Bu noktaya gelince anlamışsınızdır: İncil gökten ayet ayet inmiş bir kitap değildir. ‘İncil’ diye Arapça’ya tercüme edilen, Grekçe’deki “evangelyon” kelimesi, Türkçe’de “iyi haber”, “müjde” anlamına geliyor. Dolayısıyla İncil, beklenen Mesih’in gelişinin müjdesidir.
Yani İncil gökten İsa’ya inen bir kitaptan çok, İsa’nın Kendisidir. Sözleriyle, yaptıklarıyla, başına gelenlerle birlikte İsa’nın Kendisinin ve Tanrı’dan getirdiği kurtuluşun müjdesidir. Çünkü gökten esas inen, Tanrı’nın Sözü (Kelamullah) diye bilinen İsa Mesih’in Kendisidir!
“Gökten inmiş ve gökte olan İnsanoğlu’ndan (İsa’dan) başka hiç kimse göğe çıkmamıştır.”
“Yukarıdan gelen, herkesten üstündür (…) Ne görmüş ve ne işitmişse ona tanıklık eder (…) O’nun tanıklığını kabul eden, Tanrı’nın gerçek olduğuna mührünü basmıştır.” (Yuhanna 3:13 ile 31-33)
İncil kitap olarak ise, İsa Mesih’le ilgili müjde hakkında Kutsal Ruh’un esinlediği yazılı kayıttır.
İsa Mesih’in doğumunun olağanüstü şartlarını herkes az çok biliyor. İsa Mesih, Kutsal Ruh’un sayesinde, babası olmadan yeni bir yaradılış, ikinci Adem olarak geldi. Yine de bunun esas ne anlama geldiğini derin derin düşünmemiz gerekir. Tanrı, kendi Kutsal Ruhu aracılığıyla Meryem’in mucizevi bir şekilde gebe kalmasını sağladı. Böylece Kendi Sözü’nü ve Kutsallığını insani bir varlığa, yani doğacak çocuğa yüklemiş oldu. Kutsallığını, Ruhu’nu ve Sözü’nü!
“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. Söz insan olup aramızda yaşadı. Biz de O’nun yüceliğini gördük”(Yuhanna 1:1-14).
Dolayısıyla dünyaya gelen Ruhullah (ruhun minh) ve yaşayan Kelamullah’tır (kelimetüh).
Okuduğumuz gibi “Söz Tanrı’dır”. Bu ayette, Tanrı bize Kendi niteliklerinin en değerlilerinden birini açıklamaktadır. Yani her şeyden önce O bizimle ilişkide bulunmak, iletişim kurmak istemektedir. Bu “Söz” denen iletişim kurma isteği, kendi özyapısında mevcuttur! O. Sessiz bir put değildir; güneş ya da rüzgar gibi doğanın bilinçsiz bir gücü de değildir. Yaşayan Tanrı’dır! Tanrı bize Kendisini tanıtmak, anlatmak istiyor. “Ben nasıl bir kişiyim?” sorusuna kendimce bir cevap getirdiğim gibi, Tanrı da Kendisi hakkında, Kendi özünü ve karakterini tanımlayan bir düşünceye sahiptir. Ben düşüncemde kendimi tarif edebiliyorum. Tanrı da bu doğrultuda düşüncesinde Kendini canlandırıyor.
Tanrı düşüncesinde Kendisini canlandırınca oluşan tanım, O’nun kadar mükemmeldir. Kendisi kadar ezeli ve ebedidir. Tanrı’nın bütün doluluğuna sahiptir! Kutsal Kitap, bu tanıma “söz” ya da “kelam” olarak tercüme edilebilen ve de “bilgi” veya “kimlik” anlamına gelebilen Grekçe “Logos” ismini veriyor.
“Filoloji” ya da “Arkeoloji” gibi terimlerdeki “loji” eki, “logos” kelimesinden kaynaklanır ve bilim demektir. Çeşitli mamullerin markalarının yazılışına da “logo” denir. “Logo” bir ürünün kimliğini temsil eden yazılı simgedir.
