İncil’de bahsi geçen bölümler: Elçilerin İşleri 18-19, Efesliler mektubu, 1. ve 2. Timoteos mektupları, Vahiy 2:1-7.
50.000 nüfusuyla Roma’dan ve İskenderiye’den sonra Efes, birinci yüzyılın en büyük şehirleri arasında yer alıyordu. Bugün İstanbul, Türkiye için ne ise, birinci yüzyıl Efes’i, Anadolu için o idi. Anadolu’nun en çok vergi alınan yeri, ama aynı zamanda Anadolu’nun kültürel, ekonomik, sosyal ve dini merkeziydi. Dünya’nın yedi harikasıarasında yer alan Artemis tapınağı, burada bulunuyor ve Efes’teki tiyatro hala günümüzün en güzel antik eserleri arasında yer almaktadır. Efes şehri birçok İncil kahramanına ev sahipliği yapmıştır. Havari Yuhanna, İsa’nın annesi Meryem ve Luka buralardan geçmiş ve rivayetlere göre burada gömülü bulunmaktadırlar.
Bu şehirde bulunan kilisenin kuruluş hikâyesi şöyledir: M.S. 42 senesinde İmparator Claudius, Roma’dan Yahudileri kovan bir bildirge yayınlar ve böylece Akvila ve Priskilla adındaki İsevi bir karı-koca Efes’e yerleşir. Efes’e geldiklerinde, Vaftizci Yahya’nın vaftizini vaaz eden, ama Kutsal Ruh’u almayan Apollos adında birisiyle tanışırlar. Apollos iman eder ve böylece Efes’teki Hristiyan cemaat kurulmuş olur. Pavlus bu şehri ikinci ve üçüncü yolculuğunda ziyaret eder ve birçok insan imana gelir. Birçok kişi putperest geçmişlerinden tövbe edip, bugünün rakamı ileon binlerce Türk Lirası değerindeki büyü kitaplarını yakar. Demetrius adındaki bir gümüşçü, artık Artemis tapınağının gümüş maketlerini satamadığı için, diğer gümüşçülerle beraber, Pavlus’a karşı bir ayaklanma başlatır. Protestocular tiyatroyu doldurup iki saat boyunca, şehir meclisi yetkilileri onları durdurana kadar, “Efesliler'in Artemis’i uludur!” diye bağırırlar (Elç. İş. 19:23-41). Pavlus burada tam iki sene yaşar ve “Tiranus” adıyla tanınan bir binada ilahiyat dersleri verir. Zamanla Pavlus’un öğrencisi Timoteos, Efes kilisesinin genç önderi olarak atanır.
Efes Kütüphanesi: Bilgelik, Bilgi, Akıl ve Erdem’i temsil eden dört kadın heykeliyle süslüdür.
Efes’teki kilise çok tebliğci bir kilisedir ve Asya ilindeki birçok kilise onların sayesinde kurulur. Mesela Epafras adındaki misyoner Kolose, Hierapolis ve büyük ihtimalle Laodikya kilise topluluklarını kurmuştur (Kol 1:7). Pavlus’un Tiranus okulundaki ilahiyat görevleriyle birlikte Efes’teki imanlılar derin bir Kutsal Kitap ve ilahiyat bilgisine de sahip olmuşlardır. Nitekim Pavlus’un M.S. 62 senesinde, Roma’da tutukluyken,Efeslilere yazdığı mektup bunu teyit etmektedir. Buna ek olarak, Efes'te yazılmış olan 1. ve 2. Yuhanna mektuplarından, buradaki Hristiyanların başta Doketist sapkınlık olmak üzere bazı sapkın akımlara karşı mücadele verdikleri anlaşılmaktadır. Doketistlere göre İsa'nın bedeni gerçek fiziki bir beden olmayıp, bir görümden ibaretti. Bu görüşe sahip olmalarının nedeni, Doketistlerin beden ve maddeyi kötülük olarak yorumlamalarıydı.
