6. İsa ve Öğrencileri

En Derin Varsayımlarını Değiştirme

Bazı şeylerin öğrenilmesi kolay, bazılarınınsa çok zordur. Yeni bir bilgi olan telefon numarasını ya da yeni bir beceri olan yemek tarifini öğrenmek kolaydır. Sabırlı olmayı, farklı düşünmeyi, dünyayı yeni bir gözle görmeyi öğrenmek çok daha zordur. Yetki anlayışımız daha küçük bir çocukken, aile üyelerimizin birbiriyle, özellikle de babamızla nasıl iletişim kurduklarını gözlemlememizle gelişmeye başlar. Babamız kendisine yaklaşılması kolay birisi midir? Nazik ve cömert midir? Diğer aile fertleri ona boyun eğerler mi? Ondan korkarlar mı?

Bu gibi ilk izlenimlerimiz önderlik hakkındaki düşüncelerimizi önemli boyutta etkiler. Daha sonra gelişen önderlik anlayışımız, bilinçaltımızın derinliklerine gömülmüş olan ilk tecrübelerimiz üzerine kurulduğundan, düşünce tarzımızı değiştirmemiz veya neden öyle davrandığımızın farkında olmamız bile zordur. Yaşamın ileri safhalarında farklı tutumlar hakkında öğrenebilir ve yeni düşüncelere mantıken onay verebiliriz ama sıkıntı dolu ve stresli anlarda, eskilerde kalan ve derinlerdeki anlayış çerçevesi baskın çıkar. Öğrencilerde gördüğümüz gibi, üç yıl boyunca İsa’nın öğretişlerini işitmiş ve hatta verdiği örnekleri kendi gözleriyle görmüş olmaları bile, önderliğin onur kazanmak ve ünlerini arttırmak uğruna, başkalarını kontrol etme hakkında olduğu temel varsayımını değiştirmeye yeterli gelmemişti. Eğer öğretiş ve örnekleme yeterli değilse, İsa onları nasıl değiştirdi?

Bir gün öğrencileri İsa’ya gelip Göklerin Egemenliğinde kimin en büyük olduğunu sordular (Mat. 18:1-5). Petrus halihazırda İsa’nın Mesih olduğunu dile getirmişti ve birlikte son kez olarak Yeruşalim’e gidiyorlardı. Mesih Yeruşalim’i Roma boyunduruğundan kurtardığı zaman, kendilerinin hangi konumlara getirileceğini hesap ederek, siyasi boyutlarda düşünmeye başlamışlardı: “En büyük kimdir? Senin favorin kim? Senin yaverin kim olur?” İsa bir çocuğa seslendi ve onu öğrencilerin ortasına yerleştirdi. Onların dikkatini bu küçük çocuğa çekerek ve meraklarını uyandırarak, Göklerin Egemenliğine girmeleri için değişmeleri gerektiğini söyledi. En büyük olabilmek için kendilerini küçük bir çocuk gibi alçaltmaları gerekiyordu. Böylesine kafa karıştıran bir yanıt karşısında şaşakaldılar çünkü çocuklar ne güçlü ne de onur sahibiydiler ve alçakgönüllü olmakla büyüklüğü aynı cümlede kullanmak anlamsız bir tezattı. Herhalde İsa’nın verdiği yanıt onları öylesine hayrete düşürmüştü ki, anlamaz bir tavırla omuzlarını silkip çabucak unutuverdiler.

Değiştiren Öğrenme

Geçen otuz yıl içinde yetişkin eğitim öğrencileri, sadece bilgi ve beceri edinmek yerine, tutum ve davranışlarda köklü ve kalıcı değişimlere yol açan bir öğrenme tarzı olan değiştiren öğrenmeye artan bir ilgi göstermektedirler. Bu alanda bir öncü olan Jack Mezirow, kişisel değişimin gerçekleşmesi için – daha önce tutulan paradigmaların açıklayamayacağı – karmaşa ve stres yaratarak zihin karıştıran bir ikilemin ortaya çıkması gerektiğini söyleyen bir teori oluşturmuştur. Sadece bu durum, köktenci bir yeni düşünce gerektiren önceki varsayımların açık, araştırıcı ve eleştirel değerlendirilmesine yol açar ve bunun sonucu olarak da öz görünümün, dünyaya bakış açısının, roller ve ilişkilerin devam ettirilebilen, dönüşsüz değişimine neden olur.36

İsa’nın öğrencilerine verdiği karşılık zihin karıştıran ikilemin bir örneğidir. Öğrenciler büyük olma hakkında sordukları zaman güç, servet ve onuru düşünüyorlardı. İsa onların dikkatini – sevilen ama hiçbir önemli konumu veya nüfuzu olmayan - bir çocuk üzerine toplayarak, birbirine karşıt olan zayıflık ve güç kavramlarını bir araya getirmeye zorluyordu. Onların varsayımlarına meydan okuyan bir ortam hazırlıyor ve önderlik anlayışlarını sorguluyordu.