Dolayısıyla, bu “Söz” (Logos), Tanrı’nın düşüncesi olduğu kadar, O’nun karakteri ve öz kimliğinin tanımıdır! Ve anlamadığımız bir şekilde bu “Söz”, kendiliğinden yaşayan bir “Söz”dür. Çünkü Tanrı’nın Kendisi hakkındaki tanımı, Kendi varlığı kadar mükemmel bir bütün, bir cevher olmaktadır. Yine de, Kendisinden ayrı bir varlık değil, Tanrı’nın ta Kendisidir! Tıpkı telefonda babamızın sesini duyduğumuz zaman: “Anne, babam telefonda” diyebildiğimiz gibi.
“BAŞLANGIÇTA SÖZ VARDI. SÖZ TANRI’YLA BİRLİKTEYDİ VE SÖZ TANRI’YDI”(Yuhanna 1:1)
“Tanrı’nın Söz’ü diri ve etkilidir, iki ağızlı her kılıçtan keskindir. Canla ruhu, ilikle eklemleri birbirinden ayıracak kadar derinlere işler; yüreğin düşüncelerini ve amaçlarını da yargılar. O’nun (yani Tanrısal Söz’ün) görmediği yaratık yoktur. Kendisine hesap vereceğimizin (yani yaşayan Söz’ün) gözleri önünde her şey çıplak ve açıktır.”(İbraniler 2:12,13)
Tanrısal Söz, kendiliğinden yaşayan, gören ve hesap soran bir Söz’dür!
Tanrı insanlara sözlerini ilettikten sonra, ne yazık ki, dinsel kurumlar, onların anlamını kalıplaştırarak, bir dizi yaptırım haline getirmişlerdir. İnsanlara, kendileriyle haberleşmek isteyen kendilerine yakın bir Tanrı’yı göstereceğine, yarattığı bu dünyayla ilgisini kesmiş, ulaşılması imkansız olan, samimi olursak çarpılacağımız biri olarak göstermişler. İnsanları tanrı’ya kavuşturacaklarına uzaklaştırmışlar. Oysa O’nun esas isteği, öfkesini alet ederek insanları sömürmek değildir. Aksine, bizi sevdiği için en doğal isteği ve düşüncesi, bizimle iletişim kurma isteğidir. Bu yüzden bize Sözü’nü, yani sevecen özünü iletmek amacıyla etkili ve “çeşitli yollara’ başvurmuştur (İbraniler 1:1,2).
Eskiden Sözü’nü, Kendi temsilcileri olan peygamberlerine vahyederek insanlara seslenmiştir. En son olaraksa, artık seçilmiş bir insan sözünü bildirerek değil, Sözü’ne beden vererek, İsa’nın bedenine yükleyerek bize konuştu. İsa’nın, yalnız ara sıra Tanrı’nın sözlerini (vahiylerini) aldığını düşünmemeliyiz. O Tanrı’nın Sözü’nü almıyor, O zaten Tanrı Sözü’nün insana bürünmüş halidir, vahyin ta kendisidir. Alıştığımız tabirle “Meryem oğlu İsa Mesih, Allah’ın kendisinden bir söz, O’ndan bir kelamdır.” İçinde Tanrı’nın bilgileri, duyguları ve düşünceleri, yani O’nun karakterinin, kimliğinin tüm doluluğu konut kurmuştur.
Bir insan söyledikleri veya yazdıklarına dayanılarak yargılanabilir. Çünkü ne olduğu, ne düşündüğü ifadelerinde yansır. Tanrı’nın ifadesi İsa Mesih olarak canlanınca, Tanrı’yı yansıtmakla kalmıyor, içinde Tanrı’nın Kendisi düşünüyor, Kendi Kendini açıklıyor… Tanrı’nın kimliğinin özyapısını taşıyor, çünkü Tanrı Söz olarak İsa’nın içindeydi:
“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı. SÖZ İNSAN OLUP ARAMIZDA YAŞADI” (Yuhanna 1:1,14).
“Çünkü Tanrılığın bütün doluluğu bedence Mesih’te ikamet ediyor”
(Koloseliler 2:9).