Zamanla bu cemaatin ilk iman sevgisi ve gayreti soğumaya başlamış ve neticesinde Yuhanna’nın aracılığıyla, Efes kilisesine bir mesaj gönderilmiş (Vahiy 2:1-7). Kiliseye yazılan mektupta, sapkın öğretişlere karşı sağlam duruşları takdir edilir, fakat aynı zamanda bir uyarı da verilir: “Ne var ki, bir konuda sana karşıyım: Başlangıçtaki sevginden uzaklaştın. Bunun için, nereden düştüğünü anımsa! Tövbe et ve başlangıçta yaptıklarını sürdür. Tövbe etmezsen, gelip kandilliğini yerinden kaldırırım.” Kandil, kilisenin hizmetini simgelemektedir. Tövbe eden ve sadık kalan imanlılara, son bir vaat veriliyor: “Tanrı'nın cennetinde bulunan yaşam ağacından yeme hakkını vereceğim.” Yaşam ağacının meyvesi bilgelik ve ebedi yaşamın simgesidir.
Dolayısıyla mektubun mesajı şudur: asıl bilgelik ve ebedi yaşam sapkın öğretişleri yenmekten ziyade, Tanrı’nın uyarısını dikkate alıp, ilk sevgi eylemlerimize dönmekten geçer. Böyle davranacak olanlar, asıl olan ruhsal ve manevi bilgeliği ve ebedi hayatı tatmış olacaklardır.
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 2:8-11.
İzmir ünlü ozan Homeros’un doğduğu şehirdir. Helenistik dönemi İzmir şehri, M.Ö. 4. yüzyılda Büyük İskender tarafından kurulmuştur. Denize bitişik konumundan dolayıbüyük bir limana sahipti ve 100.000 nüfuslu önemli bir ticari merkez olmuştu. Bugün, Agora (yani Çarşı) kalıntılarını görmek hala mümkündür. Antik dünyada İzmir doğal güzellikleriyle tanınıyordu ve bugün bile kullanılan “Güzel İzmir” ismiburadan geldiği düşünülmektedir.
İzmir kilisesi, üçüncü müjdeleme seyahati sırasında, Pavlus tarafından kurulmuştur (M.S. 53-56). Kilise çok zulüm görmüştür. İlk olarak şehirde yaşayan dindar Yahudilerin tepkilerini çekmişler, sonrasında Roma tarafından sistematik bir zulüm politikasına maruz kalmışlardı. Bazı imanlılar hapse atılmış, bazıları ise, imanlarından dolayı şehit olmuşlardı. Bunun başlıca sebebi, Roma İmparatoruna tapınılan kült merkezlerinden bir tanesinin, İzmir’de bulunmasıydı. İzmir “Neokoros”tu, yani, İmparator ibadetini sağlayan ve muhafaza eden şehir.
Doğal olarak Hristiyanlar, imparatora tapmayı reddetmiş ve vatan hainleri sayılarak birçoğu canları pahasına İsa’yı izlemeye karar vermişlerdi. İncil’in Vahiy bölümünde, İzmir cemaatini bekleyen sıkıntılar önceden bildirilir (Vahiy 2:8-11). Bazılarına göre bu bahis, Polikarp hakkında bir peygamberlik içermektedir. Havari Yuhanna’nın öğrencisi olan Polikarp, M.S. 96 senesinde İzmir kilisesinin önderi olmuş ve 155 senesinde tutulduktan sonra yakılarak şehit edilmiştir. Sezar’ı, “Rab” olarak tanıması için, onu zorlayan cellâda şöyle demiştir: “Sen beni ancak bir saat süreyle yanıp, sonra sönecek olan ateşle tehdit ediyorsun, fakat kötüler üzerine gelecek olan yargı ateşinden ve sonsuz cezadan habersizsin. Ne duruyorsun? Ne yapacaksan yap” (Polikarp'ın Şehitliği 11:2).
