14. ÖĞRETİ VE YAŞAM

Öğreti* değil, yaşam – işte esas önemli olan budur. Hıristiyan çevrelerinde çoğu zaman dile getirilen bir görüştür bu. Düşünüş çok basittir: Tanrı, neye inandığımızdan çok nasıl yaşadığımızla ilgilenir. İnanç bildirigeleri ve doktrinler önemsizdir. Önemli olan dışsal tutum ve davranışlarımızdır. Önemli olan doğru inanç değil, doğru davranıştır. Tanrı'yı, doğru düşünüşten ziyade doğru davranışla daha tam bir şekilde hoşnut edebiliriz.

Bu, vahim sonuçları olan yanlış bir sorundur. Doğru düşünüş ve doğru yaşayış bir arada olmalıdır. Birbirlerinden farklı olduklarını söyleyebiliriz ancak bunları birbirlerinden ayırmak ölümcül olacaktır. Doğru teorilerimiz olabilir fakat yanlış uygulama yapabiliriz. Yahut, doğru teorimiz olmadığı halde doğru uygulama da yababiliriz ancak bu yanlızca mutlu bir uyumsuzluk içersinden doğan bir rastlantı sonucu olacaktır.

Doktrinin bir kenara atılması genellikle her seferinde aynı aşamalarla gerçekleşir. Başlangıçta, etrafımızda teolojik açıdan bütün doğru cevapları bilen fakat hayatları büyük bir skandal olan kişilerin varlığı gözümüze çarpar. Şeytan, teoloji sınavından çok yüksek bir not alabilir. İsa'yı Tanrı'nın Oğlu olduğunu öğrencilerinden önce cinler kabul etmişti ancak cinler böylesine açıkça gördükleri bir gerçekten nefret ediyorlardı. Tanrı hakkındaki gerçeği bilen fakat buna rağmen Tanrı'yı kesinlikle hoşnut edemeyecek bir yaşam süren bir çok insan bulunmaktadır.

LİDERLERİN İHANETİ

Hıristiyan topluluğunda teoloji ve özellikle akademik teoloji konusunda derin bir kuşku bulunmaktadır ve bunun çok iyi bir sebebi vardır. Kilise, bir ilim adamının "Düşünen kişinin ihaneti" şeklinde tanımladığı bir deneyim yaşamıştır. Kutsal Kitap Hıristiyanlığına karşı olan şüpheciliğin çoğu, kilisenin kendi içinden gelmektedir. Tanrı'nın ölümünü ilan eden kilisenin kendi teologlarıydı. Kutsal Yazıların güvenilirliğine saldıran da yine ilahiyat okullarının kendisidir.

İlahiyat okulundaki ilk senemde yaptığım kaba çıkışı hatırlıyorum. Profesörlerimden birinin yanlızca Mesih'in Tanrılığını inkar etmekle kalmayıp, buna düşmansı bir ses tonuyla saldırmasını duyduğumda şok olmuştum. Eğer bu profesör artık Kutsal Kitap inancını kabul edemeyecek kadar derin bir iman krizi içinde olduğunu söyleseydi daha az şaşırabilirdim. Hatta bu itirafı kırık bir yürek ve göz yaşları içinde yapmış olsaydı onu anlayabilirdim de. Ancak içinde bulunduğu reddediş, İsa'nın Kutsal Kitap'taki kimliğine karşı yönelmiş terörist bir tavırla kaplıydı.

Bu konu hakkında ona sorular sorduğumda neredeyse bana kükreyerek şöyle dedi, "Genç adam, sen buraya çok fazla ön yargıyla gelmişsin." Sahip olduğum için azarlandığım önyargılı inancım Mesih'in Tanrı olduğu inancıydı.

