APOLOJİST BABALAR


img






ŞEHİT JUSTİN (M.S. 100-165)


Şehit Justin Hristiyanlık tarihinin en önemli apolojistlerinden (inanç savunmacılarından) biridir. Yahudiye bölgesinin Neapolis şehrinde doğan Justin, Hristiyanları katleden Romalı imparatorların önüne çıkacak ve inancı savunacak kadar cesur bir kahramandı. Justin’in ailesi Grek ve Latin kökenliydi, kimilerine göre Yahudiye’de diplomatik görevleri olduğu için oraya taşınmışlardı. Justin, genç yaşta Yunan felsefesine odaklı bir eğitimden geçer. Fakat bu eğitim onu tatmin etmez ve kafasındaki Tanrıyla ilgili sorulara cevap bulamaz. Bir ara Platonculuğu benimseyen Justin, tesadüfen Suriyeli bir Hristiyan’la tanışır ve hayatı tam anlamıyla değişir. Bu isimsiz Hristiyan Justin’in araştırmalarını yanlış yerde gerçekleştirdiğini vurgular. Bunun yerine onu Tanrı’nın ruhu tarafından esinlenmiş olan peygamberlerin yazılarına odaklanmaya davet eder. Hem bu Suriyeli Hristiyan’ın argümanları hem de dönemin Hristiyanlarının inançlarını inkar etmeden şehit edilişleri Justin’i derinden etkiler. Böylece Justin 130 seneleri civarı iman eder ve Roma topraklarının dört bucağında Hristiyan inancını tebliğ etmeye başlar. Justin zamanla Efes’e taşınır ve burada bir okulda öğretmeye başlar. En önemli eserlerinden birini burada kaleme alır: Dialogue with Tryphoveya “Trifo ile Söyleyişler”. Trifo önde gelen bir Yahudi düşünürdür, bazılarına göre bu kişi Talmud’ta da ismi geçen Rabbi Tarfon’un ta kendisidir. Efesin revakları ve sütunlu caddelerinde Trifo ve Justin hararetli tartışmalara girerler. Kamuya açık bu tartışmalar büyük kalabalıklar tarafından izlenir. Zamanla bu tartışmaları kaleme alan Justin, böylece en önemli eserini oluşturmuş olur.



İmparator Antonius Pius (138-160) döneminde Justin Roma’ya taşınır. Burada bir hitabet okulu açar. En önemli öğrencilerinden biri, bir başka Kilise Babası olan Tatian’dır. Justin Roma’da da farklı filozoflarla hitabet karşılaşmalarına girer. Crescens adındaki kinik bir filozof, onu inancından ötürü ihbar eder. Justin altı arkadaşıyla beraber mahkemeye sevk edilir. Suçlu bulunduktan sonra arkadaşlarıyla beraber idam edilir. Vali Rusticus’un sorgusu ve bu mahkemenin kaydı günümüze ulaşabilmiştir! Söz konusu kayıt şöyledir:



Vali Rusticus: “Gelin ve hepiniz tanrılara kurban sunun.” Justin: “Hayır, aklı başında hiç kimse dindarlığı dinsizlik için değiştirmez.” Rusticus: “İtaat etmezseniz acımasız bir şekilde işkence edileceksiniz.” Justin: “Bu bizim isteğimizdir: Rabbimiz olan Mesih İsa için işkence görmek ve böylece kurtuluşa erişmek. Çünkü bu Rabbimiz ve Kurtarıcımızın korkunç olan evrensel yargısında kurtuluş güvencemizi sağlayacaktır. “Yanındaki şehitler şöyle dedi: “İstediğinizi yapın; biz Hristiyan’ız ve putlara kurban sunmayız.” Böylece Vali Rusticus mahkeme kararını okudu: “Tanrılara kurban sunmayı ve İmparatorlara itaat etmeyi reddeden kişiler yasalarımız uyarınca kırbaçlandıktan sonra infaz edilecekler.” Şehitler, Rab’bi yücelterek yerlerini aldılar, ve orada Kurtarıcılarını ikrar ederek idam edildiler” (Justin’in Şehitliği, 4-5).