Kabul edilmelidir ki, kültürümüzde bunlar kolay sindirilecek sözler değildir. Fakat günümüzde bile insanoğlunun aya ayak bastığını bir türlü kabul edemeyen insanlara da rastlanır. Ama bilindiği gibi, olayların kavranmayışı ya da kabul edilmeyişleri, onların gerçek olmadıkları anlamına gelmez.
Sanırım bunları bu şekilde daha kolay anlarız:
Eskiden, Tanrı benzer bir şekilde, Sözü’nü idrak edebileceğimiz biçimde, harfler ve mürekkeple kitap şeklinde kağıda yazdırmıştı. Kağıt (o zaman papirüs ya da parşömen, fark etmez), mürekkep ya da harfler, geçici, bozulur malzemelerdir. Fakat görüyoruz ki, hepimizin kullandığı yazı yazma araçları, Tanrı’nın Sözü’ne yazılı bir ifade verilmesi için kullanılmıştır. Onların aracılığı ile Tanrısal nitelikler taşıyan bir yazı ortaya çıkmıştır: Kutsal Kitap. Maddi, geçici, fani şeylerden yararlanıyor. Tanrısal düşünceler fiziksel bir araca sığdırılıyor.
Kitabı bir kap olarak, bir kılıf olarak düşünebiliriz. Fizikseldir, ama ondaki sözler, ifadeler yüce ve Tanrısaldır. Tanrı’nın öz düşünceleri, karakteri ve kimliği o satırlarda yansıyor. Bunu, Tanrı Sözü’nü küçük düşürmek, Tanrı’ya eş koşmak olarak düşünmek bile mantıksızlıktır.
Tanrısal Söz ile ilgili gizemin yarattığı hayranlık o kadar güçlü ki, bütün semavi dinlerde, Kutsal Kitap’ların aslı ezelden yazılıp göklerde (Cennet’te) saklı olduğu şeklinde bir düşünce gelmiştir. Ne var ki, gökte var olan kitap değil, yaşayan Söz’dür.
Tanrısal Söz, yazılması için faydalanan bütün bu nesnelerden önce, başlangıçta var idi. Var olabilmesi için, ya da varlığını sürdürebilmesi için bu araçlara ihtiyacı yoktur. O, ezelden beri Tanrı’nın düşüncesinden kaynaklanarak sevilmektedir ve vardır. “Kelamullah”ın, veya aynı anlama gelen diğer bir isimle “Oğul”un, Tanrı’yla Kendisi arasındaki ilişki hakkındaki tanıklığı şudur: “Dünyanın kuruluşundan önce sen beni sevdin”(Yuhanna 17:24).
Yaşayan Söz’ün, Tanrı’nın düşüncesinden kaynaklandığı içindir ki, O’na da manevi anlamda, ‘Oğul’ unvanı verilmiştir. İsa’ya “Tanrı Oğlu” denmesinin, dünyada insan olarak doğmasıyla hiçbir ilgisi yoktur. İsa dünyaya gelmeden önce, içindeki Tanrısal Söz ve Kutsal Ruh olarak, Tanrı’nın bağrında, yani özünde ezelden vardı (Yuhanna 1:18).
Bir yazarı düşünelim: kafasında cümleler kuruyor ve bunları kağıda daktilo ediyor. Yazının “kaynağı” yazarın düşüncesidir, değil mi? Düşüncelerini ifade etmek için kendi sözlerini kullanıyor. Sözleri, düşüncesinin “aracı”dır. Bir mecaz kullanacak olursak, yazarın düşüncesi ifadelerin “babası”dır diyebiliriz. Çünkü sözleri düşüncesinden kaynaklanıyor. Bu şekilde, “düşünce”, “kaynak” ve “baba” sözcüklerini anlamdaş olarak kullandık. Aralarında fiziksel bir bağ yoktur; bağlantısı manevidir. Tanrı Kendisini “Baba” olarak tanıttığı zaman her şeyin kaynağıolduğunu belirtiyor. Bedensel olarak çocuk sahibi olduğu anlamına kesinlikle gelmez.
