ANTİK YASALARIN IŞIĞINDA MUSA’NIN YASASI


img




Günümüzün kuşkucuları Tevrat’ta bulunan 10 emrin ve akabinde sıralanan Musevi şeriatının daha eski bir medeniyet olan Sümerler ve Babillilerin kanunlarına dayanarak yazıldığını savunurlar. Bu tür tezler ile amaçlanan hedef Tevrat’ın ilahi kaynağını sorgulamak ve dahası insani ve taklitçi bir yazı olduğunu kanıtlamaktır.



Konuyla ilgili pek fazla bilgi sahibi olmayan bir kişi için bu tezler ilk bakışta oldukça ikna edici gelebilir. Popüler bir örnek vermek gerekirse, Mısır’dan Çıkış 21:23’te geçen “göze karşılık göz, dişe karşılık diş, ele karşılık el” gibi kısasa kısas ilkelerinin bir benzerini yaklaşık 400 sene daha eski olan Hammurabi’nin kanunlarında bulmak mümkündür: “Bir adamın gözünü çıkaranın gözü çıkarılacaktır” (Madde 196) veya “Aynı sınıftan olan bir adamın dişini kıranın dişi kırılacaktır” (Madde 200).



Benzerlikler sadece Hammurabi’nin kanunlarıyla sınırlı değildir. Örneğin Hammurabi kanunundan en az 300 sene daha eski olan Ur-Nammu kanunu “Cinayet işleyen kişi öldürülecektir” derken Tevrat “Kim birini vurup öldürürse, kendisi de kesinlikle öldürülecektir” der (Mısır’dan Çıkış 21:12). Bu tür benzerlikleri göz önünde bulundurarak “Tevrat bu yasaları kopyalamıştır” diye peşin bir hüküm yürütmek oldukça basit bir yaklaşımdır. Her ne kadar benzer kanun maddeleri var olsa da, benzerlik kendiliğinden bir nedensellik teşkil etmez. Kaldı ki bu tip ifade benzerlikleri ortak bir çağ ve coğrafyada kaleme alınan bu kanunlar için oldukça normal karşılanmalıdır. Bunun ötesinde birbirine benzeyen kanunların nedensellikten çok insanoğlunun ortak paylaştığı bir insanlık ve adalet olgusuna işaret ettiğini söylemek daha doğru olur.



Asıl şaşırtıcı tablo, bu eski medeniyetlerin kanunlarını derinlemesine inceleyip Tevrat’taki anlayışla karşılaştırdığımızda karşımıza çıkmaktadır. Çünkü Musa’nın şeriatındaki kanunlar, adalet ve kanun anlayışı itibarıyla eski Mezopotamya kanunlarına göre büyük farklılıklar sergilemektedir. O kadar ki, Musa’nın şeriatı aslında dönemin anlayışına göre devrimci bir niteliğe sahiptir diyebiliriz. Bu farklılıkları başlıca Ur-Nammu kanunu üzerinde durarak 4 ana başlık altında inceleyeceğiz:



1) İLAHÎ KAYNAK / İNSANÎ KAYNAK

Ur-Nammu kanunun giriş metninde şöyle bir ifadeye rastlarız: “Ve sonra Ur, Sümer ve Akkad kralı olan yiğit Ur-Nammu, Şehirin Efendisi Nanna’nın desteği ve Tanrı Utu’nun gerçek sözü uyarınca memlekete adalet getirdi. O kötülüğü, şiddeti ve çekişmeyi topraklarından uzaklaştırdı. Tapınak giderlerini 90 gurarpa, 30 koyun ve 30 silatereyağı olarak saptadı.” Bu ifadeden anlaşılan husus bu kanunun Ur-Nammu’nun inisiyatifinde ortaya çıktığı gerçeğidir. Yani kanunun yazılış nedeni belirli bir ilah değil de kralın kendi kararı. Her ne kadar kral bazı ilahların ona manevi anlamda destek olduğunu ve yön gösterdiğini vurgulasa da, bu Tevrat’ta karşımıza çıkan vahiy anlayışından oldukça farklıdır. Nitekim 10 emir ve diğer şeriat kurallarını takdim eden Tevrat’taki cümleler bu bağlamda oldukça önemlidir çünkü burada Tanrı doğrudan konuşmaktadır: “Tanrı şöyle konuştu: “Seni Mısır’dan, köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim.” (Mısır’dan Çıkış 20:1). Buradan çıkan sonuç, Ur-Nammu ve diğer benzeri antik kanunlar, kralların kendi inisiyatifiyle kaydedildiğini açıkça belirtmeleridir. Tevrat metni ise açık bir şekilde kanunlarının doğrudan Tanrı’dan geldiğini ifade eder. Bu bağlamda Tevrat o güne kadar görülmemiş ve devrim niteliği taşıyan bir beyanda bulunmaktadır.



