Bu bağlamda bir parantez açarak iki konu hakkında bir açıklama yapmak kaçınılmazdır. Bu iki konu, yanlış anlaşılan “Tanrı’nın Oğlu” ifadesi ve Kutsal Kitap’ın tahrif olduğu yolundaki iddiadır. Ne yazık ki, bu yanlışlıklara eğitim ve yayın organlarında11bile kasıtlı olarak sürekli yer verilmektedir.
1) “Tanrı’nın Oğlu” kavramını, tam olarak 4. bölümde açıklayacağım. Bu bölümde, şu kadarını söyleyeyim: Tanrı Kutsal Kitap’ta, İsa’dan ‘Oğul’ olarak söz ederken, gayet tabii ki doğurduğu bir oğuldan veya fiziksel bağı olan bir ilişkiden söz etmiyor. Kesinlikle hayır! “Oğul” ifadesi simgeseldir. Bu ifade İsa Mesih’in, Kendi özünden gelen “Yaşayan Söz” olduğunu dile getirmek için Tanrı’nın kullandığı ruhsal anlamda bir sıfattır. “Oğul” anlamı, “Tanrı’nın özünden gelen” demektir. Şartlandığımız önyargıları bir kenara atabilirsek, “Oğul”un manevi anlamını kolayca kabul edebiliriz. Bildiğiniz gibi orta çağlılar, yeterli bilgi edinmeden yerin düz olduğu konusundaki önyargılarında inat ettikleri halde haklı çıkmadılar. Bu nedenle 4. bölümde bu konuyla ilgili doğru bir bilgi edinelim.
2) İkinci açıklama, Tanrı’dan gelen Kutsal Kitap’ların (yani Tevrat, Zebur, Peygamberlerin Yazıları ve İncil’in) insan tarafından değiştirilmiş, kaybolmuş ya da geçersiz kılınmış olduğu konusu ile ilgili iddia üzerinedir. Ne var ki, farkında olmadan da olsa, bu şekilde Tanrı’ya iftira ediliyor (sanki Tanrı Kendi Sözü’ne sahip çıkamamıştır). Ayrıca iftiradır, çünkü bunu, uzaktan da olsa kanıtlayan hiçbir delil ya da belge yoktur (İznik Konseyi veya Barnaba İncil’i ile ilgili olarak ileri sürülenler, 8. bölümde kısaca ele alınacaktır)12. Her şey dinsel önyargılardan kaynaklanır. Bu iddiayı destekleyen en ufak bir doküman bile olmadığına göre, onu ispatlamadan böyle bir suçlamada bulunmaya nasıl cesaret ederler, doğrusu anlayamıyordum.
Bu temelsiz ve yersiz iftira nereden kaynaklanıyor? Kutsal Kitap’taki bazı tarihsel gerçekler Kur’an-ı Kerim’de yazılırken çelişkili aktarılmasından13ve gerek Tevrat’ta gerekse İncil’de Hz. Muhammed’le ilgili hiçbir habere rastlanmamasından kaynaklanıyor. Bu çelişkileri açıklamak için Kutsal Kitap’ın tahrif olduğu, çok sonradan bazı Müslüman çevresi tarafından ileri sürülmüştür. Amacın, İslam Peygamberini ve Kitabını temize çıkarmak olduğu apaçıktır.
Ne var ki, Kur’an’da bile Kutsal Kitap’ın değiştirildiğine dair hiçbir ayet yoktur, aksine onda şimdiki Kutsal Kitap’tan Tanrı’nın geçerli Sözü olarak bahsedilmektedir. Örneğin, Maide Suresi (5), ayet 43-47’de:
“Allah’ın hükmünün bulunduğu Tevrat yanlarında iken, ne yüzle… senden yüz çeviriyorlar?... Tevrat’ı doğrulayan İncil’i sakınanlara öğüt ve yol gösterici olarak verdik. İncil sahipleri Allah’ın onda (İncil’de) indirdikleriyle hükmetsinler…” diyor (Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an-i Kerim’in Türkçe meali, 1985).
Demek ki, Kur’an-ı Kerim’in açıklandığı dönemde mevcut olan İncil ve Tevrat geçerli kabul ediliyordu (“Allah’ın hükmünün bulunduğu…”, “bu kitaplarla hükmetsinler” diyor), hatta Muhammed’in peygamberliğinin bir kanıtı sayılıyordu (“Yanlarında, Hz. Muhammed’i tasdik eden Tevrat varken nasıl onu reddediyorlar?” demeye getiriyor).