Şaşkınlıktan dona kalmıştım. Büyük bir saflıkla, Hıristiyan hizmeti için bir Hıristiyan ilahiyat okuluna giden herkesin Mesih'in Tanrılığından emin olduğunu varsaymıştım. Bir insanın oraya başka hangi sebeple gidebileceğini anlayamıyordum. Kilisemizin inanç açıklamalarının açıkça Mesih'in Tanrılığını onayladığına dikkat çektiğimde adam bana (özel olarak) şöyle cevap verdi, "O ortodoks inanç açıklamaları hiçbir *** demek değildir." (o lafı söylemeye çekinmemişti.)

Sayısız öğrencinin, kiliseyle ilişkili okullarda bu gibi sayısız deneyimi olmuştur. Bu tür bir şüpheciliğin yarattığı acı ve şok karşısında verilen doğal bir tepki ise, düşünmenin olmadığı bir dünyaya çekilmektir. Bizleri taciz eden ayartma şu şekilde düşünmektir: Akademik teolojinin ortaya çıkarttığı şey buysa, kimin bunun içine girer ki? Ben, inancımı basit tutacağım ve teolojiyle her türlü ilişkiden kaçınacağım.

Sadece teolog olduğu için bir kişinin Hıristiyan olduğunu düşünmemeliyiz. Bir kişi atanmış bir din görevlisi diye onun Hıristiyan olduğunu varsayamayız. Ne üzücüdür ki, bu tür hizmete yanlış sebeplerden ötürü giren bir çok kişi bulunmaktadır. Bazıları teolojik şüpheciliği kendilerine meslek edinirler. Hıristiyanlığın yanlış olduğunu kanıtlamak, onu geçersiz kılmak ya da değiştirmek tutkusuyla yanıp tutuşan ve bu nedenle Hıristiyanlığı inceleyen birçok insan bulunmaktadır. Doğal insanın yaşam boyu Tanrı'ya karşı savaşacak kadar yeterince düşmanlığı vardır. Kilisenin içinde bir düşman bulunmaktadır.

Atanmalarından sonra iman ettiklerini söyleyen birçok kilise görevlisinin tanıklığı duymuş olmamızdan, bir çok din görevlisinin inançsızlık içinde görevlerine atandığını görmekteyiz. Amerikalı sömürgeci bir pastör olan Gilbert Tennent bir zamanlar "İmansız Din Adamlarının Tehlikesi" adlı bir makale yazmıştı. Tennent sadece ağlayan bir kurt değildi. Dışarıda, koyun giysilerine bürünmüş kurtlar dolaşmaktadır. Tanrı'yı seven erkekler ve kadınlar kılığında dolaşırken, içlerinde Tanrı'yla savaşmaktadırlar. Bu, hiç de yeni bir şey değildir. Hatırlayacaksınız ki, İsa'nın dünyadaki yaşamı sırasında kendisine en düşman olan grup din bilginleri ve Ferisilerdi.

İnsanlar bir çok farklı sebeğlerden ötürü göreve atanmak isterler. Bunlardan biri inançsızlıklarını haklı çıkarmak içindir. Bir diğer amaç ise demin de gördüğümüz gibi, Mesih'e karşı içten savaşmaktır. Ve ayrıca, kiliseyi sosyal konularla yakından ilgilenen harika bir kurul olarak gören gerçek hümanistler de bulunmaktadır. İçinde bulunduğu toplumu etkilemek için bir kimse buradan daha iyi bir ortam nerede bulabilir ki?

Bir iş adamı yeni bir yere taşındığında, yeni ilişkiler kurmak için çok sıkı çalışmalıdır. O toplum içinde etkili olabileceği bir seviyeye yükselmek istiyorsa, bunun zaman ve çaba gerektirdiği gerçeğiyle yüzleşmelidir. Bir din görevlisi herhangi bir mahalleye ya da bölgeye geldiğinde hemen bir liderlik konumunu alır. Yerel kilisenin etkisi azalıyor olabilir ancak bu yine de doğrudur. Bu görevlinin, etkisini gösterebileceği hazır bir ortam bulunmaktadır. Bir kürsüsü vardır. Bir topluluğu vardır. Bir kilise programı bulunmaktadır. Maddi getirisi o kadar da iyi olmayabilir fakat bir etki yaratmak için sahip olduğu fırsatlar çok büyüktür. İnsanları kendi düşünüşlerinin doğru olduğunu ikna etmeyi arzulayanlar için vaaz kürsüsü sokak hatipliğinden daha etkilidir.

