Tarla işi ve el sanatları üretimi, eski İsraillilerin yaşamlarında merkezi bir öneme sahipti. İbranilerin ekonomisi hasat, metal ve seramik ticaretine bağlıydı. Hâkimler döneminde İbranilerin yerleştiği tepeler çam, meşe ve sakız ağaçlarından oluşan kalın bir maki ile kaplıydı. Toprak koyun yetiştirmek için çok kayalıktı. Dolayısıyla, Mısır’ı terk ettiklerinde çoban olarak tanınan İbraniler, Filistin topraklarına yerleştiklerinde çoğunlukla çiftçilik yapmak durumunda kaldılar. Burada buğday, arpa, yulaf, çavdar, zeytin, hurma, nar, üzüm ve incir yetiştirdiler.
Dönemin en önemli ticari rotaları; Kral Yolu ve Deniz yoluydu. Kral Yolu, Arap yarımadası ve Kızıldeniz’den gelen yolların buluşma noktası olan Akabe körfezinde başlayıp Şam şehrinde Deniz yolu ile birleşmekteydi. İsrail’in doğusunda yer alan Edom, Moav ve Ammon gibi krallıklar, maddi yönden bu yola muhtaçlardı. Çölde Sayım 20:17-21’de bu yoldan bahsedilir. Musa ve İbraniler çölde 40 sene gezindikleri dönemde, bu yoldan geçmek için izin isterler. Fakat Edomlular buna müsaade etmez. Böylece İbraniler ve Edomlular arasında tarihi düşmanlık da başlamış olur: “İzin ver, ülkenden geçelim. Tarlalardan, bağlardan geçmeyeceğiz, hiçbir kuyudan da su içmeyeceğiz. Sınırından geçinceye dek, sağa sola sapmadan Kral yolundan yolumuza devam edeceğiz.’ Ama Edom Kralı, “Ülkemden geçmeyeceksiniz!” diye yanıtladı, “Geçmeye kalkışırsanız kılıçla karşınıza çıkarım.” İsrailliler, “Yol boyunca geçip gideceğiz” dediler, “Eğer biz ya da hayvanlarımız suyundan içersek, karşılığını öderiz. Yürüyüp geçmek için senden izin istiyoruz, hepsi bu.” Edom Kralı yine, “Geçmeyeceksiniz!” yanıtını verdi. Edomlular İsrailliler’e saldırmak üzere kalabalık ve güçlü bir orduyla yola çıktılar. Edom Kralı ülkesinden geçmelerine izin vermeyince, İ srailliler dönüp oradan uzaklaştılar.”
Deniz yolu, Mısır’ı Suriye ile, Anadoluyu Mezopotamya ile bağlayan yoldu. Bu yolun bir diğer ismi “Filistlilerin yolu” idi. Çünkü güzergâh üzerinde Gazze, Aşdod, Aşkelon, Yafa gibi Akdeniz kıyısındaki Filistlilerin kentleri bulunmaktaydı. Hazor ve Dan gibi önemli Yahudi kentlerinden geçen yol, Şam şehrinde Kral yoluyla birleşip, Anadolu’ya veya Mezopotamya’ya kadar devam ederdi. Bu yola hâkimiyet kurmak isteyen Mısırlılar ve Hititliler M.Ö. 1250 senelerinde Kadeş’te savaşmışlardır. M.Ö. 12.-11. yüzyıllarda İbraniler ile Filistlilerin arasında geçen çekişmenin nedenlerinden bir tanesi de bu yoldur. Filistliler kıyıya sahipken, İbraniler tepelere yerleşmişlerdir. İbraniler ticaretten bir pay isterken, Filistliler ise ekonomik bir tehdit olarak gördükleri İbranilerin kentlerini fethetmek isterler.
