Üçlübirlik öğretisi bazı tanrıbilimcilerin veya konsüllerin icadı değildir; bu öğreti Kutsal Kitap’ın ilahi yetkisine dayanmaktadır.
Birinci bölümde gördüğümüz gibi, biz Tanrı’nın nasıl olduğuna kendi kendimize karar veremeyiz. Tanrı Kutsal Kitap’ta Kendini nasıl tanımlarsa O’nu öyle kabul etmeliyiz. Dolayısıyla, Tanrı’yı öğrenebilmek için tek güvenilir ve geçerli kaynak Kendi Sözü’dür! İnsanın getirebileceği itirazlar Tanrı Sözü’nün yetkisini geçersiz kılmaz.
Kutsal Kitap’ın tümünde (Tevrat, Zebur ve İncil’de), Tanrı’nın tek olduğu, eşi-ortağı ya da benzeri olmadığı önemle belirtiliyor:
“Tanrımız Rab tek Rab’dir”
(Tevrat: Yasanın Tekrarı 6:4;
İncil: Markos 12:29).
Bununla birlikte, yine Kutsal Kitap’ta görüyoruz ki, Tanrı, özde BİR ve TEKİL olduğu kadar, ÜÇLÜK belirten 3 isimle tanıtılıyor: BABA, OĞUL ve KUTSAL RUH.
Tekrarlıyorum, bu isimler cinsiyet olarak, bedensel ilişki bağı olarak veya üç ayrı tanrı olarak anlaşılmamalı. Bu isimler, boyutumuzu fazlasıyla aşan, doğaötesi Tanrı’nın Öz, Sözve Ruh’tan ibaret olduğunu belirtiyor ve bize olan yaklaşımlarını anlatıyorlar. Tıpkı akrabalık bağımız olmayan büyüklerimize “ağabey” ya da “amca” vs. dediğimiz gibi.
Tanrı tek olup nasıl üç ayrı konumda, üç ayrı olma tarzı olabilir? Örneğin ben bir tek kişiyim. Ama ailemdeki ilişkilere göre hem babaolarak (çünkü çocuklarım var), hem oğulolarak (babamın oğlu), hem de kendime özgü ruhumlavarım. Bu sıfatlar üç ayrı ferdi göstermiyor, aynı kişinin üç ayrı konumunu anlatıyor. Bir şahsın diğer şahıslar ile ilişkilerini belirten üç sıfattırlar. Tabii ki, baba veya oğul olarak yaşadığım ilişkilerin fiziksel bağı, Tanrı’da yoktur. O ruhsal Baba, ruhsal Oğul ve ruhsal “Ruah”tır (ruah: ‘ruh’ kelimesinin İbranicesi; anlamı: rüzgâr, nefes).
Tanrı hem bir Baba olarak, hem bir Oğul hem de Kutsal Ruh olarak davranıyor ve kendini de böyle tanıtıyor. Yani O, sürekli üç ayrı konumda bulunmaktadır. Bunun felsefi tanımlaması, ileriki bölümlerde daha ayrıntılı bir şekilde izah edeceğimiz “bir tek özde birbirinin dönüşümü olan üç benlik (bilinç merkezi)” tanımıyla özetlenebilir. Bu üç özellik veya olma tarzı (Öz, Söz ve Ruh), Tanrı’nın Zatını oluşturdukları için, kişilik ifade eden Baba, Oğul ve Kutsal Ruh isimleriyle tanımlanır. Bu üç konum bir küpün üç ayrı yönü gibidir.
Bir örnekle Tanrı’nın birbirine dönüşen üç kişiliği daha kolay anlaşılır bir şekilde açıklamaya çalışalım: Öz itibarıyla TANRI’yı salt enerji sayalım (örneğin: elektrik); bu durumda:
BABA’yı enerjideki güç olarak,
OĞUL’u görülen ışık olarak,
KUTSAL RUH’u ise, yayılan ısı olarak...
...örnekleyebiliriz (Bkz. resim).
O zaman aşağıdaki sonuçları çıkartabiliriz:
TANRI birdir (örnekteki bir tek enerji). Fakat aynı enerjinin üç dönüşümü olduğu gibi (güç, ışık ve ısı), Tanrı’da da birbirinin dönüşümü olan üç benlik vardır. Hem güç, hem ışık hem de ısı aynı enerji değil mi? Üçü de aynı öze sahip, fakat değişik konumdalar. Tabii, bu sadece bir örnektir. Tanrılıkta da öyle: Üçü (Baba, Oğul ve Kutsal Ruh) aynı Tanrı; üçü de aynı öze sahip, fakat değişik konumdalar: Baba, Oğul ve Ruh. Çünkü üç değişik varlık değiller, üçü de aynı ve tek varlıktır (aynı cevherdir)!