Bunların arasında daha bir çok neden bulunmaktadır ve bazılarını belirtmek gerçekten acı veridir. Bunlardan hiç de şerefli olmayan bir sebep ise altmışlı yıllarda kendini hissettirmiştir. İlahiyat okuluna kabul edilmek, orduya katılıp, savaşa gitme zorunluluğunu ortadan kaldırıyordu. Bazı öğrenciler bunu açıkça itiraf etmişlerdir. Üç yıllık bir ilahiyat okulu gezisi, Vietnam'da dört yıllık geziden ya da Kanada'ya sürülmekten daha iyi bir fikir gibi gözüküyordu.

Ancak bu konuda bir genelleme yapmaya cürret edemeyiz. Şu andaki din görevlilerinin büyük bir çoğunluğu Tanrı'ya gerçekten hizmet etmek arzusuyla bulundukları yerdedirler. Koyun giysisinde olan koyunlar da vardır. Aslında onlar koyundan da öte; çobandırlar. Bu pastörler Tanrı'yı ve halklarını severler. Tüm başarısızlıklarına rağmen Tanrı'yı hoşnut etmeye çalışırlar ve diğer insanları da bu yolda ilerletmeyi arzularlar.

DOKTRİNİN GEREKLİLİĞİ

Kilisenin adanmış pastörlere ihtiyacı vardır. Aynı zamanda adanmış teoloji öğretmenlerine de gereksinimi bulunmaktadır. Kilise her zaman Kutsal Kitaba uygun teologların yapıtlarından büyük ölçüde faydalanmıştır. Ben, tekrar ve tekrar Augustine'in derin fikirlerine, Thomas Aquinas'ın bilgeliğine, Calvin'in zekasına ve Luther'in tutkusuna geri dönüp, bakmaktayım. Bu adamlar benim aklımı ve canımı beslerler.

Hepimizin iyi öğretmenlere ihtiyacı vardır. Ben onlarsız yapamayacağımı biliyorum. Peki böyle insanları nasıl bulacağız? İyi bir teoloji öğretmeninin özellikleri nelerdir?

İyi öğretmenler bulmak, iyi bir doktor bulmaya benzer. Ne yaptığını bilen, ve kendilerine bedenlerimizi güvenle teslim edebileceğimiz bir doktor olmasını isteriz. Eğer doktor sıcak kanlı ve nazik ise fakat tıptan birşey anlamıyorsa, başımız büyük dertte demektir. Damarlarıma yanlış ilacı enjekte ederken elimi tutması beni pek fazla rahatlatmaz.

Diğer taraftan, hastalarını az ya da hiç umursamayan ancak çok deneyimli ve profesyönel hekimler bulunmaktadır. Hastalıkları nasıl iyileştireceklerini bilirler ancak insanlara nasıl davranılması gerektiğini bilmezler.

Eğer mümkünse, tıp bilgisi çok derin olan ve aynı zamanda kişi olarak bana değer veren bir doktor isterim. Tıbbı olarak bu, her iki dünyanında en iyisidir.

Teolojide de, yüksek derecede bilgi ve beceri sergileyen ve aynı zamanda Tanrı'ya derin bir sevgi besleyen öğretmenlere ihtiyacımız vardır. Tanrı'yı sevmek Tanrı hakkındaki gerçekleri doğru olarak anlamamızı engelleyen bir dezavantaj değildir. Tam tersine Tanrı'ya karşı açık bir yürek teoloğun Tanrı bilgisini daha da derinleştirecektir.

