Sadece imanla aklanma (sola fide) doktrini tarihsel müjdeselliğin en çok üzerinde durduğu konudur. Reform teolojisinin birçok diğer Hristiyan mezheple paylaştığı bir doktrindir. Bu doktrin sadece Reform teolojiye has olmadığı halde onsuz Reform teolojisi olmazdı. Reform hareketi sırasında Martin Luther bunun, "kendisiyle ve kendisi aracılığıyla kilisenin ayakta durduğu ve bunsuz kilisenin yere yıkıldığı madde" (articulus stantis et cadentis ecclesiae) olduğunu söylemişti.[i] Eğer Luther haklı idiyse o zaman sözleri sadece Lutherci kiliseler için değil, bütün kiliseler için geçerlidir.
Luther sadece imanla aklanma konusunda şunları söylemiştir: "Bu doktrin baş ve köşe taşıdır. Tanrı'nın kilisesini doğuran, besleyen, bina eden, koruyan ve savunan sadece budur; ve bu olmadan Tanrı'nın kilisesi bir saatliğine bile var olamaz...."[ii]
Luther başka bir yerde şöyle bildirmiştir: "Aklanma maddesi, her türlü doktrinin üzerinde efendi ve prens, hakim ve yönetici ve
Üçüncü Temel Taş
1 Tanrı'yı merkez alır
2 Sadece Tanrı Sözü'nü temel alır
3 Sadece imana adanmıştır
4 İsa Mesih'e adanmıştır
5 Üç antlaşma tarafından yapılanmıştır
yargıçtır; bütün kilise doktrinlerini korur ve yönetir ve vicdanımızı Tanrı'ya yükseltir. Bu madde olmadan dünya tam bir ölüm ve karanlık içindedir. Bu maddenin bilgisi ve düşüncesinden yoksunsak hiçbir hata insan mantığına yeterince kötü gözükmez hatta onu hoşnut bile edebilir."[iii]
Aklanma doktrini, bir insanın yüz yüze gelebileceği en derin varoluş sorunu diyebileceğimiz şeyi ele alır: Nasıl olur da bir günahlı, doğru olmayan biri kutsal ve adil bir Tanrı'nın yargısı karşısında durabilir? Mezmur yazarının söylediği gibi, "Ey RAB, sen suçların hesabını tutsan, kim ayakta kalabilir, ya Rab?" (Mezmur 130:3). Sorunun cevap beklemediği açıktır. Hiçbirimizin ayakta kalması mümkün değildir, çünkü hiçbirimiz doğru değiliz. Doğru olmayan bir kişinin doğru bir Tanrı'nın önünde ayakta durması için o kişinin aklanması gerekir.
Reform hareketi, "Kişi nasıl aklanır?" sorusunu odaklamıştı. Aklanmanın Tanrı tarafından yasal bir yargıyı ve O'nun tarafından doğru olduğumuzu bildirilmesini gerektirdiği açıktır. Bundan sonra en önemli soru şu olur: "Tanrı insanların aklanmış olduğunu neyi temel alarak bildirir?" Tanrı böyle bir bildiriyi yapmadan önce tabiatımızın doğru olması mı gerekmektedir? Yoksa biz kendimiz doğru olmadan o bizim aklanmış olduğumuzu mu bildirir? John Calvin bu soruyu şöyle yanıtlamıştı:
Kişi, Tanrı'nın yargısında doğru kabul edildiğinde ve doğruluğundan ötürü kabul edildiğinde Tanrı'nın önünde aklanmış olduğu söylenir. Çünkü kötülük Tanrı için nasıl mekruh bir şeyse, günahkar da, günahkar olduğu sürece ve günahkar olarak görüldüğü sürece O'nun önünde lütuf bulamaz. Bu yüzden günahın olduğu her yerde Tanrı'nın gazabı ve öcü vardır. Öte yandan, günahkar değil, doğru kabul edilen ve bütün günahkarların suçlu çıkarıldığı Tanrı'nın yargı tahtının önünde beraat etmiş olarak duran kişi aklanmıştır...Böylece aklanmayı, Tanrı'nın bizleri doğruymuşuz gibi kayrasına kabul ettiği kabul olunuş olarak tanımlıyoruz; ve aklanmanın günahların bağışlanması ve Mesih'in doğruluğunun bize verilmesi olduğunu söylüyoruz.[iv]
Calvin'den yapılan bu aktarmada, olarak görülmek, kabul edilmek, gibi şeklinde çok önemli bazı sözcükler görüyoruz. Tanrı'nın gözünde doğru olarak görüldüğümüzü, öyle kabul edildiğimizi söylemek O'nun gözünde böyle olduğumuzu söylemektir. Bu, Calvin'in de işaret ettiği gibi, Tanrı'nın bizlere doğru"ymuşuz gibi" davrandığıdır.
ADLİ AKLANMA
Reform aklanma doktrinine sık sık adli aklanma adı verilir. Adli terimi ağır ceza mahkemelerinde sık sık duyulan bir terimdir. adli kanıt ve adli tıp sözlerini duyarız. Adli sözcüğü sık sık yasal bildirilerde yer alır. Adli aklanmanın anlamı, Tanrı tarafından yasal anlamda doğru ilan edilmiş olmamızdır. Bu yasal bildirinin temeli, Mesih'in doğruluğunun bizim hesabımıza konulmuş olmasıdır.
Luther, adli aklanma düşüncesini, ünlü Latince sözü, “simul iustus et peccator”'da yakalamıştır. "Aynı anda hem doğru hem de günahlı" anlamına gelmektedir. Luther bir çelişkiyi onaylamaya çalışmamıştı. İki bildiri de, doğru ve günahlı, aynı anda aynı kişiden söz etmekle beraber aynı ilişkiden söz etmemektedir. Söz konusu kişi, kendi başına hala günahlı olmayı sürdürmektedir, buna karşın aynı zamanda Mesih'in doğruluğunun kendisine geçmesiyle o kişi Tanrı'nın gözünde doğru sayılmaktadır.
