Hristiyan Türkleri ele aldığımız bu eserin bu kısmında üç Hristiyan Türk din adamının hayat hikayelerini ele alacağız. Bunların ilki 13. yüzyılda yaşamış olan Rabban Bar Saumadır. İlhanlı Devletinin elçiliğini de yapan Bar Sauma, Marco Polo’nun yaşadığı dönemde İpek Yolunda Çin’den Fransa’ya kadar yolculuk etmiştir. Bu yolculuğu kendi otobiyografisinde kaleme alan Bar Sauma’nın eseri Marco Polo’nunki kadar ilgi görmemesine rağmen özellike bir Doğulu Hristiyan Türkün gözünden yazıldığı için Orta Çağ dünyasına son derece değerli bir bakış açısı sağlamaktadır. İkinci ele alacağımız din adamı Simon Atumanodur. Atumano Katolik Kilisesi bünyaseinde Episkoposluk makamına kadar yükselmiş ve özellikle engine dil bilgisinden dolayı geriye birçok değerli çeviri eseri bırakmıştır. Üçüncü din adamımız 19. yüzyılda yaşamış olan Büyük Keşiş Nikolasdır. Kırım savaşı sonrası Hristiyanlığı benimseyen Yusuf adında bir Türktür. Özellikle Rus Ortodoks Kilisesi için önemli olan manastırlardan Optina manastırında keşişlik yapıp derin ruhanilik örnekleri bırakmıştır.
1220 yılında Pekin kentinde doğan Rabban Bar Sauma, bir Nesturî i Hristiyan din adamıydı. Aynı zamanda, Batı Avrupa’ya yaptığı gezilerle tanınan bir Moğol elçisiydi. Bar Sauma’nın ismi “Oruçun Oğlu” demektir. Zira annesi uzun seneler gebe kalamadığı için Rab’be oruç ve duayla yaklaşmıştı ve bunun neticesinde Bar Sauma dünyaya gelmişti. Bar Sauma’nın kökeniyle ilgili farklı tezler vardır. Fakat kaynakların büyük bir kısmı Sauma’nın bir Öngüt Türkü olduğu tezini öne sürmektedir.
Öngütler, Cengiz Han döneminde Uygur kökenliolduğu düşünülen bir kavimdir. Öngütler kendilerini Batı Göktürk Kağanlığının bir kolu olan Şatuolar’a dayandırıyordu. Zamanla, Öngütler Uzakdoğu’da bir hayli etkili olan Nesturî misyonerlerin çabalarıyla paganizmden Hristiyanlığa geçişyaptılar. Nesturî Hristiyanlar isimlerini Nestorius’tan alırlar. Nestorius 3. Ekümenik Konsil, yani Efes Konsilinde sapkın görüşlerinden dolayı aforoz edilmişbir din adamıydı. Nesturîler Roma dünyası tarafından reddedilince gözlerini Doğuya çevirdiler. Çin’e kadar gidip, Hristiyan inancını yaydılar. Çin Halk Cumhuriyeti’nde halen M.S. 6. ve 7. yüzyıllarda kurulmuşNesturî kiliselerinin kalıntılarını bulmak mümkündür!
23 yaşına geldiğinde Bar Sauma dünyanın zevklerine ve zenginliklerine sırtını çevirerek kendisini ruhani bir hayata adadı. Varını yoğunu satıp parasını fakirlere dağıttıktan sonra bir keşişoldu. 7 yıl boyunca bir manastırın hücresinde münzevi bir hayat geçirdikten sonra, küçük bir mağraya çekildi. Yöre halkı sık sık Bar Sauma’nın bilgeliğinden faydalanıp öğretişlerini işitmek için kendisini ziyaret ediyordu. Onu ziyaret etmeye karar verenler arasında Markos adında genç bir öğrenci vardı. Zamanla bu genç öğrenci NesturîKilisesinin patriklerinden III. Yahballaha olacaktı. Markos, Bar Sauma’nın hücresinde 3 sene kaldı ve eğitim gördü. Bu sürecin sonunda kendisi de keşişoldu.