Free University of Amsterdam'daki profesör G. C. Berkouwer bir keresinde sınıfta şöyle demişti, "Beyler, tüm büyük teologlar yapıtlarına övgü duası ile başla, övgü duası ile bitirirler!" Övgü – büyük ustaların yapıtlarından bir övgü ruhu yükselir. Yapıtları analiz ve irdelemenin ötesine, övgüye geçer. Elçi Pavlus'un, kilisenin baş teoloğunun yazılarını okuyun. Seçilmişliğin en derin noktasında şu sözleri söylemek için düşünce akışını keser, "Tanrı'nın zenginliği, bilgeliği ve bilgisi ne derindir!" (Romalılar 11:33).

Aynı övgü ruhunu kilise tarihinin devlerinde de görmekteyiz. En iyilerini belirtmek gerekirse, Augustine, Athanasius, Anselm, Aquinas, Luther, Calvin ve Edwards'ın eserlerinde bunu görmezden gelemeyiz. Bunların hiçbiri mükemmel değildir. Aralarında fikir ayrılıkları görebiliriz. Ancak imanın en gerekli döktrinlerine gelindiğinde aralarında muhteşem bir birlik görmekteyiz. C. S. Lewis'in bir zamanlar söylediklerine kulak verin:

Hıristiyanlıktan halen nefret ettiğim günlerde,

Bir de yirminci yüzyıl eleştirici teolog Rudolf Bultmann'ın eserlerini okuyun. Bultmann ender bir teknik bilgi sergilemektedir. Eleştiri becerileri dikkate değer. Buna rağmen yazılarında bir övgü kelimesi bulmak için eserlerini Diogenes'in ışığı altında incelemeniz gerekir. Tüm bunlar bizlere bazı şeyleri göstermelidir. Tanrı'yı övemeyen bir adamın geniş bilgisiyle Tanrı'yı nasıl hoşnut edebileceğini düşünsek iyi ederiz.

Ancak halen karşımızda geniş bir toplumsal teoloji korkusu bulunmaktadır. Bazı zamanlar Hıristiyan kitapeverlerini eleştirmişimdir. Satılan kitapların çoğu teolojik açıdan zayıf kitaplardır. Bunlar çoğu zaman yanlızca sade değil (ki bu bir erdemdir) fakat aşırı basitliği (ki, zararlı bir özelliktir) öne çıkarırlar. Çok övgü vardır, ama hiç teoloji yoktur. Hıristiyan kitapevlerinde bulunan bazı yazılar doğru teolojiden ciddi derecede yoksundur. Basitçe, kötü öğretidir. İyi niyetle hazırlanmış, kötü öğretidir. Ama yine de kötüdür.

Hıristiyan kitapevlerini ve Hıristiyan yayıncıları eleştirmek, beni besleyen elleri ısırmak gibidir. Ama eğer o eller, Mesih'in koyunlarına zararlı yiyecekler veriyorsa, biri onları ısırmalı.

Büyük ustaların yazıtlarını desteklemeleri için kitapçılar ve yayıncılara yalvardım. Fakat çoğu zaman aldığım cevap büyük ustaların kitaplarının genel halk tarafından pek alınmadığıydı. Halen yalvarıyorum. Eminim ki eğer bu endüstri klasikleri ortaya koyup, onları desteklese, bu kitaplar satılır.

Bir keresinde John Murray'in Principles of Conduct adlı kitabını ilahiyat derlerinden biri için ısmarladım. Yayıncı bana kitabın hiçbir kopyasının kalmadığını söyledi. Yayıncıya yeni bir baskı yapması için yalvardım, ve hatta gereken parayı toplayıp kendisine vermeyi de teklif ettim. Bu kitap tarihe karışmasına izin veremeyeceğim kadar çok önemli bir kitaptı. Yayıncı en sonunda kabul etti ve yeni bir baskı çıkarttı.