İsa sık sık zihin karıştıran ikilemler aracılığıyla ortaya çıkan paradokslar kullanmıştır. Müjde yazarlarının İsa’nın “birinci olmak isteyenin sonuncu” veya “en küçük olanın aslında en büyük” olduğunu veya “kendisini yüceltenin alçaltılacağını” söyleyen on üç ayet buldum. Çocuklara yönelik olarak verilen ayetlere37 ek olarak, İsa zengin genç adamla yaptığı konuşmasını “birincilerin birçoğu sonuncu, sonuncuların birçoğu da birinci olacak” sözleriyle tamamlar.38 Benzeri öğretişlerin yedisi, hizmetinin sonlarına doğru, Celile’den Yeruşalim’e doğru yaptığı son yolculukta verilmiştir.39 Sona yaklaşıldıkça öğrenciler arasındaki kıskançlık daha da artıyordu ve İsa aralarından ayrıldıktan sonra bu durumun neden olabileceği sorunları öngördü.

Yakup’la Yuhanna’nın anneleriyle birlikte İsa’dan, O’nun sağında ve solunda oturarak yetki sahibi olmayı istedikleri olay açıklayıcıdır. İsa’nın onlara yönelttiği ilk azarlama, Babasının Egemenliğinde yetki ve nüfuza giden yolun, kendisinin içeceği kaseden içmekten, yani kendisi gibi acı çekmelerinden geçtiğini dile getirir. Ardından diğer on öğrencinin onlara kızdığını okuyunca, bu iki kardeşin planlarını nasıl öğrendikleri sorusu akla gelir. İki kardeşin diğerlerinin önünde kendilerine ayrım gösterilmesini istemeye cesaret edemeyecekleri varsayımından hareketle, İsa’nın bu ikisini diğer on öğrencinin önünde azarladığı sonucuna varılır. On iki öğrencisi arasında, dünyaya bakış açılarında olduğu kadar karakterlerinde de var olan hataları dışa vuran, bu acı dolu zihin karıştıran ikilemi yaratmak üzere bile bile bir çatışma başlatmıştır. Belki bunu yapma sebeplerinden birisi, böyle bir entrikanın neden olacağı zararı göstermek olabilirdi ama esas olarak, hayati önem taşıyan bir gerçeği onlara öğretme fırsatını ortaya çıkartmasıydı. Bu dünyanın önderleri başkaları üzerinde baskı kurar ve yetkilerini onlara hükmetmek ve kontrol etmek üzere kullanırlar; oysa İsa’nın öğrencileri birbirlerinin hizmetkârı ve kölesi olmalıydılar.

Mezirow’un değiştiren öğrenme teorisi yaygın olarak kabul görmesine rağmen, birçok yazar üzerinde daha fazla araştırma yapılmasını gerektiren zayıf noktalara dikkat çekmiştir. Edward Taylor, Mezirow’un Amerikan olduğu için, değiştiren öğrenmeyi tek bir şahıs tarafından takip edilebilecek mantıki bir süreç olarak gördüğünü ve duygusal, deneysel ve toplumsal boyutlara yeterince dikkat edilmediğini gözlemlediğinde, bu görüşleri dile getirmiştir.40 İsa’nın tüm grupla nasıl baş ettiğini görmek beni derinden sarstı; çünkü O’nun yerinde ben olsaydım, bir Batılı olarak, hoş olmayan bir çatışmaya yol açmama adına, Yakup ve Yuhanna’yı bir kenara çekip konuşurdum. Oysa İsa, başkalarıyla birlikte öğrenilen şeyler daha derinden öğrenildiği ve uzun süre hafızada tutulduğu için, bu durumu toplum içinde çözmenin önemini anlıyordu. Grup içindeki hesap verme sorumluluğunun getirdiği ek boyut ve artış gösteren duygusal etki, öğrenişin verimliliğini güçlendirir.