Markosta Kudüs’ü ziyaret edip hacı olma arzusu vardı. İlk başta Bar Sauma bu düşenceye sıcak bakmasada, Markos tarafnıdan ikna edildi. Yöre halkından duygusal bir şekilde vedalaştıktan sonra bu ikili yola koyuldu. Batı Çin'de Kansu ve Hotan, Orta Asya’da Kaşkar ve Talas, İran’da Horasan ve Azaerbaycandan geçerek Bağdat’a vardılar. Bağdatta Nesturî kilisesinin Patriği I. Mar Denha ile tanıştılar ve çok sıcak bir şekilde karşılandılar.
Kudüs’e doğru hac yolculuklarını devam ettirmek için istekli olmalarına rağmen, Orta Doğuda devam eden savaşlardan dolayı Suriye yakınlarında yollarından dönüp Bağdat’a geri dönmek zorunda kaldılar. Döndükten kısa bir süre sonra Patrik I Mar Denha vefat etti ve onun yerine sürpriz bir şekilde Bar Sauma’nın yol arkadaşı ve öğrencisi Markos, III. Mar Yahaballaha olarak Patrikliğe atandı. Patriklik seçiminin resmi onay evraklarını almak için ikili İlhanlı İmparatorluğunun hükümdarı Argun Han’ı ziyaret ettiler. Arghun Memluk Sultanlığına karşı bir savaşın ortasındaydı. Özellikle Batı’daki Hristiyan Frenk devletiyle bir ittifiak kurma niyetindeydi. III. Mar Yahaballaha’ya tafisye için danıştı ve Patrik öğretmeni Bar Sauma’yı elçi olarak önerdi.
Böylece Bar Sauma’nın Batı dünyasına yolculuğa başlamış oldu. Konstantinopolis’e vardığında Ayasofyanın büyüleyüci güzelliğine hayran kaldı ve İmparator II Andronikos Palailogos ile tanışma fırsatı buldu. Italya’ya deniz yolculuğuyla ulaştı ve Sicilya’daki Etna yanardağında 18 Haziran 1287 yılında gerçekleşen patlamaya tanık oldu. Roma’ya vardığında Papa’ya İlhan hükümdarının bir mektubunu teslim etmek istedi fakat Papa günler öncesinde vefat ettiğinden bunu yapamadı. Roma’da kaldığı dönemde şehirin kutsal yerini ziyaret etmiş. Özellikle Nasturi bir din adamıyla ilk defa karşılaştıkları için Katolik Cardinaller sıkça ilahiyat konularında kendisiyle tartışmak istemiş ama Bar Sauma, elçilik misyonunu vurgulayarak bu tartışmlardan kaçınmış. Sonunda Fransa’ya ulaşıp Kral Filip’e İlhanlıların ittifak teklifini iletmiş. Fransa kralı daha sonra İlhanlılara’da bir elçi gönderse de arzu edilen ittifak kurulamamış.
Bar Sauma dönüş yolculuğunda bir hayli tedirgindi, zira Papa’ya İlhanlıların mektubunu iletememişti. Misyonunu tamamlamadan dönmek idamla öldürülmek riski taşıyordu. Neticesinde Bar Sauma Roma’ya döndü ve orada yeni seçilen Papa IV. Nikolas tarafından sıcak bir şekilde ağırlandı. Mektubu teslim ettikten sonra Paskalya bayramı sonlanıncaya kadar Roma’da kaldı. Papa’nın misafiriyeken Bar Sauma Papa’ya bir kilise mersaimini Doğu üsülleriyle yapma teklifinde bulundu. Papa bunu Kabul etti ve bir gün kalabalıkların karşısında Bar Sauma Roma’da Moğol usulleriyle bir merasim yönetti! Roma’daki Hristiyanlar hayranlık içersinde bu gizemli töreni izledi ve çok beğendi. Papa IV. Nikolas ile olan samimiyet ve diyalog arttığında Bar Suma Palmiye Pazarında Kutsal komunyon veya Rab’bin sofrası olarak bilinen ekmek ve şaraptan alma isteğinde bulundu. Papa bu teklifi de kabul etti. Paskalya bayramı sonlanınca Bar Sauma geri dönüş yolculuğuna kaldığı yerden devam etti. Papa başta küçük çapta kutsal emanetler olmak üzere Patrik III. Mar Yahaballahaya Bar Sauma’nın elinden hediyeler gönderdi.
