Sorular asla son bulmaz. Muhtemelen halen daha soruların var, benim de olduğu gibi. Nihayetinde soru sormak insan olmaktır, çünkü sınırlı bakış açımızdan çok fazla şey göremeyiz. O halde ne yapalım? Gerçeğin sağlam temeli üzerinde durduğumuzdan emin olduğumuz bir noktaya ulaşabilir miyiz? Bence ulaşabiliriz.
Damdan düşen Nasrettin Hoca’ya sormuşlar, ‘Kimi çağıralım?’ O da, ‘bana damdan düşen birini getirin’ demiş. Şimdi seni, aynı sorularla boğuşmuş olan çok ünlü biriyle tanıştırmak istiyorum. Kendisi ünlü Kral Davut’un oğluydu. Üstün zekası ve engin bilgeliği yüzünden çok eskiden Rab’bin halkının kralı olarak seçildi. Müthiş kişiliği ve muhteşem zenginliği sayesinde kısa sürede yakın ve uzaktaki toprakların rakip hükümdarlarının ilgisini çekti ve sırf onun krallığının ihtişamını görmek ve deneyimlemek için ziyarete gelirlerdi. Onu ziyaret eden herkes hayran kaldı. En büyük hayranlarından biri olan Saba Kraliçesi şöyle demiştir:
“Ülkemdeyken yaptıklarınla ve bilgeliğinle ilgili duyduklarım doğruymuş, ama gelip kendi gözlerimle görünceye dek inanmamıştım. Bunların yarısı bile bana anlatılmadı. Bilgeliğin de, zenginliğin de duyduklarımdan kat kat fazla. Ne mutlu adamlarına! Ne mutlu sana hizmet eden görevlilere! Çünkü sürekli bilgeliğine tanık oluyorlar.”113
Saba Kraliçesi bunları ‘yaşamış olan en bilge adam’ olarak bilinen muazzam Kral Süleyman hakkında demiştir.
Ancak çoğu insanın Süleyman hakkında bilmediği şey, hayatının bir döneminde bizim burada tartıştığımız, hayatın temel sorularıyla boğuşmuş olmasıdır. Hatta Süleyman’ın bir dönem agnostik olduğunu bile söyleyebiliriz. Kendisine muhteşem zenginlik ve bilgelik bağışlanmış olmasına rağmen, hayatın anlamını ararken bunların hepsini kendisine vermiş olan Tanrı’dan bile şüphe etmeye cesaret etmiştir. En önemlisi bizlere bu zihinsel ve ruhsal yolculuğunu kaydettiği Kutsal Kitap’ta yer alan Vaiz adındaki kitabı bırakmıştır.
Birçok kişi hayatlarını belli bir şeyler elde etmeyi dileyerek ve hayal kurarak geçirir. Eğer diledikleri şeye sahip olurlarsa gerçek anlamda mutlu olacaklarını düşünürler. Süleyman’ın böyle bir sorunu yoktu. Onu yüreğinin arzuladığı şeyleri denemekten ve elde etmekten alıkoyan hiçbir şey yoktu. Mutluluk aramak konusunda kesinlikle hiçbir sınırı yoktu, hayatın anlamını ararken her taşın altına baktı. Seyir defterinin başında şöyle yazmıştır:
“İnsanların göklerin altında geçirdiği birkaç günlük ömürleri boyunca, yapacakları iyi bir iş olup olmadığını görünceye dek, bilgeliğimin önderliğinde, bedenimi şarapla nasıl canlandırayım, akılsızlığı nasıl ele alayım diye düşünüp durdum.
Büyük işlere girdim. Kendime evler inşa ettim, bağlar diktim. Bahçeler, parklar yaptım, oralara türlü türlü meyve ağaçları diktim. Dal budak salan orman ağaçlarını sulamak için havuzlar yaptım. Kadın, erkek köleler satın aldım; evimde doğan kölelerim de vardı. Ayrıca benden önce Yeruşalim’de yaşayan herkesten çok sığıra, davara sahip oldum.
Altın, gümüş biriktirdim; kralların, illerin hazinelerini topladım. Kadın, erkek şarkıcılar ve erkeklerin özlemi olan bir harem edindim. Böylece büyük üne kavuştum, benden önce Yeruşalim’de yaşayanların hepsini aştım. Bilgeliğimden de bir şey yitirmedim.