İsa’nın, öğrencilerinin varsayımlarını baltalamak üzere zihin karıştıran ikilem kullanmasının en çarpıcı örneği, onların ayaklarını yıkamasında görülür (Yu. 13:1-20). Aralarından ayrılma zamanı iyice yaklaşmıştı ve makam rekabetinin tam olarak çözüme bağlanmadığını bildiğinden, çok daha çarpıcı bir yönteme başvurdu. Yahudi takvimindeki en önemli ve kutsal yemek olan Fısıh Bayramını kutlamak üzere bir araya gelmişlerdi. Herkes yetkili güçlerle son kez yüzleşmenin eli kulağında olduğunu fark ederek korku içinde gibiydi. İsa aniden ayağa kalkar, üstlüğünü çıkarır, eline aldığı havluyu beline doladıktan sonra leğene su doldurur. Öğrencilerinin önünde diz çöker ve onların ayaklarını yıkadıktan sonra havluyla kurular. Ayak yıkama görevi evin en alt seviyeli hizmetkârına aitti ve öğrenciler önlerindeki bu tezat karşısında büyük bir şaşkınlık yaşadılar. Efendilerinin bu görevi yapmasından son derece rahatsız oldular ve utandılar; çünkü efendilerinin maruz kaldığı utanç öğrencilerini de etkilerdi. İsa’nın ayaklarını yıkamaya devam etmesine izin verip vermeme ikilemiyle karşı karşıyaydılar. Aklına geleni hemen söyleyen Petrus daha fazla dayanamayacaktı ve İsa kendisine yaklaştığında “Benim ayaklarımı asla yıkamayacaksın” diye direndi. İsa ise ona şu yanıtı verdi: “Yıkamazsam yanımda yerin olmaz.”

Burada daha önce yaşanan bir olayın izleri vardır (Mat.16:13-23). Petrus İsa’nın Mesih olduğunu dile getirmişti ve ardından İsa, öğrencilerini acı çekip öldürüleceği konusunda uyarmıştı. Bunun üzerine Petrus yukarıdakine benzer bir şekilde “senin başına asla böyle bir şey gelmeyecek” diyerek İsa’yı azarlamış ve İsa ise çok daha sert bir şekilde “Çekil önümden, Şeytan!” diyerek karşılık vermişti. İsa’nın öğrencilerinin ayaklarını yıkaması çarmıhın belirtisiydi – her iki durumda da gösterdiği alçakgönüllülük öğrencilerinin temizlenmesine yol açıyordu. Daha sonra göreceğimiz gibi, İsa’nın çarmıha gerilmesi zihin karıştıran ikilemin nihai örneğiydi.

Çarmıh ve ayak yıkama yeni bir topluluk yaratılmasına hizmet ediyordu. İsa eline leğeni ve havluyu aldığında, birbirlerinin ayaklarını yıkama talimatını yerine getirmeye ve “sizi sevdiğim gibi siz de birbirinizi sevin” (Yu. 13:34) şeklindeki yeni buyruğuna itaat etmeye hazır olmaları için, kültürlerindeki varsayımları altüst ediyordu. İsa’nın Babası’nın yanına dönüşünden sonraki misyonu, öğrencilerinin arasındaki birliğe bağlıydı – ve bu birlik, eğer öne çıkma yarışmasına girecek olurlarsa, yakında bozulacaktı.

Bu örnekte, değiştiren öğrenme için tecrübenin önemini de görürüz. Tecrübe edilen bir deney, yerleşik ve kabul görmüş paradigmaların ciddi bir şekilde sorgulanmasına neden olacak uyumsuzluk yaratma eğilimindedir. Örneğin, tıp fakültesi öğrencileri, empati kazanmalarına yardım etmesi için, ölümcül hastalıklara tutulmuş olan kişi ve aileleriyle zaman geçirmeleri için huzur evine gönderilebilirler. Eğitimciler son derece güçlü duygusal tecrübelerin, sabit tutumlar üzerinde önemli bir etkisi olduğunu bilirler.

Akıl Hocalığı

Mezirow’un modeline yorum yapan Taylor gibi kişilerin eklediği bir başka boyut, destek veren ilişkilerdir. Zihin karıştıran ikilem güçlü bir tecrübeye dayalı olarak bir toplum içinde değerlendirilirse, değişime yol açması daha büyük bir olasılıktır ve değerlendirme destek veren ilişkiler aracılığıyla teşvik edilir.

Akıl hocalığı önder yetiştirmede ve kişisel gelişimde hayati önem taşır ve İsa’nın öğrencileriyle sahip olduğu ilişkide harika bir şekilde örneklenir. İsa kişileri kendisini izlemeye, öğrencileri olmaya ve bunu yapmak suretiyle, Tanrı’nın Egemenliğine teslim olmaya ve egemenliğine girmeye çağırdı. Onları eski yaşamlarını geride bırakıp “yanında bulunmaya” (Mar. 3:14), her zaman kendisiyle birlikte yiyen, yolculuk eden ve hizmet eden yoldaşları olmaya çağırdı. Karşılıklı olarak ifade edilen sevgi ve adanmışlık, öğretme, hizmet eğitimi alma ve İsa’nın yanlarından ayrılmasından sonra O’nun misyonunu devam ettirmek üzere öğrencileri donatan içsel değişimler için bir platform hazırladı.