Trifo ile Söyleyişler” eserinin dışında Justin geriye iki tane inanç savunması eseri bırakmıştır. Bunların ilki İmparator Antonius Pius ve Roma senatosu önünde verdiği savunmayı içerir. İkinci Apoloji ise yine Roma Senatosuna hitaben verilmiştir. Bu eserlerde Justin Hristiyan inancını savunmanın dışında, Hristiyanlar hakkında yanlış bilinen bilgileri açığa vurur ve kilise cemaatlerindeki ibadetleri detaylı bir şekilde açıklar. Bu metinde özellikle Matta, Markos ve Yuhanna’dan olmak üzere, İncil’den alıntılarda bulunur ve bunları “Havarilerin hatıraları” başlığı altında sunar.



MELİTO (M.S. 110-177)


Sart’lı Melito Hristiyan dünyasında bile az tanınan bir Kilise Babasıdır. Kendisi İgnatius, Polikarp ve Papias’tan sonra gelen nesle aittir. Polikarp ve Papias’ı büyük ihtimalle kişisel olarak tanımıştır. Melito İncil’in Vahiy bölümünde de bahsi geçen Sart kilisesinin önderliğini 2. yüzyıl ortalarında yapmıştır. Polikrates’in kayıtlarına göre kendisi Göklerin Egemenliği uğruna bir “Hadımdı”, yani hiç evlenmemişti. Melito’nun hayatı ve öğretişleri başta İreneyus, İskenderiyeli Klement ve Tertullian gibi önemli Kilise Babalarını etkilemiştir. Melito’nun çok az sayıda yazısı günümüze kadar ulaşabilmiştir. Bunlardan biri Bodmer Papirüskoleksiyonunda bulunan Peri Paschaveya Paskalya hakkında bir vaazdır. Bu vaaz özellikle Eski Ahit’teki imgeleri ve temaları, Yeni Ahit’teki kurtuluş mesajıyla bağdaşmasından dolayı öne çıkar: “Musa’nın firavunla yaptığı gibi O, ölümü şaşırtan ve şeytanı gözyaşlarına boğdurtandır. Musa’nın Mısır’ı kısırlığa mahkûm ettiği gibi O haksızlığı ve adaletsizliği cezalandırdı. O, bizi kölelikten özgürlüğe, karanlıklardan ışığa, ölümden yaşama, baskıdan sonsuz saltanata götürendir. Sizlerden yeni bir kavim ve daima seçilmiş olan bir halk yarattı. O, kurtuluşumuzun Paskalyasıdır.” (Peri Pascha,68-69)



Aynı mektuptaki bir başka önemli unsur, Mesih’in ilahlığı konusundaki açıklamalarıdır. Zira bu açıklamalar, bu ilahiyatın Konsillerden yaklaşık 200 sene önce zaten Hristiyan dünyasında mevcut olduğunu gözler önüne sermektedir. Melito İsa Mesih’in tam insan ve tam Tanrı olarak, iki özden oluşan tek bir tabiat olduğunu savunmaktaydı: “Çünkü Oğul tabiat açısından hem Tanrı hem insandır… İşte bu İsa Mesih’tir, yücelik çağlar boyunca O’nun olsun;” “Çünkü Tanrı İsa Mesih aracılığıyla aramızda çadır kurdu” (Peri Pascha,8-9, 45)



Kilise tarihine, Melito’nun en önemli katkılarından ikisi Roma İmparatoru’na [Antonius Pius ve Marcus Aurelius] gönderdiği Hristiyanlık savunmalarıdır. Marcus Aurelius’a gönderdiği mektupta, Melito imparatorun önceki Roma imparatorları gibi asılsız, kulaktan dolma haberlerle Hristiyanları yargılamamasını; Hristiyanların inançları uğruna ölmeye hazır olduklarını fakat İmparator’un en azından bu inancı benimseyenlerin neye inanıp nasıl kişiler olduklarını kendisinin incelemesi gerektiğini söylemektedir. Hristiyanları İmparator’a tanıtırken Melito şunları der: “Biz cansız taşların önünde hürmet edenlerden değiliz. Her şeye egemen ve öncesizliğe ait Tanrı’ya ve dahası Mesih’e tapanlarız (…) O [Mesih] zamanın öncesizliğinden olan Tanrı Kelamıdır” (Chronicon Paschale, 8-11).



177 senesi civarında dönemin birçok Hristiyan liderinin aksine doğal ölümle hayata gözlerini yummuştur ve yine Polikrates’in kayıtlarına göre Sart kentinde gömülmüştür.