Kilise, Vahiy yazarı tarafından, teselli edilip, hiç azarlanmamıştır. Tersine, iman ve cesaretinden dolayı takdir görmüştür. Zulmerağmen sadık kalan Hristiyanlara, 2 şey vaat ediliyor: “Ölüm pahasına da olsa, sadık kal, sana yaşam tacını vereceğim. Kulağı olan, Ruh'un kiliselere ne dediğini işitsin. Galip gelen, ikinci ölümden hiçbir zarar görmeyecek” (2:11). Bu ayetlerin anlamı şudur: Yaşam tacı büyük bir onurun simgesidir. O dönemde altın defne taçlarını sadece imparatorlar veya oyunlarda galip gelen sporcular giyebiliyordu. Kadifekale, İzmir kentini bir taç gibi nasıl süslüyorsa, sıkıntı çeken Hristiyanlar da, aynı şekilde Tanrı tarafından cennette yükseltileceklerine ve büyük bir onurun sahibi olacaklarına dairbir vaat alırlar. Aynı Hristiyanlar, her ne kadar ilk ölümü, yakılarak tecrübe edeceklerse de ebedi ölümü, yani, sonsuza dek sürecek ateşi tatmayacaklardır.
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 2:12-17.
Büyük İskender’in ölümünden sonra fethettiği topraklar, 4 komutanı arasında paylaşılmıştı. Batı Anadolu toprakları, Lisimakos'a devredilmiş. Kendisi ise, ölümünden önce Bergama şehrini 9000 altın talantla birlikte, sadık askeri Filetarios’a vermişti. (M.Ö. 301). Filetarios, bu para ile Bergama krallığını kurmuş. Romalıların M.Ö. 133 senesinde Bergama’yı fethettikleri tarihe kadar, Bergama Anadolu topraklarının en görkemli şehri olmuştu. Dünyanın en büyük ikinci kütüphanesi buradaydı. Parşömen burada icat edildi ve Helenistik dönemin en ihtişamlı tapınakları burada yer aldılar.
Vahiy’deki mektup, Şeytanın tahtı’nın Bergama’da olduğunu vurgulamaktadır. Bu bahis, taht şeklindeki Zeus sunağına bir gönderme olabilir. Fakat büyük olasılıkla, Bergama’daki insan odaklı tapınma sisteminden bahsetmektedir. Bergama kralları kendilerine tapınılmasını buyurmuş ve kendi şahsiyetleri çevresinde bir tarikat kurmuşlardı. Tapınaklar bile, Bergama krallarının kazandığı zaferleri kutlamak ve onların kişilik kültlerini güçlendirmek amacıyla yapılmışlardı. Bu anlayış Roma döneminde İmparator'a sunulan tapınış şeklinde de aynen devam etti. Dünyanın sonlarına doğru gelecek olan Mesih Karşıtı (Deccal) aynı şekilde insanların kendisine tapmalarını buyuracaktır. Bergama’ya Roma tarafından “Neokoros” unvanı verildi. Yani, İmparator ibadetini sağlayan ve muhafaza eden şehir olarak ilan edildi. Böylece, Bergama anıtları ve tapınakları ile atalara ve krallara yönelik sunulan ibadetle ün kazanmıştı.
Burada hayatını sürdüren Hıristiyanlar büyük baskılar altında yaşıyorlardı. Hatta, Antipas adında genç bir imanlı ilebirkaç kişi, imparatorlara tapmadıkları için şehit edilmişlerdi. Fakat bazen de bu dış baskılar Hristiyanların direncini kırabiliyordu. Nitekim Vahiy’de okuduğumuz kadarıyla, kilisedeki bir gurup imanlı, ilahlara kurban edilen etlerden yemeye, diğer bir grup ise, Pagan zevkleri ve cinsel serbestliği teşvik eden Nikolas’ın sapkın görüşlerine uymaya başlamıştı. İzmir’de doğmuş olan Kilise Babası İreneyus’a göre bu Nikolas, Elçilerin İşleri 6. bölümde bahsi geçen ve ilk kilisede diyakoz veya yardımcı olarak seçilen Nikolas ile aynı kişidir. Bu tespit doğruysa zamanla Nikolas’ın sapkın bir akım başlattığı sonucuna varabiliriz. Bu yaşanan sıkıntılardan dolayı Vahiy yazarı Bergama kilisesine seslenmiştir.
