Bir önceki bölümde, çıkış tarihini, birçok arkeolojik ve tarihsel kaydı göz önünde bulundurarak, M.Ö. 1446 senesine indirgemiştik. Peki, eğer Çıkış bu tarihte gerçekleştiyse, Firavunun kim olduğunu tespit etmek çantada kekliktir değil mi? Maalesef bu iş o kadar kolay değildir. Çünkü antik çağlarda yılları tespit edebilmek için, günümüzdeki takvimlere benzeyen bir sistem kullanılmazdı. Yıllar, firavunların hükümdarlık süreleri ve kral listeleriyle hesaplanırdı.
Peki, o zaman, Antik Mısır’daki tarihleri tespit etmenin yolu yok mu? Evet, var. Mısır’ın kayıtlarında bahsedilen güneş ve ay tutulmaları, artı Sirius yıldızının gökyüzündeki döngüsü önemli bilgi kaynaklarıdır. Astronomik olaylar belirli aralıklarla gerçekleştiği için, zaman tünelinden geriye giderek, matematiksel hesaplar yapıp, belli tarihler tespit edilebilir. Bunlara ilaveten, Mısırlıların Hititler ve Asurlular ile ortak kayıtlarını da birleştirirsek; mutlak tarihlere epey yaklaşıyoruz. Fakat bütün bunları yapmamıza rağmen, 25-50 yıl arasında değişen sapmalar ortaya çıkar ve neticesinde iki veya üç olası kronolojiyle karşı karşıya geliriz.
Bu kronolojiler arasında en önde gelenleri, yüksek ve düşük kronolojilerdir. Örnek vermek gerekirse, olası çıkış firavunlarından bir tanesini seçelim: III. Tutmosis. Yüksek kronolojiyi kullanırsak, bu firavunun tarihleri M.Ö. 1504-1450, fakat düşük kronolojiyi kullanırsak, aynı firavunun tarihleri M.Ö. 1479-1425. Olası bir diğer çıkış firavunu olan II. Amenhotep’e verebileceğimiz tarihler ise, yüksek kronolojiye göre M.Ö. 1452-1426, düşük kronolojiye göre M.Ö. 1427-1401’dir. M.Ö. 1446 senesini çıkış tarihi olarak kabul edersek, firavunumuz kullandığımız kronolojiye göre ya III. Tutmosis ya da II. Amenhotep olabilir.
Fakat son senelerde, işimizi zorlaştıran bir unsur daha ortaya çıkmıştır. Antik çağın en büyük volkanik patlaması olan, Santorini adasının Thera yanardağ patlaması. Patlama sırasında diri diri toprağa gömülen zeytin ağaçları üzerinde yapılan karbon testleri %95 ihtimalle M.Ö. 1627-1600 tarihlerini vermektedir. Bu patlamayı Mısırlılar yazıtlarında kayda alır. Fakat mevcut kronolojileri kullanırsak, patlama kayıtları M.Ö. 1550 senelerine denk gelmektedir! Yani Karbon tarihleri ve geleneksel ölçümler arasında yaklaşık 50-75 senelik bir sapma görülmektedir! Fakat başka iddiaya göre de, Thera yanardağındaki patlama, havaya boşaltmış olduğu aşırı karbon itibariyle, C14 hesaplamalarını hafif bozmuş da olabilir. Neticede bu olay, arkeoloji dünyasında tartışma konusudur ve mutlak bir kronolojiye ulaşma çabamızdaki en büyük engellerden bir tanesidir.
Yani, önümüzdeki yıllarda Mısır kronolojisinin sabitleşmesi ve daha da kesinleşmesinin umuduyla, firavun seçeneğimiz şimdilik iki firavun arasında gibi görünüyor: III. Tutmosis veya II. Amenhotep.
“İpuwer’in Nasihatları” antik Mısır dönemine ait bir ağıttır. Papirüs, Hollanda Eski Eserler Ulusal Müzesinde yer almaktadır ve papirüsün üzerinde yapılan analizler, M.Ö. 13.yy’a ait olduğunu göstermektedir. Fakat bu papirüs, orijinal ağıtın bir kopyasıdır ve metin analizinde bulunan uzmanlar, ağıtın M.Ö. 1850-1600 yılları arasında yazılmış olabileceği tahmin edilmektedir. Ağıt, Mısır’da gerçekleşen bir seri doğal ve siyasi felaketi betimler. Dikkatimizi çeken unsur ise, tarif edilen doğal felaketlerin Tevrat’ta geçen 10 belaya bir hayli benzemesidir. Bir kaç örneğe bakalım:
TEVRAT: “Bütün sular kana dönüştü. Irmaktaki balıklar öldü, ırmak kokmaya başladı. Mısırlılar ırmağın suyunu içemez oldular. Mısır’ın her yerinde kan vardı.” (Mısır’dan Çıkış 7:21-22)
İPUWER: “Nehir kan olmuştur, fakat bazıları ondan içer. İnsanlar susuzluktan kıvranıyorlar.”