TEOFİLOS (M.S. 120-185)


Antakya’nın 6. episkoposu olan Teofilos Urfa yakınlarında doğmuştur. Pagan bir ailede doğup büyüyen Teofilos genç yaşta Kutsal Kitap’ı ve özellikle Eski Ahitteki Mesih peygamberliklerini inceledikten sonra iman edip Hristiyanlığı benimsemiştir. Kilise tarihçisi Eusebius’a göre Teofilos çok gayretli bir şekilde başta Markioncu ve Hergomenci tarikatlara karşı Hristiyanlık inancını savunmuştur.



Teofilos’un yazılarından sadece bir tanesi günümüze kadar ulaşabilmiştir, o da pagan arkadaşı Autolikus’a yazdığı ve Hristiyanlığı savunduğu üç ciltten oluşan bir eserdir. Eski Ahit’ten birçok alıntı yapan bu yazının iki amacı vardır. Birincisi, Tevrat’ın Tanrı tarafından esinlendirilmiş ve Grek eserlerinden daha eski olduğunu vurgulamaktır. İkincisi, antik Greklerin aslında bilgeliklerini Eski Ahitten aldıklarını ispatlamaktır. Mektuplarda sıkça teslis kavramından bahseder. Baba, Oğul, Kutsal Ruh üçlemesini tanımlamak için Teslis veya “Triadas” unvanını kullanan ilk Baba budur: “O, en yüce ve her şeye kadir, Allah’ın bir özelliğidir, yalnız her yerde hazır ve nazır oluşuyla değil, ama her şeyi görüp işittiği, hiçbir şey O’nu içine alamadığı için öyledir... Yıldızlar yaratılmadan önceki üç gün, Teslisin, yani Tanrı, Kelâmı ve O’nun Hikmetinin örnekleridir” (Autolycus, 2:15).



Teofilos “triadas” kelimesini kullanan ilk Hristiyan düşünür olmasına rağmen, kendisinden önce yaşamış Kilise Babalarının alıntılarından, Hristiyanların Tanrı Zatı (Baba), Kelamı’nın (Oğul) ve Ruhu’nun (Kutsal Ruh) aynı ilahi özü paylaşan üç esas olarak kabul ettikleri görülmektedir.



Son derece eğitimli bir dil kullanan Teofilos birçok Grek filozofun iddialarını da ustaca tanımlar ve cevaplar. Yazısının bir bölümünde Autolikos’u tövbeye çağırır: “…Hırsız, iftiracı, kızgın, kıskanç, kendini beğenmiş, cimri… bu tür huyları olanlara, her lekeden arınmadıkları sürece, Tanrı kendini göstermez… Oysa istersen iyileşebilirsin. Kendini hekime teslim et ve o ruhunun ve yüreğinin gözlerini açacaktır. Kimdir bu hekim? Rab’dir, O ki, kelamı ve bilgeliği aracılığıyla her şeyi yaratmıştır, nitekim: "Gökler RAB’bin sözüyle, Gök cisimleri ağzından çıkan solukla yaratıldı” (Autolycus, 1:7).



TATİAN (M.S. 120-185)


Günümüzün Mardin yakınlarında pagan bir ailede doğan Tatian, gençlik döneminde eğitimi için Roma’ya yolculuk eder. Putperest adetleri zaten sorgulayan Tatian, Roma’dayken Tevrat’ı okumaya başlar ve ilk okumasında paganizmin mantıksız olduğu kanısına varıp bir müddet sonra iman eder ve Hristiyan olur. Sonrasında Roma’da bulunan dönemin en meşhur Hristiyan hatibi Şehit Justin’in öğrencisi olur. O dönemde Roma’da özellikle Sofist filozoflar, Justin ve Tatian gibi Hristiyan düşünürler arasında birçok retorik veya hitabet karşılaşmaları olurdu. Zamanla Tatian kendi hitabet okulunu açar. Fakat 165 senesinde Justin’in ölümüyle beraber Tatian Roma’yı terk etmeye karar verir. Kilise Babası İreneyus’un iddiasına göre bu senelerden sonra Tatian ruhsal bir bocalama dönemine girer ve belki de çileci huylarından dolayı bir müddet Velentinus ve Gnostikçi tarikatından etkilenmeye başlar ve sonunda çileciliği ön planda tutan “Enkratitler” adını alan kendi çileci tarikatını kurar. Daha sonra, Epifanyus’a göre Justin memleketine döner ve orada kendi okulunu açar. Geleneğe göre bu okul Ortadoğu’nun diğer bölgelerine gönderilmek üzere tebliğciler yetiştirmiştir.



