Krikor Lusavoriç Ermenistan’ın 301 senesinde, Hristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinde başrol oynayan kilise babasıdır.
Krikor Partlı bir aristokrat ve aynı zamanda prens olan Anak’ın oğludur. Anak, kral II. Kosrov’u öldürmekle suçlanır ve akabinde idam edilir. Bu sırada Krikor’un bakıcıları, Sopia ve Yevtag, Krikor’la birlikte Kayseri’ye kaçıp sığınırlar. Kapadokya ilinde büyüyen Krikor Hristiyan olur ve Firmilianos (diğer ismiyle Evtalius) adında bir papazın altında eğitim görür. Eğitimini tamamladıktan sonra bir süre münzevi bir hayat sürdüren Krikor, babasının günahını telafi etmek ve Hristiyanlığı tebliğ etme amacıyla Ermenistan’a geri döner.
Bu arada öldürülen II. Kosrov’un oğlu Drtad ise Roma’ya götürülür ve orada Roma kanunu ve askeri eğitiminden geçtikten sonra Ermenistan’a döner ve III. Drtad olarak tahta yerleşir. Krikor Ermeni topraklarına döndükten sonra, asker olur ve kralın kâtibi olarak görev alır. Pagan bir kutlama esnasında Drtad Krikor’dan tanrıça Anahit’e bir adak sunmasını ister, fakat Krikor reddeder. Drtad sinirlenir ve muhbirlerin Krikor’un aslında babasını öldüren Anak’ın oğlu olduğunu hatırlatmasıyla, Krikor işkencelere maruz kalır ve zindana atılır. Zindandayken Anadolu’dan gelen bir rahibe grubu kendisine gizlice gıda sağlar. Drtad bu rahibelerden de haberdar olur ve hepsine işkence çektirdikten sonra onları idam eder. Bu olaylardan kısa bir süre sonra, Drtad ağır bir hastalık geçirir ve ölüm döşeğinde yatar. Bir gece rüyasında Krikor’un kendisini iyileştirdiğini görür. Bundan çok etkilenen Drtad, Krikor’un 13 senelik zindan dönemine son verir ve onu saraya getirir. Krikor Drtad için dua eder ve kral mucizevî bir şekilde şifa bulur. Bu mucizeyle ikna olan kral, 301 senesinde Ermenistan’ın devlet dinini Hristiyanlık olarak ilan eder. Bu da Ermenistan’ı Hristiyanlığı resmi olarak benimseyen ilk devlet yapar. Yeni düzende Krikor, Ermeni Kilisesi’nin ilk Başepiskoposu olarak görev alır. 318 yılında Krikor görevinden çekilir ve onun yerine ikinci oğlu Aristakes geçer. Hayatının son senelerinde Krikor, Sepuh dağı yakınlarında bir yere inzivaya çekilir ve burada hayata gözlerini yumar.
Athanasius Kilise tarihinin en önde gelen ilahiyatçılardan bir tanesidir ve özellikle İznik Konsili’nde Arius’a karşı Teslis inancını savunması ile tanınır. Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Athanasius İskenderiye’de doğmuştur ve eğitimini bir zamanlar İskenderiyeli Klement ve Origenes gibi meşhur isimlerin öğretmenlik yaptığı İskenderiye’deki okulda tamamlamıştır. Okulun Yunan klasikleri ve Kutsal Kitap eğitimine önem vermesi, Athanasius’a hem Grekçe dilinde hem Kutsal Kitap bilgisinde büyük hâkimiyet kazandırdı.
319 senesinde diyakozluğa yükseltildiği dönemde, İskenderiye’de aynı okuldan mezun olan Arius ve Patrik Alexandros arasında büyük bir tartışma patlak verdi. Arius’a göre; Tanrı Kelamı ezeli olmayıp, yaratılmıştı. Bu da, İsa’nın Kelam doğasını meleklere benzeyen, yaratılan bir doğa haline getiriyordu. Patrik Alexandros liderliğinde bu görüşlere karşı çıkan Teslisçiler ise, Tanrı Kelamının yaratılmamış ve ezeli olduğunu savunuyordu. Neticesinde tartışmalar sona ermeyince, 325 senesinde İznik Konsili gerçekleşmiş oldu. Athanasius Patrik Alexandros’un sekreteri olarak konsile katıldı ve Teslis inancını savunan baş aktörlerden oldu. Athanasius’un gayretiyle, Arius aforoz edildi ve Teslis inancı muhafaza edilmiş oldu. Bu galibiyete rağmen, Ariusçularla olan sorun seneler boyunca devam etti ve Athanasius hayatı boyunca bu sapkınlığa karşı mücadele verdi. 328 senesinde Patrik Alexandros’tan sonra, İskenderiye Patriği olarak seçilen Athanasius, toplamda 17 yıl süren 5 farklı sürgüne maruz kaldı. Bu sürgünler "Athanasius contra mundum" veya "Athanasius dünyaya karşı” ifadesinin popülarite kazanmasına yol açtı.