Mektupta iman yolunda devam edenler takdir edilmiş, imanlarından taviz verenler ise uyarılmıştır. Ayrıca, mektupta şöyle bir bir vaat okuruz: “Galip gelene saklı mandan vereceğim. Ayrıca, ona beyaz bir taş ve bu taşın üzerinde yazılı olan yeni bir ad, alandan başka kimsenin bilmediği bir ad vereceğim” (2:17). Bu ayette geçen “saklı man” ifadesi Tanrı Kelamını, yani İsa Mesih'in sözlerini temsil eder (bkz. Yuhanna 6:32-35). Yani, sadık kalan Hristiyanlara dünyanın sunduğu geçici zevklerle değil, kalıcı ve doyurucu olan Tanrı Kelamıyla doyurulacakları vaadiveriliyor. Beyaz taşın üstündeki isim ise, tarih boyunca hatırlanacak bir kayıttan bahsetmektedir. Lakin, o dönemde beyaz taşa bir ismin işlenmesi, toplumsal açıdan bir prestij kaynağıydı. Yani, burada sadık kalan Hristiyanlara ebediyen cennette hatırlanacak şanlı bir isme kavuşacaklarıyla ilgili bir vaat okumaktayız.
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 2:18-28.
Tiyatira şehri, Lidyalılar tarafından kurulmuş,̧ sonrasında ise, sırasıyla Makedonlar, Galatyalılar ve Bergama kralları tarafından ele geçirilmişti. Bu yörenin ilahı Lidya, Makedon ve Grek inançlarının kaynaşmasından ortaya çıkan Helius Pythius Apollo adını taşırdı. Tiyatira, Filipi şehrinde imana gelen ve oradaki kilisenin kurulmasında başrol oynayan kumaş boyacısı Lidya’nın memleketidir.
Tiyatira emekçi sınıfların ve çeşitli meslek topluluklarının faaliyet gösterdiği bir şehirdi. Bu meslek toplulukları veya işçi sendikaları genellikle birer koruyucu ilahın gücüne sığınırdı. Bu guruplar sık sık toplantılarda buluşup putperest adetlerini yerine getirirlerdi. Bu adetlerin içinde ilahlara sunulan kurban etleri yenilip, cinsel ilişkilere girilirdi. Bu durum, imanlı esnafların üzerinde, “ya meslek grubunun özel putperest ibadetleri ve eğlencelerine uyarsın ya da çevresiz kalırsın, işsiz kalırsın” gibi bir baskı oluşturuyordu. İzebel (Vahiy 2:20) olarak adlandırılan bir kadın buradaki kilise cemaatine kötü örnek olmuş ve imanlıların bu törenlere katılarak ruhlarını kirletmeyeceğini savunmuş ve öğretmiş. İlginçtir ki, İzebel ismi, bir zamanlar İsrail ulusunu ahlaksızlığa ve putperestliğe sürükleyen Fenikeli bir kraliçenin de ismidir (1 Kr. 16:31; 18:4,13). Kilisenin çoğu bu tuzağa düşse de, sadık kalan bir avuç imanlı vardır. İzebel ve onu izleyenlere hastalık ve cezalar öngörülürken. Vahiy yazarı Tanrıya sadık kalan azınlığı takdir ediyor ve “Sizde olana sımsıkı sarılın” (2:25) diyerek teşvikte bulunuyor. Sadık kalan azınlığa ödüller vaat ediliyor: “Ben Babam'dan nasıl yetki aldımsa, galip gelene, yaptığım işleri sonuna dek sürdürene, ulusların üzerinde yetki vereceğim… Galip gelene sabah yıldızını da vereceğim. Kulağı olan, Ruh'un kiliselere ne dediğini işitsin” (2:26-29). Yani sadık kalan Hristiyanlara geçici yetki ve itibar arayan sadakatsiz Hristiyanların tersine, kalıcı bir yetki ve itibar vaat ediliyor. “Sabah yıldızı” İsa Mesih'e istinaden kullanılan bir unvandır (bkz. Vahiy 22:16). Buradaki sadık kalan Hristiyanlara, İsa Mesih ile özel ve samimi bir ilişkinin yanı sıra, cennette kalıcı bir itibara sahip olacaklarıyla ilgili bir vaat verilmektedir.