Adli aklanma kavramı Roma Katolikleri tarafından şiddetle eleştirilmiştir. Bir kişi aslında doğru değilken, Tanrı'nın o kişiyi doğru ilan ettiğinin söylenmesiyle Tanrı'nın doğruluğuna gölge düşürdüğünü söyleyerek buna karşı çıkarlar. Tanrı'nın doğru olmayan bir şeyi doğruya dönüştürmesi Tanrı'nın bir tür sahtekarlık yapmasıdır. Roma için Tanrı bir kişiyi ancak o kişi doğru olursa ve gerçekten doğruysa doğru ilan edebilir. Bu olmadıkça gerisi hayal ürünüdür.
Eğer Roma bu konuda haklıysa, o zaman Luther ve Reformcular müjdenin kendisinin bir roman olduğunu söyleyebilirler. Gerçekten de bir kişide hiçbir doğruluk yokken Tanrı'nın o kişiyi doğru ilan etmesi için Tanrı'nın sahtekar olması gerekir. Roma, aklanmış kişinin gerçekten de doğruluğa sahip olması gerektiğinde ısrar etmekte haklıdır. Soru, "Günahlı gereken doğruluğu nereden edinebilir?" dir. Reform tartışmasının özü budur.
Birçok Reform tanrıbilimci, Roma'nın bundan hiçbir zaman gerçekten kaçamadığını söylese de, Roma Katolik Kilisesi, antik çağlardaki Pelagiyusçu sapkınlığını şiddetle ve tekrar tekrar kınamıştır. Pelagiyus, Adem'in günahının sadece Adem'i etkilediğini, kendisinden başka kimseyi etkilemediğini söyleyerek özgün günah doktrinini inkar etmişti. Pelagiyus, insanın tanrısal lütfun yardımı olmadan doğru olabileceğini savunmuştu. Lütfun, doğruluğa erişimi kolaylaştırdığını kabul etmişti ama doğruluğa erişmekte gerekli olmadığını söylemişti. Lütuf eğer onu kullanırsak bize yardımcı olacağı halde lütuf olmadan doğru olabiliriz. Roma, Pelagiyus'u kınarken lütuf olmadan doğru olamayacağımızda ısrar etmişti.
Roma için, aklanmada gerekli olan lütuf iki yönlüdür. Birinci durumda, Tanrı'nın cezalandırıcı adaletinin taleplerini tatmin etmek için bir kefaret gerekmektedir. Bu kefaret bizler için lütufkar bir şekilde Mesih tarafından yapılmıştır. Mesih çarmıhta günahlarımızın borcunu ödemiştir. Ancak Mesih'in işinin tamamının bize uyarlanabilmesi için başka bir şeyin daha gerçekleşmesi gerekir. Bizlerin aklanabilmesi için ilk olarak doğru kılınmamız gerekmektedir. “Doğru kılınmak" düşüncesi, Latince'de aklanma anlamına gelen, iustificare'ye bağlıdır.
Öyleyse nasıl doğru kılınırız? Roma Katolikler'inin aklanma doktrini karmaşıktır. Bu görüşü özetleyelim: Aklanma, aklanmanın "araçsal nedeni olan" vaftizle başlar. Bu kutsal tören aracılığıyla Mesih'in doğruluğu insanın ruhuna yüklenir. Vaftiz olan kişi, özgün günahtan temizlenir ve şimdi bir lütuf konumundadır. Kişinin doğru olabilmesi için yüklenen lütufla işbirliği yapması ve onu onaylaması gerekmektedir. Aklanmanın lütfu kalıcı değildir. Ölümcül günahın işlenmesiyle kaybedilebilir.
Roma, ölümcül ve affı mümkün günahlar arasında bir ayırım yapar. Affı mümkün günah da gerçek günahtır ama daha az ciddidir. Ölümcül günaha ölümcül denilmesinin nedeni, ruhtaki aklayan lütfu öldürmesidir. Ölümcül günah lütfu yok eder ama imanı yok etmez. Kişi gerçek imanına sahip ama yine de aklanmamış olabilir.
Kişi ölümcül günah işlediğinde ve vaftizde aldığı aklanmanın lütfunu kaybettiğinde kefaret cezası kutsal töreniyle aklanma konumuna yeniden gelebilir. Bu kutsal tören, Roma tarafından, "ruhlarını perişan edip mahvedenler için aklanmaya giden ikinci iskele" olarak tanımlanır. Günahlı günahını papaza itiraf eder, pişmanlığını gösteren bir etkinlikte bulunur, papazdan günahlarının bağışını kabul eder ve bundan sonra yeniden lütuf konumuna gelebilmek için "tatmin edici işler" yapar.
On altıncı yüzyıldaki tartışmaların çoğunun ardında bu tatmin edici işler vardı. Tatmin edici işler, tövbekar için uygun bir sevap hakkı doğururdu. (meritum de congruo). Uygun erdem, layık erdem (meritum de condigno), o denli hak edilmiştir ki adil bir Tanrı'nın ödüllendirmeye mecbur olduğu bir erdem değildir. Uygun erdemin kökleri lütuftadır ve Tanrı'yı bir şey yapmaya mecbur edecek kadar erdemli değildir. Bunun yerine bu tür bir hakkı ödüllendirmek Tanrı için "uygun"dur.
Martin Luther bu uygun sevap kavramına şiddetle karşı çıktı:
Skolastiklerin, uygun sevap ve layıklık (de merito congrui et condigni) hakkındaki bu tartışmaları, boş insanların değersiz konulardaki boş düşünceleri ve hayali varsayımlarından başka bir şey değildir. Buna karşın bunlar papalığın temelini oluştururlar ve papalık bugün bile bunun üzerine kuruludur. Çünkü her keşiş şöyle hayal eder: "Mezhebimin kutsal kurallarını yerine getirerek uygunluk lütfunu kazanabilirim, ama bu lütfu kazandıktan sonra yaptığım işlerle öylesine büyük bir hak biriktirebilirim ki, bu sadece bana sonsuz yaşam kazandırmak için yeterli olmakla kalmayıp onu satıp başkalarına da vermeye yeterli olur.[v]
Luther'in bu konudaki hiddeti, Reform mücadelesi zemininde anlaşılmalıdır. Büyük yangının tövbenin bir yönüyle başlatıldığını söylemek doğru olur. Endülijans (pişmanlık oluşunca kilise tarafından günah cezasından bir kısmının affolması) konusundaki tartışma, günahın kefareti kavramının çok önemli bir parçası olan tatmin işlerini odaklayan Luther'in ünlü Doksan-Beş Tezini ortaya çıkarttı. Tövbekarın yapabileceği tatmin işlerinden bir tanesi sadaka vermektir. Sadakanın etkin olabilmesi için kesinlikle doğru bir ruhta verilmesi gerekmektedir.
