Günümüzde İncil’in tarihselliği sürekli sorgulanmaktadır. Geçen yüzyıl boyunca Orta Doğu’da yapılan kazılarda, İncil’in tarihsel verilerini teyit eden birçok keşif yapılmıştır ve bu bulgular küçümsenemez niteliktedir. Bunlardan biri Pilatus yazıtıdır. 1961 yılında İtalyan arkeolog Antonio Frova, Sezeriye tiyatrosuna giden merdivenlere konulan bir yazıt parçasını keşfetti. Yazıt, Latincede “Pontius Pilatus, Yahudiye Valisi, Sezeriye halkının adına Tiberius’un onuruna bir tapınak adamıştır” diye yazmaktadır. Tiberius M.S. 14-37 yılları arasında hükümdarlık yaptı. Bu, Pilatus’un M.S. 26-36 yılları arasında vali olarak görev yaptığını kaydeden İncil’in kronolojisine tam olarak uymaktadır.
Kiliseleri gezdiğinizde, büyük ihtimalle İsa’nın haça gerilmiş ikonası, heykeli veya resmi dikkatinizi çekmiştir. Hristiyan sanatının bu tasvirleri ilk kilise binalarının oluşumuyla, yani 3. yüzyılın sonu, 4. yüzyılın başlarından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Fakat acaba, İsa gerçekten ayaklarından ve avuçlarından mı çivilenmiştir? Sonuçta 300 sene sonra çıkan bu resimler birer tahmin ve varsayımdan ibaretti.
1968’de Kudüs’teki bir mezarda otuz beş ölüden geriye kalanlar keşfedildi. Ama bu bulguyu arkeologlar için ilginç kılan detay, cesetlerden birinin İsa’nın çarmıha gerilişine benzer şekilde çarmıhta öldürülmüş olmasıydı. Bu keşif sayesinde artık Romalıların çarmıh cezasını tam olarak nasıl uyguladıklarını da fiziksel bir örnekle öğrenmiş olduk.
Ölünün yanında bulunan levhadaki isim “Yohan Ben Ha’galgol” idi. Kemik uzmanlarınca yapılan incelemeler sayesinde, adamın yaşının yirmi sekiz, boyunun bir metre altmış beş santim olduğu ve bedeninde bazı deformasyon izleri (çökmüş sağ damak) taşıdığı saptandı. Sonradan gelişen Hristiyan sanatında gördüğümüzün aksine, bu adamın ayakları ön tarafından değil aşil tendonlarından çarmıhın yanlarına dönük ve aynı şekilde avuçlarından değil bileklerinden 18 santimlik çiviler ile çakılmıştı. Çarmıh işkencesinde, mahkûmun nefes alabilmesi için bedenini aşağı ve yukarı hareket ettirmesi gerekirdi. Bunun için delinmiş ayaklarına yüklenip vücudunun ağırlığını kollarından yukarı doğru çekerdi. Eninde sonunda, mahkûm kendisini yukarı çekmek için gücünü yitirdiğinde, nefes darlığından ölürdü. Yohan’ın kolları bu zorlu çabanın izlerini taşıyordu. Yuhanna Müjdesi, cellatların ölümü hızlandırmak için mahkûmların bacaklarını kırdıklarını kaydeder (Yuh. 19:31-33). Yohan’ın bacaklarının aynı şekilde bir darbe sonucu dizlerin altından kırıldığı da saptandı. Kumran El Yazmaları’ndanbildiğimiz kadarıyla, çarmıh cezası Roma tarafından yalnızca kölelere veya yerleşik düzeni tehdit edenlere uygulanırdı. Bu gerçek ışığında, İsa’ya karşı düzenlenen infaz için neden çarmıhın seçildiği net olarak anlaşılmaktadır.
İncil’de Kayafa, İsa’nın yargılanmasında başrol oynayan dönemin Yahudi baş kâhinidir. Kendisi İsa’yı sorguya çektikten sonra Roma devlet yetkililerine teslim eder ve idam edilmesini talep eder.