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 3:7-13.
Filadelfya şehri, M.Ö. 150 senelerinde, Bergama krallarından 2. Attalus tarafından kurulmuştur. Romalılar Attalus’u kendi kardeşi Eumenes’e karşı kışkırtmaya çalışsalar da, Attalus kardeşine sadık kalır ve böylece kendisine “Filadelfus” (“Kardeşini seven”) lakabı takılır. Bu şekilde “kardeş sevgisi” anlamına gelen Filadelfya şehri ortaya çıkar.
Lidya ve Frigya illerinin kültür merkezi olması düşüncesiyle kurulan şehir, dört yol vazifesi görüp başlangıçtan beri önemli bir Yahudi kolonisi barındırmıştır. Filadelfya’daki imanlılar sayıca azlardı, fakat heveslilerdi. Bu hareketlilik tepkisiz kalmamış ve kısa bir müddet sonra özellikle şehirde yaşayan Yahudiler tarafından zulüm görmeye başladılar. Birçok engelle karşı karşıya geldiler. Vahiy bölümünde, insan gözüyle güçsüz görünen bu kilise cemaatine, hiç kimsenin kapatamayacağı açık bir kapı vaat ediliyor (3:8). Buradaki kasıt, inancı duyurmak için sayısız ortam ve fırsatın kendilerine bahşedileceği gerçeğidir. Sıkıntılı günlerinde sabır ve özveri sergilediklerinden ötürü, takdir ediliyorlar ve yazar haklarında hiçbir şikâyette bulunmuyor. Bu kiliseye iki ödül vaat ediliyor: Gelecekte gerçekleşecek olan denenme saatinden muaf olacaklar; yani İsa’nın ikinci gelişiyle beraber gelecek olan sıkıntılı dönemi tecrübe etmeyeceklerve Tanrı onları kendi tapınağında veya hizmetinde mecazi anlamda sarsılmaz bir sütun yapacaktır.
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 3:1-6.
Sart şehri M.Ö. 1400 senesinde kuruldu. Dünyanın en eski şehirleri arasında yer alan bu kentin halkı, şanlı geçmişiyle çok gurur duyardı.
M.Ö. 6. yüzyılda, kral Kroesus altında Sart, Lidya’nın başkenti oldu. Kroesus, Sart çayında altınla karışmış gümüş (elektrum) keşfettikten sonra, Sart’ın zenginliğini ve şanını duymayan kalmamış. Fakat Sart’ın şanı pek uzun sürmedi. M.Ö. 546 senesinde, Sart’ın fethedilemezliğiyle ün yapan kalesi, Persler tarafından fethedildi. Bir gece, Persler tarafından kuşatma altında olan Sart kalesinde, muhafızlardan biri kaskını yamacadüşürmüş ve gizli bir geçit kullanarak kaskını geri alıp kaleye dönmüş. Bunu fark eden Pers askerleri, Sart kalesini aynı gece fethetmiş. Sartlılar dikkatsizliklerinden dolayı hazırlıksız yakalanmıştı ve böylece fethedilmişlerdi. Sonrasında Büyük İskender döneminde Persler Sart’ı kaybetti ve şehrin Helenistik dönemi başladı.