İlk sürgün 335 yılında gerçekleşti. Ariusçular, Athanasius’un Mısırın Konstantinopolis’e olan tahıl ihracatını kesmeye çalışacağını iddia edince, İmparator Konstantin hiç riske girmeyip onu sürgüne göndermeye karar verdi. Athanasius böylece Almanya’nın Trier kentine gönderildi ve orada 2.5 yıl kaldı. İkinci ve üçüncü sürgün İmparator Konstantius’un döneminde gerçekleşti. Ariusçular Athanasius’u hedef olarak seçmişlerdi, onu küfretmek, adam öldürmek, imparatora karşı ayaklanmak gibi iddialarla suçluyorlardı. Konstantius bir Arius sempatizanı olarak tanınmaktaydı ve Ariusçu episkoposların tavsiyelerini dinleyerek, Athanasius’u ilk önce Roma kentine gönderdi ve burada 339 ve 346 seneleri arasında 7,5 yıl kaldı. Dördüncü ve beşinci sürgünler ise daha kısaydı. İmparator Julian dönemindeki sürgünü 10 ay, imparator Valens altındaki sürgünü ise 4 ay sürdü. Bu iki sürgün yine Mısır’ın çöl bölgelerinde gerçekleşti.
Athanasius geriye birçok önemli eser bırakmıştır. İznik Konsili’ndeki kararları hakkında yazılmış olan De Decretis, konsilin tutanaklarını aktarmasından dolayı önemli bir tarihsel ve teolojik kaynaktır. Bayram Mektupları ise Mevcut İncil’de bulunan kitapların bir listesini aktarmaktadır. Athanasius ayrıca bazı eleştiri yazıları ve Kutsal Kitap yorumlarını da kaleme almıştır. Ariusçulara Karşı Vaazlarve Serapion’a MektuplarAriusçu ve Makedoniusçu sapkınlıkları çürütmeye yönelik yazılmış, İsa Mesih’in ve Kutsal Ruh’un ilahi doğalarını kanıtlamaya çalışan eserlerdir. Yorum eserlerinden Yaratılış, Ezgiler Ezgisi ve Mezmurlar üzerine yazmış olduğu yazıların sadece bazı nüshaları günümüze ulaşabilmiştir. Fakat Athanasius’un en çok okunan eseri, bir başka Kilise Babası olan ve Çöl Babası olarak da tanınan Büyük Antonius’un biyografisidir. Özellikle Mısır çöllerinde geçirdiği sürgün dönemlerinde, keşişlerin hayatını ve Çöl Babalarını tanıma fırsatı bulan Athanasius’un bu eseri birçok dile çevrilmiş ve Hristiyan dünyasında münzeviliğin yayılmasında önemli bir rol oynamıştır.
Nusaybin doğumlu Efrem kilise tarihine, gerek ilahileriyle, gerek vaazlarıyla büyük katkılarda bulunmuştur. Özellikle Süryani kilisesinin gelişiminde büyük pay sahibi olan Efrem’in, ailesi pagan kökenliydi. Efrem genç yaşta iman eder ve Nusaybin episkoposu Yakup altında eğitim alır. Vaftiz olduktan sonra ise diyakoz olarak kilisede görev alır. Bu dönem içersinde sayısız ilahi besteler ve Kutsal Kitap’la ilgili yorum yazıları yazmaya başlar. Ayrıca Nusaybin’de özellikle Süryani Kilisesi’nin gelişiminde büyük rol oynayan bir ilahiyat okulu açar. Nusaybin bir kaç kez Sasaniler tarafından saldırıya uğrar ve sonunda Sasaniler tarafından fethedilir. 363 senesinde şehirdeki Hristiyanlar, ilk başta Dıyarbakır’a kaçar ve en sonunda Urfa şehrinde yerleşir. Urfa’da Efrem birçok Ariusçu ve Manikiyancı ile tanışır ve bu sapkınlarla tanıştıktan sonra bestelediği ilahilerin çoğu, Teslis veya Üçlübirlik konulu olur. Kayıtlara göre Efrem ilahilerini halk müziğini kullanarak besteleyip, Urfa meydanlarında kadınlardan oluşan korolara söylettirirmiş. Urfa’da geçirdiği 10 sene sonunda Efrem, bir salgın yüzünden hasta düşer ve 373 senesinde vefat eder.
Efrem’in geride bıraktığı öğretişleri ve ilahileri Süryani kilisesinin dışında günümüzde pek bilinmemesine karşın, hepsi birbirinden güzel nasihatler içermektedir. Bir vaazında şöyle der: “Uyanık kalın, çünkü beden uyuduğu zaman doğa bize hâkim olur ve eylemlerimize irademiz değil, doğanın içgüdüsü yön verir. Ruhumuza, güçsüzlüğünün, kederin yükü çöktüğü zaman ise düşman ona egemen olur, onu istediğinin tersine yollara sevk eder. Güç doğaya, düşman ruha hükmeder. Rabbimiz bu nedenle ruhun ve bedenin uyanık zorunluluğundan söz eder ki beden ağır uykuya, ruh da uyuşukluğa gömülmesin. Kutsal Kitap şöyle der: "Uyanık kalın, gerektiği gibi." Diğer bir yerde de: "Gözümü açıyorum ve hâlâ seninleyim". Ve nihayet: "Cesaretinizi yitirmeyin." Bu nedenle bize verilen kutsal görevde yürekliğimizi kaybetmiyoruz” (Diatessaron Yorumu, 18:15-17).