Gözümün dilediği hiçbir şeyi kendimden esirgemedim. Gönlümü hiçbir zevkten alıkoymadım. Yaptığım her işten zevk aldı gönlüm. Bütün emeğimin ödülü bu oldu. Yaptığım bütün işlere, çektiğim bütün emeklere bakınca, gördüm ki, hepsi boş ve rüzgarı kovalamaya kalkışmakmış.
Güneşin altında hiçbir kazanç yokmuş.” (Vaiz 2:3-11).
Kendi sözlerinden okuduğumuza göre Süleyman’ın denemediği hiçbir şey kalmamış. Harika yemekler, engin bilgelik, güzel kadınlar, hepsine sahipmiş! Fakat herkesin hayal ettiği ama bir türlü erişemediği zirveye varmış biri olarak bize dönüp ‘her şey bomboş’ diyor. Bu tür şeyleri sürdürmenin tamamen yararsız olduğunu, rüzgarı kovalamaya benzediğini ve tatmin duygusu vermediğini söyler.
Yazılarının geri kalanında Süleyman hayatın acımasız gerçekleriyle karşılaştığında duyduğu derin umutsuzluğu ve mutlak boşluktan bahseder. Hayattan zevk almak için çok çalışıyoruz, bazıları diğerlerine göre daha iyi durumda oluyor fakat sonucunda hepimiz ölüyoruz. Daha da kötüsü yaşamın her seviyesinde büyük bir adaletsizlik vardır. Amaç nedir ki? Süleyman’ın yazdığı kitabı boyunca tekrarladığı ve vardığı sonuç şöyledir, “Her şey boş, güneşin altında kazanılacak hiçbir şey yok!”
Sonuç olarak, seyir defterinin sonunda Süleyman yolculuğunu şu şekilde özetler: “Bunların dışındakilerden sakın, evladım. Çok kitap yazmanın sonu yoktur, fazla araştırma da bedeni yıpratır.”114Ne demek istemiştir? İlk sonucu dünyada soruların sonu olmadığıdır. Hayatı gerçek anlamda anlamaya çalışabiliriz ama sonunda sadece bizi yoracaktır. Neden? Çünkü hayatı ‘güneşin altı’ bakış açısından analiz etmeye çalıştıkça tatmin olamayız. ‘Güneşin altı’ deyimiyle, Tanrı’yı denklemden çıkaran sorgulayıcı pozisyonundan bahsediyor gibi görünür. Bu gerçekleri daha üstün bir güç olmadan anlamaya çalıştığımız sınırlı insan bakış açımızdır. İnatla ‘güneşin altındaki’ dünyanın bize umduğumuz her şeyi sağlayabileceğini düşünüyoruz. Fakat her şeyi bu çerçeveden değerlendirmeye devam ettikçe, sorular da gelmeye devam eder ve hiç huzurumuz kalmaz. Bunun nedeni daha fazlasının olmasıdır, güneşin üstünde ve ondan daha üstün olan bir şey var.
Büyük Kral Süleyman vardığı sonucu şu şekilde noktalar:
“Her şey duyuldu, sonuç şu:
Tanrı'ya saygı göster, buyruklarını yerine getir,
Çünkü her insanın görevi budur.
Tanrı her işi, her gizli şeyi yargılayacaktır,
İster iyi ister kötü olsun.”115
Sonunda Süleyman Tanrı’yı denkleme geri koydu ve her şey yerli yerine oturdu. Tanrı’nın her şeyin arkasındaki en üstün güç olduğunu, sadece O’nun yerini ve gücünü fark ettiğimizde hayatın anlamlı olacağını anladı. Bu gerçek sonunda bütün sorularımızı cevaplar çünkü sonunda her şeyi anlayamayacağımızı itiraf etsek bile, her şeyi anlamamıza yardımcı olacak tek gerçek kaynağına erişiyoruz. İşte bu noktada huzur ve mutluluk buluruz.
Kısacası bir zamanlar her şeyi sorgulayan Süleyman bize iki şey yapmamızı söyler: Tanrı’yı ciddiye al ve O’na itaat etmeye başla. Bu tabii ki bir şüphecinin duymak istediği son şeydir ama her şeye rağmen doğru olandır, bir de oldukça tecrübeli birinin ağzından gelir. Son nefesinize kadar sorgulamaya ve her şeyi reddetmeye devam edebilirsiniz, ama sonra ne olacak? Belki ölümden sonra hiçbir şey olmayacağına inanıyorsunuzdur ama ya yanılıyorsanız? Süleyman ‘insanların yüreğinde sonsuzluk’ olduğunu söyler, başka bir deyişle, hepimiz derinlerde hayattan çok daha fazlası olduğunu biliriz. Soru şu ki, kaçınılmazı ertelemeye daha ne kadar devam etmek isteyeceğiz?