Eğer Luther, Augustine, Edwards ve diğerlerinin kitaplarını satmaya başlayacaklarsa tüm kitapevlerinin benim kitaplarımı bodruma kapatmalarından ya da yakmalarından büyük sevinç duyardım. Onlardan öğrenmediğim ne biliyorum ki? Onlar ile benim aramdaki tek fark, onların yapıtları çok daha iyice düşünülmüş ve yazılmış olmasıdır. Eminim ki James Boice, J. I. Packer, Charles Colson ve bir dizi diğer günümüz yazarları da aynı şeyi söylerlerdi. Bizler en iyi halimizle, devlerin omuzlarında duran cüceleriz.

Oğru öğretiye ihtiyacımız var. Kutsallık Ruhu aynı zamanda gerçeğin Ruhudur da. Gerçek ve doğruluk bir arada bulunur. Doğru yaşayış, doğru düşünüşten kaynaklanır. Yaşamlarımız içten değişmeden, dıştan değişebilir. Bunun tek getirisi de bir Ferisi olmaya hak kazanmaktır. Ancak Ruh, sorunun köküne iner.

İyi meyve verenler, iyi ağaçlardır. Değişmiş bir yaşam ortaya çıkaran, değişmiş bir düşünüştür. Tanrı hakkında ne düşündüğümüz, Tanrı'ya nasıl yanıt verdiğimizi etkileyen en önemli faktördür. Tövbe, davranıştaki değişikliğin ortaya çıkmadan önce, düşünüşte meydana gelen değişimdir.

Doktrin ve yaşam ayrımını reddetmeliyiz. Bu yanlış bir ayrımdır. Kutsal bir yaşam sürmeksizin, doğru öğretiye sahip olabiliriz. Ancak doğru öğretiye sahip olmadan kutsallıkta ilerlemek oldukça zordur. Ancak doğru öğreti doğru yaşayışı ortaya çıkarmak için yeterli değildir. Doğru öğreti, otomatik olarak kutsallığı getirmez. Doğru öğreti, kutsallaşma için gerekli bir maddedir. Hayati bir önşarttır. Oksijen ve ateş gibidir. Sadece oksijenin varlığı, ateşin olacağını garantilemez ancak onsuz da ateş yanmaz.

BİLİNÇ, İNANÇ, VİCDAN

Neden? Neden doğru öğreti kutsallık için gereklidir? Hıristiyan yaşamında gerçek kutsallığın ortaya çıkması için üç şeyin değişmesi gereklidir. Bilincimizde, inanç ve prensiplerimizde ve vicdanımızda değişiklik olmalıdır. Bilinç, inanç, ve vicdan – bu üçlü kutsallaşmamız için hayatidir.

Bilinç, bilgiyi içerir. Tanrı'nın buyurduğunu ve O'nu hoşnut eden şeyi isteyerek yapabilmemizden önce, Tanrı'nın ne istediğini anlamalıyız. Yasa ile günahın bilincine varılır. Ayrıca Yasa ile doğruluğa ilişkin bilgi elde edilir.

Bir insan bilinçli olmayarak, "şans eseri" yasaya itaat edebilir. Fakat böyle bir davranışın ahlaki açıdan hiçbir erdemli tarafı yoktur. Varsayalım ki bir adam arabasını saatte 80km hızla kullanmaktan hoşlanıyor. Arabasını hız limitinin 90km ve 25 km olduğu yerlerde aynı hızda, 80km hızla kullanıyor. Limitin 90km olduğu yolda, 80km ile gittiğinde, hız limitini aşmamış oluyor. Böylece yasaya uyuyor. Ama 25km hız limitinin olduğu bölgede 80km ile gittiğinde, etrafındakiler için büyük tehlike oluşturmaktadır.