Hayatının son döneminde ruhsal bir bocalama yaşamasına rağmen Roma’da yaşadığı zaman diliminde birçok önemli eserin yazarlığını yapmıştır. Bunların arasında en önemlileri “Greklere Hitaben” ve Diatessaronisimli eserleridir. “Greklere Hitaben” eserinde Tatian putperestliğin mantıksızlığını ortaya koyar ve çok tanrılı düzenin cinler ve Şeytan tarafından kurulmuş olan bir yalan olduğunu savunur. Aynı eserde Yunanlı filozofların bilgeliklerini İbranilerden almış olduklarını öne sürer ve Hristiyanlığın tüm diğer öğretişlere kıyasla daha üstün olduğunu dile getirir. Diatessaronadlı eseri ise mevcut 4 Müjdenin (Matta, Markos, Luka, Yuhanna’nın) ahengi veya uyumudur. Bu eser fevkalade önemlidir çünkü 2.yüzyılın ortasında sadece bu 4 müjdenin Hristiyanlar ve Kilise Babaları tarafından meşru olarak kabul edildiğini görmekteyiz. Yani Türkiye’de popüler ama asılsız ve mesnetsiz sözde İznik konsilinin 4 müjdeyi kararlaştırması iddiasından neredeyse 200 sene önce. Bu eserin olası bir versiyonu bu güne kadar keşfedilen en eski ev kilisesi kalıntısında bulunmuştur (Dura-Europos). “Diatessaron” Güneydoğu Anadolu’da 5. yüzyıla kadar Kilise ayinlerinde kullanılan tek metin olmuştur. Daha sonra Kutsal Kitap’ın Süryanice çevirisi olan “Peşitta” bu eserin yerini almıştır.



İRENEYUS (M.S. 130-202)


İzmir doğumlu İreneyus Hristiyan bir ailede yetişti ve Havarisel Baba olan Polikarp’ın öğrencisiydi. Polikarp’ın katkılarıyla İreneyus Pavlus ve Yuhanna’nın eğitimlerinin etkisinde büyümüştür. Asya kökenli olmasından dolayı, aynı zamanda Anadolu’da yükselişte olan Gnostikçi tarikatının düşüncelerini yakından anlayan biriydi.



İreneyus zamanla Fransa Lyon’a yerleşir ama nedenini ve zamanını kimse bilmemektedir. 177 yılında Marcus Aurelius’un imparatorluk döneminde gerçekleşen bir katliamda, aralarında episkopos Pothinus’un da bulunduğu, 50 Hristiyan Lyon kentinde öldürülür. Katliam yaşanırken, İreneyus Roma episkoposu Eleuterus’un ziyaretinde bulunduğundan öldürülmekten kurtulur. Lyon’a dönüşünde, Pothinus’ un yerine İreneyus episkopos olur ve 202 yılına doğru şehit edilinceye kadar, episkopos olarak kalır.



İreneyus’un en önemli yazısı şüphesiz Adversus Haereses(Sapkınlıklara Karşı) isimli eseridir. Bu eser başlıca Gnostikçilere bir cevaptır. Gnostikçiler Tanrının fiziksel dünyayı yarattığından dolayı, kötülüğün kaynağı olduğunu inanırlardı. Amaçları ise gizli bilgelik veya "gnosis" elde ederek fiziksel beden ve dünyadan kurtulmaktı. Kendileri İsa’nın asıl gizli sözlerine sahip olduklarını iddia eder ve sadece bu öğretişlerle sahip olan seçkinlerin fiziksel beden ve maddesel dünyadan kurtuluşa erişebileceğini savunurdu. İreneyus, Gnostikçilerin hiçbirinin İsa’nın veya Havarilerin öğrencisi olmadıklarını. Buna karşın kiliselerdeki ilk episkoposların bizzat Havariler tarafından atandığını açıklar. Sonra İreneyus, kendisinin ve çağdaşı olan diğer episkopos arkadaşlarının Havarilerin atadığı bu liderler tarafından yetiştirildiğini vurgular. Dolayısıyla hak öğretişin elbette Kilise’de bulunacağını savunur. Yine İreneyus’a göre, Kilise’nin imanı, hiçbir surette belli seçkin bir zümreye özgü bir bilgi olmayıp; herkesten önce basit kimselerin ve küçüklerin malı olduğunu vurgular. İreneyus, evren, madde, insanın bedeni gibi fiziki olguların iyi olduğunu Kutsal Kitap’ın öğretişiyle vurgular ve savunur. İreneyus, Tanrı’nın insanı sevgisi nedeniyle yarattığını ve insanı yine sevgisi nedeniyle kurtardığını söyler. Tanrı sevgidir ve kendisi kötülük kaynağı değildir. İreneyus yazılarında mevcut İncil’in 21 farklı bölümünden alıntı yapar ve 24’üne de atıfta bulunur. Bu veri mevcut İncil’in zaten 2. yüzyılın ortasında kullanılan tek meşru yazıt olduğunu gösteren bir başka önemli detaydır.