Sardis Kalesi, askerlerin uykuya dalmasıyla fethedilmişti.
Roma döneminde Sart şehrinin nüfusu 100.000’e ulaşmış. Şehir tarihinde olduğu gibi, burada yaşayan Hristiyanlar, geçmiş başarılarına güvenip, ruhsal olarak uykuya dalmışlardı. Artık gündelik hayatta Tanrıyı aramaz hale gelmişlerdi. Dolaysıyla, Vahiy bölümünde şöyle bir uyarı okumaktayız: “Yaşayan topluluk olarak ad yapmışsın, ama ölüsün. Uyan! Tövbe et! Eğer uyanmazsan, bilmediğin saat sana hırsız gibi geleceğim!” (3:1-3).
Kuşkusuz burada, uykudan ötürü şehrin yaşadığı tarihsel hezimete bir gönderme yapılmaktadır. Fakat kilise cemaatinde sadık imanlılar da bulunmaktadır ve bunlara Yaşam Kitabından silinmeyecek bir ad vaat ediliyor; yani bu dünyanın geçici görkemleri yerine, sonsuzluk boyunca cennette ün yapmış bir isim.
İncil’de bahsi geçen bölümler: Vahiy 3:14-22.
Laodikya Şehri, Büyük İskender’in komutanlarından Seleukos tarafından, M.Ö. 260 senesinde kurulmuştur. Ünlü bir tıp okulunun da bulunduğu Laodikya’da, gözler için merhemler vesiyah yün üreten zengin bir sanayisi vardı. Milyarderler ve bankerler yuvası olan bu şehir öylesine zengindi ki, M.S. 60 yılında şehri yerle bir edip yıkan depremden sonra Roma devletinin maddi yardımını bile reddetmişti. İki tiyatrosu bulunan nadir şehirlerden biri olan Laodikya’nın,stadyumu, jimnastik salonu ve hamamları son derece lükstü.
Anlaşılan, maddi zenginliklerden de yararlanan imanlılar, bu bolluğu Tanrı’nın özel kutsaması olarak yorumlarken, gerçek ruhsal değerleri göz ardı ediyorlardı. Ama bunun acı tarafı, kendilerinin ruhsal ve manevi olarak da zengin olduklarını düşünmeleriydi. Aslında dua hayatlarında ve ruhsal konularda çok gevşeklerdi. Laodikya’daki Hristiyanlar: “Zenginim, zenginleştim, hiçbir şeye gereksinmem yok” diyorlardı, ama Tanrı’nın gözünde lüks giysileri ve göz merhemleriyle meşhur olan şehrin, Hristiyanları “zavallı, acınacak durumda, yoksul, kör ve çıplak”lardı. Ne komşu kent Hierapolis’teki sıcak su kaplıcaları gibi ateşli, ne de Kolose’den gelen soğuk dağ suyu gibi ferahlatıcılardı. Onlar, şehirlerindeki ılık maden suyuna benziyordu. Ilık termal suyu nasıl mideyi bulandırır ve kusturursa, Vahiy yazarı Rab’binde böylelerini “kusacağı” yani, “yarış dışı” edip, göksel ödüllerden men edeceğiuyarısında bulunur.
Bütün bunlara rağmen, tövbe fırsatı da mevcut ve vicdanını dinleyen her insana bir fırsat sunulmaktadır. İsa’nın kendisi, insan yüreğininkapısında durmuş, kapıyı çalmaktadır. Ona yüreğini açan kişiye bir sofra, yani yakın ve samimi bir dostluk ilişkisi vaat edilmekte. Bu dostluk ilişkisinde sadık kalanlara verilen vaat şu şekildedir: “Ben nasıl galip gelerek Babamla birlikte Babam'ın tahtına oturdumsa; galip gelene de, benimle birlikte tahtıma oturma hakkını vereceğim” (3:21).