Sonraki temel, bir aile olarak kilisenin önemidir. Yeni Antlaşma’da kilise yaşamının ilişkisel doğasını oluşturduk. İsa öğrencilerinin tüm uluslara gidip öğrenciler yetiştirmeleri söyledi ve açıkça görüldüğü gibi elçiler bu buyruğu öncelikle kiliseler kurarak yerine getirdiler. Aslında gerçek öğrenciliğin ortaya çıkabileceği tek yer yalnızca yerel kilisenin ilişkisel yaşamıdır. Batılı öğrenci yetiştirme el kitaplarında vurgu genellikle bire bir öğrenci yetiştirme olmuştur, bunun nedeni imanlıyı ya da önder adayını belli bir kişisel disiplinde, örneğin Kutsal Kitap’ı okuma, tanıklık etme, tapınma, dua ve tanrısal bir hayat sürme gibi disiplinlerde geliştirmektir. Her ne kadar bu disiplinleri geliştirmek önemli olsa da bire bir öğrenci yetiştirmeyi geçerli kılan Kutsal Kitap örneği çok azdır. Aslına bakarsanız, İsa’nın öğrenci yetiştirme tarzı toplu bir öğrenci yetiştirme tarzıydı. Hizmetinin çoğunluğunda kendisiyle birlikte en az on iki kişi seyahat ediyordu ve bu zamanın çoğunda başka insanlar da vardı. İnsanlarla ilişki içerisinde öğrenip yaşadığımızda tutumlarımızdaki, karakterimizdeki ve davranışlarımızdaki değişim gerektiren alanları belirleyip keşfederek olgunluk konusunda en rahat gelişimi gösterebiliriz. Yakın bir çalışma durumunda olan herhangi bir insan grubu içerisinde gerilimler, yanlış anlamalar, savunmaya girme veya savunmaya geçirme fırsatları olması doğaldır, öyleyse bu Hıristiyan öğrenciliğinin bağışlama uygulaması için ideal bir ortamdır. Petrusİsa’ya, ‘Kardeşim bana karşı kaç kez günah işlerse onu bağışlamalıyım’ diye sorduğunda teorik bir soru sormayıp başından geçen gerçek bir olaydan bahsettiğine eminim ve İsa’nın da onu ‘Yetmiş kere yedi kez’107diyerek yanıtlaması, bireysel beceriler ve disiplinlerde olduğu kadar ilişkilerde de olgunluğa götüren gelişme ihtiyacını sergiler.
Pavlus, Efes kiliseleriyle ve çevresindeki bölgeyle nasıl ilgilenmesi gerektiği ile ilgili Timoteos’a talimatlar verirken, insanlarla gerçek Hıristiyan ailesine örnek oluşturacak bir şekilde ilgilenip onları yönlendirmelerini ister, bu şekilde aynı tutum kilise hayatında da ortaya çıkacaktır: ‘Yaşlı adama çıkışma, babanmış gibi yol göster. Genç erkeklere kardeşinmiş gibi, yaşlı kadınlara annenmiş gibi, genç kadınlara tam bir yürek temizliğiyle kızkardeşinmiş gibi yol göster.’108Bu, günümüzde dünyanın pek çok bölgesinde yaygın bir önderlik tarzı değildir.
Ne üzücüdür ki, ‘kardeş’ ya da ‘kızkardeş’ ifadesi günümüz kilisesinde insanların birbirlerine bir tür dindar ve basmakalıp biçimde hitap etme şeklinden başka bir şey değildir. Yeni Antlaşma döneminde Tanrı’nın kilisesinin üyelerinin birbirlerini nasıl gördüklerinin candan ifadesi olarak kullanılıyordu: birlikte bir aileydiler. Pavlus’un kendi hayatı buna örnektir; pek çok görev arkadaşı ve dostu vardı.Romalılar’ın en son bölümünde aralarında kendi akrabalarının da olduğu zaman zaman birlikte çalıştığı pek çok kişiye selam gönderdiğini görüyoruz. Onları nasıl da takdir ediyor ve buyruk veriyordu! Bu kişilerden kaçı Pavlus’un kurduğu ama henüz ziyaret etmediği bir kilisedendiler. Kilise yaşamındaki ‘aile ortamının’ nasıl yaratılabileceği ile ilgili olarak bir elçinin sunabileceği ne etkili bir örnek! Pavlus’un sözlerinde kilise ünvanlarını veya resmi bir yapıyı ima eden herhangi bir ifade yoktur; aksine kiliseyi birbirlerini sevmeleri gereken candan bir aile olarak göstermektedir.