TERTULLİANUS (M.S. 160-225)


Tertullianus, Kartaca’da bulunan bir Roma komutanının oğluydu. Eusebius’a göre Tertullianus bir avukat olmak amacıyla Roma hukuku okumuş fakat iman ettikten sonra papaz olmayı seçmiş. 197-198 seneleri civarında ruhsal bir tecrübe yaşadıktan sonra Tertullianus Hristiyan olur ve hayatında radikal bir değişim gözlenir. Bildiğimiz kadarıyla kendisi Hristiyan bir kadınla evlenir. Hayatını Mesih’e adadıktan, sonra almış olduğu eğitimi Hristiyanlığı savunmak için kullanır. Özellikle Gnostikçi sapkınlığa karşı eserler yazar. 207 senesinde Montanusçu öğretiler tarafından etkilenir. Montanus kendisinin Kutsal Ruh esiniyle konuştuğunu savunup, yanında bulunan iki kadın peygamberle Anadolu’da sık sık dolaşıp kehanetlerde bulunurmuş. İnsanları tövbeye çağırıp, İsa’nın ikinci gelişi yakın olduğunu söyleyerek insanları uyarırmış. Özellikle Frigya bölgesinde bu akım çok güçlüydü ve Montanus Frigya’yı “Göksel Kudüs” olarak ilan etmişti. Tertullianus’u, bu hareketin mistik ve çileci unsurları oldukça cezbetmiştir ve hatta bu hareketi destekleyen yazılar bile yazmıştır. Fakat Tertullianus Montanusçuluğu hiç bir zaman tamamıyla benimsemez ve Kartaca’da kendi çileci tarikatını kurar.



Tertullianus geriye birçok eser bırakmıştır. Bunlar iki ana konu başlığına bölünebilir. Özellikle erken dönem eserleri daha çok Hristiyan inancını savunma amacıyla kaleme alınmıştır. Bunların en önemlisi Apologeticuseseridir. Bu eserde Hristiyanlar hakkında yaygın olan bazı dedikodulara cevap verir. Romalıların iddialarına göre Hristiyanlar Rab’bin Sofrasında küçük çocukları kurban eder ve daha sonra ensest ilişkiye girerlermiş. Tertullianus bu dedikoduyu çürütmek amacıyla Genç Plinius’un İmparator Trajanus’a yazdığı mektubu alıntılar, “Onlar tek suçlarının şu aşağıdakiler olduğunu beyan etmektedirler: Şafak sökmeden haftanın belirli bir gününde düzenli olarak bir araya gelerek Tanrı saydıkları Mesih’e ilahiler söylüyorlar ve hırsızlıktan, zinadan vb. gibi şeylerden uzak duracaklarına ant içiyorlar” (MektuplarX, 96-97). Ayrıca Hristiyanların İmparatorlar’a tapmak yerine daha yararlı bir şey yaptıklarını, yani onlar için dua ettiklerini söyler. Bu eserde Tertullianus’un en meşhur cümlesine rastlarız “Şehitlerin kanı kilisenin tohumudur.”