On altıncı yüzyılda Roma, St. Peter Bazilikası'nı bina etmek için büyük bir kampanya başlattı. Papa, bu işi desteklemek için sadaka verenlere özel endülijanslar sağladı. Papa'da "anahtarların gücü" vardır, buna cennete girebilmek için yeterli sevaba sahip olamadıklarından ötürü Araf'ta bulunan kişiler için endülijanslar verme gücü de dahildir. Papa, sevap hazinesinden çekip bunları Araf'takilerin gereksinimleri için kullanabilir. Bu hazine, azizler tarafından orada biriken sevaplardan oluşur. Azizler sadece cennete girebilecek kadar sevap kazanmakla kalmamışlar aynı zamanda sevapları olmayanlar için de sevap biriktirmişlerdir . Bu fazla sevaplar, şehitlik gibi, görev çağrısının ötesinde olan, vazife dışında yapılan işleri yaparak elde edilir.
Johann Tetzel, (Roma tarafından yetkisi olmadan) endülijans satışındaki kaba yöntemiyle Luther'i çileden çıkarttı. Tetzel endülijansları, "Sunu tabağına bir para düştüğü her seferinde Araf'tan bir ruh göğe yükselir" şeklinde bir sloganla pazarladı. Köylülere, tövbe ruhu olsun ya da olmasın sadece sadaka verme suretiyle ölmüş dostları ve akrabaları için kurtuluş satın alabilecekleri izlenimini verdi. Luther, hayatının bu noktasında bu endülijanslarla yakından ilgileniyordu. Anne-babasının hala hayatta olmasından ötürü üzgünlük duyduğunu çünkü bu durumun onlar için endülijans alarak cennete girmelerini garantilemesini engellediğini dile getirmişti. Bunun yerine büyük anne ve büyük babaları için sadakalar vermişti.
Luther, Tetzel'in yöntemlerini sorguladığında, kendisi dahil endülijans sisteminin tümünü yeniden değerlendirmeye başladı. İster Tanrı’dan ister insandan her türlü sevap işlerini yapma kavramına özellikle dikkat ederek sistemin tümüne saldırdı. Bir günahlının aklanmasını sağlayabilecek tek sevabın Mesih'in sevabı olduğunda ısrar etti.
Roma, Mesih'in sevabının kurtuluş için gerekli olduğuna katılıyordu. Aynı şekilde Roma da, aklanma için lütuf ve imanın gerekliliğinde ısrar ediyordu. Roma'nın aklanma konusunda görüşüyle Protestan görüşü arasındaki fark sık sık yanlış dile getirilir. Bazıları, Roma'nın aklanmaya, Protestanlar'ın ise lütufla aklanmaya inandıklarını söyler. Roma, işlerle aklanmaya, Protestanlar ise imanla aklanmaya inanırlar. Roma, kilise aracılığıyla aklanmaya, Protestanlar ise, Mesih aracılığıyla aklanmaya inanırlar. Farklılıkları bu şekilde dile getirmek konuyu radikal bir biçimde çarpıtmak ve Roma'ya karşı çok büyük ve çirkin bir iftira atmaktan suçlu olmaktır.
Roma Katolik Kilisesi, günahlının aklanması için lütuf, iman ve Mesih'in gerekli olduğuna inanır. Bunlar gerekli durumlardır ama yeterli durumlar değildirler. Lütuf aklanma için gerekli olduğu halde, yeterli değildir. Sevap (hiç olmazsa uygun sevap) lütfa eklenmelidir.
Roma, imanın aklanma için gerekli olduğunu bildirir. İmanın, aklanmanın temeli (fundamentum) ve kökü (radix) olduğu söylenir.
Ancak aklanmanın gerçekleşmesi için işlerin imana eklenmesi gerekir.
Aynı şekilde aklanma için Mesih'in doğruluğu da gereklidir. Bu doğruluk, kutsal ayinler aracılığıyla ruha yüklenmelidir. Günahlı bu sayılan doğrulukla işbirliği yapmalı ve onu kabul etmelidir, böylece gerçek doğruluk, kişi aklanmadan önce onun içinin bir parçası olur.
Aklanma konusundaki Roma Katolik formülünde eksik olan çok önemli bir sözcük olan sadece sözcüğüdür. Reform kasırgasının merkezinde bu küçük sözcüğün bulunduğunu söylemek abartı olmaz. Reformcular, aklanmanın sadece lütufla (sola gratia), sadece imanla (sola fide) ve sadece Mesih aracılığıyla (soli Christo) olduğunda ısrar ettiler.
AKLANMA SADECE İMANLADIR
Aklanma konusunun tam önemini kavramak için, dikkatimizi aklanmanın sadece imanla olduğunu söyleyen Reform doktrinine çevirmeliyiz. Roma, aklanmanın aracının nedeninin vaftiz olduğunu savunduğu halde, Reformcular aracının nedeninin iman olduğu konusunda ısrar ettiler. Aracı bir neden, bir şeyin gerçekleşmesine "neden olan yol"dur. Örneğin, bir heykeltraş bir heykel yarattığında, heykelin araçsal nedeni heykeltraşın keskisidir. Keski, heykeltraşın sanatını taştan biçimlendirmesinin aracıdır.
Aklanmamızda iman, Mesih'le bağlantılanmamızın ve O'nun kurtarıcı işinin yararlarını almamızın aracıdır. İmanla Mesih'in doğruluğunu kendimize transfer edebilir ya da kendimize yükleyebiliriz. Mesih'in doğruluğunun bize sayılması için iman sadece gerekli bir şart olmakla kalmaz aynı zamanda yeterli bir şarttır. Mesih'in doğruluğuyla aklanmak için bütün talep edilen iman, gerçek imandır. İman, bizim kendimizin olmayan bir doğruluğa güvenir ve onu elde eder.