Aynı şekilde yazarın sözlerinin, düşüncesinin “sonucu” veya “oğlu” olduğunu söyleyebiliriz. “Sonuç” ya da “oğul” sözcükleri manevi anlamdadır. Yazar bunları bir kitap haline getiriyor ve bu sefer biz onun eserinden zevk alabiliriz. Yazarın Yunus Emre olduğunu düşünelim. Kitap Yunus Emre’nin kitabıdır… Kendi ifadeleri ve düşünceleridir; hatta kendisini okuduğumuzu söyleyebiliriz bir anlamda. Ama Yunus Emre ile şahsen görüşüyor değiliz. Kutsal Kitap, benzer bir şekilde Tanrı’nın Sözü’dür. Tanrı’yı öğrenmemizi sağlar, ama Tanrı’yla görüştürmez.
Bugün bilgisayar daktilonun yerini almıştır. Farz edelim ki, bilgisayarı yazarın kafasına bağlayabiliriz. Bu sefer ekran aracılığıyla yazarla sürekli ve canlı bir ilişkide bulunurduk. Tanrı, Sözü’nü Mesih’in bedenine yükledi. Ama bu Söz, bir kitapta olduğu gibi, yazıldıktan sonra canlı bağlantının dışında kalan bir söz değildir… Sürekli Tanrı’nın düşüncesinin, sevgisinin ve gücünün uzantısı olan canlı Sözü’nü yükledi. Mesih aracılığıyla Tanrı’yla sürekli ve canlı bir ilişkide bulanabiliriz. Tanrı Oğlu’nun anlamı, “Tanrı’nın özünden cereyan eden” demektir.
“Tanrı’nın diri Sözü” ve “Tanrı’nın Oğlu” kavramlarına getirdiğim bu açıklamalar, kendi icadımız değildir. Tanrı’ya, kafamızın ürünü olan garip kavramlar eş koşmuyoruz. Böyle bir şeye zaten aklımız yetmezdi. Ama “Tanrı’nın canlı Sözü” ve “Oğlu” gibi ifadeleri seçen Kendisidir! Bunları reddedersek, bu sefer Kendisine karşı gelmiş bulunuruz.
Bu anlamda Tanrısal Söz ezelden Oğul’dur. “Oğul” kavramı Mesih’in doğumuyla ilgili değildir. İnsan olarak doğunca, Tanrı’nın eseri olan bu insana “İsa Mesih”, “İnsanoğlu” ve “Kurtarıcı” denir. Ama Tanrı’nın özünden gelen içindeki Kutsal Ruh’a ve Söz’e “Tanrı’nın Oğlu” denir. İsa Mesih 2000 yıl önce doğdu. Tanrı Oğlu ise, ezelden beri vardır!
Süleyman’ın Meselleri 8:22-31 arasında (Zebur’da), Oğul Kendisinden Tanrı ‘bilgeliği’ ya da ‘ hikmeti’ olarak bahsederken şöyle yazıyor:
“Rab, başlangıçta, kadim işlerinden evvel bana (Sözü’ne) sahipti. Dünya var olmadan evvel, başlangıçta, ezelden beri beni teşkil etti…” “(Dünyayı yarattığı zaman) yapıcı olarak O’nun yanındaydım (…) ve sevincim insanoğulları içindi…”
Bu ayette görüldüğü gibi, bu Söz, kendi kendini anlatacak, sevinecek ve yaradılışın mimarı olacak kadar diri bir Söz’dür. Tanrı dünyayı canlı Sözü aracılığıyla yarattı: Allah “ol dedi ve oldu”21(Bkz. Tevrat’ta: Tekvin 1:1-3; Zebur’da: Mezmur 33:6; İncil’de: Yuhanna 1:1-3). “Ol” buyruğu, Tanrı’nın isteğini gerçekleştiren yaratıcı güçtür. Tanrı’nın ta kendisidir. Tanrı’nın, sırf düşüncesiyle değil de, sözünü kullanarak yaratması bunu kanıtlamıyor mu? Yaratırken, özü olmayan, Kendisinden farklı bir araç kullanamazdı. Çünkü O, YOKTAN yarattı! “Ol” buyruğu O’ndan ayrı bir parça değildir. Çünkü Tanrı parçalara bölünmez. Hz. İsa, “O’ndan bir kelam” olarak tanımlanır22. Ama Tanrı’nın Sözü’nü Tanrı’dan ayıramayız. “O’ndan bir kelamdır” dediğimizde, Söz’ün, Tanrısal erişilmezlikten gelip dünyaya Mesih’te konut kurarak girdiğini ifade ediyoruz23. Aynı “ol” buyruğu Meryem’in rahminde İsa’ya yüklendi!24