Yuhanna Hrisostom veya diğer lakabıyla “Altın Ağızlı Yuhanna” 349 senesinde Antakya yakınlarında doğdu. Babası Roma ordusunda görevliydi, annesi ise dindar bir kadındı. Hrisostom annesi sayesinde inançlı bir Hristiyan olarak yetiştirildi ve Antakya’nın en iyi okullarında okudu. Dönemin en meşhur pagan filozof ve öğretmenlerinden Libianus’un altında eğitim aldı. Hrisostomun yazılarından anladığımız gibi, bu dönem içerisinde klasik Yunan irfan ve kültürü hakkında önemli bir bilgi birikimi elde etti.
367 senesinde Hrisostom, Antakya episkoposu Meletius ile tanıştı. Meletius’un kişiliğine hayranlık duyan Hrisostom akademik uğraşlarını yarıda kesip dindar ve çileci bir hayata yönelmeye başladı. Üç sene sonra vaftiz oldu ve kilisede Kutsal Kitap okuma sanatını yapmaya başladı. Bu dönem içinde Tarsuslu Diodorus’un başkanlık ettiği Antakya okulunda okumaya başladı. Sozomen’e göre Libianus, bu habere o kadar üzülmüş ki ölüm döşeğinde “En iyi öğrencimi Hristiyanlara kaptırdım” demiş. Hrisostom daha mistik ve Tanrıyla daha kişisel bir yakınlık arzuluyordu. Böylece 375 yılında Antakya yakınlarındaki bir mağaraya sığınarak zamanını bol bol dua edip Kutsal Kitap’ı derinlemesine incelemekle geçirdi. İlk eserlerini bu dönemde yazmış olması muhtemeldir. Çileci alışkanlıklarından ötürü sağlık sorunları yaşamaya başladı ve 2 senelik bir dönemden sonra keşişliği bıraktı.
381 senesinde Meletius tarafından diyakoz yapılan Hrisostom, 386 senesinde Evarigus tarafından papazlığa yükseltildi. 12 sene boyunca Antakya’da verdiği vaazlarıyla Hrisostom meşhur oldu. Halk Hrisostomun anlaşılması kolay ve pratik öğretişlerle dolu vaazlarına bayılıyordu. Öğretişlerinde hayırseverliğin önemini vurgulayıp kişisel mülkiyetin kötüye kullanımı hakkında eleştiriler getirirdi. Vaazlarının gücünü yansıtan bir örnek, 387 yılında yaşanan ayaklanmada görünebilir. Theodosius’un vergilerine sinirlenen Antakya halkı şiddetli bir ayaklanma başlatır. Bu dönem içerisinde şiddete karşı barışçılığı teşvik eden 21 vaaz, halkın sakinleşmesine ve birçok paganın Hristiyanlığı benimsemesine yol açmıştır.
397 senesinde Hrisostom Konstantinopolis patriği olur. Hrisostom Konstantinopolis’te karşılaştığı şehir hayatıyla hayal kırıklığına uğrar. Vaazlarından bir tanesine şöyle der: “Eğer onlara [şehirdeki Hristiyanlara] Amos ve Ovadya’nın kim olduğunu ya da Havarilerin sayısını soracak olsanız sessiz kalırlar. Fakat atları ve binicileri sorarsanız sofistlerin ve hatiplerin ihtişamını aşan bir şekilde cevap verirler” (Yuhanna üzerine, 58. Vaaz).
Konstantinopolis’te bulunduğu dönemde Hrisostom, özellikle İmparatorluk ailesinin zevklere düşkün ve yolsuz hayatlarını eleştirdi. Bundan dolayı İmparator Arkadius’un karısı olan Eudoksia’nın zulmüne maruz kaldı. Eudoksia Hrisostom’u iki defa sürgüne göndermeye kalkıştı. İlk denemede, Hrisostom’un tutuklandığı gece bir deprem oldu ve şehir halkı bir ayaklanmayla Konstantin dönemindeki Ayasofya’yı yaktı. Böylece Eudoksia korkuya kapılıp kararından döndü. Hrisostom Eudoksia’yı eleştirmeye devam etti, bu sefer imparatoriçenin Ayasofya önünde diktirdiği bir heykel yüzünden. Eudoksia Hrisostom’u ikinci bir kez sürgüne göndermeye çalıştı ve bu sefer başarılı oldu.
405 senesinde Kapadokya’da inzivaya çekilen Hrisostom, 409 senesinde vefat etti. Geriye bıraktığı vaazların dışında, Kilise tarihine bir başka önemli katkısı özellikle Doğu kiliselerinde halen kullanılmakta olan Hrisostom litürjisi veya merasim usulüdür.