Mesih'e geliş için gerekli bir durum olduğu halde yeterli bir şart değildir. Gerekli ama zorlayıcı değildir. Mesih'e kazanılmaya çalışılmadan önce gelemeyiz ama kazanılmaya çalışılmak Mesih'e geleceğimizi garantilemez.

            Ben bu açıklamanın doğru olmadığına ikna oldum. Kutsal Kitap metnini, özellikle de çekmek sözcüğünün Kutsal Kitab'a uygun anlamına ihlal etmektedir. Burada kullanılan Yunanca sözcük, elkôdur. Gerhard Kittel'in, Theological Dictionary of the New Testament adlı kitabı, elkô sözcüğünü "karşı konulmaz bir üstünlük aracılığıyla zorlamak" olarak tanımlar. Dilbilimsel ve sözlükbilimsel bakımdan sözcük basitçe, "zorlamak" anlamına gelir.[xxv]

            "Zorlamak," "kazanmaya çalışmak"tan daha güçlüdür. Bu fiilin gücünü görmek için, İncil'de elkô sözcüğünün kullanıldığı başka iki parçayı inceleyelim. Birinci parça, Yakup 2:6'dadır: "Ama siz yoksulun onurunu kırdınız. Sizi sömüren zenginler değil mi? Sizi mahkemelere sürükleyen (elkô) onlar değil mi? Ait olduğunuz Kişi'nin yüce adına küfreden onlar değil mi?" Eğer burada kazanmaya çalışmak sözcüğünü koyarsak, metin şöyle okunur: "Sizi mahkemelere kazanmaya çalışanlar onlar değil mi?"

            İkinci parça, Elçilerin İşleri 16:19'dadır: "Kızın efendileri, kazanç umutlarının yok olduğunu görünce Pavlus'la Silas'ı yakalayıp çarşı meydanına, yetkililerin önüne sürüklediler (elkô)."Pavlus'la Silas'ın yetkilerinin önüne "kazanılmaya çalışıldıkları"nı söylemek gülünç olurdu. Zorla yakalandıklarında kazanılmaya çalışılamaz ya da baştan çıkarılamazdılar. Metin yetkililerin önüne "sürüklendiklerini" ya da "zorla götürüldüklerini" açık bir şekilde belirtmektedir.

            Bir keresinde Arminyusçu bir ilahiyat fakültesinde seçilmişlik konusundaki resmi bir tartışmaya katılmaya davet edilmiştim. Hasmım, İncil bölümünün başkanıydı. Tartışmanın çok önemli bir noktasında, dikkatlerimizi Baba'nın insanları Mesih'e "çekmesi" konusuna yönelttik. Hasmım, Tanrı'nın insanları Mesih'e "çektiğini" ama hiçbir zaman gelmeleri için zorlamadığını kanıtlamak için Yuhanna 6:44'e başvurdu. Düşmüş insan üzerindeki tanrısal etkinin, "kazanmaya çalışmak" olarak ifade edilmesiyle yorumladığı çekmekle sınırlı olduğunda ısrar etti.

            Bu noktada ona Kittel'in sözlerinden ve İncil'de elkô sözcüğünü zorla götürmek olarak tercüme eden diğer parçalardan söz ettim. Profesör benim için hazırdı. Eski Yunan dramlarında sözcüğün kuyudan su çekmek anlamında kullanıldığı bir durumu aktardı. Bana bakıp, "Profesör Sproul, insan kuyudan zorla su götürür mü?" diye sordu. Dinleyenler Yunanca sözcüğün bu şekilde kullanımına gülmeye başladılar.

            Gülüşmeler dinince, "Hayır efendim, kuyudan zorla su götürmediğimizi itiraf etmek zorundayım. Ama bir kuyudan nasıl su alırız? Onu kazanmaya mı çalışırız? Kuyunun başında durup, 'Gel su, gel su!' diye mi bağırırız?" diye yanıt verdim.

            Tanrı'nın bizleri Mesih'e döndürmesi, bizlerin kuyudan suyu çekmemiz kadar gereklidir. Ne kadar çok yalvarırsak yalvaralım, su kuyudan kendi başına gelmeyecektir.