Yarıca, Süleyman’ın Meselleri’ndeki ayette, Tanrısal Söz’ün bizi yaratıp sevgisini ve sevincini bizimle paylaşmak istediğini okuyoruz. Demek ki, hiçbir şey yaratılmadan önce Tanrı’nın bize söyleyecekleri vardı. Ancak biz bu göksel haberleri öğrenebilelim diye, Tanrı bu sefer görülecek, işitilecek, anlaşılacak araçlar kullandı. Kimi zaman Sözü’nü sesli olarak duyurmuş (ki ses de fiziksel bir araçtır), kimi zaman ise, peygamberlere Sözü’nü söyletmişti ya da yazdırmıştı.
Aynı şekilde bu son çağda, Tanrı en etkili aracı kullandı. Tanrı’nın Kitabı bize gerçeği öğretir. Ama bizi sevemez, sevinç ya da sıkıntı anlarında bizi anlayamaz, dinleyemez. Bizi günahlarımızdan arındıramaz, yerimize geçip bağışlatan kurban olamaz. Tanrı’yla aramızda ara bulucu olamaz… Fakat Tanrısal Söz insan olarak bu dünyaya geldiği zaman, sadece Tanrı’ya ve O’na giden yolu açıklamakla kalmadı, üstelik bizi seviyor ve yanımızda ömür boyunca dost olarak kalmak üzere kendini veriyor. Tanrısal Söz dünyamıza İsa Mesih olarak geldi. Fiziksel bir araç olan İsa’nın bedeninde Tanrı, Kendisinden ayıramayacağımız Söz olarak bulunuyor! Ama endişelenmeyin. Çünkü, daha önce gördüğümüz gibi, yaşayan Tanrısal Söz’ün bir kaba, bir kılıfa, fiziksel bir araca sığdırılmasının, Tanrı’ya eş koşmakla en ufak bir ilgisi yoktur.
Bir hazine toprak bir kap içinde bile olsa yine de hazinedir. Değeri aynıdır.
Bu biraz televizyonda gördüğümüz ünlü birinin görüntüsüne benziyor. Ekrana sığmıştır, ta kendisini görmüş sayılırız. Öyle ki, ondan söz ederken “Dün televizyonda falanca ünlüyü gördün mü?” şeklinde konuşabiliyoruz. Hatta ekrandaki görüntü ne dediyse veya ne yaptıysa, kendisinin dediği ve yaptığına eminizdir. Ekranda gördüklerimiz kasete alınırsa, bir mahkemede bile görgü şahitliği olarak geçerli olabilir.
Ünlülerin ekranda görüntülendikleri için, aşağılandıklarını düşünemeyiz.
Tanrısal Söz’ün kabı olan İsa, “Tanrı’nın yüceliğinin parıltısı ve O’nun varlığının öz görünümüdür”(İbraniler 1:3). Kutsal Kitap bu konuda çok açık bir tanıklık veriyor: İsa Mesih “Görünmez Tanrı’nın görüntüsü”dür (Koloseliler 1:15; 2.Korintliler 4:4)…
Görüntünün görüntülediği öz, Tanrı’nın Kendisinden başka ki olabilir? Oğul ezelden beri Baba’nın bağrındadır. Yani düşüncesinde oluşan Söz’dür. Bu Söz, Tanrı’nın mükemmel tanımıdır. Bu nedenle de Tanrı’nın kendisidir. Çünkü Tanrı parçalara ayrılmaz. Ezeli konumunda Oğul’un bedeni yoktu. Bedene bürünmesi de şart değildi. Ama Tanrı Kendisini en mükemmel şekilde tanıtmak isterken, yine Kendisi olan Sözü’nün, bir insana yüklenerek doğması sağlamıştır. Kutsal Kitap bu doğrultuda şöyle der:
“Tanrı’yı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir. O’nu, Baba’nın bağrında (Tanrı’nın düşüncesinde yani özünde) bulunan ve kendisi Tanrı olan biricik Oğul (Tanrılığın tanımı) tanıttı”25(Yuhanna 1:18).