Enerjiyi (örneğin: elektrik) bir şekle benzetebilir miyiz? Güç olarak elektriği görebilir miyiz? Ama ona bir dokunursak... çarpılırız! Allah’ın doğaüstülüğü de böyledir. Kutsal Kitap, Tanrı’ya “Baba” derken, HER ŞEYİN KAYNAĞI olduğunu dile getiriyor. Aynı zamanda, “Baba” unvanı, görünmeyen ve yaklaşamayacağımız kutsallık ve sonsuz güç konumundaki Tanrı’dan söz ediyor.
Işık ise, enerjinin (elektriğin) görülen şeklidir, ayrıca görmemizi de sağlıyor. Tanrı, O’nu tanımamızı ve öğrenmemizi istiyor. O’na giden yolu aydınlatıyor. İnsanlara bildirdiği buyruklar ve Kendisi hakkındaki açıklama, O’ndan gelen ışıktır (Nurullah’dır). Ama bu ışık yine Kendisidir. Güneşin ışığı, güneş değil mi? Bizi aydınlatan bu “ışık”, genellikle vahiy olarak biliniyor1. Vahiy, Tanrı’nın düşüncesinin sözlü ifadesidir. Vahiy Ezeli Kelâm olarak Tanrı’nın özündendir. Tanrı’nın özü, Kendisinden başkası değildir. Bu Söz, kelimelerden öte yaşayan ve bilinçli olan bir vahiydir. Yaşayan bu Söz’e, “Oğul” unvanı verilirken, anlamı “görünmeyen Tanrı’nın özünden gelen”dir. “Tanrı Oğlu” kavramının Hz. İsa’nın fiziksel doğumuyla hiç bir ilgisi yoktur.
Enerjiden yayılan ısı dalgaları yaşam sağlıyor. Yaklaştıkça bu sıcaklığı hissedebiliriz. Çünkü Tanrı yaklaşırsak çarpılacağımız bir Tanrı olarak uzaklarda kalmak istemedi. Nefsinden ötürü güçsüz olan insanı güçlendirmek istiyor. Işık (Tanrısal Söz) etrafımızda yol gösteriyor. Isı (Kutsal Ruh) ise, içimizde iliklerimize kadar nüfuz ediyor. Aynı şekilde Tanrı, içimizde, ruhumuzda işlemek istiyor. Tanrı’nın ruhumuzla temas kurmasını gerçekleştiren Kutsal Ruh’tur. “Güneşte bronzlaştım” diyoruz. Ama bronzlaştıran güneş ışınlarıdır. Aslında ikisi de aynı şeydir. Tanrı ve Ruhu da aynı Tanrı’dır.
Şartlandığımız bazı düşünceler nedeniyle, özellikle “Oğul” kavramını manevi olarak anlamakta çok zorlanıyoruz.
Tanrı’nın söyledikleri “ses ve harfler” biçimini almadan, önce aklında bir tasarım biçiminde vardır demiştik. Bu tasarımı söze döker ve Tanrı’nın Sözü ortaya çıkar. Ama bu Söz Tanrı’dan çıksa da Tanrı’dan ayrı bir şey değildir:
“Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve Söz Tanrı’ydı” (İncil; Yuhanna 1:1).
Bu ayette “Tanrı’nın Sözü”, “Kelâm” veya “Kelâm-u’llah” olarak tercüme edilen esas kelime “Logos”tur. Süleyman Mesellerinde bu Logos Allah’ın Hikmeti olarak geçiyor:
“Rab başlangıçta, kadim işlerinden evvel bana (Hikmete) sahipti. Dünya var olmadan evvel, başlangıçta, ezelden beri beni teşkil etti. Enginler, sular yokken ben doğmuştum... (Tanrı dünyayı yarattığı zaman) ben yapıcı olarak O’nun yanındaydım(...) ve sevincim insanoğulları içindi…” (Zebur; Süleymanın Özdeyişleri 8:22-31; Eski Çeviri).
