Sina Dağı, İbranilerin tarihinde önemli dönüm noktalarından birini oluşturmaktadır. Bu dağda Tanrı, Musa ile konuşur ve Musa “On Buyruk” diye adlandırdığımız levhalarla dağdan iner. Bu on temel emir, İbranilerin ahlaki ve dinî hayatlarının köşe taşını oluşturur. Peki, bu gizemli dağ nerededir? Sina Dağı’nın yeriyle ilgili 12 veya 13 tane öneri mevcuttur. Teoriler ne kadar farklı olursa olsun, hemen hemen tüm tarihçilerin ve arkeologların ortak görüşü, günümüzün Sina Dağı olarak tanınan dağın (Cebel Musa) büyük olasılıkla, Tevrat’ın bu gizemli dağı olmadığıdır. Aslında, geleneksel Sina Dağı’nın konumu, Konstantin’in annesi Helena tarafından, M.S. 300’lü yıllarda belirlenişine dayanır. Bu dağ ile ilgili birkaç bedevi geleneği mevcut olduğu doğrudur, fakat herhangi bir sabit delil yoktur ve arkeolojik bir teyit bulunamamıştır.
Peki, Sina Dağı’nın yerini araştırırken nereden başlanmalı? Elbette metinde yer alan ipuçlarından! Mısır’dan Çıkış 3:1’de Sina Dağı, Horev ismiyle de bağdaştırılır: “Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro’nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı’na, Horev’e vardı.” Midyan toprakları geleneksel olarak Sina yarımadasına bakan Arap kıyısına verilen isimdir ve eski yazılarda Arabistan topraklarıyla bağdaştırılır. Bu ayetlere ilaveten Pavlus, Hacer’in hikâyesini Galatyalılar 4:25’te yorumlarken, şöyle bir ifade kullanmaktadır: “Burada bir benzetme vardır. Bu kadınlar iki antlaşmayı simgelemektedir. Biri Sina Dağı’ndandır, köle olacak çocuklar doğurur. Bu Hacer’dir. Hacer, Arabistan’daki Sina Dağı’nı simgeler.” Dolayısıyla Kutsal Kitap’ın genel görüşünün, Arabistan’da bulunan bir dağ olduğudur.
Öyleyse dağı bulmak kolay olmalıdır, değil mi? Maalesef, bu olayı çok basitleştirmek olurdu. Çünkü geçmiş dönemlerde Arabistan diye adlandırdığımız bölge bugünkü Suudi Arabistan’dan ziyade, zaman zaman Sina yarımadasının bazı kesimlerini de dâhil eden ve Akabe körfezini çevreleyen, genel bir bölgeydi. Yani günümüzün Mısır, İsrail, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın sınırlarının kesiştiği genel bölge diyebiliriz. M.Ö. 4. ve M.S. 1. yüzyıl arasında bu topraklar “Nebatî Krallığı” olarak tanınmaktaydı ve Pavlus’un Arabistan diye adlandırdığı yer, burasıydı. Durum böyle olunca, tam bir kesinlikle dağ budur veya şudur demek zordur. Buna rağmen, olası ve en fazla tarihsel ve arkeolojik destek bulunduran birkaç öneriden bahsetmek isterim. İsterseniz bunlara teker teker bakalım:
Sina yarımadasının kuzeyinde bir Sina dağına en güçlü destekler; Dr. James Hoffmeier’in, İsrail’in Mısır Çıkış’ı sırasında izlediği rota ile ilgili çalışmalara dayanır. Rameses ve Pitom’dan çıkan İbranilerin ilk durağı, Sukkot’tur (Mısır’dan Çıkış 12:37; Çöl. Say. 33:5). Firavun Mernepta (M.Ö. 1213–1203) dönemine ait ve “Papirüs Anastasi 6” olarak adlandırılan bir raporda, oldukça ilginç ifadeler yer almaktadır. M.Ö. 13. yüzyılda Mısır’ın sınırını oluşturan gölleri (bugünkü Süveyş Kanalı bölgesi) geçen Edomlu bir bedevi kabilesinden şu şekilde bahseder: “Tjeku’da (Sukkot) bulunan Mernepta’nın sınır kapısından geçtiler” ve sürülerini sulamak için “Pi-Atum (Pitom) havuzlarına yönlendiler.” Bu ipuçlarını takip eden Dr. Hoffmeier, “Kızıl Deniz” kelimesinin, Mısır dilinden türeyen bir kelime olduğuna dikkat eder ve asıl okumasının “Kamış Denizi” (Yom-Suph) olması gerektiğini vurgular. Aynı şekilde Mısır’dan Çıkış 14:2’de geçen “Pi-Hahirot” ve “Migdol” terimlerinin, gölleri birbirine bağlayan “kanal” ve “sınır kalesi/karakolu” anlamı taşıdığını vurgular. Bu tespitlere göre, Kızıl Deniz geçişi, bu göllerde meydana gelmiştir. Kızıl Deniz’i geçtikten sonra, İbranilerin ilk durağı “Acı Su” anlamına gelen Mara gölü olur. Teori’ye göre, bu göl Kızıl Deniz körfezine yakın bulunan ve eski Mısır’da “Acı göl” olarak bilinen göldür.
