Bulunduğumuz imanlı gruptan öte, önemli olan Mesih’e olan bağlılığımızın nasıl bir bağlılık olduğudur. Bu, gözle görülen bir bağlılıktan öte, yürekle ilgili çok daha derin bir gerçeğe dayanır:
“Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse yeniden doğmadıkça Tanrı'nın Egemenliği'ni göremez”, “Sana doğrusunu söyleyeyim, bir kimse sudan ve Ruh'tan doğmadıkça Tanrı'nın Egemenliği'ne giremez”(Yuhanna 3: 3, 5).
“Ama içinde Mesih'in Ruhu olmayan kişi Mesih'in değildir”(Romalılar 8:9).
Demek ki, İsa’nın “yeniden doğmak” olarak tanımladığı ve Kutsal Ruh’un aracılığıyla yaşanan bu olay gerçekleşmeden, bir insan Mesih’in topluluk ve birlik tasarısını anlayamaz (“göremez”),bu ruhsal ailenin bir üyesi olamaz (“giremez”)!
Tam anlamıyla “Hıristiyan” olmak, din değiştirmek değil, bir kiliseye bir mezhebe üye olmak da değil, hatta Hıristiyan inancını benimsemek de değildir. Mesih’e bağlanmak, Mesih’in Ruh’unu yüreğe almaktır! Bu, mecazi anlamda değil, gerçekten yaşayan Mesih’in Kutsal Ruh olarak yüreğe gelmesidir!
Kutsal Ruh bir insanın yüreğine nasıl gelir? Mesih İsa’ya imanla teslim olduğumuzda, O’nun günahlarımızı silmek için döktüğü kanı yüreğimize uygular ve Kendisi yüreğe yerleşerek bizi Tanrı’ya ayırır, O’na ait kılar:13 “İsa Mesih'in sözünü dinlemeniz ve O'nun kanının üzerinize serpilmesi için, Baba Tanrı'nın öngörüsü uyarınca Ruh tarafından kutsal kılınarak seçildiniz”(1.Petrus 1:2).
Yüreğe İsa’yı (Kutsal Ruh’u) almadan istediğiniz kadar kiliseye gidin, bunun ne bir yararı ne de bir anlamı olur… Çünkü “içinde Mesih'in Ruhu olmayan kişi Mesih'in değildir”(Romalılar 8:9).
Bir keresinde yüreğini İsa’ya açan bir zenci bildiği en yakın kiliseye katılmaya karar verir. Beyazlardan oluşan kilisenin kapıdaki görevlisi kapıyı suratına kapar. Yüreğinde bir acılık oluşan kahramanımız, öldüğünde İsa’ya hesap sorar: “Hani senin kilisendi, beni neden içeri sokmadın?” İsa ona, “Beni de içeri almadıklarına göre, seni niye alsınlar?” diye cevap verir.
Mesih’i benimsemek, Hıristiyan aleminin kalıplaşmış töre, rivayet ve geleneklerden tamamen ayrı değerlendirmek gerekir. Mesih inancını Hıristiyanlıkla karıştırmamalıyız, Mesih topluluğunu (kilisesini) Batı ile de... Yalnız yüreğinde Mesih’in yaşadığı, yani Kutsal Ruh’unu barındıran kişi, gerçek anlamda Mesih’e bağlı ve aynı Ruh’a ortak olan diğer bütün herkesle aynı halkın üyesi olur (Mesih’in Evrensel Kilise’sinin bir üyesi).
Müjde’nin tam anlatılmadığı bir çok kilise, Mesih’in Ruh’undan haberi bile olmayan pek çok kişi barındırabilir. Mesih’ten yana olmak, ancak ve ancak Kutsal Ruh’a sahip olmakla mümkün olabilir. Kutsal Ruh’u yüreğe almak göründüğü kadar esrarengiz bir olay değildir. İsa’nın kurban ölümü ve dirilişinin Tanrı katında kabul gören tek ‘sevap’, Mesih’in de bizi Cennet’e kavuşturabilen tek, yeterli, gerekli ve güçlü Kurtarıcı olduğunu kabul etmek ve Rabbimiz olarak sırf O’na bağlanmak söz konusu... Bu, şimdiden Cennet’e girmiş olmak demektir!