Bar Sauma Bağdat’a döndükten sonra Farsça dilinde kendi maceralarını otobiyografik bir eserde derledi. Farsça orijinali günümüze ulaşamadıysa da Süryanice yapılan bir çevirsi ulaşabilmiştir. Bu Süryanice çevirisi de “The Monks of Kublai Khan, Emperor of China”ismi altında Sir E. A. Wallis Budgetarafından İngilizce’ye tercüme edilmiştir. 1294 yılında vefat eden Rabban Bar Saumanın hayatı ve kitabı dönemin bir başka seyahatçisi olan
1310-1318 yılları arası Konstantinopolis’te dünyaya gelen Simon’un babası Osmanlı Türkü, annesi ise Rumdu. Atumano soyismi İtalyancada “Omsanlılı” demektir. Simon ismi ise dini görevine başlarken aldığı isimdir, doğum ismi bilinmemektedir. Simon genç bir yaşta annesinin inancı olan Hristiyanlığı seçti. Eğitimini Konstantinopolisin meşhur Studion Manastırında tamamladı. Studion Manastırı günümüze ulaşabilmiş İstanbul Bizans yapılarının en önemlilerindendir. Günümüzde bu bina Yedikule’deki İmrahor Camii olarak da bilinmektedir. Studion Manastırı Bizans döneminde en önemli eğitim merkezlerinden bir tanesiydi. Zira birçok Bizans imparatoru bile gençliğinde bu manastırda eğitim görüyordu. Bu eğitimin katkısıyla Simon Türkçe, Yunanca, Latince ve İbraniceyi öğretebilme seviyesinde öğrendi.
Bir Ortodoks olarak inanç yolculuğuna başlayan Simon zamanla Katolik mezhebini benimsedi. Bu kararında en etkili olan isim Barlaam adında bir ruhanidi. Barlaam, Ortodoks kilisesi bünyesinde İsihazm görüşüne karşı çıktığı için sapkın ilan edilmişti. Aforozundan sonra ise Katolik kilisesine geçiş sağlamıştı. Barlaamın görüşlerinden etkilenen Simon da bu nedenle Katolik oldu. Neticesinde, Simon 1348 senesinde Calabria kentinde Barlaam yerine episkopos olarak atandı. 1360 yıllarında Fransa Avignon’daki Papalık sarayında Yunanca dersleri verdi. 1366’da Simon Atina Dükalığındaki Tebai kentinin Katolik episkoposu olarak atandı. Atina Dükalığı oldukça problemli bir devletti. 1205’ten Osmalı tarafından fethedildiği 1458’e kadar 253 yıl süren, dört ayrı hanedanlıktan 27 dük tarafından idare edilmişti. Simon’un atandığı dönemde Dükalık Katalanların kontrolü altındaydı. 1379 senesinde Dükalık Navarralılar tarafından fethedildiğinde Simon Roma’ya taşındı. Romada Latince, İbranice ve Yunanca dersleri verdi. 1383-1387 seneleri arasında vefat ettiği düşünülmektedir.