2) EŞİTÇİLİK KAVRAMI VE CEZALARIN GEREKÇELERİ

Mezopotamya’nın eski kanunlarının sunduğu adalet anlayışında yasanın amacı topluma bir düzen getirmektir. Fakat bu düzene günümüzün anlayışında eşitlikçi demek oldukça zordur. Mesela Hammurabi yasasında daha yüksek sınıftan olan kişiler suç işlediklerinde cezaları alt sınıftaki kişilerinkine göre daha hafif gözükmekte. Üst sınıftan biri alt sınıftan birinin malını çaldığında cezası hafif olurken, tam tersi gerçekleştiğinde ceza çok daha serttir. Musa’nın şeriatında böyle bir şey görmemekteyiz çünkü cezaların mahiyeti sınıf gözetmeksizin her zaman aynıdır. Bunun en önemli nedenlerinden biri Tevrat’taki yasa anlayışının belirli bir sınıf veya bir kralın göreli yargılarına dayalı olmaması. Musa’nın şeriatında kanunlar her bireysel hayatın kutsallığına dayalıdır, zira Tevrat’a göre her kişi Tanrı suretinde yaratılmıştır. Bu bağlamda Tevrat’taki hukuk anlayışı belirli bir toplumun düzen ve adalet ihtiyaçlarını karşılama ihtiyacından çok “Tanrı’nın kutsallığı” kavramına dayalıdır: “Benim için kutsal olacaksınız. Çünkü ben RAB kutsalım. Bana ait olmanız için sizi öbür halklardan ayrı tuttum” (Levililer 20:26).



3) İDAM VE PARA CEZALARININ FARKLI ODAKLARI

Eski Mezopotamya kanunları ile Tevrat arasında en dikkat çeken farklılıklardan biri insan onuruna karşı işlenen suçlara verilen cezaların mahiyeti. En genel anlamda Mezopotamya’nın antik kanunlarında insan onuruna karşı işlenen suçlar para cezalarına çarptırılırken, mülkiyete karşı işlenen suç idam ile cezalandırılmakta. Musa’nın şeriatında ise buna zıt bir yaklaşım gözlemlemekteyiz. Zira insan onuruna karşı işlenen günahlar ölümle cezalandırılırken mülkiyet suçları para cezasına dönüştürülmekte. Aşağıdaki örneklerde bu fark oldukça belirgin bir şekilde karşımıza çıkmaktadır.









4) KADINLARA VERİLEN CEZALARDA BÜYÜK FARKLAR

Eski kanunlardaki kadınların konumu elbette 21. yüzyılın eşitlik anlayışından uzaktır. Buna rağmen bu eski kanunları karşılaştırdığımızda Musa’nın kanunları dönemin koşullarını ve bağlamlarını göz önünde bulundurarak çok daha adil ve eşitlikçi bir çizgi çizmektedir. Mesela Ur-Nammu yasasında zina işleyen kadın idama çarptırılıp erkek özgür bırakılırken, Musevi şeriatında hem erkek hem kadın idama çarptırılmakta. Yine aynı şekilde bir bakireye cinsel istismarda bulunan bir erkek Ur-Nammu kanunlarında 5 şikel(yaklaşık 50 gr.) gümüş para cezasına çarptırılırken, Tevrat’ta verilen ceza 50 şikel(yaklaşık 500 gr.) gümüşle birlikte erkeğin kadınla evlenme ve boşanamama zorunluluğudur (eğer ki kadının babası buna izin verirse). Bu son madde ilk bakışta kulağa garip gelse de maddeyle amaçlanan şey erkeğin hayatı boyunca istismar ettiği kadına maddi anlamda bakmak ve destek çıkma zorunluluğudur. Söz konusu maddeler şu şekilde aktarılır:







Sonuç olarak Mezopotamya kanunlarına göre birçok fark gözlemlemekteyiz. Tevrat metni kanunların Tanrı’dan geldiğini vurgularken, diğer medeniyetlerin metinleri kanunların bir hükümdarın inisiyatifiyle ortaya çıktığını vurgulamakta. Musa’nın şeriatı Tanrı’nın ve insan hayatının kutsallığına dayalıyken, Mezopotamya kanunları belirli bir sosyal sınıfı korumaya veya göreceli değer yargılarına dayalıdır. Musa’nın şeriatı genel anlamda insan onuruna karşı işlenen suçlara idam uygularken, Mezopotamya yasaları mülkiyeti daha üstün tuttuğundan, idamı daha çok mülkiyete karşı işlenen suçlara uygulamakta. Musa’nın şeriatı kadınlara verilen cezalarda daha eşit bir yaklaşım sergilerken, Mezopotamya kanunları kadınlara karşı son derece önyargılı bir çizgi çizmektedir. Musa şeriatının getirdiği bu farklı kanun anlayışı daha önce de belirttiğimiz gibi dönemin anlayışına göre devrimci bir niteliğe sahiptir. Peki, eski Mezopotamya medeniyetlerinden bu kadar faklı bir anlayış sunan bu kanun nereden geldi? Elbette bu çalışma şeriatın vahiy yoluyla indiği mutlak anlamda %100 ispatlamasa da, Tevrat yasalarının Mezopotamya kanunlarından basit bir kopya veya uyarlama olduğunu söylemenin son derece amatörce kurgulanmış bir hata olduğunu göz önüne sermektedir.



Kesin bir şey varsa o da Tevrat’ın ve Musa şeriatının o güne kadar görülmemiş yenilikçi bir düşünce yaklaşımı sunduğudur. Tevrat’taki bu alışılmışın dışında düşünme biçimi taklitçi bir yaklaşımla yazılmış bir esere işaret etmektense, ilahi bir esin sonucunda yazılan bir esere işaret etmektedir.