Ophel yazıtı, arkeolog Eilat Mazar tarafından, Kudüs’ün Tapınak Dağı yakınlarında krşfrdilrn bir çömlek parçasıdır. Üzerinde 3000 yıllık bir alfabetik yazıt bulunmaktadır. Eilat Mazar çömleği, 10. yüzyıla tarihlendirilmektedir. Birçok uzman, M.Ö. 11. veya 10. yüzyıllar arasında değişen tarihler vermektedir.
K ırık çömlekte sadece birkaç harf gözüktüğünden, tam olarak ne anlama geldiği bilinmemektedir. Yazıt ile ilgili, sayısız spekülatif iddia bulunmaktadır. Uzmanlar bile, yazıtın sağdan sola mı, yoksa soldan sağa mı okunması gerektiği üzerinde kararsızdır. Bazılarına göre, bu yazıttaki alfabetik harflerin çıkış noktası, Mısır hiyeroglifleri olabilir. Harfler, Hiyeroglif ve alfabetik yazıtının arasında seyreden bir ideograf yazıtına benzemektedi. Yani, her harf veya sembolün bir fikir veya sözcüğü temsil etmesi mümkündür.
Haifa Üniversitesi tarih profesörü Gershon Galil’e göre, harflerin okunuşu şu şekildedir: “[…] m [y y] n h l q m […]” Yazıtın anlamını ise, şu şekilde yorumlamaktadır: “20. senede […]’dan getirilen düşük kalitede şarap.” Harflerin Mısır şarap testilerinde olduğu gibi bir tanımlama oluşturduğuna inanmaktadır. Bar-İlan Üniversitesi profesörü Aaron Demsky benzer bir görüşü savunmakta. Fakat kendisi okumayı şöyle aktarır: “Han[an]’a ait [şa]arap [sü]ahisi”.
2 008 yılında, Demir çağında İbrani bir yerleşkesi olan Khirbet Qeiyafa’da yapılan kazılarda, bir kırık çömlek parçası üzerinde M.Ö. 10. veya 11. yüzyıla dayanan bir yazıt keşfedildi. Yazıt, şehir valisine gönderilen bir mesajdır. Proto-Kenan dilinde yazılan yazıtta, birçok İbranice fiil keşfedilmiş. Neticede, uzmanlar yazının ilkel bir İbranice olabileceği görüşünde birleşmiş. Yazıda dikkatimizi çeken iki unsur, hem bir hâkimden, hem de bir kraldan bahsetmesidir. Profesör Emile Peuch’a göre; yazı, İsrail’de, hâkimlik sisteminden bir krallık sistemine geçişi yansıtmaktadır. Hatta belki de, Saul’un kral olarak seçildiğini duyuran bir ferman olabileceğini düşünmektedir. Uzmanlara göre, bu yazıt günümüzün en eski İbranice yazıtlarındandır ve İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenen, M.Ö. 925 tarihli Gezer Takviminden, yaklaşık 100 sene daha eskidir.Yazıtın Türkçe çevirisi şudur:
“Zulmetmeyin ve Tanrı’ya hizmet edin… Hâkim ve dul kadın yas tuttular; İkamet eden yabancıların ve çocukların üzerinde gücü var, Reisler ve baş memurlar bir kral seçtiler. Topluluktan 60 hizmetçiyi işaretledi…”
Haifa Üniversitesi tarih profesörü Gershon Galil, Khirbet Qeiyafayı, 1.Tarihler 4:23’te bahsi geçen, “Neta’im” ile bağdaştırmaktadır. Bunun nedeni, Qeiyafa sit alanının, Khirbet Gudrayathe’ye (Kutsal Kitapta “Gederah”) olan yakınlığıdır. Her iki kentin halkı, “kralın hizmetinde” olan “çömlekçiler” olarak bilinmekteydi. Bu tanım, sit alanında yapılan keşiflerle oldukça uyumludur.
Bu ve benzeri yazılı bulguların kırsal alanlarda yapılmış olması, okur yazarlığın geçmişte sanılanın aksine İbrani toplumunda daha yaygın olduğu izlenimini vermektedir.