Simonun Hristiyanlık ve Batı tarihine önemli katkıları oldu. Eski Antlaşma’nın İbranice, Yunanca ve Latince okumalarının yan yana dizildiği ve Papa VI. Urbanus’a adadığı bir Kitap yayınladı. Bu kitap günümüzde Venedik’teki Biblioteca Centrale Marciana’da muhafaza edilmektedir. Bunun yanı sıra, Plutarkhos’un Öfke’nin Köntrölü (Περὶ ἀοργησίας)eserini Latinceye çevirdi.
Simonun hayatıyla ilgili birincil kaynağımız Floransa’daki Laurenziana müzesinde sergilenen bir el yazmasıdır. Bu el yazması bir zamanlar Simon’a ait bir Yunan trajedileri koleksiyonudur. İlk sayfa Simonun kendi elinden yazılmış olan biyografik bilgiler içermektedir. Bunun dışında Megara episkoposu John Boyle’ın Katalan Kralı IV Pedro’ya Simonla ilgili yazdığı şikayet ve iftira mektubu bir başka birincil bilgi kaynağımızdır. Görünüşe göre John Simon’a kıskanıp Tebai episkoposluk bölgesini talep etmiş. Bunu yaparken özellikle Simonun Türklüğüne ve Ortodoks geçmişine vurgu yaparak Simon’un güvenilir biri olamadığına ve Katolik inancının sırf kendi çıkarları için beninmesidiği iddiasında bulunmuş!
Simon’un hayatıyla ilgili en kapsamlı eserler Giorgio Fedalto’un “Simone Atumano: Monaco di Studio, Arcivescovo Latino Di Tebe”ve Kenneth M. Setton’un“The Papacy and the Levant (1204-1571)” eserleridir.
Rus kayıtlarında Nikolas’ın Türk ismi “Yusuf Amptnoul Ogly” olarak geçer. Kırım savaşlarında komutan olmuş bu kişinin, doğum tarihi 1828, doğum yeri ise Bitlis’tir. Savaş sırasında esir düşen Rus askerlerin bazıları, işkenceler sırasında sevinçle ölürlerdi. Bu olaylar Yusuf’u Hristiyanlığı araştırmaya itti ve zamanla Hristiyan olmaya karar verdi. Sonrasında kendisi, Rus ordusuna esir düştü. Rusya’da Hristiyanlığı daha derin araştırma fırsatı buldu ve Hristiyan oldu. Memleketine döndüğünde, müftü olan babası onu ihbar etti.
1874’te Ortodoks bir papaz tarafından gizlice vaftiz edildi ve İran’a kaçmayı denedi. İhaneti öğrenildiği zaman yakalandı ve işkencelere maruz kaldı. Göğsüne ve sırtına haç sembolleri kazındı, bazı kemikleri kırıldı. Nikolas bilincini yitirdi. Öldüğünü sanarak, işkenceciler bedenini köpeklere attı. Fakat Tanrı onu korudu. Oradan geçen Rus tüccarlar, Yusuf’u yanlarına alıdılar. Yusuf korkudan kimliğini bir süre gizledi ve tüccarlara haydutların eline düştüğünü söyledi. Böylece Yusuf Kafkaslara gitti. Yusuf, fiziksel olarak toparlansa da tanınmaz bir haldeydi. Değnekle yürüyen, kambura çıkmış yaşlı bir adam olmuştu. Ama dinç bir ruha sahipti.
Kafkaslardan Odessa’ya geçtikten sonra, 1891’e kadar Kazan kentinde ikamet eder. Rusya’da bulunan kutsal mekânlara sık sık hacca giden Yusuf, Moskova yolundayken Optina manastırlarını ziyaret etti. Optina’dayken ağır bir şekilde hastalandı ve Rusçası zayıf olduğu için Fransızca bilen birinin kendisine gönderilmesini istedi. Fransızca bilen manastır ihtiyarlarından Peder Barsanuphius, yanına gönderildi. Bu peder, keşiş olmadan önce Rus ordusunda hizmet etmiş bir albaydı. Ölüm döşeğinde olan Yusuf, peder’e günahlarını itiraf eder ve hiç kimseye anlatmaması şartıyla, hayat hikâyesini anlattı.
