KEŞİŞLİĞİN BABALARI


img






BÜYÜK ANTONİUS (251-356)


251 senesinde dünyaya gelen Antonius zengin bir ailenin çocuğuydu. 18 yaşındayken babası ve annesi vefat etti, böylece kız kardeşine de bakmak zorunda kaldı. Hayatının erken döneminde bu tecrübeleri yaşamak onu Mesih’i aramaya yöneltti. Matta’yı okumaya başladı ve Mesih İsa’nın sözleri adeta yüreğine hançer gibi saplandı: “Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle” (Luka 18:22. Böylece Antonius ailesine ait olan arazileri ve mülkleri sattı ve gelirleri fakirlere dağıttı. Kız kardeşini daha sonraları tarihin ilk kadın manastırı olacak bir avuç Hristiyan kadının yaşadığı bir eve bıraktı. Antonius artık dünyanın zincirlerinden kendisini azat etmişti. İnzivaya çekilerek hayatını dua etmeye adadı. Yaklaşık 200 sene öncesinde Mesih İsa’ya olduğu gibi, Kutsal Ruh tarafından çöle yönlendirildiğini hissetti. İskenderiye’nin 95 km Batısında bulunan çöllerde 13 sene boyunca yaşadı. Çöl dönemi içerisinde yine Mesih İsa’nın Şeytan tarafından denenmesi gibi kendisi de denendi. Antonius’un biyografisini yazan Athanasius, Antonius’un bu dönem içerisinde cinlerle ve iblislerle amansız bir mücadele ve ruhsal savaş içinde olduğunu kaydeder. Can sıkıntısı, tembellik, şehvetli düşünceler adeta zehirli oklar gibi düşman tarafından savrulurken Antonius bütün bunları kendisini daha fazla duaya sevk ederek aştı. Bitmek bitmeyen ibadetini ve çileci alışkanlıklarını terk edilmiş bir mezar anıtında sürdüren Antonius’un sağlığı zamanla kötüye gitti. Yakınlardaki bir köyde yaşayan bir grup kişi erzak bırakmak için zaman zaman Antonius’u ziyaret eder. Bir gün Antonius’u bilinçsiz bulurlar, çabucak köydeki kiliseye götürüp sağlığı yerine gelene kadar ona bakarlar. Antonius toparladıktan sonra tekrar çöle dönmek ister. Bu sefer Der El Memun yakınlarında bulunan terk edilmiş bir Roma kalesine çekilir ve burada 20 sene boyunca yaşar. Bu süre içerisinde ruhsal saldırılar devam eder. Yırtıcı hayvanlarla yüz yüze gelir ama kendisini Mesih’e adayan Antonius yine duayla bütün bu saldırılardan galip çıkar.



Kalede yaşadığı bu dönemde, dış dünyayla duvardaki bir çatlak aracılığıyla haberleşir ve erzak edinirdi. Yöre halkı zaman zaman Antonius’un hikmetini ve nasihatlerini dinlemek için onu ziyaret ederdi. Altı ay haberleşmeden geçirdiği bir dönem sonrası Antonius kaleden çıkar. Aklını yitirmiş olmasını bekleyen halk Antonius’un dinç ve aydın yüzlü olmasına oldukça şaşırır. Bu tarihten itibaren Antonius’un ünü bütün Mısır’a yayılmaya başlar. İnsanlar Antonius’a akın eder ve öğretişlerini dinlemek ister. Fakat Antonius’un öğretişe adadığı zaman, dua ve ibadete ayırdığı zamanı etkilemeye başlar. Böylece çölün daha ücra bir noktasına kaçar. Üç gün boyunca çölde gezen Antonius birkaç palmiye ağacı ve bir su kaynağı keşfettikten sonra hayatına burada devam eder. Dua dışındaki zamanlarını bir bahçe ekerek ve yabanıl otlardan paspaslar örmekle geçirir. Yüzlerce genç Antonius’un hayatına özenerek keşiş olmaya başlar ve Antonius’un yakınlarında yerleşir. Antonius’un bu dönemden kalma bazı öğretişleri ve deyişleri 5. yy’da yazılmış olan Apophthegmata Patrum(Çöl Babalarının Deyişleri) eserinde kaydedilmiştir.



Antonius, yanındaki gençleri yetiştirdi ve zamanla en önemli öğrencilerinden olan Makarius’a bazı sorumluluklarını devretti. Bu sorumluluklar arasında, dış dünyadan akın eden insanların sorularına cevap verip onlar için dua etmek gibi yetkiler yer alıyordu. 338 senesinde bir müddet İskenderiye’yi ziyaret eden Antonius, burada Ariusçu öğretişleri yayan kişilere karşı mücadele etti. Sonrasında çöle geri döndü. Ölüm döşeğinde iken Antonius asasını Makarius’a verdi ve öğrencilerine gizli bir mezarda gömülmesi için emir verdi.