Buradan başlayan bir Sina rotası, bize Kuzey Sina bölgesinde bulunan birkaç dağ olasılığı sunmaktadır. Bunlardan biri, yarımadanın merkez bölgesinde yer alan Sin Bişar dağıdır. Tel Aviv Üniversitesi Coğrafya Profesörü Menashe Har-El tarafından sunulan bu önerinin en ilginç noktası “Sin” isminin Sina ismine olan yakınlığıdır. Yarım adanın kuzeyinde yer alan Helal dağı, bir başka öneridir. Fakat her iki dağda arkeolojik bir teyit bulunamamıştır.
İtalyan Arkeolog Emmanuel Anati’ye göre, Sina dağı İsrail’in güneyindeki Negev çölü yakınlarında yer alan Har Kharkom dağıdır. Son 30 yılda bu dağın civarında 1,300 arkeolojik sit alanı belgelenmiş, ayrıca 40.000 kaya gravürü ve 120’yi aşan küçük tapınak, dikilitaş, tümülüs, açık hava sunakları ve taş daireler keşfedilmiştir. Petroglif diye adlandırılan kaya gravürlerin çoğu, dağın eteğinde kümelenmiştir. Erken Tunç çağında, Har Kharkom’un ay tanrısı Sin’e adandığı düşünülmektedir. Bunu destekleyen gravürler mevcuttur. Birçok resimde, dağ keçilerinin boynuzları hilal şeklini almaktadır. Aynı gravürlerin yanında ayak izleri bulunmaktadır ki, bu yorumculara göre, ibadet anlamına gelmektedir. Böylece, Sina Dağı isminin, Sin (ay tanrısı) isminden türediği düşünülmektedir. Har Kharkom’un erken tunç çağından beri kutsal bir dağ olarak bilinmesinden dolayı Anati, Musa’nın bu dağa yöneldiğini düşünmektedir.
Belki de, Har Kharkom’un en meşhur petroglifi on kareye bölünmüş ve Musa’nın aldığı on buyruğu andıran bir taş levha gravürüdür. Ayrıca, bir yılan ve bir asanın yan yana durduğu bir gravür de mevcuttur. Bu resim, Tevrat’ta geçen birkaç hadiseyi akla getirmektedir. Mesela, Musa’nın İbranileri hastalıktan kurtarmak için yılanı asası çevresinde dolandırması gibi. Bunun ötesinde, 12 dikilitaş görmekte mümkün. Kim bilir, belki de, İsrail’in 12 oymağını temsil etmektedir. Bu dağın eksik noktası ise tarihlerin uyuşmamasıdır. Petroglifler, M.Ö. 19 yy. öncesine aitler ve M.Ö.1800 yılı sonrası hiç yaşam izine rastlanmamaktadır. Bu durumdan dolayı Anati, Çıkış’ı M.Ö. 20. veya 19. yy. olarak tarihlendirmektedir, fakat bu tarihlendirme, akademik dünya tarafından kabul görmemektedir.