Yalnız bu dünyaya gelmek için bir bedene bürünür. Ancak o zaman diyebiliriz ki: “Tanrı bedende göründü” (1.Timoteyus 3:16). Yanlış anlamayalım. İsa beden itibariyle Tanrı değildi. Eti ve kanı Tanrısal değildir. Ama Oğul dediğimiz içindeki Söz ve Ruh itibariyle yüce Tanrı’nın ta Kendisidir.
İncelediğimiz konuda bir insanın tanrılaştırılması söz konusu değildir. Öyle olsaydı gerçekten tanrı’ya eş koşmuş olurduk. Olaya doğru açıdan bakmalıyız. Tanrılaştırılmış bir insan değil, önce ‘seslendirilmiş’ ve ‘kitaplaştırılmış’, sonra ‘insanlaştırılmış’ Tanrı Sözüsöz konusudur.
Yaratılmış canlılar veya cansızlar Tanrı haline gelemezler, Tanrı’ya dönüşemezler. Fakat Tanrı, istediği şekle girebilir. Yaratılan bir canlı ile birleşebilir. Eş koşmakla Tanrı’nın insana bürünmesi arasındaki fark budur. Oğul Tanrı haline gelmedi, Tanrı’nın yaşayan Sözü olarak hep var olmuştur. İsa da, insan olarak sonradan Tanrılaştırılmadı. Meryem’in rahminde oluştuğu andan itibaren, içinde Tanrı olan yaşayan kelam ve sonsuz Ruh hazır bulunuyordu. Dolayısıyla, bedeni değil de içindeki Oğul’u (yani Tanrısal Söz’ü) kastederek İsa’ya Tanrı veya Rab denebilir. Bunun böyle olması Tanrı’nın, insan kılığına girmek istediği içindir. Durum eş koşmaktan çok farklıdır. O böyle yapmak istediyse kimse buna karşı çıkamaz.
Biz dilediğimiz kadar çırpınabiliriz, ama doğal düzeni değiştirecek güce hiçbir zaman sahip olamayız. Ama Tanrı doğaüstü şeyler yapar. Ve bu en şaşırtıcısıdır. İsa Mesih konuştuğu her seferinde Tanrı sözü duyuluyordu, davranışlarında Tanrı’nın nasıl davrandığı görülüyordu…
Kabul edersiniz ki, doğal olarak insan halindeki Tanrı Sözü, kitap halindeki Tanrı Sözü’nden daha üstündür. Yaşayan Vahiy, arada bir vahiy alan herhangi bir peygamberle kıyaslanmaya da değmez…
Bu yüzden Tanrı’ya ulaşmak için, sırf bir inanca sahip olmak, veya birdin tutmak yetmez. Tanrı ziyaretinize geldi! Tanrı’yı ve Sözü’nü, artık İsa’yı örnek alarak, gösterdiği sevgiye kendimizi teslim ederek öğreniyoruz. Bu daha canlı, daha pratik bir öğrenim, bir okuma ve ibadet şeklidir. Şeriatın harfini, sevgi ilkesine dayanarak geride bırakan bir yaşam gücüdür.
Bu noktaya kadar şunu gördük: Tanrı bize sadece yazılarla hitap etmiyor. Kendisini, İsa Mesih ‘in yaşamında da açıklıyor. Böylelikle hem düşüncesini yazdırıyor, hem de duygularını ve Kendi karakterinin sırlarını açıklıyor! Sonsuz sevgisini İsa’nın, bütün insanlar uğruna canını feda edişiyle ortaya koyup kanıtlıyor.