            Çekmek ya da kazanmaya çalışmak sorusunu daha da incelememiz gerekmektedir. Arminyusçular, Ruh'un kazanmaya çalışmasından söz ettiklerinde Ruh'un bu işinin kişi için içsel bir şey mi yoksa dışsal bir şey mi olduğuna inanmaktadırlar? Çekmek sadece dışsal bir çekiş mi yoksa Söz'ün bildirilmesinin kalplerini çekmesi mi? Yoksa Kutsal Ruh her nasılsa ruha nüfuz edip baştan çıkarma işini mi gerçekleştirir? Bu içsel bir iknaya çalışma mı? Eğer öyleyse, Ruh'un işi ruh için yine dışsaldır çünkü ruhu gerçekten zorla çeken hiçbir şey yapmamaktadır.

            Bu noktada Arminyusçuları başka zor sorular beklemektedir. İki önemli konu şudur: (1) Tanrı herkesi eşit şekilde mi kazanmaya çalışır ya da kendisine çeker? (2) Neden bazı insanlar Kutsal Ruh'un kazanmaya çalışmasına olumlu yanıt verirler?

            İlk soruya gelince, eğer Tanrı bütün insanları eşit bir şekilde kazanmaya çalışmazsa, o zaman şartsız seçim konusundaki Reformcu görüşe yapılan bütün itirazların burada da dile getirilmesi gerekir. Tanrı'nın bütün insanları eşit bir şekilde çekmemesinin nedeni bazılarının karşılık vermek için diğerlerinden daha büyük bir güce sahip oluşları mıdır? Arminyusçu, Tanrı'nın sadece olumlu yanıt vereceğini bildiği kişileri çektiğini söyleyerek yanıt verecektir. Eğer öyleyse, o zaman Tanrı hiçbir zaman iman etmeyen insanları kazanmaya bile çalışmaz. Böyle bir şeyi kabul edebilecek çok az Arminyusçu vardır.

            İkinci soru şudur: Neden bazıları O'nun kazanmaya çalışmasını reddetmek yerine Kutsal Ruh'a olumlu bir şekilde karşılık verir? Yanıtın kazanılmaya çalışmanın yoğunluğunda olduğunu (yani, Ruh'un bazılarını diğerlerinden daha kuvvetle baştan çıkarmaya çalıştığını) söylersek yine egemen seçim sorununa dönmüş oluruz. Bunun yerine, bazılarının kazanılmaya çalışmaya kendilerinde bulunan bir şeyden ötürü olumlu yanıt verdiklerini söylersek, o zaman kurtuluşumuzun kökünün nihai olarak insan işinde olduğunu söylüyor oluruz. Kişi kazanılmaya çalışılmaya daha zeki olduğundan ya da daha erdemli olduğundan mı olumlu yanıt verir? Eğer öyle ise o zaman övünecek bir şeyimiz vardır.

            Bu soruyu Arminyusçu dostlarıma yönelttiğimde ikilemi hemen görüp, "Olumlu yanıt verenlerde olan bir zeka ya da içlerinde olan üstün bir erdemden ötürü olmadığı kesindir. Bu şekilde yanıt vermelerinin nedeni Mesih'e olan gereksinimlerini daha açık bir şekilde görmeleridir" diyerek ondan uzak durmaya çalışırlar. Bu yanıtları daha da derine batar. Bu yanıt sorunu sadece bir adım öteye atar.

            Neden bazı insanlar Mesih'e olan gereksinimlerini diğerlerinden daha açık bir şekilde görürler? Kutsal Ruh'tan daha büyük bir aydınlanma mı almışlardır? Daha mı zekidirler? Mesih'e karşı daha az önyargılı ve çağrısına karşı daha mı açıktırlar (ki bu kendi başına bir erdemdir)? Kişi bunu ne kadar ertelerse ertelesin eninde sonunda daha çok ya da daha az olan içsel değer sorusuyla karşılaşmak zorundadır.

            Pavlus'un Efesliler'deki kılavuzluğunu izleyen Reform teoloji, imanın kendisinin seçilmişlere verilen bir armağan olduğunu öğretir. Tanrı'nın Kendisi imanlının yüreğinde imanı yaratır. Tanrı kurtuluş için gerekli şartları yerine getirir ve bunu kayıtsız şartsız yapar. Yine Pavlus'un şu sözlerine bakıyoruz: "İman yoluyla, lütufla kurtuldunuz. Bu sizin başarınız değil, Tanrı'nın armağanıdır. Kimsenin övünmemesi için iyi işlerin ödülü değildir. Çünkü biz, Tanrı'nın önceden hazırladığı iyi işleri yapmak üzere Mesih İsa'da yaratılmış olarak Tanrı'nın eseriyiz" (Efesliler 2:8-10).