Böylece Antonius hayata gözlerini yumdu. Geriye çileci bir hayat sürdüren bir grup keşiş bıraktı. Zamanla bu grup, Makarius’un çabalarıyla ilk manastır cemiyeti oldu. Fakat bu manastır cemiyetlerinde, günümüzde olduğu gibi keşişler merkezi bir bina içerisinde, kurallar denetiminde beraber yaşamıyorlardı. Keşişler halen kendi hücrelerinde yaşayıp, sadece toplu ibadet için merkezi bir mekânda toplanıyorlardı. Bu sisteme zamanla “Lavra” ismi bahşedilmiştir. Kurallara dayalı daha müşterek anlamdaki “kenobitik” manastır sistemi, Antonius’un bir başka öğrencisi olan Pakomius’un çabalarıyla ortaya çıkacaktı.



PAKOMİUS (292-348)



292 yılında Teb şehrinde doğan Pakomius, 21 yaşındayken Roma ordusuna girdi. Roma ordusunun askerleri sıkıldıklarında zaman zaman yöredeki halktan faydalanarak evlere girip erzak toplardı, köylülerle dalga geçerdi ve hatta genç kızlara tecavüz ederdi. Böyle davranışlar karşısında elbette Romalı askerlerin son bekleyeceği şey halkın kendilerine karşı şefkatli davranmasıydı. “Düşmanlarınızı sevin” emri uyarınca yöredeki Hristiyanlar karşılaştıkları bu kötülük karşısında, Romalı askerlere yemek getirmeye, onlar için dua edip teselli sözleri paylaşmaya başladılar. Hristiyanların tutumundan son derece etkilenen Pakomius, böylece orduyu terk etti ve iman ettikten sonra 314 senesinde vaftiz oldu. Palemon adında bir keşişle tanıştıktan sonra onun öğrencisi olmaya karar verdi. Palemon’un öğrencisi olarak geçirdiği 7 sene sonrasında, Antonius’un yanına geçti.



Bir gün dua ederken bir sesin kendisine “çocuklarım için bir ev kur” diyerek fısıldadığını hissetti. Böylece 320 yılarında Pakomius kendi manastır cemiyetini kurdu. Kardeşi Yuhanna’nın dışında yaklaşık 100 keşiş onun kurduğu cemiyete katıldı. Pakomius, belki de askeri geçmişinden esinlenerek bu cemiyet için belirli kurallar ve sabit günlük bir program geliştirdi. Ayrıca keşişlerin hayatına devrim niteliğinde bir reform getirdi. O döneme kadar keşişler kendi bireysel hücrelerinde yaşarken, Pakomius kendi cemiyetini merkezi bir tesiste toplayıp her şeyin paylaşıldığı müşterek bir hayat stiline özendirdi. Bu şekilde modern anlamda ilk manastır kurulmuş oldu. Pakomius bu cemiyetin idare işlerini üstlendi ve keşişler Pakomius’a “Abba” veya “Baba” diye hitap etmeye başladı. Böylece Pakomius ilk manastır baş keşişi oldu.



Pakomius’un manastırlarında keşişler aynı tesis içerisinde 40’ar kişi barındıran evlerde yaşardı. Bir manastır tesisi bu evlerden yaklaşık 30 veya 40 tane bulundurabilirdi. Her evin başında idari işlerle sorumlu bir keşiş vardı ve bu keşiş baş keşişe bağlıydı. Evler keşişlerin uğraşlarına göre ayrılırdı. Buna göre marangozlukla geçinenler aynı evde, bağ yetiştiren veya bahçıvanlıkla uğraşanlar aynı evde gruplandırılmışlardı. Yemekler evlerin yemekhanesinde, Pazar ibadetleri ise tesis içinde yer alan bir kilise binasında, bütün evlerin katılımıyla topluca yapılırdı.



Pakomius’un manastırı, popülarite kazanmaya başlayınca sayıca büyüdü. Zamanla başvurular çoğaldı ve manastır küçük kaldı. Böylece Pakomius ikinci bir manastır açmak zorunda kaldı. Pakomius’un manastırı fikirlerin özgürce paylaşıldığı ve tartışıldığı bir ortam oldu. Zamanla bu manastırlar, birer eğitim kurumu görevi de görmeye başladı. Birçok papaz manastırları ziyaret ederek Pakomios’un da öğretişlerinden faydalandı ve teolojik açıdan kendini geliştirdi. Manastırı ziyaret edenler arasında Kayserili Basileios bulunuyordu. Buradaki ortamdan oldukça etkilenen Basileios sonrasında Kapadokya’ya dönerek Anadolu’da ilk manastırlarının oluşumunda büyük rol oynayacaktı.



