Tevrat’ta İbraniler için yılın en önemli günü ve dini bayramı Kefaret günüydü. O gün, baş kâhin halkın günahları için bir kefaret töreni gerçekleştirirdi ve bu tören sayesinde halk ilahi olarak aklanmış ve temizlenmiş sayılırdı.
Kefaret günü ile ilgili bahisler Levililer 16. bölümde geçer. İbranice ‘kaffar’ kelimesinden gelen ‘kefaret’ “örtmek” demektir. Kefaret gününde baş kâhin iki kurban seçiyordu. Halkın günahlarını ve kendininkileri itiraf edip, birinin üzerine el koyarak dua ediyordu. Bununla, günahın kurban üzerine geçtiği simgeleniyordu. Bu kurban, çöle salıveriliyordu. Böylece Tanrı’nın, günahları halktan uzaklaştırdığını simgeliyordu.
İkinci kurban, Tanrı’ya ulaşan yolun bir simgesi olan, tapınağın avlusunda kesilip, kanı bir leğende tapınağın “En Kutsal Yer” denilen iç odasına götürülüyordu. Bu odaya baş kâhin dışında kimse giremezdi; girmeye çalışanlar gökten inen bir ateşle anında ölürdü. Üstelik baş kâhin yalnız senede bir kere, sadece Kefaret gününde girebiliyordu. En Kutsal Yer’de Antlaşma Sandığı bulunuyordu. Sandığın içinde On Emir levhaları, üstünde ise “Keruv” adı verilen iki melek figürü vardı. İki melek sandığın içine bakar vaziyette yapılmıştı. Melekler sandığın içindeki on emre bakıp sembolik olarak halkı suçlu buluyorlardı. Yasa, “Açgözlü olmayın” diyordu, halk ise aç gözlülük yapıyordu; “Yalan söylemeyin” diyordu, halk ise yalan söylüyordu; “Haksız yere tanıklık etmeyin” diyordu, halk dedikodu yapıyordu. Kısacası, On Emir karşısında herkes suçlu düşüyordu. Kan, sandığın üstündeki tepsiye dökülüyordu. Tanrısal kutsallığı temsil eden keruvlar, On Emrin yerine artık günahın bedeli olan kanı görüyor, sembolik açıdan halkı da suçlu görmüyorlardı. Kan Tanrı’nın kutsal buyruklarını “örtmüştü.” Bu törene bu yüzden “kefaret” deniliyordu. Emirleri bozan davranışlar halkın ölmesini hak ettirirken; kan, halkın günahlarını örtmekle, aklayıp temizliyordu. Böylece toplumsal açıdan, halk Tanrı ile olan ilişkilerini ve antlaşmalarını sürdürebiliyorlardı.
Kudüs'teki tapınağın yıkılması ile bu ibadet sona ermiştir. Hristiyan inancında ise, İsa Mesih insanları Tanrı'yla barıştıran ezeli ve son kurban kuzusu olarak yorumladığından (bkz. Yuh 1:19), kurban kesme adeti yoktur. Bunun yerine, insanların Mesih'in kurbanına iman ve tövbeyle gönülden bağlanmalarıyla Tanrı katında aklanmış sayıldıklarına inanılır.
Eski Ahit’i okuduğumuzda, akla takılan sorulardan birkaç tanesi ise, temizlik yasalarıyla ilgili olur. Mesela cinsel ilişkiden sonra erkek ve kadın suda yıkanır ve bütün bir gün topluluktan ayrı tutulur (Levililer 15:16-18). Aynı şekilde kadınlar âdet dönemlerinde de yıkanıp, 7 gün boyunca topluluktan ayrı tutulur, çarşafları ve giysileri de temizlenir (Levililer 15:19-24). Buna başka benzer yasaları da eklemek mümkündür. Mesela domuz veya benzeri kirli sayılan hayvanların yenmemesi gibi… Bu kişilerin ayrılık dönemi sona erdiğinde, kurban kesilip topluluğa tekrar kabul edilirlerdi. Peki, bu garip uygulamaların nedeni nedir? Neden Tanrı böyle bir şey buyursun ki?