"Sadece imanla aklanma, "sadece Mesih'in doğruluğu aracılığıyla aklanma"nın kısa bir söyleniş biçimidir. Sadece O'nun hüneri Tanrı'nın adaletinin taleplerini tatmin etmek için yeterlidir. Bize imanla verilen işte bu hüneridir. Mesih bizim doğruluğumuzdur. Tanrı kirli yaratıklarına Mesih'in doğruluğunun ceketini giydirir. Sadece İncil'de değil, Eski Antlaşma'da da dile getirilen müjdenin özü budur.
Aklanmak için doğruluğa sahip olmamız gerekir. Mühim olan, "Bizi aklayan kimin doğruluğudur? İçimizde var olan bir doğruluk aracılığıyla mı aklanırız, yoksa başka birisinin doğruluğu mu bize sayılır?" sorusudur. Luther ve Reformcular, bizim içimizde var olmayan, bizim dışımızda olan (extra nos) bir aklanma aracılığıyla aklandığımızda ısrar ettiler. Luther şöyle demiştir:
Bir Hristiyan, dışsal bir kutsallık aracılığıyla doğru ve kutsaldır--bunu öğreti amacıyla böyle adlandırıyorum--yani, Tanrı'nın merhameti ve lütfu aracılığıyla doğrudur. Bu merhamet ve lütuf insansal bir şey değildir; yüreğin bir konumu ya da niteliği değildir. Günahımızın Mesih'in lütfu ve hüneri aracılığıyla bağışlandığını bildiğimiz ve buna iman ettiğimizde bizlere Müjde'nin gerçek bilgisi aracılığıyla verilen tanrısal bir berekettir....Bu doğruluk yabancı bir doğruluk değil midir? Tamamıyla bir başkasının hoşgörüsünden oluşur ve tamamıyla Mesih'in uğruna merhamet ve kayra gösteren Tanrı'nın bir armağanıdır....Bu yüzden Hristiyan, resmi olarak doğru değildir; öz ve niteliğe göre de doğru değildir....[vi]
Luther'in sözünü ettiği "dışsal doğruluk" Mesih'in doğruluğudur. Bu doğruluk içimize yapışmaz; bizim için kazanılmıştır. Reformcular tabii ki, Mesih'in ve Kutsal Ruh'un Hristiyan'ın içinde yaşadığı konusunda görüş birliği içindeydiler. Ancak aklanmamızın temeli Mesih'in içimizde yaşaması değil, Mesih'in bizde değil Kendisinde gerçekleştirdiği iş hünerdir. Aracılığıyla doğru olduğumuzun ilan edildiği Kendi doğruluğunun yasal bir uyarlanmasıdır. Bu yasal bir masal değildir çünkü gerçek doğruluk gerçekten sayılmıştır. Mesih'in doğruluğunun hiçbir hayali yanı yoktur.
Sayılma, Hristiyan inancının özündedir. Sayılma hayaliyse o zaman kefaret de hayalidir. Mesih'in çarmıhı gerçekti ve bizim yerimize aldığı ceza da aynı şekilde gerçekti. Bizim günahlarımızı üzerine alan Tanrı kuzusuydu. Bunu nasıl yapmıştı? Eski Antlaşma'da simgelendiği gibi, günahlarımız aktarılma yoluyla değil Mesih'e sayılma yoluyla transfer edilmişti. Tanrı, Mesih'in çektiği acıları suçumuz için yeterli tatmin olarak görmüştü.
Kurtuluşumuz sadece Mesih'in kefaret eden ölümünü değil, kusursuz ve aktif itaat dolu hayatını temel alır. Eğer Mesih'in kurtuluşumuzu garantilemek için bizler için sadece kefaret etmesi gerekiyor olsaydı, cennetten gelip direkt olarak çarmıha gidebilirdi. Ama Tanrı'nın yasasının her noktasına itaat ederek bütün doğruluğu yerine getirmesi de gerekmişti. Günahsız hayatıyla pozitif hünere erişti, bu hüner O'na iman eden herkes için sayılmaktadır. Mesih bizim için sadece ölmekle kalmadı, aynı zamanda bizim için yaşadı da.
Mesih'in doğruluğunun aktarılma yoluyla O'nun doğruluğunun bize sayılması konularındaki tartışma küçük bir tartışma değildir. Aklanmamın temelinin benim içimde mi olduğu, yoksa benim için mi gerçekleştirildiği çok şey fark ettirir. Mesih benim için yasayı yerine getirdi ve aklanmam için gerekli sevabı kazandı. Bu sadece aklanmamın değil, aynı zamanda kurtuluş güvencemin de temelidir. Bana aktarılan Mesih'in doğruluğuyla işbirliği yapana dek, içimde doğal olarak doğru olacağım dereceye kadar, beklemem gerekiyorsa kurtuluşa erişme konusunda umudumu yitirirdim. Böyle bir şey, müjde ya da "iyi haber" değil, kötü haberdir.
Kiliseyi çok seviyorum. Kilise, Mesih'in bedenidir. Ruhumu besler ve kutsallaştırılmama yardımcı olur. Ama kilise beni kurtaramaz. Beni sadece ve sadece Mesih kurtarabilir. Kutsal ayinler benim için değerlidir. Beni geliştirir ve kuvvetlendirirler, ama beni aklayamazlar.
KURTARAN İMAN
Martin Luther, aklanmanın sadece imanla olduğunu bildirdiğinde, kurtarıcı imanın doğası hakkında daha çok sorular ortaya çıktı. Roma, Reform doktrinini yalanlamak için Yakup 2:24'e başvurdu: "Görüyorsunuz, insan yalnız imanla değil, eylemle de aklanır."
İlk bakışta Kutsal Kitap sadece imanla aklanma doktrinini bundan daha açık bir şekilde yalanlayamayacakmış gibi gözükür. Romalılar'da Pavlus'un şu sözlerini okuyoruz: "Öyleyse neyle övünebiliriz? Hiçbir şeyle! Hangi ilkeye dayanarak? Yasa'yı yerine getirme ilkesine mi? Hayır, iman ilkesine. Çünkü insanın, Yasa'nın gereklerini yapmakla değil, imanla aklandığı kanısındayız" (Romalılar 3:27-28).