İsa kişileri kendisini izlemeye çağırırken, Pavlus onlara örnek almalarını öğütler. Buna şaşırmamak gerekir çünkü Pavlus Son Buyruğu – Grek filozoflar arasında örnek alma kavramının yaygın olduğu - Yahudi olmayan dünyaya ulaştırmaktan sorumlu olan kişiydi. Aristo bunun önemi hakkında yazmıştır: “Örnek alma, insanlarda çocukluktan itibaren var olan bir içgüdüdür ….. örnek alarak ilk anlayışlarını geliştirir.”41

Çocukların ebeveynlerini, öğrencilerin öğretmenlerini ve vatandaşların yöneticilerini örnek alarak taklit etmeleri beklenirdi. Ksenofon Koreş hakkında şu sözleri kaleme almıştır: “Maiyeti önünde kendi erdemleriyle kusursuz bir örnek sunar.”42

Aristo veya Plato gibi filozoflar, onlara ait olan değerleri ve gelenekleri iyice özümsemek isteyen kişilerden oluşan öğrencileriyle uzun saatler geçirirlerdi. Bu durum sadece Yunan dünyasıyla kısıtlı değildi; Yahudi öğretmenler de, akıl hocası ve modellerinin her özelliğini bilinçli olarak taklit eden öğrencileri için benzeri bir strateji benimsemişlerdi.

“Örnek alma” kavramı Selaniklilere yazılan mektuplarda ve 1. Korintlilerde en sık olarak görülür. Pavlus Avrupa’ya yeni varmıştı ve geçmişte putperest olan yeni imanlılar tarafından ortaya atılan konularla boğuşuyordu. En öne çıkan sorun, yeni inançlarının yok edilmesi tehdidiyle çektikleri baskılardı. Pavlus onları Pavlus, Silas ve Rab İsa’nın kendisini ve Yahudiye’deki kiliseleri örnek aldıkları için methediyordu (1Sel. 1:6; 2:14). Selanik’teki imanlılar Kutsal Ruh’tan kaynaklanan sevinci yaşıyor ve Pavlus bu örneklerle onları, çektikleri sıkıntıların boşa gitmediği ve kendi hatalarının bir sonucu olmadığı konusunda temin ediyordu. Çektikleri sıkıntılar İsa ve elçilerinkine benzediği için yüce ve doğruydular.

İkinci olarak, yeni imanlıların yaşam tarzları hala putperest geçmişlerini derinden yansıtıyordu ve yeni yaşam tarzlarını Pavlus’u örnek alarak öğreneceklerdi. Aralarından bazıları boş boş dolaşmayı yeni inançlarıyla ilişkilendirmeye ayartıldığından, Pavlus onlara “herhangi birisine yük olmamak” ve “izleyebilecekleri bir örnek bırakmak” için nasıl gece gündüz çalıştığını hatırlatıyordu (2Sel. 3:8-9). Gurur duymanın ve övünmenin hikmetli olduğunu savunan eski fikir, Korint’te bölünmelere yol açıyordu. Bu yüzden Pavlus kendi zayıflığını ve alçakgönüllülüğünü, örnek almaları gereken bir model olarak çok canlı bir dille tanımlar (1Kor. 4:9-16). Yeni imanlıların bu yeni yaşamın, içten, gerçek ve alakalı örneklerle nasıl yaşandığını görmeleri gerekiyordu.

1980’lerde Türkiye’de yaşadığımız günlerde, yeni iman eden kardeşleri yılda bir kez düzenlenen ulusal Hristiyan tatil kampına götürürdük. Bu seyahat yeni imanlılara daha olgun ulusal önderlerle ilk kez tanışma ve bizim yanıtlayamadığımız sorularına yanıtlar bulma fırsatını verirdi. Bir kardeşin şu sözlerini hatırlıyorum: “Artık Hristiyan olarak yaşamanın ne anlama geldiğini biliyorum!” O günlerdeki önderler Ermeni veya Süryani gibi Hristiyan azınlıklardan gelen kardeşlerdi ama kültürel olarak biz Batılılardan çok daha yakındılar. Yeni iman etmiş olan bu kardeşimiz aniden Hristiyan yaşamı hakkında rahatlıkla iletişim kurabileceği bir örnekle karşılaşmıştı ve kendisini o örneğe göre yaşar olarak hayal edebiliyordu.