“Tanrı’nın Sözü diri ve etkilidir, iki ağızlı her kılıçtan keskindir. Canla ruhu, ilikle eklemleri birbirinden ayıracak kadar derinlere işler; yüreğin düşüncelerini ve amaçlarını da yargılar. O’nun(yani Tanrısal Söz’ün) görmediği yaratık yoktur. Kendisine hesap vereceğimizin (yaşayan Söz) gözleri önünde her şey çıplak ve açıktır” (İncil; İbraniler 2:12,13).
Şimdi, bu ayetlerde açıklanan çok önemli gerçekleri sırayla inceleyelim:
“Başlangıçta Söz (Logos) zaten vardı”: Bu Söz sonradan yaratılmadı ezelden beri vardır: “kadim işlerinden evvel”, “ezelden beri” ifadeleri açıktır.
“Söz Tanrı’yla birlikteydi”: Tanrısal Logos veya Hikmet, Tanrılığın içinde özerklik “kazanıyor”. Öyle ki, “Tanrı’yla birlikteydi”, “O’nun yanındaydım” denebiliyor.
Ayrıca bu Söz, kendi kendini anlatacak, sevinecek, yaradılışın mimarı olacak kadar diri ve bilinçli bir Söz’dür. Nitekim kendiliğinden yaşıyor, görüyor ve hesap soruyor. Yani bu söz söylenen ‘sesler ve harflerin’ çok ötesinde bir şeydir.
“Söz Tanrı’ydı”: kendiliğinden bilinç “kazanan” bu Söz, Tanrı’nın düşüncesinde oluşup, O’nun karakteri ve öz kimliğinin tanımıdır! Tanrı’nın doluluğuna sahiptir. Tanrı’yı eksiksizce açıklayan “Tanrı-Vahiy”dir. Hem Tanrı’yı açıklıyor, hem Tanrı’nın içinde bulunan Kendisidir:
Yuhanna 1:1’deki Söz’ün, ayet 14’te dünyaya İsa Mesih olarak gelen Söz olduğunu öğreniyoruz.
Aynı zamanda Tanrı’nın özünde oluştuğu için, Söz hakkında da bir mecaz olarak “doğmuştu” denir. Bu nedenle Yuhanna 1:18, bu gerçeklerin özetini şöyle veriyor:
“Tanrı’yı hiçbir zaman hiç kimse görmemiştir. O’nu, Baba’nın bağrında (özünde) bulunan ve kendisi Tanrı olan biricik Oğul (Logos) tanıttı” (Yuhanna 1:18).
Dolayısıyla “Oğul” bedensel bir oğul değildir. Tanrı’nın bağrında bulunan “Logos”tur; yani Kelâm. Ayrıca Tanrı’nın özünden akıp bize ulaşan canlı Kelâm’dır.
Şimdi, bu bilgilerle Tanrı’nın üçlü özünü daha iyi anlayabilecek durumdayız. Tanrı’nın kendi Zatı, yani kişiliğinin özü veya kendi karakteri var (Bkz. resim). Tanrı’nın karakteri, önce kendi düşüncesinde, sonra da sözlerinde yansıyor:
Sözler düşüncede oluşuyor. Diyebiliriz ki, sözler, düşüncede doğuyor, düşüncenin “sonucu” veya “oğlu”dur.
Bu açıdan düşünce de, sözleri meydana getiren “kaynak” olarak sözlerin “babası” olur.
Düşünce ve sözler yerine “baba” ve “oğul” sözcükleri geçebilir. “Baba” Tanrı’nın özü, “Oğul” ise, Tanrı’nın özünde oluşan Söz anlamına gelir.
Buna göre, “Kutsal Ruh” Tanrı’nın etkinliğidir.
Tıpkı bir su pınarında kaynak, su ve akıntı olduğu gibi...
Dolayısıyla, Tanrı’nın
özündeki düşünceye,
bu düşüncenin ifadesine ve
bu ikisinin etkinliğine (icra),
bir mecaz olarak
1. “Baba”,
2. “Oğul” ve
“Kutsal Ruh” denebilir.