Bir yandan, Yakup kişinin sadece imanla değil, eylemle de aklandığını söylüyor. Diğer yandan, Pavlus yasanın işlerinden ayrı olarak imanla aklandığımızı söylüyor. Hem Yakup'un, hem de Pavlus'un söylediklerini kanıtlamak için İbrahim'e başvurduklarını gördüğümüzde sorun daha da kızışır.
Hem Pavlus ve hem de Yakup, "aklanmak" için kullanılan aynı Yunanca sözcüğü kullanmış oldukları halde, ikisi de bu sözcüğü aynı anlamda kullanmamışlardır. Değişik konuları ele almaktadırlar. Pavlus'un aklanma konusunu açmakta olduğu, aklanmanın işlerle değil imanla olduğunu açıklığa kavuşturduğu bellidir. İbrahim'in iman ettiği anda Tanrı tarafından doğru sayıldığı Tekvin 15'e başvuruyor. Pavlus İbrahim'in, herhangi bir itaat eylemini yerine getirmeden önce aklandığını savunuyor.
Yakup, İbrahim'in İshak'ı sunakta sunduğu Tekvin 22'ye başvuruyor. Burada İbrahim "aklanmıştır" ama bu başka bir anlamda olmuştur. Yakup'un ele aldığı sorun, 2'ci bölümün başlarındadır: "Kardeşlerim, eğer bir kimse iyi eylemleri yokken imanı olduğunu söylerse, bu neye yarar? Öyle bir iman o kimseyi kurtarabilir mi?" (Yakup 2:14).
Yakup, hangi tür imanın kurtaran iman olduğunu soruyor. Kimsenin sadece iman ettiğini bildirmekle kurtulmadığını açıkça bildiriyor. Herkes imanı olduğunu söyleyebilir. Ama bunu söylemekle buna gerçekten sahip olmak aynı şey değildir. Gerçek iman kendini her zaman işlerle gösterir. İmandan hiçbir eylem kaynaklanmazsa o zaman var olduğu söylenen iman "ölü" ve yararsızdır.
İbrahim imanını işleriyle gösterdi. Gerçek imanı olduğunu "gösterdi" ve böylece imanı olduğunu kanıtladı. İbrahim'in imanı olduğunu söylemesi, Tekvin 22'de imanını göstermesiyle kanıtlanmıştır.
Pavlus, İbrahim'in gerçek imanı olduğundan ötürü Tekvin 15'te zaten aklanmış olduğunu savunur. İbrahim'in imanının gerçekliğini Tanrı'ya kanıtlamaya ihtiyacı yoktu. Tanrı insanın kalbini okuyabilir. Bizler okuyamayız. Ben başka bir insanın imanını sadece onun işlerini gözlemlemek yoluyla görebilirim. John Calvin şöyle der:
Yakup'u diğer ayetlerle ve kendisiyle tutarlı bir hale getirecekseniz, aklanma sözcüğüne kendisi tarafından kullanıldığı şekilde, Pavlus'un kullandığından farklı bir anlam vermeniz gerekmektedir. Pavlus'un sözcüğü kullandığı anlamda, doğruluktan uzaklığımız silindiğinde ve bizler doğru sayıldığımızda aklanırız. Yakup da sözcüğü aynı anlamda kullansaydı, Musa'nın "İbrahim Tanrı'ya iman etti," vb. sözlerini aktarması saçma olurdu. Metnin çerçevesi şöyledir: "Atamız İbrahim, oğlu İshak'ı sunağın üzerinde Tanrı'ya adama eylemiyle aklanmadı mı? Görüyorsun, onun imanı eylemleriyle birlikte etkindi; imanı, eylemleriyle tamamlandı. Böylelikle, «İbrahim, Tanrı'ya iman etti ve böylece aklanmış sayıldı» diyen Kutsal Yazı yerine gelmiş oldu." Etkinin nedenden önce olduğunu söylemek saçmaysa, Musa yanlış bir şekilde İbrahim'in imanının kendisine doğruluk sayıldığını söylüyor, ya da İbrahim İshak'ı sunma itaatiyle doğruluk yapmamıştır.... Öyleyse ne? "Gerçek imanla aklananlar aklanmışlıklarını çıplak ve hayali bir iman benzerliğiyle değil, itaat ve iyi işlerle kanıtlarlar" diyormuşçasına, doğruluğun sayılmasından değil, gözükmesinden söz ettiği kesinlikle bellidir. Özetle söylersek, aklanmanın biçiminden söz etmiyor, İnanlılar'ın aklanmasının faal olmasını talep ediyor. Ve Pavlus insanların eylemlerinin yardımı olmadan aklandıklarını savunduğu gibi, Yakup da iyi işleri olmayanların aklanmış sayılmalarına izin vermemektedir.[vii]
Burada söz konusu olan gerçek imandır. Reformcular, "sadece imanla aklanma"dan söz ettiler, "yalnız olan bir iman"dan değil. Gerçek iman hiçbir zaman yalnız değildir. Kendisini her zaman işlerle gösterir. Ancak imandan kaynaklanan işler hiçbir şekilde aklanmamızın temelini oluşturmazlar. Tanrı'nın önünde hiçbir sevaba katkıda bulunmazlar. Aklanmamız için tek temel Mesih'in kazandığıdır. İman da tek başına sevap bir iş ya da aklanmamızın temeli değildir. İman, Tanrı'nın lütfunun bir işidir, bu yüzden kendisine ait bir sevaba sahip değildir.
Luther de Yakup gibi, ahlak kurallarına karşı gelmeye karşıydı. Kurtaran iman ölü değildir. Canlı ya da yaşayan bir imandır (fides viva). Canlı iman gerçek işler üretir. Sahip olduğumuz imandan hiçbir iş çıkmazsa bu imanımızın canlı olmadığını kanıtlar, Calvin'in "hayali bir benzetme" olduğunu söylediği şeydir.