Eski İsrail’de, ticari işlemler de pazarlarda değil kent kapılarında gerçekleşirdi. Kapıların kentler için büyük önemi vardı. Kapıların iç kesiminde ticari işlemler gerçekleşir, antlaşmalar mühürlenir, mahkemeler toplanır ve önemli kamu duyuruları yapılırdı. Bir para sisteminin yokluğunda, alışveriş, gümüşün tartılmasıyla gerçekleşirdi. Temel ağırlık ve dolayısıyla para birimi “şekel” diye adlandırılıyordu. Şekel yaklaşık 11.5 gr ağırlığındaydı. Yeremya peygamber, mesela bu yöntemle, bir tarla satın almıştır: “Böylece Anatot’taki tarlayı amcamın oğlu Hanamel’den satın aldım. Tarlaya karşılık kendisine on yedi şekel gümüş tartıp ödedim” (Yeremya 32:9). Tabii ki bu sistemin dezavantajı, tartı ve ağırlıklarla oynanabilmesi ve bunun sonucunda halkı aldatan yolsuz hükümdarların ve tüccarların ortaya çıkmasıydı. İsrail’de yapılan arkeolojik kazılarda, 11,5 gram’a uymayan pek çok şekel keşfedilmiştir. Eski Ahit’te, peygamberler bu yolsuzlukla ilgili konuşmuş ve tövbe etmeyenleri Tanrı’nın gelecek olan yargısıyla uyarmışlardır. Bu örneklerden bir tanesi Amos’tur: “Diyorsunuz ki, ‘Yeni Ay Töreni geçse de tahılımızı satsak, Şabat Günü geçse de buğdayımızı satışa çıkarsak. Ölçeği küçültüp fiyatı yükseltsek, hileli tartı kullanıp yoksulları gümüş, mazlumları bir çift çarık karşılığında satın alsak. Buğday yerine süprüntüsünü satsak.’ Yakup soyunun gurur duyduğu RAB kendi başı üstüne ant içti: ‘Onların yaptıklarının hiçbirini asla unutmayacağım.” (Amos 8:5-7).
Ülkemizi düşündüğümüzde, ilk akla gelen şeylerden biri tabii ki zengin yemek kültürümüzdür. Orta Doğu, Karadeniz, Orta Asya ve Avrupa ile olan yakın konum ve temaslar Türk mutfağını zamanla zenginleştirmiş ve çeşitlendirmiştir. Kebaplardan mezelere, pide çeşitlerinden çorbalara ve tatlılara kadar birçok çeşit gelişmiştir ve Türk mutfağı dünyanın sayılı mutfakları arasında yerini almıştır. Peki, eski İbranilerin yemek kültürünü acaba hiç merak ettiniz mi? Acaba yemekleri nasıldı? Bir bakalım…
İbrani yemek kültürünün köşe taşı ekmekti. Ekmeklerin çoğu arpadan yapılırdı; buğdaydan yapılanlar ise daha pahalı oldukları için az tüketilirdi. Ekmekler, hamur karışımına baklagiller, kuru meyveler, rezene veya kimyon eklenmesiyle çeşitlendirilirlerdi. Ekmek her öğünde olmazsa olmazlardandı. Gün içinde iki temel yemek saati vardı. Çoğu çiftçi olan İbraniler, günün ilk ışığında çalışmaya başlayıp saat 9 sularında mola vererek tarlalarda kahvaltılarını yaparlardı. Kahvaltı, zeytinyağı ve sirkeye batırılan ekmekten oluşurdu (bkz. Rut 2:14). Bazen yanında zeytin, incir, soğan veya siyah turp da tüketilirdi. Akşam yemeği ise mesai saatinden sonra ailece evde yenilirdi. Akşam yemeği genellikle çorbalar, soğan ve sarımsaklı mercimek veya diğer bakliyatlar ve sebzelerden yapılan sulu yemeklerden oluşurdu. Yemeklerde kullanılan temel sebzeler, kabak, pırasa, sarımsak, soğan, siyah turp ve mantar gibi sebzelerdi. Salata kültürü diye bir şey yoktu. Yabanıl marul veya roka gibi bitkiler daha çok yemeklere tat ve renk katmak için kullanılırdı. Yemek esnasında herkes ekmeğini eline alıp, sofra ortasında bulunan tencereye batırırdı. Ana yemeğin yanında, peynirler, hurma ve incir gibi kuru meyveler ve mevsimine göre nar, kavun veya üzüm gibi meyveler de tüketilirdi. M.Ö. 4. yüzyıldan itibaren, özellikle Persler’in etkisiyle, yemeklere pirinç de dâhil olmuştur.
Tüketilen etler çoğunlukla kurutulmuş balık, kuzu ve keçi etleriydi. Fakat etlerin tüketimi daha çok özel günler ve bayramlara kısıtlıydı. Zenginler geyik veya ceylan gibi av etleri de tüketirdi ama bunları yiyenler sayıca çok azdı. Tavuk M.Ö. 2. yüzyılda Grekler ve Romalıların etkisiyle İbrani sofralarında yerini bulmuştur. Yumurta ise bir lükstü. Nadiren yenen yumurtaların çoğu bıldırcın, bazıları ise ördek ve kaz yumurtalarıydı. Yemeklerde kullanılan baharatların başında Ölü denizden elde edilen tuz yer alırdı. Buna ilaveten: kişniş, kimyon, dereotu, çördük, nane, siyah hardal, safran ve kekik gibi baharatlarda zaman zaman kullanılmaktaydı.