Kur’an’a, 7. yüzyılda Arabistan yarımadasında ortaya çıkan bir inanç açıklaması olarak ve Kutsal Kitap’la ilgili o zamanki genel görüşü kaydeden tarihsel bir belge olarak başvuruyorum. Sonuç şu ki: Kur’an’ın sayfalarındaki Kutsal Kitap’la ilgili beyanlar, Tevrat’ın ve İncil’in değişmezliğini doğruluyor. Hz. Muhammed’in zamanındaki Tevrat’ın veya İncil’in varlığı ve doğruluğu konusunda şüpheye götüren en ufak bir ifade bile yoktur. (Ayrıca Kur’an’da şu ayetlere bakabilirsiniz: Bakara Suresi (2), ayet 41, 91 ve 113; Al-i İmran Suresi (3), ayet 93; Nisa Suresi (4), ayet 47 ve 136; Maide Suresi (5), ayet 68; A’raf Suresi (7), ayet 156-157; Yunus Suresi (10), ayet 94; vs.).14
İslam aleminde Kur’an Tanrı’dan gelen son vahiy olarak kabul edilir. İlahi sayılan her sözün mal edildiği Tanrı’ya karşı sonsuz saygım nedeniyle Tanrı’nın, Kendi sözlerinde çelişkiye düştüğü düşüncesini, aynı saygıya sahip olan hiç kimseye yakıştıramam. Tanrı’nın sözünü savunacaksak, saygın bir şekilde savunalım. Bu konuyu hafife almayalım.
Bu nedenle İncil’le Kur’an’ın arasındaki farklılıklar meselesini çözmek için diğer kutsal kitapların itibarını yıkmayı, tutarlı ve ciddi hiçbir araştırmacının tatmin olacağı bir yol olarak görmüyorum. Kur’an’daki farklılıkları temize çıkarmak için, daha başka yollar bulunsun.
Şimdi, Kutsal Kitap’ta, Hz. Muhammed’i inkar etmek için bir “tahrif” söz konusuysa, Hz. Muhammed’den önce tahrif edilmesi mantıksızdır. Ondan sonra da olamaz, çünkü:
1) Tevrat’ın bugünkü durumunu alması, İsa’dan Önceki dönemlerde gerçekleşmiştir. Lut Gölü Tomarları (Kurman Yazıtları), bu gerçeği gözler önüne seren kanıtlardan biridir. 1947’te bulunan elyazmaları arasında, Tevrat’ın neredeyse bütün bölümlerinden parçalar vardır15. Bu kopyalar, İSA’DAN ÖNCEKİ DÖNEMLERE AİT16. Lut Gölü Tomarları ve önemi üstüne, kongrelerde şunlar dile getirilmiştir:
Bu tomarlar İsa’dan Önceki zamana aittir.
Bu tomarlar içinde bulunan Tevrat bölümlerine ait metinler, Tevrat’ın İsa’dan Sonraki metinlerine uyduğunu ortaya koymuştur.
Hayrullah Örs de şunları yazar: “M.Ö. 300’e doğru da Tarihler, Ezra ve Nehemya bölümleri (indirildi). Bu son tarihten sonra Eski Ahit’in artık şimdiki şekilde kaldığı, hatta bir harfinin bile değiştirilmediğibir gerçektir…”17
2) Tevrat, sayısız İnanlılarca okumuş ve korunagelmiştir. Bir yerdeki nüshasında değişiklik yapılmış olsaydı, başka yerlerdeki nüshaları bu değişiklikten uzak kalırdı. Ve bugün çeşitli nüshalarda bu çelişkiler ortaya çıkardı. Ne var ki, hepsi birbirine uymaktadır. Kaldı ki, “Kutsal Kitap tahrif edilmiştir” diyenlerin, “aslı”nı ortaya koymaları gerekir. Bunu hiçbir zaman yapamayacaklardır, çünkü “başka aslı” hiç olmamıştır.