Pek çok ülkedeki yasal sistemden dolayı, kiliselerin bir tüzüğü veya resmi evrakları ile süreçleri bulunmak zorundadır. Ancak bu sadece yasal tanınırlık için bir araçtır ve kilisenin idare edilme biçimini ya da yöntemini belirlememelidir. Kilise yaşamını uygun kültürel ve yasal çerçevelere tabi olacak şekilde bulunduğu ortama uyarlamak önemlidir ama bu tür ortamlar için gerekli ‘unvanlar’ üyelerin birbirlerine ya da önderlere hitap edişlerine yansıtılmamalıdır. Geçmiş yıllarda tüzüğün açıklamalarıyla ilgili soruların yöneltildiği kilise üyelik toplantılarını hatırlıyorum. Bu tür bir temel üzerinde tartışmak pek yararlı değildir; ister ortak bir beden ister dernekler olarak, kiliselerin varlık gösterebilmeleri için belli yasal işlemler olduğunu kabul etmek başka bir konudur.
Topluluklarını kaybeden kişiler için kiliselerin başlıbaşına bir cemaat olarak işlerliği olması da önemlidir. İsa kendisini izleyen pek çok takipçisinin müjdeden ötürü aile ilişkilerini kaybedeceğini özellikle belirtmişti ve bu, müjdeye düşman olan kültürlerde bulunan pek çok imanlının gerçeğidir. Onların Mesih’e imanları ailelerinden dışlanmalarına yol açabilir ve Batılı bireysel kilise yaşamı örneği üzerine kurulu kiliselerin, bu insanların çıktığı ortamlar kadar topluluk düşüncesiyle hareket etmemeleri üzücüdür. Eğer Yeni Antlaşma’daki kilise yaşamına ilişkin doğru bir anlayış mevcutsa neden böyle olduğunu gerçekten anlamıyorum.
Bu özellikle Müslüman çoğunluktaki uluslarda bir sorundur. Greg Livingstone’un ortaya koyduğu gibi:
Kilise kurmak birbirini izleyen bir dizi etkinlik değildir. Müslümanlar, İsa Mesih’i Kurtarıcıları olarak açıklamadan önce bile Mesih’e (başa) adanmış olmanın, Mesih’in bedenine – yani imanlılar topluluğuna bağlılığı içerme ve bu bağlılığa dahil olma fikri ile aşılanmak zorundadırlar. Bu bilinçli değişiklik olmaksızın, yani diğer imanlıyı, sorumlu olduğu kardeşi olarak kabul etme değişimi gerçekleşmeden tövbe tamamlanmış olmaz. Tövbe, bağlılığın içselleştirilmesini de içerir, sadece Müslüman’ın yaşamındaki en yüksek yetki İsa Mesih’in Efendiliği olmakla kalmamalı,aynı zamanda kan bağı akrabalıklarının öncelikli yeriniMesih’in halkının yeni toplululuğualmalıdır (I.Petrus 2:9-10).109
Eğer topluluk zamanla belirli randevulara ve bir tür resmi ilişkilere dayanırsa, bu batılılaşmış kilise için bir zorluk haline gelir. Kilisenin bir aile olarak temeli bile, o kültürdeki aile ilişkisinin anlamına göre uyarlanmalıdır.