Gerçek şu ki, inanmak istesek de, istemesek de bu bir gün Yaratanımız’la yüz yüze geleceğimiz ve O’na tüm yaptıklarımızın hesabını vereceğimiz mutlak gerçeğini değiştirmez. O zaman hayatları boyunca O’nu reddetmiş olanlar için artık merhamet olmayacak. Kutsal Kitap bize “Bugün kurtuluş günüdür,”der. Eğer tüm sorularının cevaplanmasını beklersen çok geç kalabilirsin. Tam tersine, Tanrı’ya imanla yaklaşırsan bütün sorularına yanıt vermek için yardımcı olacağını göreceksin.
Eninde sonunda neye inanacağını seçmen gerekir. İman sadece dindar insanlar için değildir, herkesin bir şeye güvenmesi ve dayanması gerekir. O halde kendi sınırlı bilgine güvenmeyi mi, yoksa Tanrı’nın sonsuz hikmetine ve vaatlerine mi güvenmeyi tercih ediyorsun? İnan bana, Tanrı’ya güvenince gelen inanılmaz özgüven ve özgürlük hissi eşsizdir. Kutsal Kitap şunu çok net söyler, “İman olmadan Tanrı'yı hoşnut etmek olanaksızdır. Tanrı'ya yaklaşan, O'nun var olduğuna ve kendisini arayanları ödüllendireceğine iman etmelidir.”116
Bir anekdot ile bitireyim. Bir devlet kuruluşunda yetim olarak büyüdüğünü düşün. Kendini bildin bileli yetimhanenin boş duvarları arasındasındır. Yıllarını oradaki personelin soğuk ve katı kuralları ile geçiriyorsun. Ailenin seni umursamadığı ve bu yüzden seni burada tek başına bıraktığı söylemişler. Doğal olarak ailene kin duyuyorsundur. Ama her isyan ettiğinde personel müdürü kızıp seni sokağa atacağını söylüyor. Aileni özlediğin zamanlarda bazen de onlara o kadar kızıyorsun ki, onları bir daha hiç görmemeyi diliyorsun. Hatta yeri geldiğinde onları kafadan siliyorsun.
Bir gün bir adam seni görmek için yetimhaneye yaklaşır. Sana baban olduğunu ve seni çok sevdiğini söylüyor. Ona inanmıyorsun ama sana terk edilmediğini, aslında kaçırılmış olduğunu söylüyor. Buna inanmakta zorlanıyorsun. Seni yıllarca aradığını söylüyor. Şimdi seni bulduğuna göre seni eve götürmek istiyor. Fakat sen emin değilsin. Gerçek baban olduğundan nasıl emin olabilirsin? Ancak sana kanıt olarak doğum belgelerini ve bebeklik fotoğraflarını gösteriyor. Yine de emin değilsin. Eninde sonunda bir seçim yapmak zorundasın, acı sorularla dolu yapayalnız ve isyankâr hayatını yaşamaya devam edebilirsin, ya da bu adama bir şans verebilirsin.
Bizim durumumuz da bundan çok farklı değildir. Kutsal Kitap bize, Tanrı’nın bizi bu perişan ömür için yaratmadığını söyler. Bunun yerine Tanrı’nın çocukları olalım diye yaratıldık. Fakat başlangıçta Şeytan insanları kaçırdı ve bizi o zamandan beri yalanlar ve şüphelerle doldurdu, çünkü o yalancıdır ve yalanın babasıdır. Yine de göklerdeki Babamız olan Tanrı bizden vazgeçmedi ve Şeytan’ın tutsaklığında köleleşmiş olan bizlere gelip özgür olma ve O’nunla eve dönme şansını sunar. O’nu sorgulamak veya sevgisinden şüphe etmek isteyebiliriz ama hayatın fırsatı önümüzde durur. O’nun gerçekten Babamız olup olmadığını anlamanın tek yolu, O’na bir şans vererek sevgisine güvenmektir. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız çok şey vardır. Şimdi seçim sırası sendedir.