İşte 7. yüzyıldaki Kutsal Kitap’la bugünkü tıpatıp aynı. Çünkü bugün okuduğumuz Tevrat’ın tercümeleri İ.Ö. 2. yüzyıla ait, İncil’in tercümeleri ise, İ.S. 2., 3. ve 4. yüzyıllara ait nüshaların metnine dayanıyor. Kutsal Kitap’ın asıl metinleri İbranice, Aramice (Eski Ahit) ve Grekçe (İncil) yazıldı. Tercümeler orijinal metinlerden yapılıyor. Türkçe’de de aynı asıllara dayanan tercümeler mevcuttur. Onları güvenle okuyabilirsiniz.
Kutsal Kitap’ın geçerliliğini ve değişmezliğini doğrulayan kaynaklar çoktur: tarih, arkeoloji, eski metinleri araştırma bilimi, o çağa ait belgeler ve havarilerden ve bir sonraki kuşağın İnanlılarının yazılarında, Kutsal Kitap’tan ve özellikle İncil’den bulunan sayısız aktarmalardır (Bu alıntılar konusu bölüm 8’de daha geniş bir şekilde ele alınacak).
Kişi ister tanrıtanımaz, ister şüpheci veya isterse fanatik dinci olsun, çarpık iddiaları açıkça ortadan kaldıran ve reddedilmesi mümkün olmayan bu delillere başvurabilir. Bu alandaki dünyanın en büyük ve uzman kütüphanelerinde (Vatikan ve Londra gibi kütüphanelerde), İncil’den ilk yüzyıllara ait, birbirini tutan 5000’e yakın nüsha bulunmaktadır!(Bkz. sayfa 93’teki iki örnek).
Orijinal metinlerin yazıldığı tarihlerden bu yana, Kutsal Kitap’a hiçbir düzmece hikaye, efsane ya da batıl inanç eklenmedi. En eski elyazmalarına başvurarak Tanrı tarafından bir bir esinlenen ayetleri inceleme imkanına sahibiz. Bu şekilde, öğretilerinden en küçüğünün, en ufak ayrıntısının bile hiçbir değişikliğe uğramadığını kesin olarak biliyoruz.
Bununla birlikte, İncil’in bunca nüshasının arasında bazı kopya hataları vardır. Ama bunların çoğu imla hataları olup hiçbir ayetin esas anlamını etkilememektedir! Bu hatalar toplam metnin %0,6’sı kadar az bir bölümü kapsıyor. Hiçbir, eski kitap, bu kadar çok sayıda eski nüshaya sahip olmadığı gibi, aralarında bu kadar az farklılıklar da göstermemektedir18. Kur’an’ın mevcut olan az sayıdaki eski el yazısı nüshaları arasında bile, noktalama veya harf değişiklikleri orantılı olarak daha fazladır19.
Eski zamanlarda Kutsal Yazı’ları kopya ederken Yahudi katipler öyle titizdiler ki, kopya ettikleri her yeni sayfanın bütün harflerini dikey, yatay ve çapraz olarak tek tek sayarak eksik veya fazla çıktığı takdirde sayfayı yakıp yeniden başlıyorlardı.
Yine de bir kitabın Tanrı sözü olmasını sağlayan şey, yapılan binlerce kopyada bir kaç noktalama veya imla hatasına rastlanmaması değil, Tanrı’dan gelmiş olmasıdır. Dünyada belki hiç kopya hatası olmadığı halde (bu hemen hemen imkansızdır), Tanrı sözü olmayan kitaplar vardır. Bilgisayarın sağladığı temizliğe rağmen, bugüne dek hiç imla hatası olmayan tek bir kitaba bile rastlamadım.
“Bütün hak kitaplara inanıyorum ama Tevrat’la İncil tahrif olmuş” demekle durumu geçiştiremeyiz. “İnanmak” kelimesi birinin ya da bir şeyin varlığını kabul etmek veya ona güven bağlamak olduğu kadar, sadık kalmak ve inandığımız şeye uymak anlamına da geliyor. Bu doğrultuda Kur’an’ın hükmü doğrudur:
“Ey Kitap ehli! Tevrat’ı, İncil’i ve Rabbinizden size indirileni gereğince uygulamadıkçabir temeliniz olmaz” (Maide (5), ayet 68).
Yok olmuş bir şeye veya bozulmuş olan bir kitaba nasıl uymamız isteniyor? Ama onu uygulamalıysak, değişmez Tanrı Sözü olduğu içindir. Tanrı, bizim gibi sözlerini geri alan bir varlık değildir. Ayrıca eğer insanlar Kutsal Kitap’ı bozdularsa, Tanrı insanları 7. yüzyıla kadar yalana bile bile inandırmıştır; Kur’an bile bu “yalana” uymamızı istemektedir!