            İlk cümlenin anlamı hakkında birçok tartışmalar yapılmıştır. Bu sözcüğünden önce gelen sözcük hangisidir? Lütuf mu, kurtuldunuz mu, yoksa iman mı? Yunanca sözdizimi ve dilbilgisi kuralları, bu sözcüğünden önce iman sözcüğünün gelmesini gerektirir. Pavlus, her Reform kişinin inandığı şeyi, yani imanın Tanrı'nın bir armağanı olduğunu bildirmektedir. İman, kendi çabalarımızla yarattığımız, ya da benliğinin isteğinin sonucu olan bir şey değildir. İman, Ruh'un egemen yeniden doğuş işinin bir sonucudur. Bu bildirinin, Pavlus'un ölü bir konumdayken "canlandırıldığımızı" bildiren sözleriyle başlayan bir parçanın sonu olması bir rastlantı değildir.

 

ÇİFTE ÖNCEDEN BELİRLENME Mİ?

 

Önceden belirlenme ya da seçilmişlik konusunun ortaya çıktığı her seferinde, hemen ardından "Önceden belirlenmişlik tek midir, çift midir?" sorusu gelir. Genelde bu sorunun ardında pusuda yatan, “infra” Tanrı'nın bazı insanlar için olan kurtuluş planının insanın lütuftan düşüşünden sonra geldiği ve bunun bir sonucu olduğu “supralapsarianism” Tanrı'nın bazı insanlar için olan kurtuluş planının insanın lütuftan düşüşünden önce oluşu, önceden belirlenmiş oluşu konusundaki ince bir peçeyle örtülü soru vardır. Bu konu biraz gizemli olduğundan onu burada ele almayacağız. Daha derin olan konu, tövbesizliğin seçilmişlikle bağlantısıdır. Tövbesizlik, seçilmişlik madalyonunun öteki yüzü, birçok endişelere neden olan konunun karanlık yüzüdür. "Korkunç buyruk" etiketine neden olan şey tövbesizlik doktrinidir. Tanrı'nın seçilmişlik konusundaki lütufkar önceden belirlemesinden söz etmekle, bazı talihsiz kişilerin lanetlenmek üzere önceden belirlenmelerini buyurmuş olmasından söz etmek iki ayrı şeydir.

            Önceden belirlenişi savunanlardan bazıları, tekil önceden belirlenmeyi savunur. Bazıları seçilmişliğe önceden belirlendikleri halde kimsenin lanetlenmeye ya da tövbesizliğe belirlenmediğini söylerler. Tanrı kesin olarak seçeceği bazı insanları seçer ama geri kalanlar için kurtuluş fırsatını açık tutar. Tanrı bazı insanlara özel yardımda bulunarak onların kurtulmalarını kesin kılar ama insanlığın geri kalan kısmının kurtulmak için yine de bir fırsatları vardır. Müjdeye olumlu bir yanıt vererek bir şekilde seçilmiş olabilirler.

            Bu görüş, mantık ya da yorumdan çok duygulara dayanır. Bazı insanlar seçilmiş ve diğerleri seçilmemişse o zaman önceden belirlenişin iki yüzü olduğu açık bir şekilde bellidir. Yakup'tan söz etmek yeterli değildir; Esav'ı da düşünmemiz gerekmektedir. Önceden seçilmişlik, ya evrensel seçilmişlik ya da evrensel tövbesizlik olmak üzere evrensel olmadıkça bir anlamda çifte olmalıdır.

            Kutsal Kitab’ın hem seçilmişlik ve hem de kurtulmanın herkes için değil sadece belirli kişiler için mümkün olduğu doktrinini öğrettiği kabul edilirse, çifte önceden belirlenmişlik konusundan kaçamayız. Öyleyse soru, önceden belirlenmişliğin çifte olup olmadığı değil, nasıl çifte olduğudur. Çifte önceden belirlenme konusunda farklı görüşler vardır. Bir tanesi o denli korkutucudur ki birçok kişi çifte önceden belirlenme teriminden tamamen uzak durur. Bu korkutucu görüşe, eşit nihailik adı verilir ve önceden belirlenmişliğin simetrik görüşünü temel alır. Tanrı'nın seçilmişlik ve tövbesizlikteki işi arasında bir simetri görür. İkisi arasında tam bir denge arar. Tanrı'nın yüreklerinde iman yaratmak için seçilmişlerin hayatlarına karıştığı gibi, inançsızlık yaratmak üzere tövbesizlerin yüreklerine de karışır. Diğeri, Tanrı'nın insanların yüreklerini katılaştırdığından söz eden Kutsal Kitap parçalarından çıkarılmıştır.