Tatlılar genellikle kuru meyvelerden yapılan pestillerden oluşurdu. Bu pestillerde kullanılan temel meyveler üzüm, incir, hurma ve kayısı idi. Bu pestillerin en çok tüketileni incir pestiliydi (1. Samuel 30:12). “Devaş” (İbr. דְּבָשׁ) adı verilen bal ise, bir diğer tatlı türüydü. Fakat Devaş kelimesi sadece bal için değil, mevyelerin pekmez veya şerbet hali için de kullanılmaktaydı. Devaş şeker yerine geçen bir tatlandırıcı olarak da kullanılmaktaydı. Kutsal Kitap’ta vaat edilen Kenan toprakları “süt ve bal akan ülke” olarak tarif edilir (Mısır'dan Çıkış 33:3). Burada kullanılan “bal” sözcüğü “devaş”tır. Gördüğümüz gibi İbrani anlayışında bal kelimesi sadece arı balı olarak algılanmayıp, aynı zamanda meyvelerden elde edilen pekmez ve şerbet için kullanıldığından, manası diyardaki meyveleri de kast etmektedir.
İbraniler su ihtiyaçlarını genellikle ırmaklardan, sarnıçlardan ve kuyulardan karşılarlardı. Süt, yaygın olarak ilkbahar ve yazın tüketilirdi ve ayran kıvamında yapılırlardı (bkz. Hâkimler 5:25). Az da olsa meyve suyu tüketimi de gözlenmektedir. Fakat İbranilerin en fazla tükettiği içecek şaraptı.
İbranilerin yaygın ve zengin bir şarap kültürleri vardı. Birçok İbrani hanesinde şarap sürahileri keşfedilmiştir. Şaraplar genellikle üzümden, bazen de nardan yapılırdı. Fermantasyondan önce kaynatılırlardı. Şarapların çeşitleri ise içlerine eklenen baharat veya farklı devaşlarile oluşurdu. Arkeolojik kazılarda biranın tüketildiği de keşfedilmiştir. Fakat az tüketildiği anlaşılmaktadır. Şaraptaki alkol oranı günümüzdeki şaraplara göre daha düşüktü. Helenistik dönemde şarap yapma teknikleri değişmiş ve alkol oranları günümüzdeki şaraplara eş değer bir orana yükselmiş. Bundan dolayı M.Ö. 2. yüzyıldan itibaren alkol oranını düşürmek için, İbranilerin şaraplarını suyla karıştırmaya başladıklarına şahit oluruz.
Eski Ahit döneminde şarap birçok törende yer alıyordu. Çıkış 29:40; Levililer 23:18; Çölde Sayım 15:5-7 gibi ayetlerinden şarap sunusunun tapınakta Tanrı’ya yapılan ve Tanrı’nın hoşnut olduğu sunular arasında yer aldığını gözlemleriz. Bunun yanı sıra Tanrı’nın bile şarap tüketimini özel günlerde zorunlu kıldığını görmekteyiz. Mesela Yasa’nın Tekrarı 14:22, 26 şöyle der: “Her yıl tarlalarınızda yetişen ürünlerin ondalığını bir yana ayıracaksınız. Tahılınızın, yeni şarabınızın, zeytinyağınızın ondalığını, sığırlarınızın ve davarlarınızın ilk doğanlarını, Tanrınız RAB’bin adını yerleştirmek için seçeceği yerde O’nun önünde yiyeceksiniz. Bunu yapın ki, her zaman O’ndan korkmayı öğrenesiniz (…) Gümüşü dilediğiniz şekilde kullanın: Sığır, davar, şarap, içki ya da canınızın istediği başka bir şey alın. Siz ve aileniz orada, Tanrınız RAB’bin önünde yiyecek ve sevineceksiniz.” Bu ayetlerden anlaşılacağı gibi şarap dini bayramlarda bile zengin İbrani kültürünün önemli bir parçasını oluşturuyordu. Günümüzde halen İbranilerin kutladıkları Purim, Fısıh veya Hamursuz bayramları gibi bayramlarda şarap, anma ve kutlama merasimlerinin bir paçasıdır.