Tertullianus’un geç dönem eserleri daha çok Markionculuk ve Gnostikçilik sapkınlıklarına karşı yazdığı eserleridir. Bu yazılarda özellikle, mevcut İncil’in havarisel yetkisini savunur. Kendi yetkili kitaplar listesini oluşturan Markion’a karşı eleştirilerde bulunur ve Kutsal yazıların yani kanonun sabit ve yetkin olduğunu söyler. İncil’in bütün gerçekleri içerdiğini ve Kilisenin imanını bu kaynaktan elde ettiğini açıklar. Tertullianus havarisel veraseti savunur. Tertullianus’a göre sapkın tarikatların ana Hristiyanlık akımından ayıran temel bir özellik, tarikatların kendi hareketlerini Havarilere kadar dayandıramamalarıdır. Sapkınlıklara karşı şöyle bir eleştiride bulunur: “Bırakalım kendi kiliselerinin özgün kayıtlarını sunsunlar; tomarlarını açsınlar da hangi episkosposların Havariler veya Havarilere yakın olanlar tarafından atandığını ve bu episkoposların sırasıyla nasıl birbirinin yerine geçtiğini öğrenelim. Çünkü havarisel kiliseler kayıtlarını bu şekilde aktarırlar. Mesela İzmir kilisesi Polikarp’ın Yuhanna tarafından atandığını kaydeder; aynı şekilde Roma kilisesi Klement’in Petrus tarafından yetkilendirildiğini kaydeder. Diğer kiliseler de episkoposların bu şekilde Havariler tarafından atandığını kaydederler. Bu kiliseler Havarisel tohumun taşıyıcılarıdır” (De Praescriptione Haereticorum, 32).



ORİGENES (M.S. 184-253)

Origenes 3.yy’da yaşamış olan en önemli Hristiyan ilahiyatçı ve düşünürlerdendir. Hristiyan bir ailede yetişmiş olan Origenes’in şüphesiz en önemli ilham kaynağı babasıydı. Eusebius’a göre Origenes 17 yaşındayken babası Leonides tutuklanır ve hapse atılır. Origenes babasını takip etmek istese de annesi buna karşı çıkar ve onu saklar. Origenes babasına duygu dolu bir mektup yazar ve tam bir cesaretle imanına sımsıkı tutunması için teşvik eder. Nihayetinde Leonides şehit edilir ve ailenin varlıklarına Roma devleti haciz koyar. Bu tarihten itibaren Origenes annesini ve altı kardeşini geçindirmek için çok çabalar. Bunu da özellikle öğretmen olduktan sonra yazılarını satarak başarır. Ayrıca Origenes’in zekasına hayran olan zengin bir kadın, maddi açıdan ona sponsor olmayı kabul eder. İskenderiyeli Klement’ten sonra meşhur İskenderiye okulunun başına geçer. Bu dönem içerisinde İbranice öğrenir ve özellikle Platonik ve Stoik felsefeleri derinlemesine inceler ve çalışır.



Origenes bol bol seyahat etmeye başlar ve papaz olmamasına rağmen hitabeti ve öğretişleri hayranlıkla dinlenir. Kudüs episkoposu Alexandros’un tasdikiyle Sezeriye episkoposu Theoctistus tarafından Origenes’e papazlık unvanı verilir. İskenderiye episkoposu Demetrius, kendisine başvurulmadan Origenes’in papaz yapılmasına kızar. İskenderiye’ye döndüğünde Demetrius ve Origenes arasında tatsız olaylar yaşanır ve Origenes böylece İskenderiye’den ayrılıp Sezariye’ye yerleşir. Sezariye’de Origenes kendi okulunu açar. Eusebius’a göre İmparator Decius’un zulüm döneminde, Origenes hapse atılır ve işkencelere maruz kalır. Fakat bu işkenceler daha fazla cesaretle yazmasına neden olur. Origenes nihayetinde 253 senesinde, işkence sırasında edindiği yaralarından dolayı 69 yaşında vefat eder.

Origenes geriye birçok önemli eser bırakmıştır. Bunlardan en önemlisi Eski Ahit’in karşılaştırmalı bir okuması olan Hexalpaeseridir. Bu eserde Eski Ahit’in İbranicesi, İbranice kelimelerin Grekçe fonetik okunuşunu yansıtan Secunda, Septuaginta çevirisi, Sinoplu Aquila çevirisi, Symmachus çevirisi ve Theoditon çevirisi yan yana altı sütuna dizilmiştir. Bu eserin sadece bazı nüshaları günümüze ulaşmıştır. Hexalpadışında Origenesin yazıları üç ana kategoriye ayrılabilir. BunlarScholia, yani Kutsal Kitap’ta anlaşılması zor olan bölümlerin açıklaması, vaazlar ve tefsir kitaplarıdır. Bunların dışında Adversus Celsumoldukça önemli bir başka eseridir. Bu yazı Yahudi Talmud kaynaklarını kullanarak Hristiyanlığı çürütmeyi deneyen Celsus’a karşı yazılmış bir eserdir. Celsus Talmud’tan faydalanarak Mesih İsa’nın büyü kullandığını ve Pantera adındaki Romalı bir askerin oğlu olduğunu iddia eder. Eserinde Origenes bu tür iddialara cevap verir.