            Klasik Reform teolojisi, eşit nihailik doktrinini reddeder. Bazıları bu doktrine, "Hiper-Calvinizm" adını verdikleri halde, ben buna "Calvinizm-altı" hatta daha kesin konuşursak "Calvinizm-karşıtlığı" demeyi yeğliyorum. Calvinizm kesinlikle bir tür çifte önceden belirlenmeye inandığı halde, eşit nihailiği kabul etmez. Reform görüşü, Tanrı'nın olumlu ve olumsuz buyrukları arasında önemli bir ayrım yapar. Tanrı bazılarının seçimini olumlu bir şekilde buyurur ve diğerlerinin tövbesizliğini olumsuz bir şekilde buyurur. Olumluyla olumsuz arasındaki fark, (sonuç gerçekten de ya olumlu ya da olumsuz olduğu halde) sonuçla değil, Tanrı'nın buyruklarını tarihte gerçekleştirme yoluyla ilgilidir.

            Olumlu yön, Tanrı'nın seçilmişlerin yaşamlarına onların yüreklerinde iman işletmek için karışmasından söz eder. Olumsuzluk, Tanrı'nın tövbesizlerin yüreklerinde imansızlık işletmesinden değil, sadece onları geçip yeniden doğduran lütfunu onlara vermemesindedir.

            Calvin bu konuda şöyle der: "Eğer Müjde'den gerçekten utanmıyorsak, müjdede açık bir şekilde bildirilmiş olanı, yani Tanrı'nın (Kendi amacından başka hiçbir nedeni olmayan) sonsuz iyi niyeti aracılığıyla diğerlerini ret ederek bunu yapmaktan hoşnut olduklarını kurtuluşa atadığını; ve karşılıksız olarak evlat edinmeyle bereketlediklerini Mesih'te kendilerine sunulan yaşamı kabul etmeleri için Kendi Kutsal Ruhu'yla aydınlattığı oğullar olarak aydınlattığını; bu arada kendi istekleriyle imansızlıkta yollarına devam eden diğerlerinin imanın ışığından yoksun bir şekilde tam bir karanlık içinde bırakıldığını kabul etmemiz gerekmektedir."[xxvi]

            Calvin ve diğer Reformcular için, Tanrı tövbesizleri kendi hallerine bırakarak geçer. Onları günah işlemeye teşvik etmez ya da yüreklerinde yeni kötülükler yaratmaz. Onları kendi hallerine, kendi seçim ve isteklerine bırakır ve onlar da her zaman müjdeyi reddetmeyi seçerler.

            Presbiteryen bir ilahiyat fakültesi dekanının, önceden belirlenmişlik hakkındaki bir soruya, "Tanrı'nın bazı insanları kendi isteklerine aykırı olarak, bağırıp tekmeler ataraktan Kendi krallığına getirdiğine ve aynı zamanda içtenlikle orada olmayı arzulayanların oraya girmesini kabul etmediğine inanmadığım için önceden belirlenmeye inanmıyorum" diye yanıt verdiğini duymuştum. Bu yanıt beni sadece dekanın önceden belirleniş doktrinini herkesin önünde inkar etmesinin Presbiteryen kilisesindeki atanış yeminlerine açıkça karşı gelmesinden ötürü değil, aynı zamanda çok iyi bilmesi gereken bir doktrini radikal bir şekilde yanlış anlamış olduğunu ortaya koyduğundan ötürü şaşırmıştım.

            Reform teolojisi, Tanrı'nın seçilmişleri krallığına "kendi isteklerine aykırı olarak bağırıp çağırıp tekmeler atarak" getirdiğini öğretmez. Tanrı'nın seçilmişlerin yüreklerinde, onları Mesih'e gelmeye istekli ve bundan hoşnut yapacak şekilde işlediğini öğretir. Mesih'e gelmek istedikleri için gelirler. Tanrı, yüreklerinde Mesih için bir arzu yaratmış olduğundan bunu yapmayı isterler. Aynı şekilde tövbesizler Mesih'i içtenlikle kabul etmeyi istemezler. Mesih için hiçbir arzuları yoktur ve O'ndan kaçmaktadırlar.