Luther'in “simul iustus et peccator” eğer bu nokta açıklanmazsa yanlış anlamalara açık olabilir. Kendimiz doğru olmadan önce aklanıp doğru sayıldığımız halde yine de doğru olma sürecinde olan günahkarlarız. Kutsallaştırılmamız imana sahip olup aklandığımız anda başlar. Aklanmış bir kişinin değişmiş bir kişi olduğunu hatırlamalıyız. Gerçek imana sahip olan kişi yeniden doğmuştur ve içinde Kutsal Ruh vardır. Bu değişimin etkisi sadece gerekli ve kaçınılmaz olmakla kalmaz aynı zamanda hemendir. Eğer hiçbir meyva gelmezse o zaman iman yoktur. Eğer iman yoksa o zaman aklanma da yoktur.
Roma için, aklanma iman artı işlerin sonucudur. Reform teolojisinde, aklanma sadece imanın, her zaman işler ürünü veren bir imanın sonucudur. Antinominiyanizm (Tanrı'nın lütfuyla kurtulanların ahlaksal yasadan özgür olduklarını öğreten sapkın akım) aklanmanın işler olmadan imanla olduğunu öğretir. Reform teolojisi hem Katolik hem de antinominyan görüşleri reddeder.
İlk Reform tanrıbilimciler geleneksel olarak kurtaran imanın çeşitli öğeleri ve yönleri arasında bir ayrım yaptılar. Çoğunlukla, notitia, assensus ve fiducia olarak bilinen üç ana yöne ayırdılar.
Noticia, kurtaran imanın içeriğinden söz eder. İmanın bir objesi vardır. Boş ya da hiçbir şeye iman değildir. Hristiyanlık, "İçten olduğunuz sürece neye inandığınız önemli değildir" sözünü reddeder. İçtenlik bir erdem olduğu halde, içtenlikle yanlış olmak ve imanınızı kurtaramayacak olan bir şeye ya da birine koymak mümkündür. İnsanlar putlara içtenlikle tapınabilir ve iman edebilir. Böylesi bir iman Tanrı için tiksindiricidir ve kurtaramaz. Kurtaran imana sahip olmak için belirli bir bilginin bilinmesi, anlaşılması ve inanılması gerekir. Örneğin, kurtulmak için, Tanrı'ya ve İsa'nın kişiliğine ve işine iman etmemiz gerekir. Bu imanın verisidir (notae). Hristiyanlığın temel noktalarına inanç olmadan kurtaran iman olmaz.
Bu veri ya da içeriğe ek olarak kişi bu bilginin doğruluğunu kafasal olarak onaylamalıdır. Kurtaran iman, Mesih'in tanrılığına, kefaretine, dirilişine ve bu gibi konuların gerçeğine entelektüel onayda bulunmalıdır. İnandığımız şeylerin mit olduğuna inanmıyoruz. Müjdenin gerçek iddialarını reddedersek aklanamayız.
Hem notitia ve hem de assensus'un varlığı yine de aklanma için yeterli değildir. Şeytan bile bu öğeleri kullanır. Şeytan müjdenin verisinin bilincindedir ve bunların gerçeğinden bizden daha çok emindir. Buna karşın Mesih'in gerçeğinden nefret eder ve onu küçümser. Mesih'in düşmanı olduğundan Mesih'e ya da O'nun doğruluğuna dayanmaz. Notitia ve assensus aklanmak için gerekli şartlardır (bunlar olmadan aklanamayız), ama bunlar yeterli şartlar değildir. Aklayan imana sahip olmadan önce üçüncü bir öğe var olmalıdır.
Bu öğe, kişinin aklanması için Mesih'e ve sadece Mesih'e kişisel güven ve dayanma olan fiduciadır. Fiducia, aynı zamanda kişinin sevgisini de içerir. İnanlı, Kutsal Ruh'un gücü aracılığıyla Mesih'in tatlılığını ve güzelliğini görür, kucaklar ve kabul eder. Kurtaran iman, imanımızın objesi olan İsa'nın Kendisini sever. Aklanma konusundaki tartışmada bu öğe çok önemlidir. Bir günahlı kendi işlerine ya da kendi doğruluğuyla Mesih'in doğruluğunun bir karışımına güveniyorsa o zaman müjdeye güvenmiyordur.
SENTETİK AKLANMA
Aklanma konusundaki Reform doktrine "sentetik aklanma;" ve Katolik doktrinine de "analitik aklanma" adı verilmiştir. Analitik bir cümle tanım olarak doğrudur. Bu gereksizce tekrarlanan bir ifadedir. "Bekar kişi, evli olmayan biridir" sözü tanım ya da analiz olarak doğrudur çünkü "evli olmamak" zaten bekar sözünde içerilmektedir. Yüklem, cümleye öznede zaten var olmayan bir şey eklememektedir. Aynı şey, "Üçgen, üç kenarı olan bir şekildir" ya da 2+2=4 için de geçerlidir.
Diğer yandan sentetik bir bildiri, yüklemde öznenin içinde var olmayan bir bilgi eklemektedir. "Bekar adam kel" cümlesinde kellik yeni bir bilgidir. Bütün bekarlar evli olmayan kişiler oldukları halde, bütün bekarlar kel değildirler. Burada, yükleme, öznede var olmayan bir fikir eklenmiştir.
Bu, teolojiye nasıl uygulanır? Roma Katolik aklanma doktrininin "analizci" olduğunu söylediğimizde Tanrı'nın İnanlı'yı, kişi doğru olduğu için analizi altında doğru bildirdiğini söylemek isteriz. Tanrı sadece zaten doğru kılınmış olanları aklar. Tanrı sadece doğru olanların doğru olduğunu bildirir. Onları doğru kılmak için içlerinde var olan doğruluğa hiçbir şey eklemez. Aslında bir şey eklenmiştir, bu da Mesih'in doğruluğunun lütfunun aktarılmasıdır. Bu ek, doğruluğu etkilememiştir, sadece İnanlı'nın işbirliğiyle mümkün olmuştur.