Üçüncü olarak, Pavlus akıl hocalığı ilişkilerindeki derinlik ve yoğunluğu örnek almamız için bize bir model olmaktadır. Çocuklarını bağrına basan bir anne gibi, izleyicileriyle müjdenin yanı sıra kendi yaşamını da paylaşacak kadar şefkat doluydu (1Sel. 2:7-8). “Bir babanın çocuklarına davrandığı gibi, onları yüreklendiriyor, teselli ediyor, Tanrı’ya yaraşır biçimde yaşamaya özendiriyordu” (1.Sel. 2:11-12). Onları içtenlikle seviyor, Rab’de ayakta durduklarını görmek için elinden gelen her şeyi vermeye hazır şekilde, tüm yaşamını onlarla paylaşıyordu; ki böylece onlar da sadece davranışlarını taklit etmekle kalmayacak ama tavır ve tutumlarını da örnek alabileceklerdi. Yürekten yüreğe olan iletişim ne kadar derinse, değerlerin aktarılmasının da o kadar büyük olduğuna inanıyorum.

İstanbul’da yaşarken Ermeni Ortodoks Kilisesinin önderi rahmetli Patrik Mesrop Mutafyan ile tanışma fırsatım oldu. Türk hükümetinin kilisenin papaz yetiştirmesine izin vermemesi sonucunda karşılaştığı sorundan söz etti. Genç adayları ya teolojik açıdan liberal olan Paris’teki Sorbonne’a veya milliyetçi bir yapılanma olan Ermenistan’daki Yerevan’a göndermek zorunda kalıyordu. Bu zor şartlara rağmen, öğrencilerinin yurtdışındaki eğitimlerini tamamladıktan sonra, kendi prensiplerine sadık bir şekilde geri döndüklerini söylemekten memnundu. Türk imanlıları yetiştirmemizdeki zayıflıkları ve başarısızlıkları hatırlayarak, onun başarısındaki sırrı işitmeye hazırdım.

“Bu gençleri kendinizdeki ruhsallığa böylesine sadık kalmada nasıl temellendirdiniz?” diye sordum.

“Kolay bir iş bu” diye karşılık verdi. “Üç yıl boyunca benimle yaşarlar! Benimle yerler, benimle otururlar, benimle konuşurlar, her zaman yakınımdadırlar.” Ondan sonra yüzünde bir gülümsemeyle şu sözleri ekledi: “Elbette siz Protestanlar evlendiğiniz için bunu yapmak zordur! Biz Ortodoks Episkoposlar bekar kaldığımız için kendimizi bir sonraki nesli yetiştirmeye adayabiliriz.”

Dördüncü olarak, akıl hocalığı ilişkisi bir yetki unsuru içerir. Pavlus 1. Korintliler 4’te bir baba olarak onları uyarır (ayet 14), kendisini örnek almaya çağırır (ayet 16) ve hatta sözü onlara sopayla gelmeye kadar getirir (ayet 21). Bazı kişiler Pavlus’u güç oyunu oynamakla ve yetkisini kötüye kullanarak Korint’teki Hristiyanları kendi isteğini yerine getirmeye zorlamakla suçlamışlardır. Halbuki Pavlus onlardan kendisine özel bir konum veya ayrıcalık vermelerini istemek yerine, onları zayıflıkta, alçakgönüllülükte ve sıkıntılara katlanmada kendisini örnek almaya çağırmaktadır. “Öğrenci” sözcüğünün Elçilerin İşleri kitabından sonra Yeni Antlaşma’da hiç geçmediğini söylemek kayda değerdir. Öğrenciler İsa’nın izleyicileri olduklarından, Pavlus asla kendi öğrencileri olduğunu iddia etmez. Son Buyrukta insanları, üçlü birliğin adıyla vaftiz edip onlara İsa’nın tüm buyruklarına uymayı öğreterek İsa’nın “öğrencileri olarak yetiştirmemiz” söylenmiştir (Mat. 28:19-20). Kişiler kendilerini Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’a ve Rab İsa Mesih’in tüm buyruklarına uymaya adayacaklardı. Bu kişiler bizim değil, O’nun öğrencileriydiler. Pavlus’un deyimiyle – onların iman etmesine aracılık ettiğimiz için bizim ruhsal çocuklarımız veya bizimle birlikte hizmet ettikleri için emektaş olarak anılabilirlerdi. Ama onlar bizim izleyicilerimiz değildirler; çünkü onlar üzerinde mutlak yetkimiz yoktur; onlara sahip değilizdir.