Scilla ve ben, Bedford’da yeni bir kilise kurma çalışmalarına ilk dahil olduğumuzda, bilinçli bir şekilde ‘açık ev’ düzeni izledik. Yeni iman edenler Hıristiyan yaşam tarzının nasıl olduğunu başka nereden görebileceklerdi ki? Sıklıkla hayatlarında ciddi zorlukları olan kişiler bizimle yaşıyordu ve o gün soframıza kaç kişinin ve kimlerin oturacağını genellikle bilmiyorduk. Kilise yaşamı içerisinde bu tür bir topluluk tarzını oluşturmaya çalışmanın önemli olduğunu hissettik. Son yıllarda daha çok seyahat eden bir hizmeti edindiğimizden dolayı artık bu şekilde çalışmak mümkün olmadı ama kilisemizin ilk dönemlerinde, özellikle de Pazar akşamı toplantılarından sonra evimiz sıklıkla kırk elli kişiyle dolardı. Çünkü içten bir topluluğun oluştuğunu görmek istiyorduk.
Pavlus’un I.Korintliler 12’de ‘bir beden olarak kilise’ tarifinin genellikle gözden kaçırabileceğimiz yanları vardır. Pavlus’un zamanındaki Akdeniz dünyası, günümüzdeki pek çok doğu kültürüyle ortak olarak, ahlaki meseleleri yasa ve suç ifadelerinden ziyade utanç ve şeref terimleri altında ele alan kültürleri kucaklamıştır. Bu konuyu burada açıklayabilecek yerimiz yok ama bu konuyla ilgili iyi kitaplar bulunmaktadır.110Ayetlere utanç/şeref kültürü açısından bakmadığımız sürece, bu kültürel arka plandan dolayı tam olarak anlaşılmayan pek çok Kutsal Kitap ayeti vardır. I.Korintliler 12’de Pavlus, doğal topluluklarında az saygınlık gören kilise üyelerine, kilise yaşamı içerisinde daha büyük bir saygı gösterilmesi gerektiğini tartışır. Bu insanlara yoksullar, köleler, engelliler,zihinsel rahatsızlıkları veya öğrenme bozuklukları olanlar dahildir. Dünya tarafından hor görülmelerine rağmen kilisede onlara ‘büyük saygı’111gösterilmelidir.Bu İsa’nın kendisi tarafından başlatılan ve gerçekte bir beden ya da aile olarak işlev görerek kilise yaşamında sergilenen ‘tersine’ egemenliğin bir ifadesidir.
Müslüman çoğunluğu olan bir ülkede çalıştığım kilise, yakın bir zaman önce otobüste seyahat ederken cep telefonundan müjde yayını yapan radyoyu dinleyen bir gençten telefon aldı. Kilisenin bilgilerini internetten buldu ve ‘Engelli bir kişi kiliseyi ziyaret edebilir mi?’ diye sormak için telefon etti. Kendi kültüründe engelinden ötürü hoş karşılanmayabilir ya da hor görülebilirdi. Kilisede sadece hoş karşılanmakla kalmadı ama saygı da gördü.
Pavlus’un yazıları sadece tüm kilisenin bir aile gibi olmasını önemsemekle kalmaz ama aynı zamanda kilise üyelerinin aile hayatlarını da yansıtır. Kendi bekarlığı ve evliliğinden söz eder (her ikisinden de saygıyla)112, kocaları ve karıları113, ebeveynleri ve çocukları anlatır114; imanda kendi akrabalarına115buyruk vererek aile üyelerinin dul ve muhtaç olan116kendi aile üyeleriyle ilgilenmesinin önemini vurgular. Bunlar kilisede öğretilmesi gereken önemli değerleri temsil eder: öyleyse bir örnek vermek gerekirse, yaşlı kadınlar hayat ilkelerini daha genç bayanlara öğretmelidir, öyle ki Tanrı’nın sözü daha geniş bir çerçevede saygı görsün.117