3 Olası Sina Dağı ve Çıkış Rotası
Son senelerde popülerlik kazanmaya başlayan bir Sina Dağı adayı, Suudi Arabistan’da bulunan, Cebel El-Lawz dağıdır. Sina yarımadasından farklı olmak üzere, Orta ve Geç Tunç Çağı’nda Midyan diye adlandırılan bu bölgede gelişen bir Bedevi kültürü ve yerleşim görmekteyiz. Burada da, ilginç petroglifler bulmak mümkündür. Mesela, dağın dibinde, devasa bir sunağı andıran taş yığınında yer alan, buzağı gravürleri gibi. Aynı şekilde, Musa’nın su çıkardığı kayayı anımsatan yarılmış bir kaya ve çevresinde bulunan su yatağı izleri, dağın eteğinde bulunan ve belki de İsrail’in 12 oymağını temsilen sütun parçaları, vs.
Shimon Ilani, İsrail Jeolojik Araştırmalar Enstitüsü’nden emeklidir ve Sina Dağı’nın aslında bir yanardağ olduğunu iddia etmektedir. Tevrat’ta birçok ayet, bunu ima eder gibi: “Sina Dağı’nın her yanından duman tütüyordu. Çünkü RAB dağın üstüne ateş içinde inmişti. Dağdan ocak dumanı gibi duman çıkıyor, bütün dağ şiddetle sarsılıyordu”(Mısır’dan Çıkış 19:18).
Cebel El-Lawz bir yanardağ olmamasına rağmen, bir zamanlar aktif yanardağların bulunduğu bir bölgeye yakın olup, kapkara bir zirveye sahiptir. El-Lawz’ın zayıf düştüğü nokta ise, İsraillilerin geleneksel yolculuk rotasına tam uymamasıdır. Tevrat’a göre; Kızıl Deniz geçilir geçilmez, halk çöle girmiş olur. Geçitten Mara’ya kadar olan yolculuk 3 günlüktür, yani, kalabalık bir gurupla yaklaşık 80-90 kilometredir (Mısır’dan Çıkış 15:22; Çöl. Say. 33:8). Buradan Sina dağına olan yolculuk ise, yine birkaç günlük veya haftalıktır. Bu tutarsızlığı onarma çabalarında, El-Lawz’ı Sina dağı olarak gören teorisyenler, asıl Kızıl Deniz geçidinin, Akabe Denizi’nden yapıldığını savunmaktadır. Bu görüşü desteklemek için 1. Krallar 9:26 ayetini sunmaktadırlar: “Kral Süleyman Edomlular’ın ülkesinde, Kızıl Deniz [Kamış Denizi] kıyısında Eylat yakınlarındaki Esyon-Gever’de gemiler yaptırdı.” Bu tarif, Akabe Körfezi’ni işaret etmektedir. Buna göre, eski dönemlerde Akabe kıyılarında kamış büyüdüğü için, belki de asıl “Kamış Denizi”, Mısır’ın siyasi sınırını çizen göllerden çok, Akabe denizi olabilir. Tunç çağında, Sina Yarımadasının, Mısır hegemonyası altında olduğuna dair keşifler vardır (madenler, vs.) ve metin deniz geçildikten sonra, İbranilerin Mısır’dan çıktığını vurgular.
Bu görüşlere rağmen, bu teoriyle ilgili hâlâ birkaç sorun mevcuttur. Bu denize ulaşabilmek için, öncelikle, Sina Çölü’nün geçilmesi lazımdır. Fakat Kutsal Kitap ayetleri, deniz geçilmeden önce değil, sonrasında geçilen bir çölü işaret eder gibi (Mısır’dan Çıkış 15:22). Son olarak, burada bulunan petroglifler, neolitik çağına tarihlendirilirler.
Görüldüğü gibi, birçok Sina önerisi ve açıklaması mevcuttur. Ama her tezde, eksik noktalar bulunmakta. Buna rağmen, son yıllarda, Sina Dağı’nı keşfetmeye yönelik birçok önemli ilerleme kaydedilmiştir.