            Cetvel 7.2, ortodoks Calvinizm'le hiper-Calvinizm adı verilen  şey arasındaki farkı göstermektedir. Bu cetvelde, Tanrı'nın tövbesiz kişiyi geçip ya da  onu doğal durumunda bırakırken seçilmişlerin

Cetvel 7.2

            Seçilmişlerin (SÖB) ve Tövbesizlerin Önceden Belirlenmesi       (TÖB)

            Ortodoks Calvinizm                                                  Hiper-Calvinizm

            SÖB olumludur                                                           SÖB olumludur

            TÖB olumsuzdur                                                         TÖB olumsuzdur

 

            SÖB ve TÖB asimetriktir                                          SÖB ve TÖB simetriktir.

 

            SÖB'nin nihailiği                                                          SÖB'in nihailiği ve TÖB'nin

            ve TÖB'nin nihailiği                                                         nihailiği eşittir.

            eşit değildir.                                        

 

            SÖB: Tanrı tövbesizleri                                                SÖB: Tanrı tövbesizin .                                              geçer                                              yüreğinde imansızlık işler.

           

 

yaşamları ve yüreklerinde işlediği Calvinizm'in olumlu-olumsuz planını görüyoruz. Seçilmişliğin bu derecesinde Tanrı'nın insanlık yığınını düşmüş günahlı durumlarında gördüğünü hatırlamak önemlidir. Bazı insanları bu durumdan kurtarmayı ve diğerlerini bu durumda bırakmayı seçer. Tövbesizlerin  yaşamlarına el atmazken seçilmişlerin yaşamlarına el atar. Bir grup merhamet, diğeri adalet alır.

            Adalet kavramı adil olan her şeyi içine alır. Adil olmama kavramı, adalet kavramının dışında kalan her şeyi içine alır: Adaleti ihlal eden ve kötü olan adaletsizlik; ve adaleti ihlal etmeyen ve kötü olmayan merhamet. Tanrı bazılarına merhametini (adil olmayanı) verir ve diğerlerini adaletine bırakır. Kimse adaletsizlik tehlikesiyle karşı karşıya değildir. Kimse Tanrı'da adaletsizlik olduğu suçlamasında bulunamaz.

            Pavlus, Tanrı'nın Yakup'u sevdiğinden ve Esav'dan nefret ettiğinden söz ettiğinde (Romalılar 9:13), bu tanrısal "nefret" insansal nefretle eş tutulmamalıdır. Bu, kutsal bir nefrettir (bkz. Mezmur 139:22). Tanrısal nefret hiçbir zaman kötü niyetli değildir. Kayrayı vermez. Tanrı, onlara olan sevgisini göstererek özel bir şekilde seçilmişlerinin "lehinde"dir. Yüzünü özel lütfunun hedefleri olmayan o kötü insanlardan çevirir. "Kendi halinden memnun olma sevgisiyle sevdikleri merhametini alırlar. "Nefret ettikleri" adaletini alırlar. Kimseye adaletsiz bir şekilde davranılmaz.

            Kutsal Kitab’ın sözünü ettiği seçilmişliğin şartsız olduğu sonucundayız. Seçilmişlerin önceden görülmüş hiçbir davranışı onların seçilmiş olmasını sağlamaz ya da seçilmişlikleri için bir temel oluşturmaz. İnanlı, kurtuluş ya da aklanmanın şartlarını yerine getirir ama bunlar Tanrı'nın bu şartları egemen lütfu aracılığıyla kendileri için sağladığından ötürü yerine gelirler. Calvin bunu şu şekilde özetlemiştir:

 

                Birçokları koymuş olduğumuz bütün görüşleri, özellikle de yıkılamayacak olan İnanlılar'ın nedensiz seçilmişliklerine itiraz ederler. Çünkü genelde Tanrı'nın insanlar arasında, her bireyin sahip olacağını önceden gördüğü onların erdemlerine göre bir ayrım yaptığını, lütfuna layık olacağını önceden bildiği  kişileri evlat ettiğini ve yaramazlık ve kötülüğe yatkın olduğunu anladıklarını yıkıma terkettiğini düşünürler. Böylece önceden bilinişi bir peçe gibi kullanarak seçilmişliği gölgelemekle kalmaz aynı zamanda ona farklı bir kaynak vermeye çalışırlar.[xxvii]