M.Ö. 925 senesine dayanan Gezer Takvimi, dünyada en eski İbranice yazıtlarındandır ve İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenmektedir. Bu tarih kral Süleymanın ölümünden 6 sene sonradır. Takvim 8 cümleden oluşmaktadır. Her cümle aylar ve ekin dönemlerini belirtmektedir. Türkçe Çevirisi şöyledir:
"İki ay, geç ürünler (Eylül, Ekim)
İki ay, ekim (Kasım, Aralık)
İki ay, bahar ürünleri (Ocak, Şubat)
Bir ay, keten kesme (Mart)
Bir ay, arpa hasatı (Nisan)
Bir ay, genel hasat (Mayıs)
İki ay, bağ aralamak (Haziran, Temmuz)
Bir ay, yaz meyveleri (Ağustos)"
Yazıtın sol alt köşesinde, yazıyı yazanın imzası “Abi...” olarak geçmektedir ve “Abiyah” veya “Abiyahu” isminin ilk harflerini yansıtmaktadır. Uzmanlara göre, bu yazıt büyük olasılıkla çocuklar için hazırlanmış bir eğitim tabletidir. İsrail tarımsal bir toplum olduğundan dolayı, genç nesilleri tarımsal bilgilerle yetiştirmek, son derece önemliydi. Bir başka teoriye göre, belki de, bu tablet yeni yazmayı öğrenen bir çiftçi tarafından yazılmış olabilir. Ne olursa olsun, bu yazı ve diğerleri M.Ö. 10. yüzyılda, İsrail’de bir yazı geleneğinin var olduğunun kanıtıdır.
Birçok eleştirmen, Kutsal Kitap’ın geç tarihlerde yazıldığını iddia eder. Hâlbuki bu tür yazı tabletleri, aksini göstermektedir. Yani, bir örnekle anlatacak olursak: Bundan 3000 sene sonra, arkeologlar ülkemizde bir Fen Bilgileri kitabı keşfetse, elbette bundan çıkacak makul sonuç aynı toplumun yazılı bir tarih kitabı bulundurmuş olmasıdır. Unutmamak gerekir ki, Kutsal Kitap bir din kitabı olmakla birlikte, İsrail toplumunun tarihini anlatan Yahudilerin tarih kitabıdır. Bu keşiflerin ışığında, M.Ö. 10. yüzyılın öncesine dayanan bir yazılı Tevrat’ın olmasını oldukça makul görmekteyim.
Çoğu kişi Kutsal Kitap’a ait en eski nüshanın M.Ö. 2.-3. yüzyıla dayanan Kumran (Ölü Deniz) ytomarları olduğunu zanneder. Fakat Kumran tomarlarından en az 400 sene daha eski bir yazılı kayıt var: “Ketef Hinnom” veya diğer ismiyle “Gümüş Muska” tomarları.
1979 Kudüs’te St. Andrews Kilisesi yakınlarında gün ışığına çıkan bir antik mezarda keşfedilen iki küçük tomar, binlerce senedir kilden yapılmış kapların içinde saklı duruyordu. 1979’da keşfedilmelerine rağmen, 2000’li yılların ortalarına kadar, parçalanabilecekleri korkusuyla açılmamış ve detaylı olarak incelenememişlerdir. İlk defa incelendiklerinde ise, arkeoloji dünyası hayrete düşmüştür. Üstünde ne yazılıydı? Kutsal Kitap’tan ayetler! Her iki tomardada Çölde Sayım 6:24-26 ayetlerinden parçalar mevcuttur: “RAB sizi kutsasın ve korusun; RAB aydın yüzünü göstersin ve lütfetsin; RAB yüzünü çevirsin ve esenlik versin.”
Bu küçük tomarlar fevkalade önemlidir, çünkü birçok liberal bilim adamı, Eski Ahit’in Babil Sürgünü sırasında yazıldığını (M.Ö. 580) öne sürmekteyken, bu tomarlar M.Ö. 7.yüzyılın öncesine dayanan yazılı bir kelam geleneğinin var olduğuna dair kanıt sunmaktadır. Yani, yıllardır ağızdan ağıza dolaşan liberal ve kuşkucu tezler bu küçük keşifle suya düşmüştür.
“Hizkiya’nın krallığı dönemindeki öteki olaylar, bütün başarıları, bir havuz ve tünel yaparak suyu kente nasıl getirdiği, Yahuda krallarının tarihinde yazılıdır.” (2 Krallar 20:20)
M.Ö. 7. yüzyılda, Yahuda krallığı büyük bir tehlike altındadır. Kral Davut’un torunlarından Kral Hizkiya, Kudüs’ü kuşatmaya çalışan Asur Kralı Sanherib’in, suyun akışını keseceğini öngörür ve Gihon’un kaynağından kente su taşıyacak bir tünel kazdırtmaya karar verir. İki ayrı girişten çalışmalarını sürdüren işçiler birbirlerinin sesini duyunca tünelin ortasında buluşurlar. Bu buluşmadan sonra, tünelin ortasına Siloa Yazıtı diye adlandırdığımız bu yazıt yerleştirilir. Yazıt tünelin yapımını anlatır. Tünel aracılığıyla Gihon kaynağından Kudüs'e aktarılan su, Siloa ismindeki havuzda depolanmaktaydı. İncil’de İsa’nın bir kaç mucizesi bu havuzda gerçekleşir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bulunan bu eski İbranice yazıtın tercümesi şöyledir:
“1. satır:…kazısı; kazı nasıl yapıldı; daha….