Hayatımızda köklü ve nihai bir tövbe gerektirir: yani, günahlı doğamızı ve yaşayışımızı itiraf etmeyi, yüreğimizi alçaltmayı ve eskiden Tanrı’ya yer vermediğimiz yaşantımızdan vazgeçip hayatımızın her alanını ve her anını O’na teslim etmeyi gerekli kılar.
Ne var ki, buna ek olarak belli bir mezhebe ya da kiliseye ait bir sürü yan koşullar yükleyen kimseler, bu sefer Mesih’e değil insani bir organizasyona bağlanmaktalar. Bunlar örf ve adetlerinde Hıristiyan olabilirler, fakat yüreklerinde Mesih’in Ruh’u yerleşmemiştir.
Kendilerini Hıristiyan diyen ama Kutsal Ruh’tan kopuk olanlar zaten bölük pörçüktür: “Bunlar bölücü, insan doğasıyla sınırlı, Kutsal Ruh'tan yoksun kişilerdir” (Yahuda 19). Mesih’e bu sade bağlılığından ve Kutsal Ruh’tan ayrı yaşayan veya ayırmaya çalışan herkes birliği bozar. Çünkü birliğimiz dıştan değil içtendir. Yani birliğimiz İsa’ya yapışık olduğumuz sürece gerçektir. Ruh’tan kopuk herkes zaten birlikten de kopuktur. Telefon cihazlarını istediğin kadar birbirlerine bağla… Eğer hata bağlı değillerse neye yarar?
Esas bölünme, insanların farklı gruplara ayrılması değil, bazılarının İncil ve Mesih’in bağlılığından kopmasıdır! Tarihte gözlendiği kadarıyla içten imanlıları birliğe yeniden kavuşturan ilke şöyledir:
İsa’ya ve İncil’e bağlı bir kilise veya mezhep düşünelim. İçinde sürekli yenilenmiyorsa, yavaş yavaş eski örf ve adetlere ait insan gelenekleri ve görenekleri sade imanın yerini doldurur. Nesiller sonra gelenekselleşmiş bu kilise veya mezhep içinde birileri Mesih’ten ağır ağır uzaklaştıklarını fark eder ve İncil’in bağlılığına dönerler… Ama geleneksel kilisede kalıplaşmış kesim yenilikleri kabul etmez ve İncil’in özüne dönenlerin önünde yalnız iki seçenek bırakır: ya kavgalara dalmak ya da huzuru bozmamak için ayrılmak.
Böyle bir durumda birliği bozan, ayrılıp Mesih’e dönenler değildir. Çünkü gerçek birlik, mezhep kavramına bağlı değil, İncil’deki Elçilerin öğretişine ve ruhsal yaşayışına bağlılıktır (bkz. VI. bölümdeki Tertülyan’ın görüşü). Bu durumda, İncil’in ilkelerine geri dönenler, kaybolan birliği (Mesih ve O’nun gerçekleriyle bir olmak) yeniden kurmaktalar. Diğer taraftan geleneksel mezhepteki birlik, ruhsal ve yaşamsal değil, kurumsal ve yapaydı. Ama bu demek değildir ki, o mezhep içinde İsa’ya ve İncil’in sade inancına bağlı kişiler mezhep dışındakiler ile bir olmasın. Aynı mezhebe bağlı değilseler de, aynı Kutsal Ruh’a bağlıysalar, Mesih’in birliğini yaşıyorlar!
Bu nedenle birlik konusu, her türlü mezhep kavramının çok ötesinde olup kendilerini Mesih imanlısı sayan bireylerin İsa ile olan ilişkileriyle ilgili bir konudur. Anahtar sorular da şunlardır:
a) “Sen Mesih’ten yana mısın?” Yani “Kutsal Ruh’tan doğarak, O’nu yüreğine aldın mı?” Ondan sonra...
b) “İkimiz O’ndan doğduysak beni, farklı ibadetlerime rağmen kabul ediyor musun?”
Bu soruların aslı İncil’de bulunmaktadır:
a) “İman ettiğiniz zaman Kutsal Ruh'u aldınız mı?” (Elçilerin İşleri 19:2).
b) “İmanı farklı14olanı aranıza kabul edin, ama tartışmalı konulara girmeyin”(Romalılar 14:1).
O zaman Mesih’in gözünde sizin hiçbir farkınız yoktur. Hal böyleyse, mezhep ayrımı dediğimiz olay ortadan kalkmış demektir!