Varsayalım, hayali sürücümüz her seferinde hiz limiti levhalarını görmezden gelsin. Hız limiti levhasını uzaktan yakından andıran tüm işaretlere kayıtsız bu adam. Bilerek ve isteyerek kendini hız limitlerine karşı bilinçsiz bir şekilde tutuyor. Bazı zamanla yasaya itaat ediyor ancak sadece şans tesadüfen. Eğer bu adam bir sürücü olarak erdemli olmak ve her zaman hız limiti dahilinde araba kullanmak istiyorsa, ilk önce bazı şeyleri farketmeli, yasanın bilincinde olmalıdır.

Ancak bilinçli olmak yeterli değildir. Hız limitinin bilincinde oldukları halde onları ihlal eden bir çok insan gördük hepimiz. Yasayı ihlal edenleri görmek için kendimizden daha uzağa bakmamız gerekmez. Davranışımızın değişmesi için, bilinçli olmanın ötesine geçip, inanca, prensiplere ilerlemeliyiz.

İnanç, derinlik ve yoğunluk meselesidir. Belirli bir davranışın doğru olduğunun bilincinde olmak bir şey, bunun doğruluna inanmak başka bir şeydir. Bilgimizden ödün vermek, inançlarımızdan ödün vermekten daha kolaydır. İnanç, ya da prensip, oturmuş, yerleşmiş bilgidir. Bizlere sıkıca bağlanmıştır. Beyinlerimizin ötesine geçer ve vicdanımıza nüfuz eder.

Vicdanımız, davranışlarımızın bir nevi yöneticisidir. Bizleri ya suçlayan ya da rahatlatan içsel sestir. Onaylama ya da onaylamama yoluyla davranışlarımızı izler. Sorun şudur ki, vicdanımız bizlere her zaman doğruyu söylemez. Vicdanımızı, sürekli kendimizi onaylatma yolunda eğitmekte çok ustayızdır.

Suçlu bir vicdanla yaşamak zordur. Suçluluk duyguları bizleri felç eder. Gerçek mide bulantılarına sebep olabilir. Psikosomatik hastalıkları uyandırabilir. Suçlu bir vicdan tarafından saldırıya uğradığımızda ya davanışımızı değiştirebiliriz ya da vicdanımızı. Vicdanımızı etkisiz bırakabiliriz. Bize yönelttiği suçlamaları bahane yoluyla söndürüp, yok edebiliriz.

Günahları tekrar ve tekrar işleyerek, vicdanımızın iç sesini de kısıp, kapatabiliriz. Pavlus'un Romalılar birinci bölümde tarif ettiği gibi düşüşümüze devam ederek artık yanlızca kendimiz günah içinde devam etmekle kalmayız ama başkalarını da bize katılmaları için teşvik ederiz.

Böyle davrananların ölümü hak ettiğine dair Tanrı buyruğunu bildikleri halde, bunları yalnız yapmakla kalmıyor, yapanları da onaylıyorlar. Romalılar 1:32

Geçenlerde, Phil Donahue'nun pornografik filmlerde oynamış aktör ve aktrisleriyle yapılan söyleşinin bir bölümünün gösterildiği şovunu izledim. Oyuncular (a) suçluluk duymadıkları ve (b) radikal cinsel vahşet ve çocukların bu tür şeylere dahil edilmesine karşı oldukları için yüksek standartları oldukları konusunda ısrar ettiler. Cinsel vahşet ve çocuk pornografisi konusundaki vicdanları diğer alanlardaki vicdansızlıklarını "affettirmişti".

Porno aktörleri, kendilerinin yaptıklarından daha iğrenç şeylerden kaçındıklarını söyleyerek kendi davranışlarını haklı çıkarmak istediler. Söyledikleri kendilerini ne denli derin bir şekilde kandırdıklarını ortaya koyan ifadelerdi. Öyle ki, bu ifadelere kötü iyi denebilir. Kötü ve daha kötü bazında düşünüyorlardı. Kendi kötüleri iyiydi, çünkü daha kötü değildi. Kendi vicdanları onları rahat bıraksın diye, kötülük göreli hale getirilmişti.