Bununla birlikte Pavlus’un elçisel yetkisine gönüllü bir teslimiyet söz konusudur. Pavlus hizmet takımının üyelerini yönlendirir ve kiliselere talimatlar verir. Üzerlerinde baskı kurmak, zorlamak ya da onları kullanmak yerine, yaşamını onlara hizmet etmeye adar. Onlar da Pavlus’un öğütlerine kulak verdikçe, talimatlarını yerine getirdikçe ve yaşamını örnek aldıkça, aynen Pavlus’un Mesih’e daha çok benzeme hedefi gibi, gitgide Pavlus’a daha çok benzerler. Bu durum şahsiyetlerinin kaybolduğu veya Pavlus’un klonları olduğu anlamına gelmez; aksine şahsen aldıkları çağrılar Tanrı’nın egemenliğinde Mesih’in bedeninin çeşitlilik gösteren üyeleri olarak kendi ifade tarzlarını buldukça, onlar da Mesih’e daha çok benzerler.

İsa ve Pavlus, kişileri kültürlerinin bağlarından özgür kılıp Mesih’in değerlerine uyum sağlamak için değişim getiren akıl hocalığının nasıl olması gerektiğini örneklerler. Bu sayede onur-güdümlü gözetenlerden uzaklaşıp, İsa’nın sergilediği hizmetkâr önderliğe geçebilirler. Bunun gerçekleşmesi, adanmış ilişkilerde kendi acı ve sıkıntılarını paylaşarak, gereksinim olduğunca teşvik ederek ve öğüt vererek yaşamlarını şeffaflıkla sürdüren akıl hocalarını gerektirir. Bu gibi akıl hocaları kişileri zihin karıştıran ikilemlerin tecrübesinden geçirdikten sonra arayış içindeki bir düşünüp taşınmaya ve toplum bağlamında yeni perspektifler keşfetmeye yönlendirecektir. Bunun ödülü ise öğretmenlerini geçen öğrencilerdir.

İsa ve Pavlus genç adamları seçtiler ve hiç şüphesiz gençler değişimi daha kolay bulurlar ve daha çabuk ilerleyebilirler. Yirmi iki yaşında OM International’a katılıp Hindistan’a gittiğim zaman kendimi çok farklı bir kültür içinde buldum. Hintli kardeşlerden oluşan müjdeci bir gruptaki tek batılı olma ayrıcalığı bana, kısa bir süre içinde sokaklarda diğerleriyle el ele dolaşma ve yanımda getirdiğim gömlekleri ihtiyacı olanlarla paylaşma rahatlığı sağladı. Müjde hakkındaki yayınları satarak ihtiyaçlarımızı karşılıyorduk; bu yüzden satış az olunca yiyecek de az oluyordu; ara sıra öfkeli Hindular bizi taşlıyorlardı. Bu gibi sıkıntılara katlandıkça, birbirimize daha çok yakınlaştık. En önemlisiyse, o günlerde beyaz Hristiyan işçiler için normal olmayan şekilde, Hintli önderlerin yetkisi altındaydım. S.N. Das Hint ordusunda onbaşı olarak görev yapmış ve Çin’e karşı yapılan savaşta gösterdiği cesaretten ötürü ödüllendirilmişken, Brahmin kökenli bir Nepalli olan Resham Raj, hapiste geçirdiği günlerde Luka Müjdesini ezberlemiş bir kardeşti. Her ikisi de, bir takımın nasıl idare edilmesiyle ilgili kesin fikirleri olan armağanlı önderlerdi. Ertesi sabah saat 5’te dua edileceği veya Cuma gününün dua ve oruçla geçirileceği duyurulduğunda, takım üyelerinin fikirlerine pek başvurulmadı. Her ikisi de tamamen Tanrı’ya adanmıştılar ve Hristiyan hizmetlerine hala devam etmektedirler. Bütün bunlar benim gibi yeni iman etmiş yarı hippi birisi için, esneklik ve azim kazandıran yaşam değiştirici nitelikte tecrübelerdi. Ama en önemlisi, Mesih benzeri karakteri ve üzerlerine yüklenen büyük yetki anlayışını yaşamış olan, farklı kültüre sahip önderlere boyun eğme disiplinini öğrendim. Bunun bugünkü halime gelmemde büyük etkisi olmuştur. Önder yetiştirme uzun vadeli bir süreçtir ve ne kadar erken başlarsa o kadar iyi olacağı şüphe götürmez.