Kasım 1990’da Kudüs’te yapılan bir inşaat sırasında, antik bir mezar mağara bulunur ve içinden 12 kemik kutusu çıkarılır. Bu kemik kutuları M.S. 20 ile 70 senelerinde kullanılan kutu türlerindendir. 1. yüzyılda ölünün cesedi mağarada 1 sene kaldıktan sonra, kemikler toplanıp bu tarz kutulara yerleştirilirdi; böylece başka bedenler için mezarlarda yer açılmış olurdu. Ortaya çıkan 12 kutudan ikisi “Kayafa” ismini taşıyordu. Desenli olan kutunun üstünde, iki farklı yerde kazılmış “Kafaya oğlu Yusuf” ifadesi yer almaktadır. Kutunun içinden iki bebek, bir yetişkin kadın ve 60 yaşında ölen bir adamın kemiklerine rastlanır. Arkeologlar hemen kendilerine sorar: Acaba bu kutudaki “Kayafa" İsa’yı yargılayan Kayafa olabilir mi? Bizim için bu soruyu cevaplayan 1. yüzyıl tarihçisi Josephus’tur. Josephus’a göre: “Kayafa adıyla da tanınan Yusuf dönemin baş kâhiniydi” (Ant. XVIII, ix, 5). Yani, dönemin baş kâhini Yusuf babasının adı olan "Kayafa" ismini de kullanmaktaydı.
Ama Kayafa ailesiyle ilgili keşifler bununla bitmedi. 2011’de yeni bir kemik kutusu ortaya çıkartıldı. Üstündeki yazıt şöyle yazıyor: “Maazya kâhini Beyt-İmri’li Kayafa oğlu, Yeşua’nın kızı Miriam.” Maazya unvanı 1. Tarihler 24:18’de geçen bir unvandır. Yeşua, İncil’de adı geçen baş kâhin Kayafa’nın kardeşi, Miriam ise yeğeni oluyor. Böylece 1. yüzyıl Yahudi toplumunda önemli rol oynayan bu aile hakkında çok ilginç ve İncil’deki anlatıları teyit eden bilgilere bir kez daha ulaşmış olduk.
2002 senesinde arkeoloji dünyasını sarsan bir eser ortaya çıktı. Bir koleksiyoncunun elinde bulunan ve M.S. 1. yüzyıla ait bir kemik kutusuydu bu. Fakat bu kutuyu diğerlerinden ayıran özellik üstündeki yazıttı: “Yusuf Oğlu Yakup, İsa’nın kardeşi.” Acaba İncil’de adı geçen Yakup muydu bu?
Obje, dünyaca ünlü paleograf Andre Lemaire tarafından incelenir ve kendisi orijinal olduğuna dair bir görüş bildirir. Yazı bir hayli ilginçtir. Lemaire yazının iki aşamada yazıldığını saptar. İlk aşamada “Yusuf oğlu Yakup”, daha sonra ise sanki başkası tarafından son dakika eklenmiş bir cümle: “İsa’nın kardeşi.” Yazmak için bakır bir keski kullanılmıştır.
Yazıtta bulunan bakır küfü incelenir ve yazılış tarihi olarak M.S. 63 senesi ortaya çıkar. Tarihçi Flavius Josephus’a göre; Yakup M.S. 62 senesinde şehit edilmiştir. Cesedin çürümesi ve kemiklerin kutuya aktarılması ölüm anından 1 sene sonra gerçekleştiğinden, bu tarihler birbirleriyle uyuşmaktadır.
Kemik kutusunda bir kardeşten söz edilmesi dikkate değer bir diğer özellik. Bu tarz kutularda, kişinin babası veya çocuğunun ismi verilirken, bu kutu ölen kişinin kardeşinin ismini vurgulayan ilk ve tek örnektir. 2004’te kutu, İsrail Antik Eserler Komitesi tarafından incelenir ve komite özellikle “İsa’nın kardeşi” cümlesini inceledikten sonra, kutunun sahte olduğuna dair görüş bildirir. Tabii, bu olup bitenlerin arka planında cereyan eden bir kavgadan söz etmek gerekir. Kutunun koleksiyoncusu Oded, uzun yıllarca İsrail Antik Eserler Komitesi ile sorun yaşamış birisidir. Bu karardan sonra bir mahkeme süreci başlar ve yargı sırasında, İsrail Antik Eserler Komitesi’nin prosedürlerinde bir takım usulsüzlükler tespit edilir. 14 Mart 2012’de mahkeme sonuçlanır. Yargıç yazının sahte olduğuna dair somut bir delilin sunulamadığına karar verir. Yani objenin orijinal oluşu bir de mahkeme kararıyla da desteklenmiş olur.
İsrail’deki Tel-Aviv Üniversitesi’nin istatistik profesörü Camil Fuchs’a göre, belirlenen tarihlerde bu isimlere ve tanımlara uyan, o dönemin Kudüs nüfusu içinde en fazla 2 kişi (1.71) olabilirmiş. Görünüşe bakılırsa, hesap çarsıya uymuş ve gerçekten de elimizde İncil döneminden kalma ve İsa’nın ailesine işaret eden bir kutsal emanetin bulunduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.