Hastalığı sırasında Yusuf keşiş olarak atandı ve yeni ismi Nikolas oldu. Beklenenin aksine Yusuf iyileşti ve manastırdaki inziva hücresinde münzevi bir hayat sürdürdü. Keşişlik hayatı sırasında sık sık meleklerin ezgilerini duyabildiğini söyledi ve neşeli bir tavır sergiledi. Bir keresinde, Peder Anatoly, ihtiyar keşiş Peder Barsanuphius’un hücresine gelip, şöyle dedi: “Bizim hücrelerimizde; Tanrı’nın büyük merhametine hamt olsun; Mesih uğruna deli olan bir Aziz Andreas’ın bulunduğunu biliyor muydun? Evet, bedensel olarak mı, yoksa beden dışında mı oldu, bilmiyorum, ama göğe götürülmüş biridir kendisi. Bu bizim Türk keşişimizdir. Onu sana göndereceğim ve ondan öğrendiğin her şeyi lütfen kaleme dök. Yalnız ölümüne kadar tüm bu bilgileri gizli tut.”
Böylece Nikolas, İhtiyar Peder Barsanuphius’a geldi. Bozuk Rusçasıyla, görümlerini anlattı. İhtiyar peder korkup dehşete düştü, fakat aynı zamanda doğaüstü bir şekilde neşeliydi. Peder Barsanaphius’a göre Nikolas’ın anlattığı deneyimler M.S. 912’de vefat eden Konstantineyeli Andreas’ın tecrübelerine oldukça benzemektedir. Sadece gerçek bir kâhin böyle konuşabilirdi.
Peder Barsanuphius, Nikolas’ı dikkatlice dinleyerek, devam etmesini buyurdu. Nikolas nihayetinde parlak ve mübarek bir gülü-semeyle sözlerini şu şekilde sonlandırdı: “Peki, başka neler bilmek istiyorsun? Öğrenilebilecek başka ne var? Zaman gelecek ki; sen kendi gözlerinle göreceksin. Başka ne söyleyebilirim, ya da nasıl anlatabilirim? Orada neler olup bittiğini aktarmak için, hiçbir dilde kelimeler yeterli değildir. Yeryüzünde bulunmayan renkler gördüm orada. Bütün bunları sana nasıl tarif edeyim? Peki, söyleyeceklerimi iyice dinle: iyi müzik nedir bilirsin değil mi? Diyelim ki; bir şey duydum ve o anda kulaklarımda yankılandı... Ve ben bu müziği duymaya sürekli devam ediyorum. Ama sen bunu şayet işitmediysen, bunu sana nasıl, hangi kelimelerle anlatayım? Benim tecrübe ettiğim zevki, sen nasıl tecrübe edebilirsin? Bu imkânsızdır... Aynı şekilde, orada gördüklerimi, bir insana tarif etmek imkânsızdır. Bu açıklama umarım senin için yeterlidir.”
Büyük keşiş Nikolas 18 Ağustos 1893 senesinde, 65 yaşındayken hayata gözlerini yumup, Rab’bin yanına gitti. Ölümünden sonra Peder Anatoly, manastırdaki diğer keşişlere, Nikolas’ın hayat hikâyesini anlattı ve şu sözlerle son noktayı koydu: “Bu kişinin herhangi bir fani olduğunu düşünmeyin. Basit ölümlü birine, Tanrının bu merhameti bahşedilmez. İşkence görmesine rağmen, Rab’bin yardımıyla İsa Mesih’i reddetmedi. Tanrı işkencecilerin elinden kaçmasına izin verdi. Böylece bu tanıklığın şahitleri olabilmemizi sağladı.”