Origenes’in Hristiyan teolojisine katkıları tartışılmazken, bazı yönleri onu çok tartışmalı bir figür yapmıştır. Eusebius’a göre Origenes Matta 19:12’den yaptığı bir okuma sonrasında kendisini kısırlaştırmıştır. Platonik görüşlerin etkisiyle Origenes ruhların yaratılmadığını, aksine ezeli olduklarını öğretmiştir. Bu görüş 5. Ekümenik Konsilde sapkınlık olarak ilan edilmiştir. Sapkın görüşlere karşı teslis inancını savunurken, Origenes, Babanın Kelam ve Kutsal Ruh’a göre ontolojik anlamında üstün olduğunu söylemiştir. Bu iddialar daha sonra Ariusçu sapkınlığın oluşmasında rol oynayacaktı. Kısacası, Origenes Hristiyan teolojisine çok değerli katkılarda bulunmakla beraber, belki de istemeyerek, gelecekte oluşacak bazı sapkınlıkların altyapısını da hazırlamış oldu.

ANTAKYALI LUKİANOS (M.S. 240-312)


Antakyalı Lukianos aslında Adıyaman doğumludur ve Hritstiyan bir ailede yetişmiştir. Geleneğe göre kendisi Urfa’da ki Makarius okulunda eğitim almıştır ama bu bilgi kesin değildir. Sonrasında Antakya kilisesinde papaz olur ve “Antakyalı” unvanı buradan gelir. 4. yy kilise tarihçisi Eusebius’a göre, Lukianos son derece ılımlı bir karaktere sahiptir. Antakya’da Lukianos çok sayıda öğrencinin toplandığı bir okul açar. Okulda öğrencilerine Kutsal Yazıları yorumlamaya ve erdemli bir hayat sürdürmeye yönelik dersler öğretir. Aynı zamanda Lukianos Septuaginta’yı(Eski Ahit’in M.Ö. 3.-2. yüzyıla ait Grekçe çevirisini) kendi döneminin Grekçe grameri ve diline uygun olarak düzenler.



Antakya episkoposu olan Samsatlı Pavlus’un sapkınlık gerekçesiyle görevinden alınmasından sonra yetkililer Lukianos’tan da şüphelenir ve kendisi de yaklaşık 15 sene boyunca kiliseden aforoz edilir. Samsatlı Pavlus “Adoptionist” (“Evlatlık Edinmeci”) görüşü savunmaktaydı. Bu görüşe göre Mesih İsa’nın Tanrı Kelamı olarak beden alışı doğuşunda değil, vaftizci Yahya’nın vaftizi sonrasında gerçekleşmekteydi. Lukianos’un bu görüşü ne derecede benimsediğini bilmiyoruz, fakat 285 senesinde Kilise’ye tekrar kabul edilişi bu görüşlerden vazgeçmiş olmasına dair bir işaret olarak kabul edilmektedir.

Doğu Roma İmparatoru 2. Maximinus’un zulmü sırasında, Lukianos Antakya’da tutuklanır ve Nikomedya’ya (İzmit’e) gönderilir. Burada dokuz yıllık hapsi sırasında birçok işkenceye maruz kalır. İki kez sorgulanır ve iki sorguda da Hristiyan inancından taviz vermeyip görüşlerini savunur. Ölüm nedeni belirsizdir. Bir ihtimale göre aç bırakılarak öldürülmüş olabilir. Bir diğer ihtimal ise idam edilmiş olmasıdır. Ölümüne atfedilen geleneksel tarih 7 Ocak 312. Geleneğe göre idam edildikten sonra cesedi Marmara denizine atılır, fakat yunuslar cesedini tekrar karaya getirir. Böylece Nikomediyalı (İzmitli) Hristiyanlar da cesedini İzmit’te gömer.