2. satır: Kazmalar aynı doğrultuda ve birbirine karşı idiler. Kanalın açılmasına üç arşın kala sesler işitildi.
3. satır: Bu sesler karşılıklı olarak birbirine bağıranların sesi idi. Çünkü orada kuzey ve güneyinden açılan tünel birleşiyordu. Ve o gün
4. satır: Kanal açılmış oldu. Tünelin açılması ile her iki tarafta ki işçiler ve kazmaları karşılaştılar.
5. satır: Sular kaynaktan bin arşın uzaklıktaki havuza aktı ve
6. satır: İşçilerin başları üstündeki kayanın yüksekliği yüz endaze idi.”
Ölü Deniz Tomarları olarak tanınan Kumran yazıları, Khirbet Kumran’da, 1946 ve 1956 yılları arasında keşfedilen ve 981 metinden oluşan bir koleksiyondur. Ölü Deniz’in kuzeybatı kıyısından bir mil uzaklıkta bulunan mağaraların içinde keşfedilmişlerdir.
Yazıların keşfediliş hikâyesi oldukça ilginçtir: Muhammed Ahmed El-Hamid adlı genç bir Bedevi keçi çobanı, kaybolan keçisini aramaktadır. Kazara, Kumran mağaralarında tomarların bir kısmını keşfeder. Tomarlarla ne yapacaklarını şaşıran Bedeviler ilk başta yazıları çadır direkleri üzerine asar. Sonrasında koleksiyonu bir antikacıya, günümüzün karşılığıyla ile 100 TL’ye satarlar. Elden ele dolaşan parşömenler en sonunda, Profesör Dr. John Trever tarafından satın alınır ve böylece keşif dünyaya duyurulur.
Tomarların çoğu, M.Ö. 3. ve 1. yüzyıllar arasında tarihlendirmektedirler. Yazıların %40’ı, Ester dışında, mevcut Eski Ahit’in tüm kitaplarından nüshalar içermektedirler. Bunlar arasında en önemlisi, hemen hemen tüm Yeşaya kitabını içeren büyük Yeşaya tomarıdır. Yazıların %30’u Eski Ahit’in Deuterokanonik ve Apokrifyazılarını oluşturan Enok, Tobit, Jübileler, Sirak gibi kitapların nüshalarını içermektedirler. Kalan %30 ise, Kumran tarikatının (Esenilerin) cemaat kuralları ve Eski Ahit yorum geleneklerini içeren tefsirleridir.
Ölü Deniz Tomarlar, iki nedenden dolayı çok önemlidirler: (1) Mevcut Eski Ahit’in doğru bir şekilde nesilden nesle aktarıldığını göstermektedir ve (2) Dönemin Mesihsel yorumlarını yansıtarak, Yahudilerin birçok Eski Ahit ayetin Mesihsel olarak algılandığın gözler önüne sermektedir.
İkinci husus oldukça önemlidir, çünkü bazı kuşkucu eleştirmenler Eski Ahit ayetlerinin, İsa’nın ilahi kimliğini meşru kılmak için, sonradan Hristiyanlar tarafından bu şekilde yorumlandığını iddia etmektedir. Hâlbuki Kumran’da keşfedilen yorum gelenekleri tam tersini göstermektedir. Bu Yahudi tarikatının yorumlarında, vaat edilen kral Mesih’in ilahi bir kimliğe sahip olduğu aşikârdır:
“Ona Tanrı Oğlu denilecek ve onu” En yüce olanın Oğlu” diye adlandıracaklar… “O” ilahların üstünde Büyük İlahtır...Egemenliği ebediyen sürecek…” (Daniel Apokrifonu; 4Q246)
Sancılar içinde bir erkek doğuruyor. Ölüm sancısı ortasında bir erkek çocuğu getirecek. Cehennem acısı içinde, Harika ve Güçlü Öğütçü gelecek. (Yeşaya 9:5-6 Yorumu; 1QH 11:7-10)
“…Harun ve İsrail’in Mesihi gelene kadar. Onların günahları için kefaret sunacak.” (Yeşaya 14:18-19 yorumu; CD 4Q265–73; 5Q12; 6Q15)
Son senelerde, “Leon Levy Ölü Deniz Parşömenleri Dijital Kütüphanesi ve Arşivi” kurulmuştur. Dünyanın en gelişmiş görüntüleme teknolojisini kullanarak www.deadseascrolls.orgsitesinden Kumran yazılarını artık dijital ortamda incelemek mümkündür.