Tıpkı insan, düşünceleri, ifadeleri ve hareketleriyle var olduğu gibi. Düşünceleri içinde gizli kalıyor; kendi bilincinin özüdür. Biz ve düşüncelerimiz aynı şey değil miyiz? İnsanın ifadeleri ondan çıkıyor; onları geri alamaz. Kişi ve ifadeleri hem birbirinden ayrılıyor, hem de birbirinden farklı şeyler değildir. Murat’ın söylediği sözler kırıcı ise, neden Murat’a kızıyoruz? Çünkü Murat’ın sözleri kendi ifadesi olarak kendisinden farklı değildir. Aynı şekilde kişinin hareketleri çevresini etkiliyor... Bu hareketler kendisine ait, yine kendi özü oluyor. Murat bana bir tokat atarsa, Mustafa’yı suçlamam... Murat’ı sorumlu tutarım. Bu şekilde kişinin düşünceleri, sözleri ve hareketleri “kendisi” oluyor; kendi özüyle aynıdır. Kişinin nasıl biri olduğu, bu şekilde anlaşılıyor. Özellikle Tanrı’yı (ki O’nun bir bedenselliği yoktur), yalnız sözlerinden ve yarattığı işlerden öğrenebiliriz.
Tanrı’nın Özü, Sözü ve Ruhu da Kendisi’yle aynıdır. Ne var ki, Baba, Oğul ve Kutsal Ruh basit bir düşünce, söz ve etkinlik değildir. Üçlübirliği Tanrı’ya ait düşünce, ifade ve icra olarak örneklediğimizde, her birinin kendiliğinden bütün Tanrılığa sahip olduğunu düşünmeliyiz! Yani, yaşayan ve Tanrı olan bir “düşünce”, yaşayan ve Tanrı olan bir “ifade”, yaşayan ve Tanrı olan bir “icra” söz konusudur.
Tanrısal Söz (Oğul), ezelden beri Tanrı’nın düşüncesinden (Baba’dan) “doğmakta”, yani cereyan etmektedir. Bu, fiziksel bir doğum değildir. Tabii ki, fiziksel anlamda Allah doğurmamıştır ve doğrulmamıştır. Ama Tanrı’nın özünde oluşan Söz (Kelâm), mecazi anlamda bağrında doğmuştur; ama yaratılmamıştır, çünkü zamansızlıkta -ezeliyette- oluştu. Zaman olmadığı yerde “önce” ve “sonra” da yoktur; dolayısıyla “ilk” oluşum diye bir şey yoktur. Söz Tanrı kadar ezelidir: yaratılmamıştır.
“Oğul”u (Tanrısal Söz’ü), insan olarak gelen İsa Mesih’le karıştırmamamız gerek. İsa‘nın içindeki Tanrısal Söz ile bedenini bir tutamayız. Işık ile ampulü bir tutmadığımız gibi. Yani “Oğul” (Kelâm) ezeli-ebedidir. “Doğumu” bedensel değil, Tanrı’nın özünde manevi bir doğumdur. İsa Mesih ise, belli bir tarihte bedensel olarak doğdu. Yoktu, meydana geldi. İsa’nın doğumu fizikseldir. Öyleyse Oğul ile İsa arasındaki bağlantı nedir?
Babam beni telefonla arıyorsa, duyduğum ses babam değil midir? Bu ses telefon aracılığıyla geliyor. Ama ben telefonu babamla karıştırmam. Mesih’te bize gelen Söz Tanrı’dır, ama Mesih’in bedenini aşkın Tanrı’yla karıştırmayız.
Tanrı kendini tanıtmak istedi. Bunu, anlaşılan, duyulan ve de görülen bir şekilde yapmak istedi. Bu amaçla Tanrısal Söz’ü fiziksel, fakat günahsız bir kılıfa yükledi (ampulde telin yanmadan parlması için, hava boşluğu yaratıldığı gibi). Tanrı Mesih’te insana büründü; ama kutsal bir insana. Aşkın Tanrı dünyayla direkt temas kurarak “kirlenmedi”. Kili yoğururken eldiven giyer gibi, Tanrı dünya çamurundayken temiz bir beden giydi.
Şimdi, İncil, yani gökten indirilen İncil, bir kitap değil İsa’nın içindeki “Oğul”un (Tanrısal Söz’ün) ta kendisidir (bkz. Yuhanna 1:1,14; 3:31...). En büyük vahiy, kitaba yazılan değil, bir insan olarak gelen, yani İsa’nın içinde yaşayan Vahiy’dir:
Tanrı nasıl ki Sözü’nü (“nefsî kelâm”ı), ses ve harfler biçimini vererek bir kitaba (Kutsal Kitap’a) yüklediyse,
Aynı şekilde Sözü’nü, kişilik ve beden biçimini vererek bir insana (Hz. İsa’ya) yükledi.