Bu oyun yanlıza pornografik alanda değil, bir çok farklı aşamada da oynanmaktadır. Kendiminkinden daha kötü bir kötülüğe işaret edebildiğim sürece, kendimi çarpık bir erdem-ayıp görüşüyle aldatabilirim.

Vicdanın tanrısal bir şekilde işleyebilmesi için tanrısal inançların etkisi altında olmalıdır. Tanrısal vicdana sahip olabilmemiz için, neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda vicdanlarımız keskinleştirilmelidir. Bu da aklı içerir. Öğreti, doktrin sorunudur.

Öğreti, Tanrı'nın Sözü'nden gelir. Söz, vicdanlarımıza hitab eder. Bizim anlayışımız için verilmiştir. Söz, aklı meşgul eder, dirseği değil. Söz, Ruh'un kitabıdır. Ruh, Kutsal Yazıları esinler. Gerçeğin Açıklayıcısı O'dur.

Ancak Ruh'un işi Kutsal Yazıları esinlemekle bitmez. Ruh, Söz'e ışık tutar ve Söz'ü hayatlarımıza uygular:

Oysa Tanrı bunları bize Ruh aracılığıyla açıkladı. Ruh her şeyi, Tanrı'nın derin düşüncelerini bile araştırır. İnsanın düşüncelerini, insanın içinde olan kendi ruhundan başka kim bilebilir? Bunun gibi, Tanrı'nın düşüncelerini de Tanrı'nın Ruhundan başkası bilemez. 1. Korintliler 2:10-11

Fuller İlahiyat Okulunun başkanı Dr. David Hubbard'ın bu metnin üzerine yaptığı bier konuşmayı dinledim. Dr. Hubbard Ruh'un, Tanrı'nın derin düşüncelerini araştırmasının ne anlama geldiğini açıkladı. İnsanlar, sahip olmadıkları ya da bilmedikleri şeyleri araştırırlar. Kutsal Ruh, umutsuzca Tanrı'nın gerçeğini keşfetmek için aranıp duran Tanrısal özyapının hiçbir şeyden habersiz bir üyesi değildir. Kutsal Ruh Tanrıdır. Babanın bildiği herşeyi Ruh da bilir – onu araştırması gerekmez.

Bundan ziyade metin bizlere, Ruh'un bizler için yaptığı aydınlatma işinden bahsetmektedir. Bu sanki Ruh'un hazırda önümüzde olan şeyi görmemize yardım etmek için Tanrı Sözü'ne ışık tutması gibidir. Anlayış arayışımızda bizlere yardım etmektedir Ruh.

Ruh bizleri doğrulya yönlendirmek ve günahlarımızı göstermek için gönderilmiştir. Bilginin yoğunluğu olan inancı (ya da bir başka anlamda, suçluluğun bilincini) bizlere verir. İsa, Kutsal bu amaç için vaadetmiştir:

Size gerçeği söylüyorum, benim gidişim sizin yararınızadır. Gitmezsem, Yardımcı size gelmez. Ama gidersem, O'nu size gönderirim. O gelince dünyanın günah, doğruluk ve gelecek yargı konusundaki suçluluğunu dünyaya gösterecektir. Yuhanna 16:7-8

Değişmiş bilinçten, değişmiş inanca ve sonra da değişmiş vicdana olan ilerleyiş Kutsal Ruh tarafından yönetilir. Ruh, Söz ile beraber çalışır. Söz karşı yahut onsuz çalışmaz. Söz ve Ruh bir arada bulunurlar. Doktrin ve yaşam bir aradadır. İrade ve akıl bir aradadır. Bunları birbirinden ayırmak, içimizde gerçekleşen kutsallaştırma işini engellemek ve Kutsal Ruh'u kederlendirmek olur. Bunları birbirinden ayırmak Tanrı'yı hoşnut eden sağlam ve adanmış bir yaşamdan kaçmak olur.