Öncelikle, şunu belirtmek lazım: Bahsi geçen akıntılar, bir erkek veya bir kadını günahkâr yapmazdı, sadece törensel olarak kirli yapardı. Dolayısıyla bu yasaların en önemli amacı törensel temizliği sağlamaktı. Eski dünyanın anlayışında, dinî ortamlara girmek için törensel olarak temiz olmak gerekirdi. Mesela, Eski Mısır’da rahiplerin tapınaklara girmeden önce, fiziksel olarak temiz olmaları gerekirdi. Bunu yapmak için, rahipler baştan aşağı tıraş olurlardı ve suyla temizlenirlerdi. Tapınak dışında normal aile hayatlarına devam ederken, yine cinsel ilişkiler sonrasında temizlenmeleri gerekir ve sadece törensel temizlikle, tekrar tapınaktaki rahiplik görevlerine devam edebilirlerdi. Rahip sınıfından olmayanlar veya törensel açıdan kirli olanlar, tapınaklara asla giremezdi. Ayrıca, rahiplerin balık yemesi de yasaktı. Bunun nedeni ise, balıkların bıraktığı koku idi. Benzer temizlik törenleri, firavunun sarayına girmeden önce de yapılırdı. Neden mi? Firavun aynı zamanda bir tanrı olduğundan saray “kutsal toprak” veya “tapınak” olarak da algılanırdı. Dolayısıyla, firavunun huzuruna girmek isteyenlerin, öncesinde törensel bir temizlikten geçmeleri lazımdı. Bunun bir örneği, Tevrat metninde mevcuttur. Mesela Yusuf, firavunun huzuruna girmeden temizlenir ve tıraş olur (Yaratılış 41:14).
Mısır ortamından çıkan İbraniler’e, Tanrı devrim niteliğinde bir söz söyler: “Siz benim için kâhinler [rahipler] krallığı, kutsal ulus olacaksınız.” (Çıkış 19:6) Tanrı, İbrani halkıyla bir antlaşma yapar. Bu antlaşma sonucu, halk seçilmiş bir “rahipler topluluğu” olur. Eski Mısır’daki algıdan farklı olarak, Tanrı’nın İbraniler arasındaki varlığı, tapınak veya saraylarla kısıtlı değildi. Cemaat neredeyse, orası “kutsal toprak” olarak algılanırdı. Elbette ki, Tanrı’nın varlığını simgeleyen bir merkezi antlaşma çadırı vardır. Fakat Tanrı, halkın arasında yaşadığı için, sadece merkezî antlaşma çadırı değil, bu çadırın etrafında kurulan aile çadırları veya yurtlar da “kutsal toprak” olarak algılanırdı. Dolayısıyla, törensel temizliğin birincil amacı, topluluğa Tanrı’yla doğrudan ilişki içerisinde bulunan kutsal bir cemaat olduklarını hatırlatmaktı. Doğrudan Tanrı’yla ilişki içerisinde olan bu “rahipler topluluğunun” hem ahlaki olarak (10 emir, vs.) hem de fiziksel olarak (temizlik ve yemek yasaları) pak olmaları gerekiyordu.
Temizlik yasalarının ikinci bir amacı ise, hijyenik bir ortam sağlamaktı. Bundan 3000 sene önce, günümüzdeki gibi hastaneler, eczaneler veya ilaçlar yoktu. Kan akıntıları, adetler vs. insan vücudunu güçsüzleştirip farklı hastalıkların bulaşmasına yol açabiliyordu, özellikle de, insanların birbirine yakın, dar alanda yaşadıkları ortamlarda. Dolayısıyla, uzaklaştırma, ilk etapta uzaklaştırılanın sağlığı yararına, ikinci bir etapta ise, olası bulaşıcı hastalıkların topluluğa yayılmasını önlemek içindi. Burada bir not düşmek lazım: Uzaklaştırma, topluluktan bir soyutlaştırma değildi. Bir müddet yerleşim yerinden uzaklaşmaktı. Bekleme süresi tamamlanıncaya kadar, topluluktan uzaklaştırılan kişiye gıda, su vb. ihtiyaçlarını karşılamak suretiyle, aile yakınları tarafından ziyaret gerçekleştirildi.
Toparlayacak olursak, temizlik yasalarının iki temel nedeni vardı: (1) Törensel temizlikle topluluğa Tanrıyla doğrudan ilişki içerisinde bulunan kutsal bir cemaat olduğunu hatırlatmak. (2) O dönemin koşullarını göz önünde bulundurarak, hijyenik bir toplumsal ortam sağlamak.
Zamanla İbraniler, yorum geleneklerinin gelişmesiyle, temizlik yasalarını ahlaki yasalar kadar önemli saymaya başladı. Aslında, Ferisiler ile İsa Mesih arasında geçen tartışmaların çoğu, bu algı farklılığından kaynaklanmaktadır. İsa, törensel temizliğin ahlaki temizlikle karıştırılmaması gerektiğini vurgulayıp, birçok kez Ferisiler'e karşılık verir: “Hepiniz beni dinleyin ve şunu belleyin... İnsanın dışında olup içine giren hiçbir şey onu kirletemez. İnsanı kirleten, insanın içinden çıkandır.” (Markos 7:14-16) Yine bir keresinde, İsa bir Ferisi’nin evine yemeğe davet edildi. İsa yemekten önce ellerini yıkamadı. Ferisi buna gücenince, İsa ona şöyle karşılık verdi: “Siz Ferisiler, bardağın ve tabağın dışını temizlersiniz, ama içiniz açgözlülük ve kötülükle doludur” (Luka 11:37-39).