TEVRAT: Mısırlıların hayvanları büyük çapta öldü. Ama İsrailliler’in hayvanlarından hiçbiri ölmedi. (Mısır’dan Çıkış 9:6)
İPUWER: “Tüm hayvanların yüreği yas tutuyor. Büyük baş hayvanlar inliyor, toprağın hali yüzünden.”
TEVRAT: “[Çekirgeler] Bütün bitkileri, dolunun zarar vermediği ağaçlarda kalan meyvelerin hepsini yediler. Mısır’ın hiçbir yerinde, ne ağaçlarda, ne de kırdaki bitkilerde yeşillik kalmadı.” (Mısır’dan Çıkış 10:15)
İPUWER: “Ne meyve, ne de ot bulunabilir… Her yer neredeyse telef oldu.”
TEVRAT: “Musa elini göğe doğru uzattı, Mısır üç gün koyu karanlığa gömüldü.” (Mısır’dan Çıkış 10:22)
İPUWER: “Diyar ışıksız kaldı.”
TEVRAT: “İsrailliler Musa’nın dediğini yapmış, Mısırlılardan altın, gümüş eşya ve giysi istemişlerdi. RAB İsrailliler’in, Mısırlıların gözünde lütuf bulmasını sağladı. Mısırlılar onlara istediklerini verdiler. Böylece İsrailliler onları soydular.” (Mısır’dan Çıkış 12:35-36)
İPUWER: “Altın ve lacivert taşı, gümüş ve malakit, akik ve bronz… Kadın kölenin boynuna bağlıdır.”
Bazı tarihçiler papirüsün aslında Mısır halkının bakış açısıyla, Musa’nın 10 belası ve İbranilerin çıkışını yansıttığını söylese de, sadece bu yazıdan meydana çıkarak böyle bir görüşü savunmak oldukça zordur. Ağıt, sadece doğal felaketlerden değil, aynı zamanda istila eden ordular, yakılan ve mahvedilen binalardan bahseder. Üstelik papirüsün yazılış tarihi birçok uzmanın görüşüne göre, İbranilerin Mısır’dan çıktıkları tarihe pek uymuyor. Çoğu uzman bu ağıtın, M.Ö. 18. yüzyıl civarında, Asyalı Hiksos hanedanlığının Mısır’ı fethi ve bunun akabinde oluşan köle isyanını ve kargaşa ortamını yansıttığını savunur. Peki, Hem Tevrat, hem de İpuwer papirüsünde Nil’in kana dönüşmesi gibi doğal felaketlere ne demeli?
Bazı bilim adamlarının tezlerine göre, Nil tarihinde buna benzer olaylar birkaç defa gerçekleşmiş olabilir. “Kızıl gelgit” adını alan bu fenomen, yüksek kimyasal değerlere sahip ateş renkli toksik alglerin patlamasıyla ortaya çıkan bir felaket. Bu toksik su yosunlarının tetikleyişiyle balıkların ölmesi, büyükbaş hayvanların hastalanması, kurbağa, çekirge, bit, sinek gibi belaların açıklanması kısmen mümkündür. Tanrı’nın bazı belaları doğal tetiklemelerle gerçekleştirmiş olması bir olasılıktır, fakat on belayı sadece doğal yollardan açıklamak da güçtür. Neticede, Tevrat’ın anlatısına göre, belalar Tanrı’nın Mısır üzerinde bir ilahi yargısıdır. Her halükarda, İpuwer’in önemi Tevrat’ta bulunan belaların tarihsel bir anlatı olduğu olgusunu desteklemesidir.
Çoğu okuyucunun dikkat etmediği bir unsur, 10 belanın derin kozmolojik ve ruhsal bir mana taşıdığı gerçeğidir.
10 Bela, İbranilerin Tanrısı Yahve ve Mısır ilahlarının arasında geçen ve Yahve’nin her defasında galip çıktığı amansız bir savaştır. Bu ilahlara firavunu da eklememiz lazım, zira o dönemde firavun da bir ilah olarak sayılmaktaydı. İbraniler ve Mısırlılar, günümüzün insanı gibi, bu belaları birer doğal afet olarak algılamazdı. Bu belalar İbrani Tanrısı Yahve’nin, dönemin en güçlü imparatorluğu ve onu koruyan Mısır ilahları üzerinde olan ezici üstünlüğünü gösteren kozmik bir zaferdi. Her belanın hedefinde ayrı bir ilahın yetki alanı söz konusuydu: Nil-Hapi, Kurbağalar-Heket, Sivrisinekler-Geb, At sineği- Khepri, Büyükbaş hayvanlar- Hathor, Çıbanlar- İsis, Dolu-Nut, Çekirgeler-Seth, Karanlık-Ra, İlk doğanın ölümü- Firavun. Bu belalarla aktarılan mesaj; dünya gücü olan Mısır ulusunun ilahlarının kölelerin tek Tanrısı tarafından hezimete uğratılmasıdır. Aslında bu olaylar, İbraniler için güzel bir ders teşkil etmekteydi: Sorunları, sıkıntıları ne kadar büyük olursa olsun, bağımlılıkları ne kadar bağlayıcı olursa olsun, onları kurtarabilecek bir Tanrı vardı. O kölelerin ve ezilmişlerin Rabbidir.