Kutsal Kitap, Tanrısal bir niteliğe sahip olduğu gibi, Yaşayan Kitap da (İsa), Tanrısal niteliğe sahiptir. Bu Tanrı’ya eş koşmak değildir!
İsa Mesih, alıştığımız tabirle, Ruhulkudüs sayesinde Meryem’in rahminde, bir bedene bürünen “O’ndan bir kelâmdır” (Bkz. Âl-i İmrân 3/39,45; Nisâ 4/171). İsa’nın bedenine Kelâm-u’llah yüklendi, aşılandı. Tanrı’dan gelen canlı bir kelime, Kendisinden başka kim olabilir? Telefonda duyduğum babamın sesi, babamdan başka kim olabilir? Artık biliyoruz: bu Söz’e “Oğul” denmesi, fiziksel bir anlam taşımıyor, Söz’ün Tanrı’dan cereyan ettiğini gösteriyor.
Özetleyecek olursak: İsa’nın Tanrı Oğlu olmasının, dünyasal doğumu ile hiç bir ilgisi yoktur. İnsan olarak doğmadan, İsa’da yerleşen ruhsal şahsiyet (Tanrısal Söz) zaten Tanrı Oğlu’ydu, Tanrı’nın yaşayan Vahyi’ydi, Kelâm-u’llah’tı. Dünyada bir insan olarak doğması şart değildi. Doğmamış olsaydı yine Oğul olacaktı (yani Söz), çünkü yine Tanrı’nın bağrında vardı. İnsan tabiatına büründükten sonra, ayrıca İnsanoğlu, Mesih ve Kurtarıcı olabildi. İsa Mesih doğum itibarıyla bir insandır, fakat ezelden beri yaşayan Söz olması nedeniyle Tanrı’dır. Bedeni insan bedenidir, ama ruhu Tanrı’nın Ruhu ve Sözü’dür (Ruhu’llah ve Kelâm-u’llah).
Televizyonda başbakanı seyrettiğim zaman, ekranda başbakanın görüntüsü var. Ekran başbakan değildir, ama görüntüye işaret edip “başbakana bak” diyebilirim. İsa’nın bedeni televizyon ekranı gibidir. İçindeki Tanrısal Söz, başbakanın görüntüsü gibidir. İsa’nın bedenine Tanrı demiyoruz. Ama içindeki Tanrısal Söz’e Rab diyebiliyoruz.
İslâm âlemindeki kelâmcılar ve bilginler (ulemalar), Tanrı Sözü’nün gizemini sezerek, Allah’ın “Âlim”, “Kâdir”, “Mürid” ve “Mütekellim” olduğu görüşünde birleşiyorlardı. Öyle ki, “sübûti” (Tanrı’nın özünü açıklayan ‘olumlu’) sıfatlar arasında da “Kelâm” geçiyor. Bu Kelâm’ın da yalın ‘sözlerin ve harflerin’ ötesinde Tanrı’nın düşüncesinde bir öz (“nefsî kelâm”ı) teşkil ettiğini ve Kendisi kadar ezeli olduğunu dile getirdiler.
Kur’ân’da “Tanrı Oğlu” kavramı açıkça inkâr ediliyor; çünkü fiziksel bir oğulluk olarak anlaşılıyor. Bununla birlikte, İsa’dan “Allah’tan gelen bir kelâm” olarak söz ettiğinde (Âl-i İmrân 3/39,45; Nisâ 4/171), başka bir anlam verse de, bir gerçek yansıtmaktadır.
İlk devirdeki bazı İslâm kelâmcıları “Allah’ın kelâmı”nın ezeli olup, mahlûk olmadığını beyan etmişler. Hz. İsa için Kur’ân’da “Kelimetun minha” denilmektedir (Âl-i İmrân 3/44). Fakat İslâm düşünürleri Allah’ın kelâm sıfatını başlı başına bir şahsiyet olarak görmediler. Kimi kelâmcılara göre Allah sözün bir kitap halinde zuhur ettiyse de, onun bir insan şeklinde zuhur edebileceğine ihtimal vermediler.