“Kur’an, mevcut Kutsal Kitap’ı doğrulayan veya onaylayan bir kitap olarak geldi, ama Kutsal Kitap tahrif olmuştur” iddiası kendi kendini çürütüyor! Nitekim bir anahtardan ikinci bir anahtar yapıldığında, ikincisi kilidi açamazsa, “kapıyı açan asıl anahtar yanlıştı ya da değişti” diyebilir miyiz? Bindiğimiz dalı kesip yere düşüyorsak, “dal sağlam değildi” diyebilir miyiz? Mahkemede şahit olarak çağırdığımız kişiler hakkında hem sözlerini tasdik ettiğimizi, hem de yalan söylediklerini ileri sürüyorsak, neye inanacağız? Eğer vahiy dizisinin son halkası Kur’an olup diğer halkalar çürüdüyse, Kur’an ne kadar sağlam olursa olsun zincirin gücü yok oldu demektir!
Ayrıca bu iddialar Tanrı’yı küçük düşürüyor: sanki Kur’an’ı koruyabilmiş, ama aynı derecede Kendi Sözü olan Tevrat’a ve İncil’e sahip çıkamamıştır.
Ne var ki, Tanrı Sözü’nü insan asla bozamaz, Tanrı da onu değiştirmez. Tarihsel kanıtlar, Kutsal Kitap’ın içeriği ve insan sağduyusu bunu kanıtlıyor. Yine de, Kutsal Kitap’ın değişmezliği konusunda en önemli kanıt, şüphesiz Tanrı’nın güvenilirliğidir:
“Tanrı insan değil ki, yalan söylesin ve insan oğlu değil ki, nadim olsun. O söyler de onu yapmaz mı? Yahut söz verir de icra etmez mi?”(Sayılar 23:19).
Allah’a inancı olan herkes Tanrı’nın Tevrat’ı, Zebur’u ve İncil’i gönderdiğini biliyor ve kabul ediyordur. Gelecek kuşaklar olan bizlerin bunları okuyabilmesi için, bu bildiriler yazıya geçirildi. Kimse de bunu inkar etmez.
Şimdi soru şudur: Bir zamanlar Tanrı gücüylegelen ve korunanKitaplar sonradan insanın eliyletahrif ediliş olabilir mi?
“Ot kurur, çiçek solar, fakat Allah’ımızın Sözü ebediyen durur” (Yeşaya 40:8).
Tanrı Sözü solmaz, bayatlamaz da! Bu, Tanrı’nın vaadidir. Tanrı’nın söz verdiği bir konuda sözünü yerine getiremediği ileri sürülüyorsa, ne biçim bir Tanrı anlayışıdır bu?
İsa’nın şu sözlerine dikkat edin:
“Yasa’yı(Tevrat’ı) ya da Peygamber’lerin sözlerini geçersiz kılmak için geldiğimi sanmayın. Ben geçersiz kılmaya değil, tamamlamaya geldim. Size doğrusunu söyleyeyim, gök ve yer ortadan kalkmadan, her şey gerçekleşmeden, Kutsal Yasa’dan ufacık bir harf ya da bir nokta bile eksilmeyecek”20(Matta 5:17,18).
Bunlar Tevrat ve Peygamberlerin Yazıları’yla ilgiliaçıklayıcı sözlerdir. Hiçbir hakiki kutsal kitap geçerliliğini asla yitirmeyecektir. Şimdi de İncil’le ilgili yine İsa’nın açıklaması:
“Gök ve yer ortadan kalkacak, ama benim sözlerim asla ortadan kalkmayacaktır”(Matta 24:35).
Okuduğumuz gibi, ne bir harf, ne de bir nokta eksilecek, ne de ortadan kalkacak. Yani tahrif edilemeyecek, geçerliliğini de yitirmeyecektir!
Son olarak Zebur’un şu ayetine bakalım:
“Sadakatimi yalana döndürmem, antlaşmamı bozmam ve dudaklarımdan çıkanı değiştirmem.” “Sözümün tümü hakikat ve ebedidir” (Zebur: Mezmur 89:33 ile 119:160).