Pakomius baş keşiş olarak yaklaşık 40 sene görevine devam etti. 348 yılında bir salgın hastalık sonucu yaşamını yitirdi. Geriye 8 manastır ve kurduğu manastır düzenini takip eden yüzlerce keşiş bıraktı. Öğrencileri sayesinde Suriye, Filistin, Anadolu ve daha sonra Avrupa topraklarında da manastırlar açılmaya başladı. Bunun dışında Pakomius, ilk Hristiyan dua tespihini icat eden kişi olarak da tarihte iz bırakmıştır.



SİMEON “STİLİTES” (390-459)


390 senesinde doğan Simeon bir çobanın oğluydu. Bildiğimiz kadarıyla 13 yaşlarında İncil’de yer alan Mesih İsa’nın dağdaki vaazını okuduğunda, Simeon oldukça etkilendi ve gayretli bir biçimde hayatını Tanrı’ya adadı. 16 yaşlarında bir manastıra girdi, fakat o kadar kanaatkâr yaşamış ki manastırdaki cemaat yaşamına bir türlü ayak uyduramamış. Böylelikle manastırdaki keşişler Simeon’un ayrılması için ricada bulunmuşlar. Simeon küçük bir kulübede inzivaya çekilmiş ve burada bir buçuk sene yaşamış. Rivayetlere göre bir keresinde, 40 günlük Paskalya perhizini hiçbir şey yemeden ve içmeden geçirmiş. Bu dönemden sonra bir dağ yamacındaki küçük bir mağaraya çekilmiş ve burada çileci alışkanlıklarını sürdürmüş. Zamanla Simeon’u o kadar çok kişi ziyaret etmeye başlamış ki ibadet ve dua düzeni bozulmuş. Böylece Simeon radikal bir çözüm bulmaya karar vermiş. Yamacın yakınlarında yer alan harabelerde bir sütun keşfetmiş ve sütunun tepesinde yaşamaya başlamış.



Dua hayatını sütunun üzerinde sürdüren keşişin ihtiyaçları yöre halkı tarafından sağlanıyordu. Her gün köylü çocukları sütuna tırmanır ve Simeon’a pide ekmeği ve keçi sütü bırakırlardı. Bir keresinde Simeon’u yakınlarda bulunan manastırların keşişleri ziyaret etti. Keşişler Simeon’un bu hayat stiline o kadar çok şaşırmışlardı ki, bu hayat stilinin alçakgönüllülükten mi yoksa kibirden mi kaynaklandığını öğrenmek istemişler. Keşişler Simeon’un sütundan inmesini emretmiş. Simeon itaat etmiş. Tepkisinden memnun kalan keşişler böylece, Simeon’un sütununa dönmesine izin vermişler.



Zamanla Simeon daha yüksek bir sütuna geçti. Bununla beraber onu daha fazla insan ziyaret etmeye başladı. Simeon cana yakın bir kişiymiş. İnsanların sorunlarını dinler, çözümler önerir, nasihatte bulunup teselli edermiş. Bu dönemde, Simeon’un bir yargıç olarak tartışmalar arasında arabuluculuk ettiğini de görürüz. Simeon ve sonrasında gelecek olan sütun keşişleri, Anadolu’da sosyal bir boşluğun dolmasına yardımcı oldular. Büyük şehirlerin uzağındaki kırsal bölgelerde, köylüler arasında bir anlaşmazlık olduğunda bu tür keşişler tarafsız yargıç görevini üstleniyorlardı. Aynı zamanda bu keşişler yazdıkları metinler ve dilekçeler sayesinde daha üst makamlara halkın dertleri veya maddi ihtiyaçlarını aktarabilmek açısından da önemli bir rol oynadılar. Simeon sütunundan, halka sıkça vaazlarla seslenirdi. Vaazlarında özellikle tefecilik ve edepsiz konuşmalara karşı öğretir, insanları ılımlı ve merhamet dolu bir hayat sürdürmeye teşvik ederdi. Zamanla Simeon’un çevresinde öğretişleriyle yetişen talebeler çıkmaya başladı, bu talebelerin sayesinde, sütun keşişliği Anadolu’da yayılmaya başladı.



Özellikle Kapadokya’da bulunan “peri bacaları” bu yeni keşişlerin inzivaya çekilmeleri için ideal bir mekân sundu. Bugünlerde özellikle Paşabağ vadisinde, hücre olarak kullanılmak üzere içi oyulmuş peri bacalarını görmek mümkündür. Yine aynı peri bacalarının alt kısmında, keşişleri takip eden talebelerin kaldığı mekânlar görünebilir. Aynı vadide üç başlı peri bacalarının birinde, Simeon onuruna yapılmış bir kilise kalıntısı bulmak mümkündür.



37 sene boyunca aynı sütunda yaşadıktan sonra, Simeon 2 Eylül 459 senesinde dua ederken vefat etti. Talebeleri onu bulduğunda hâlâ aynı dua pozisyonundaydı. Dönemin Antakya patriği cenaze törenini yönetti ve Simeon sütunun yakınlarında gömüldü.