Aklanma konusundaki Reformcu görüşte yükleme öznede bulunmayan bir şey eklenmiştir. Sayılma yoluyla Mesih'in doğruluğunun eklenmesinden ötürü bir "sentez" vardır. Tanrı günahlıyı, kendi kendine doğru sayıldığı için doğru ilan etmez. Tanrı onu hesabına eklenen şeyden, yani Mesih'in doğruluğunun hünerinden ötürü doğru sayar.
Aklanma imanla olduğu halde, başka bir açıdan bakılırsa aklanmanın işlerle olduğunu söylemek doğru olur. Mesih'in işleriyle aklandığımız için aklanma nihai olarak işlerledir. Burada lerle sözünün farklı bir kaynağı vardır. Normalde lerle, iman olan aklanmanın araçsal nedeninden söz eder. Mesih'in hünerinin bize uyarlanması iman aracılığıyladır. İşlerle aklandığımızı söylediğimizde lerle sözü, aklanmanın hüner gerektiren temeli ya da nedeni olan Mesih'in işlerinden söz eder. Mesih aracılığıyla bizim için gerçekleştirilen işlere imanla, aklandığımızı söyleyerek bu iki kavramı birleştirebiliriz.
GÜNAHLARIN BAĞIŞLANMASI
Aklanma, günahların bağışlanmasını içerir. Bağışlanma sözünü iki şekilde kullanırız. Kanserli bir tümör küçüldüğünde ya da yok olduğunda kanserin yok olduğunu söyleriz. Bir faturayı ödediğimizde faturanın ödendiğini söyleriz. İngilizce'de bağışlama sözcüğünün (remission) kökünde "gönderme" vardır. Misyon ya da misyoner sözcüğünü de bu kökten alırız. (Mektup ve misil sözcükleri de aynı kökten gelir.) Temel anlamda, günahların bağışlanması günahların gönderilmesini içerir. Günahın hesabımızdan silinmesidir. Günahların bağışlanmasında, Tanrı günahlarımızı ilahi hesap defterinden siler ve günahlarımızı bizden uzaklaştırır. Bu silinme, ilahi bağışlamanın ayrılmaz bir parçasıdır.
John Calvin şöyle der: "...imanla aklanma Tanrı'yla barışmaktır ve ... bu tamamıyla günahların silinmesinden oluşur... Çünkü Rab'bin Kendisiyle barıştırdıkları işlerinden ötürü önem kazansalardı pak ve günahtan özgür olmaları gerekirken gerçekte hala günahkarlar oldukları kanıtlanırdı. Bu yüzden Tanrı'nın kucakladıklarının doğru kılınmalarının bir tek yolu vardır o da kirliliklerinin günahların bağışlanması aracılığıyla silinmesidir, öyle ki, bu aklanma bir tek sözle, günahların bağışlanmasıyla adlandırılır." [viii]
Havari Pavlus aklanmanın bu yönünü vurgular:
...Eğer İbrahim yaptığı iyi işlerden dolayı aklandıysa, övünmeye hakkı vardır; ama Tanrı'nın önünde değil. Kutsal Yazı ne diyor? «İbrahim Tanrı'ya iman etti ve böylece aklanmış sayıldı.» Çalışana verilen ücret lütuf değil, hak sayılır.
Oysa çalışmayan, ama tanrısızı aklayana iman eden kişi imanı sayesinde aklanmış sayılır. Nitekim, iyi işlerine bakmaksızın Tanrı'nın aklanmış saydığı kişinin mutluluğunu Davut da şöyle anlatır: «Suçları bağışlanmış, günahları örtülmüş olanlara ne mutlu! Günahı Rab tarafından sayılmayana ne mutlu!»
Romalılar 4:2-8
Havari burada, günahın bağışlanmasının sayılmakla olan bağlantısını açıkça açıklamaktadır. Tanrı'nın Mesih'in doğruluğunu İnanlı'ya saymasına eşlik eden mutluluktan söz eder. Bu sayılmanın olumlu yanıdır. Ayrıca Tanrı'nın bir şeyi yani günahımızı saymayışından da söz eder. Bu olumsuz yönüdür. Tanrı bizi aklarken bir şeyi (Mesih'in doğruluğunu) sayar ve bir şeyi (günahımızı) saymaz.
Martin Luther günahların bağışlanması düşüncesini şöyle özetler:
Hristiyan aynı zamanda hem bir günahlı, hem de bir azizdir; aynı anda hem kötü ve hem de dindardır. Kişiliklerimiz açısından günahlardayız ve kendi ismimizle günahkarlarız. Ama Mesih bizlere başka bir isim getirir, bu ismin içinde günahların bağışlanması, günahların O'nun uğruna silinmesi ve bağışlanması vardır. Günahlar vardır, çünkü eski Adem henüz tamamıyla ölü değildir; buna karşın günahlar burada değildir. Bunun nedeni, Tanrı'nın Mesih'in uğruna onları görmek istememesidir. Benim gözlerim onların üzerindedir. Ben onları yeterince iyi bir şekilde hissediyor ve görüyorum. Ama orada bana tövbe edip kendimin günahlı olduğunu itiraf ederek O'nun isminde günahların bağışlanmasına inanmamı buyuran Mesih var. Tövbe için, vicdan azabı ve günah işlediğini bilmek gerekli olduğu halde yeterli değildir; bunlara Mesih'in isminde günahların bağışlanmasına iman da eklenmelidir. Ama böylesi bir imanın olduğu yerde Tanrı artık hiçbir günahı görmez; çünkü bundan sonra Tanrı'nın önünde kendi isminizle değil Mesih'in isminde durursunuz. Siz kendi gözünüzde ve kişisel olarak zayıflık ve inançsızlık dolu zavallı bir günahkar olsanız bile sizi lütuf ve doğrulukla süsler.[ix]
Günahların bağışlanması Mesih'in kefaret işiyle bağlantılıdır. Kefarette hem öfkenin yatıştırılması (kurban) ve hem de suçun cezasını çekerek ödemek vardır. Öfkenin yatıştırılması (kurban), Mesih'in Tanrı'nın bizi bağışlamasını uygun kılarak Tanrı'nın adaletini tatmin etmesinden söz eder. Öfkenin yatıştırılması (kurban), Mesih'in Baba'ya yönelttiği dikey bir etkinlik olarak görülebilir. Aynı zamanda Mesih, günahlarımızı bizden uzaklaştırıp alıp götürerek günahlarımız için bir bedeldir. Tanrı'nın Kuzusu olarak İsa, günahlarımızı alıp götürerek onları bizim için yüklenen günahlarımızı taşıyandır. Mesih çarmıhta, hem Eski Antlaşma kurbanlarının kesilen kuzusu ve hem de halkın günahlarının üzerine geçirildiği günah keçisinin simgelediklerinin yerine gelişidir. Günah keçisi kurban edilmezdi, halkın günahlarını uzaklara götürmek için uzak kırsal bir bölgeye gönderilirdi. Bu hareket, günahların bağışlanmasını simgeliyordu.