Bu ayette yine açıklanan çok önemli şu dört gerçeğe bakalım:
Kendi Sözü’nün hükmünü yürürlükten kaldırmaz. Hiçbir ayeti unutturmaz, onun yerine benzerini de getirmez! Tanrı, sözlerini geri almıyor: “dudaklarımdan çıkanı değiştirmem.”
Her şeyin üzerine egemen olan, tarihin akışını kontrol eden Tanrı, bir kere duyurduğu vahyi “yalana döndürmeyecektir”. Başka bir deyişle, yukarıdaki bu ayete göre O, “göksel tahtında” her hangi bir kimsenin Kendi Sözü’nü bozmasına ya da değiştirmesine izin vermeyecektir!
Sözü’nün bir kısmı değil, Sözü’nün tümü hakikattir. Bir tek kitap değil, O’ndan gerçekten gelen ve birbiriyle uyum içinde olan kitapların tümü bizi gerçeğe götürüyor. Çünkü…
…Sözü ebedidir. Asırlardan beri ne söyledi, ne yazdırdıysa, bugün olduğu gibi ebediyete kadar geçerli olacaktır.
Böylece Tevrat, Zebur, Peygamber’lerin Yazıları ve İncil, Son Hüküm Günü’nde, Kutsal Kitap’taki gerçeklerin tümünü kabul edip etmediğimize göre sonsuzluktaki durumumuzun ne olacağını kesinleştirecek olan güvenilir kanıtlardır.
“(Tanrı’nın) önünde sizi suçlayacağımı sanmayın. Sizi suçlayan, umut bağladığınız Musa’dır. Musa’ya iman etmiş olsaydınız, bana (İsa’ya) da iman ederdiniz, çünkü benim hakkımda yazmıştır”(Yuhanna 5:45,46).
Takdir edersiniz ki sonsuz mutluluğumuz veya sonsuz utancımız söz konusu olunca hafif kararlar alamayız, asılsız yargılar yürütemeyiz, kulaktan dolma bilgilerle de yetinemeyiz… Hz. Musa’ya inanıyorsak, Musa’nın kitabını (Tevrat’ı), Hz. İsa’ya inanıyorsak İncil’i okumalı ve onlara inanmalıyız.
Şu ana kadar üzerinde ısrarla durduğum bunun gibi nice ayetler, kesin bir ifadeyle hem Tevrat’ın, hem Zebur’un, hem Peygamber’lerin Yazıları’nın, hem de İncil’in değişmezliğini ispatlıyorlar. Herkes için bu kadarı yeterli olsa gerek. Takdir edersiniz ki, hiç kimse bu kanıtları küçümsememeli! Bu kanıtlar, şüphe götürmez bir biçimde karşı koyanların suçlamalarının ne kadar temelsiz olduklarını ortaya koymaktadır. (8. bölümde, İncil’in kitap olarak ortaya çıkması konu edilecek. O zaman İncil’le ilgili olarak burada sunmadığım daha başka kanıtlar sunacağım).
Tanrı insanı yanıltmak istemiyor. Onu aydınlatmak istiyor ve bunun en harikulade kanıtı Vahiy Dizisi’dir. Kutsal Kitap, her bir halkasıyla yüzyıllar boyunca sapasağlam kalan bir zincir gibi, bizi Tanrı’ya ulaştıran en güvenilir hattır.
Gerek eski peygamberler, gerekse havariler, yani Tanrı’nın bütün sözcüleri, gerek Eski Ahit gerekse İncil, yani Tanrı’nın bütün insanlara sunduğu kanıtlar, mükemmel bir uyum içinde tek ve aynı olaya, tek ve aynı kişiye, İsa Mesih’e ve yeryüzüne gelip açtığı kurtuluş yoluna tanıklık ettiler, ediyorlar da. Çünkü Tanrı, Kutsal Kitap aracılığıyla, bu gerçekleri test edilebilir şekilde ayağımıza kadar getirdi.
Eski peygamberler, gelecek olan Mesih hakkında sürekli kehanette bulunurken gözlerini geleceğe dikiyorlardı. Havariler ise, “peygamberlerin önbildirileri uyarınca beklediğimiz Mesih, İsa’dır” diye duyurdular ve O’nun yanındayken gördüklerini ve işittiklerini Kutsal Ruh’un esinlemesine göre anarak bizim için kaydettiler. Biz de gözlerimizi onların tanıklığının esas hedefi olan İsa’ya dikelim.