Elbette bu durum, sadece gençlere akıl hocalığı yapılacağı ve yetiştirileceği anlamına gelmez. Hiyerarşik bir kültürden gelen olgun erkek ve kadınlar da, önderlikten kaynaklanan zorluk ve hayal kırıklıklarıyla mücadele ediyor olabilirler. Bölünme ve umutsuzlukların bedeli ağırdır ama bu gibi karanlık tecrübeler, kişilerin önünde yeni ufuklar açan zihin karıştıran ikilemler olabilirler. Kontrol düşkünü veya baskıcı olma eğilimi gösteren pastörlerin, edindikleri başarısızlık deneyiminden sonra, zaman içinde hizmetkâr önderler halini aldıklarını gördüm. İyi niyetli öğretmenler tarafından verilen seminer ve çalışmaların etkisi sınırlıyken, zorluk anında kişinin yanında duran güvenilir bir akıl hocası, zorluk içindeki zayıf kişiler veya kendi hizmetlerini geliştirmeye gayretli yeni imanlılar için ferah bir ortam sağlayarak, daha lütufkâr bir önderlik modeli bulunmasına yardım edebilir.

Çarmıha Gerilme

Gelmiş geçmiş en mükemmel akıl hocasıyla üç yıl geçirmelerine ve yakın bir dost perspektifinden O’nun yaşamını gözlemleme ayrıcalığına sahip olmalarına rağmen, öğrenciler beraber yedikleri Son Yemekte bile aralarında kimin en büyük olduğunu tartışıyorlardı (Luk. 22:24)! İsa’nın ustalıkla hazırladığı – eşsiz öğretiş, tecrübe, toplumsal yaşam ve zihin karıştırmalar içeren - eğitim programına rağmen, derinlere işlemiş olan onur peşinden koşma anlayışları hala yok edilememişti. İsa başarısız mı olmuştu? Onlardan uzaklaşır uzaklaşmaz misyonu paramparça mı olacaktı?

İsa’nın yapacağı bir şey daha vardı. Öğrencilerini çarmıha gerileceği hakkında tekrar tekrar uyarmıştı ama sabit düşünceleri yüzünden söylediklerini anlayamamış veya gerçekten inanmamışlardı. Petrus’un iki kez itiraz etmesi gibi, Mesih bir kul gibi acı çekmek yerine, görkemli bir fatih olarak görülmeliydi. Acı çekme ve ölüm kesinlikle düşünülmezdi. Aralarında kimin en büyük olduğu hakkında tartıştıkları aynı gece, dünyaları yıkıldı. Birkaç saat sonra Getsemani bahçesinde İsa’yı tutuklamaya gelen askerlerin önünde çil yavrusu gibi dağıldılar ve Petrus İsa’yı üç kez inkâr etti. İsa ertesi gün uydurma suçlamalara maruz kaldı, dövüldü, alaya alındı, yüzüne tükürüldü, giysileri çıkarıldı ve iki hırsızın arasında çarmıha çivilendi. Yuhanna’dan başka hiçbir öğrencisinin, O’nun çarmıhına yaklaşma cesareti gösteremediği ve olup biten korkunç olayları bizlere aktaran tanıkların kadınlar olduğu izlenimi edinilir.

Romalılar İsa’yı, küçük düşürmeyi amaçlayan aşağılayıcı hakaret ve alaylarla, bir köleye uygulanabilecek en kötü cezaya maruz bıraktılar. İsa’nın alçakgönüllülük, hizmet etme ve kul olma hakkında tüm sözleri, aniden çarmıh üzerinde asılı duran kan içindeki bedeninde hayat bulmuştu. Bunu yapanlar ellerini kollarını sallayarak oradan uzaklaşırken, İsa öldü.

“Zihin karıştıran ikilem” ifadesi öğrencilerin çektiği acının ve umutsuzluğun derinliğini tarif etmeye yetmez. İlk olarak, uğruna ölüme bile katlanacaklarıyla övünmelerine rağmen, korkaklıkları yüzünden Rableri’nin yanında durmadıkları için hissettikleri şahsi başarısızlıkları vardı. Gururlarını yerle bir eden bir darbe olmalıydı. Bundan daha da ciddi olan şey, umutlarını üzerine kurdukları güç ve görkem zayıflığa ve utanca dönüştükçe, teoloji ve inanç sistemlerinin çökmesiydi. İç dünyaları paramparça olurken, zihinsel düzenleri yıkıldı.