MESİH'İN TEK MÜJDESİ
On altıncı yüzyılda, aklanma doktrini üzerinde yapılan tartışmalar müjdenin doğasının ta kendisini odaklıyordu. Her iki taraf da, Hristiyanlığın elzem bir noktasının tehlikede olduğunu anlamıştı. Kilise her zaman hatalarla mücadele etmelidir ama bu tartışma müjdenin hem merkezi ve hem de elzem bir noktasıyla ilgiliydi.
Havari Pavlus, Hristiyanlar'a sık sık kavgacı ve bölücü olmamalarını öğütler. Sabır, sevgi ve hoşgörü erdemlerini yüceltir. Buna karşın müjdenin kendisi söz konusu olduğunda aynı havari ödün vermezdi. Bazı şeyleri tamamıyla yenilmez yutulmaz buluyordu ve bunlardan biri de müjdenin çarpıtılmasıydı. Galatya'daki kiliseye şöyle yazmıştı:
Sizi Mesih'in lütfuyla çağıranı bırakıp değişik bir müjdeye böylesine çabuk dönmenize şaşıyorum. Aslında başka bir müjde yoktur. Ancak aklınızı karıştıran ve Mesih'in müjdesini çarpıtmak isteyen kimseler vardır. Biz ya da gökten bir melek bile, size bildirdiğimiz müjdeye ters düşen bir müjde bildirirse, lanet olsun ona! Daha önce söylediğimizi şimdi yine söylüyorum, bir kimse size, kabul ettiğinize ters düşen bir müjde bildirirse, ona lanet olsun! Şimdi ben insanların onayını mı, Tanrı'nın onayını mı arıyorum? Yoksa insanları mı hoşnut etmeye çalışıyorum? Eğer hala insanları hoşnut etmek isteseydim, Mesih'in kulu olmazdım.
Galatyalılar 1:6-10
Burada havari müjdenin çarpıtılmasını kınamak için kuvvetli bir dil kullanıyor. Sadece bir tek müjde olduğunun üzerinde ısrarla duruyor. Galatyalılar'a mektubunda vurguladığı müjde, imanla aklanmanın müjdesidir. Yahudileştirmeye çalışanlar buna işleri ekleyerek müjdeyi çarpıtıyorlardı. Pavlus bu çarpıtmaya karşı havarisel bir kınamada bulunur.
On altıncı yüzyıldaki Roma Katolik Torino Konseyi'nde, Roma sadece imanla aklanmayı savunan Reform doktrinini kınadı ve bunun bir lanet olduğunu ilan etti. Bunu yapmalarının nedeni, Reform doktrininin "başka bir müjde," Kutsal Kitap'taki müjdenin bir çarpıtılması olduğuna inanmalarıydı.
Reformcular, Roma kilisesinin sadece imanla aklanmayı kınayarak Kutsal Kitap'taki müjdenin ta kendisini kınadığına inanıyorlardı. Eğer sadece imanla aklanma gerçekten de Kutsal Kitab'ın müjdesiyse o zaman Roma bunu kınayarak kendini kınamıştı. Roma, Hristiyan inancının birçok elzem gerçeğine kuvvetli bir adanmışlığı sürdürdüğü halde Torino'da kilisenin üzerinde durduğu ya da yıkıldığı maddeyi reddetti ve bu yüzden Roma bir kilise olarak düştü.
Cetvel 3.2'de, Roma Katolik Kilisesi'nin ve Reform kiliselerin aklanma konusundaki doktrinleri listelenmiştir. Liste kapsamlı değildir ama yaklaşımların farklı olmakla kalmayıp sistematik de olduğunu göstermektedir. Mesih'in rolü ve bizim rolümüz dahil kurtuluş kavramının tamamı farklıdır. Her iki görüş temelden farklı ve zıttır. Her ikisini uyum içine getirme çabaları başlangıçtan itibaren başarısızlığa mahkumdur.
Cetvel 3.2
Aklanma
Roma Katolik Görüşü Reform Görüş
Araçsal neden: Vaftiz Araçsal neden: İman
Aktarılan doğruluk Doğruluk sayılması
İçinde var olan doğruluk Dışsal doğruluk
Analizci aklanma Sentetik aklanma
Lütuf artı sevap Sadece lütuf
İman artı işler Sadece iman
Mesih'in doğruluğu artı Sadece Mesih'in doğruluğu
Bizim doğruluğumuz
Kurtuluş güvencesi olmaması Kurtuluş güvencesi
Sadece imanla aklanma doktrinini akıllarımızla anlamak görece kolaydır. Ama onu kemiklerimizin içindeki iliğe ve damarlarımızın içine geçirmek için her zaman tetikte olmalıyız. Onu unutmak ya da açıklığının örtülmesine izin vermek kolaydır. Martin Luther şu gözlemde bulunmuştu:
Bu maddeyi bilen ve anlayan birkaç kişiyiz ve bu konuyu tekrar tekrar ele alıyorum çünkü biz öldükten sonra onun çok geçmeden unutulacağından ve yeniden yok olacağından çok korkuyorum...Ve gerçekten de, sonsuz Doğruluk olan Mesih'i bir vaazle ya da bir düşünceyle ne kavramamız ne de tamamıyla anlamamız mümkündür; çünkü O'nu takdir etmeyi öğrenmek ne bu hayatta ne de bundan sonraki hayatta bitiremeyeceğimiz sonsuz bir derstir.[x]