Dolayısıyla Kur’ân Tanrı Sözü’ne atfedilen oğulluğu onaylamıyor. Bu öğretileri desteklemek için Kur’ân’ın veya kelâmcıların onayını aramıyorum. Ama “Tanrı Oğlu” veya “Tanrı Sözü” (Logos) ifadelerinin manevi anlamı daha kolay anlaşılsın diye, Arapça’daki ve İslâm terminolojisindeki benzer kavramları göstermek istedim:
Tanrı dünyayı canlı Sözü aracılığıyla yarattı: “Allah ol der ve olur” (Arapça’da “Kün feyekûn”; bkz. Bakara/2:117). “Ol” buyruğu Tanrı’nın yaratıcı hikmeti ve gücüdür. O’nun iradesi ve ilminin zuhurudur. Tanrı’nın ta Kendisidir. Nasıl yani? Tanrı’nın, sırf iradesiyle (özünde dileyerek) değil de sözü kullanarak yaratması bunu kanıtlıyor.
Gerçi kimi kelâmcılar Allah’ın Kelâmı’nın, hem O’ndan ayrı ve farklı bir cevher olduğunu hem de Kendisiyle eşit ve hem-vücut olmadığını söyleyecekler. Ama O yaratırken özü olmayan, Kendisinden farklı bir araç kullanamazdı: Allah, YOKTAN yarattı! “Ol” buyruğu yaratılan bir şey değil, yaratan şeydir. Ayrıca Tanrı’nın bir “parçası” da değildir. Çünkü Tanrı parçalara bölünemez.
Aynı zamanda, “olsun” diye buyururken, oluşup harekete geçen evren, kuvvetli bir rüzgâra benzeyen bir güç tarafından “yontuluyor”. Yaradan, kelâmı ve hareket halindeki kuvveti, tek Tanrı’daki üç esastan başka bir şey değildir:
“Başlangıçta Allahgökleri ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Allah’ınRuhusuların üzerinde hareket ediyordu (şekil veriyordu). Allahdedi: ışık olsun (“olsun” diye buyurdu); ve ışık oldu...” (Tevrat; Tekvin 12:1-3).
“Başlangıçta Söz (Kelâm)vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi... Her şey O’nun (Söz’ün) aracılığıyla var oldu, var olan hiç bir şey O’nsuz olmadı... Söz insan olup aramızda yaşadı” (İncil; Yuhanna 1:1-3,14).
Şimdi, Hz. İsa, “O’ndan bir kelâm” olarak tanımlanır; yani Tanrılıktan ayıramayacağımız bu Söz İsa Mesih’te konut kurarak dünyaya girdi (İsâ, Allah’tan gelip vücud bulan kelimedir; Bkz. Âl’i İmrân/3:39)1. Kelâm olan “ol” buyruğu (Arapçasıyla “Kün”; Bkz. Nîsa/4:171)2, Meryem’in rahmindeki İsa’ya yüklendi. Mesih İsa’nın, tıpkı Hz. Âdem’in gibi “ol” buyruğu ile yaratıldığını değil, O’na “ol” buyruğu yüklendiğini söylüyoruz. Hz. Âdem “ol” buyruğunun yarattığı sonuçtur, ama Oğul “ol” buyruğun kendisidir. “Ol” buyruğu (Kelâm), Tanrı’nın özündendir. Dolayısıyla İsa’nın içindeki Kelâm Tanrı’nın özüdür!
Şimdi, ilâhiyat dilinde “Teslis” ya da “Kutsal Üçlem” olarak da bilinen Üçlübirliğin tanımını verelim:
Tanrı birdir, Vücûdu(öz yapısı) daima --ezelden ebede-- bir ve aynı bölünmez varlıktır: TEVHİT. Fakat Zatı(kişiliği) Baba, Oğul ve Kutsal Ruh --yani bilinçli Öz, Söz ve Kutsallık-- olarak zuhur etmektedir: TESLİS. Dolayısıyla Üçlübirliği “Tevhit’te Teslis” olarak tanımlayabiliriz.
Yani, TEKTANRI, ÜÇ KONUMDA var olmaktadır. Bir tek cevherde, üç benlik hali mevcuttur (felsefe dilinde üç “bilinç merkezi”; veya Arapçasıyla “üknûm”).
Bu üç benlik, Kutsal Kitap’ta bir mecaz mahiyetinde olan BABA, OĞUL ve KUTSAL RUH isimleriyle tanımlanır.
Üçlübirlik: Kendini Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’ta açıklayan tek Tanrı’dır.