Ama öğrenciler için son hala gelmemişti. İsa ölümden dirildi. Öğrencilerine göründü ve sevgiyle onları yeniledi. Başlangıçta yaptığı gibi, gölün kıyısında Petrus’a göründü ve onu yeniden görevlendirdi (Yu. 21:15-19). Öğrencilerine bütün bu olanların, Kutsal Yazılar’da yazıldıkları için yerine gelmesi gerektiğini tekrar açıkladı ve bu kez zihinleri, O’nun dediklerini anlayıp kavrayabilmeleri için açılmıştı (Luk. 24:45). Onları gelecekte gerçekleşecek olanlar için güçlendirmek üzere Kutsal Ruh armağanını verdi.

Öğrencilerin bundan sonra aralarında kimin en büyük olduğu hakkında hiç tartışmamış ya da öne çıkma yarışına hiç girmemiş olmaları önemli bir konudur. Yahudi olmayan imanlıların sünnet olup olmamaları gibi hayati önem taşıyan sorular hakkında uzun ve ateşli tartışmalara girmişlerdir ama Yeruşalim Konseyinde görüş farklılıklarını birbirlerini ve Kutsal Yazıları saygıyla dinleyerek giderebilmişlerdir (Elç. 15:7, 12). Hananya ve Safira’nın başına gelenler konusunda Petrus önderliği ele almış olmasına rağmen (Elç. 5:1-11), ardından Yakup Konseyin konuşmacısı ve son noktayı koyan başkanı olarak hareket etmiştir (Elç. 15:13-21). Öğrencilerin önderlik hizmetini paylaşıp kararları beraber aldıkları açık ve nettir. Topluluktakilerden dullara yapılan maddi yardım konusuyla uğraşacak yedi saygın kişi seçmelerini istemeye karar verenler “onikilerdi” (Elç. 6:1-7). Çarmıh nihayetinde üç yıllık eğitimin öğrencileri hazırladığı şeyi başarmıştı – değişim.

İsa için çarmıh, Babasının yanına geri dönerek görkem ve onur tacını aldığında, dirilişe ve göğe alınışa açılan kapıydı. Oğul egemenliğine girerken ve uluslar O’na miras olarak verilirken, Mezmur 2’deki vaatler ve vaftiz olduğu zaman göklerden gelen sesin söyledikleri gerçekleşti.

Markos ve Yuhanna İsa’nın yargılanması sırasında, askerlerin O’nun başına dikenlerden yapılan bir taç, sırtına mor renkli bir kaftan koyarak O’nunla nasıl alay ettiklerini kaydederler. İsa bir kral olduğunu iddia etmişti ama gözle görülen yüceliği veya yetkisi olmadığından, O’nun krallığını mor renkli bir kaftanla alaya aldılar. Çarmıhtayken başının üstüne asılan alaycı yaftada şöyle yazılıydı: “Yahudilerin Kralı” (Yu. 19:19). Mordan bir türlü vazgeçemeyen Konstantin’in aksine, İsa asla morun peşinden gitmedi ve boş onurları bilinçli olarak geri çevirdi. Yeryüzündeki krallıklarla hiçbir ilişkisi olmadığını ilan ederek, gerçek anlamda “mordan vazgeçti”.

Günümüzde mor renk, ayinler düzenleyen bazı kiliselerde Diriliş Bayramının rengi olarak kullanılır. Bunun sebebi hiç şüphesiz, çarmıha gerilmesinden önce İsa’yla alay etmek üzere sırtına konan mor kaftana yapılan bir atıftır. Fakat morun kırmızı ve mavi renklerin karışımından ortaya çıktığını hatırladığımızda, daha derin bir anlam içeriyor olabilir. Mavi renk göklerden gelen insanı, kırmızı renk ise O’nun akıttığı kanı ve çektiği acıları simgeler. Kutsal Tanrı Oğlu kendisini “çarmıh üzerinde ölüme” kadar alçalttığında egemenliği kurulmuş ve bir gün tüm evrende kabul görecek olan yetki ve görkem kendisine verilmişti.

Mezmur 110, Oğul’un şimdi Babası’nın sağındaki taht üzerinde oturmakta olduğunu ve düşmanlarının utanç içinde ayaklarının altına serilmesini beklediğini söyler. Oğul haklı çıkarılacaktır çünkü Babası “O’na her adın üstünde olan adı bağışladı. Öyle ki, … herkes diz çöksün ve her dil … İsa Mesih’in Rab olduğunu açıkça söylesin” (Flp. 2:91-11). İsa bu dünyanın sunduğu sahte onuru reddetti ve onun yerine, sadece tüm yaratılışın gerçek hakimi olan Tanrı tarafından verilebilen gerçek onuru aldı.