Batılılar Müslümanlık inancının yalnızca katı kural ve yönetmeliklere uymak olduğunu, ‘yürekten gelen yaşayan bir imana’ yer olmadığını zannederler. Kur’an ve İslam’ı öğretenler ‘Tanrı’ya imanı’ nasıl tanımlar? Müslümanların kurtuluş güvencesi var mıdır?
Kur’an’da, ‘iman’ ‘bir şeyi, kuşku duymadan, emin ve güvenilir olarak kabul etmek’ anlamında kullanılır. İman yalnızca Tanrı tarafından verilebilir, bu da her şeyden önce bir insanın Allah’ın büyüklüğü, üstünlüğü ve insana karşı olan merhameti nedeniyle ona minnettarlık duyan Tanrı’nın kulu olarak kendi konumunu kabul etmesidir.
“(Allah) gökleri ve yeri hak ile yarattı... O, insanı bir damla sudan yarattı... Hayvanları da O yarattı. Onlarda sizin için ısıtıcı (şeyler) ve birçok faydalar vardır. Onlardan bir kısmını da yersiniz. Sizin için onlardan ayrıca akşamleyin getirirken, sabahleyin salıverirken bir güzellik (bir zevk) vardır. Bu hayvanlar sizin ağırlıklarınızı, ancak güçlüklere katlanarak varabileceğiniz bir memlekete taşırlar. Şüphesiz Rabbiniz çok şefkatli, pek merhametlidir. Atları, katırları ve eşekleri binmeniz ve (gözlere) zinet olsun diye (yarattı). Allah şu anda bilemeyeceğiniz daha nice (nakil vasıtaları) yaratır” (Nahl suresi 16:3, 4, 5-8; Nahl suresi 16:1-21 ile bütün bölümü karşılaştırınız).
Kur’an insanları genel olarak iki gruba ayırır; Müslüman olanlar (imanlılar, Arapça: al-mu’minûn) ve Müslüman olmayanlar (imansızlar, Arapça: al-kâfirûn). İmansızlar Tanrı’ya ve onun iyiliğine, bundan da öte onun vahiy yoluyla gönderdiği armağanı olan Kur’an’a karşı nankördürler. Ancak iman eden, Allah’a borçlu olduğu müteşekkirliği O’nu bütün iyiliğin kaynağı olarak görerek ve gönderdiği vahiyleri kanun olarak kabul ederek gösterir. Kişinin Yargı Günü’nde kaderini kendi imanı belirleyecektir. Ya cennete gidecektir ya da cehenneme. Kurtuluşun özünü oluşturan bu inanç, Müslüman ilahiyatının her bir kolu tarafından kabul edilir.12Ancak imanın yapısı hakkındaki görüşler farklıdır. Bunlardan bazıları:
Tanrı’nın esininin gerçekliğine hiçbir açık itirafa gerek olmaksızın içten inanmak.
İslam inancının beyan edilmesiyle, içsel yürekten inanmanın birleştirilmesi.
Yazılmış olan Müslümanlık görevlerinin yerine getirilmesi.
Müslümanlığa olan imanla birlikte Müslümanlık görevlerinin yerine getirilmesi ve sevaplar.13
İslam inancının beyan edilmesi, içten inanmak ve sevaplar.14
Kur’an Tanrı’ya yalnızca ihtiyaç halinde yakaran ve daha sonra O’nu unutan imanı net bir şekilde reddeder. Örneğin Zümer suresi 39:8 şunu der:
“İnsanın başına bir sıkıntı gelince, Rabbine yönelerek O’na yalvarır. Sonra Allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. Allah’ın yolundan saptırmak için O’na eşler koyar. (Ey Muhammed!) De ki: Küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!”
Allah, insanın yaratıcısına karşı minnettarlıktan doğan bir imana sahip olmasını ister, ihtiyaç içindeyken hesaplanmış geçici bir iman istemez. Sözcüğün tam anlamıyla gerçek bir Müslüman, tanrısal yardıma ve desteğe sürekli olarak güvenen kişidir ve O’nu aramak için acil durumu beklemez. Örneğin, Kur’an Muhammed’in zamanındaki Arap Bedeviler’i, İslam’ı açıkça kabul ettikleri ancak yüreklerinde gerçekten inanmadıkları için kınar. “Bedeviler, ‘İnandık’ dediler. De ki: ‘Siz iman etmediniz, ama ‘Boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Hucurat suresi 49:14)
Aynı şekilde, Kur’an ikiyüzlülerin (Arapça: munâfiqûn) boş inançlarını da kınar, onlar ayrıcalıklarından yararlanmak için Müslüman olduklarını söylerler. İslami hadislerin yazarlarından biri olan Buhârî, şöyle yazmıştır: “‘dini öğreti’ üç öğeden oluşur: İmanın içeriği, İslam’ın uygulanması ve bu uygulamanın içselleştirilmesi, böylece kişi her zaman Tanrı’nın huzurundaymış gibi davranır.”15
Müslüman ilahiyatçıların büyük bir bölümü İslam inancının bazı gerçeklerle aynı fikirde olmaktan ya da bazı kurallara mekanik bir şekilde uymaktan çok daha fazlası olduğunu öğretirler. İslam, Tanrı’nın isteklerine adanmış olmak ve onun egemenliğini kabul etmektir. Bunun aile, toplum ve devlet yaşamıyla ilgili sonuçları vardır. Hiç kuşkusuz İslam inancı, dini bir gruba göstermelik bir üyelik ya da belirli bazı öğretilere teoride katılmak olarak tanımlanamaz.
Kur’an’a göre, bazı işler ve davranışlar imanın özünü oluşturan farklı yönlerdir ve her bir Müslüman’dan yapması beklenir. Tabii ki ilk akla gelen İslam’ın beş şartıdır: Şehadet etmek, Mekke’ye yönelerek Arapça günde beş kere namaz kılmak, yoksullara zekât vermek, Ramazan ayında 30 gün oruç tutmak ve Hac’a gitmek. Ancak istenilen bu şartların yanında Kur’an Allah’a olan imanı ifade etmenin diğer yollarından da söz eder. Bakara suresi 2:177 şöyle der:
“... Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah’ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir ...”.16
Müminun suresi 23:1-11 alçak gönüllülükle namaz kılan, karısı ve elinin cariyeleri dışında başka kadınlarla cinsel ilişkiye girmeyen, kendisine emanet edilmiş olan zenginlikleri dürüstçe kullanan ve görevini yerine getirerek dua eden imanlılara cenneti vaat eder.
Bireylerin davranış kurallarının dışında Kur’an bir Müslüman’ın imanlı sayılabilmesi için inanması gereken belli bir öğreti belirlemez. İlk yüzyıldaki Yeni Antlaşma Hristiyanlığında olduğu gibi, İslam’da resmi konseyler oluşturulmadığı ya da öğretiler hakkında genel resmi kararlar verilmediği için bütün Müslümanlar’ı bağlayan bir iman beyanı hiçbir zaman belirlenmemiştir.
Hristiyanlık’taki detaylı Elçilerin İman Açıklaması ya da İznik İnanç Bildirgesi’nin tersine karşıtı olarak İslam’ın ilk şartı yalnızca iki noktadan oluşur: Allah’ın varlığına inanmak ve Muhammed’in peygamberliğine inanmak. “Allah’tan başka Tanrı olmadığına ve Muhammed’in O’nun Peygamberi olduğuna inanıyorum.” Bu nedenle, her Müslüman’dan genellikle üç iman ifadesi istenir:
Yalnızca tek bir Tanrı’nın olduğuna inanmak.
Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna inanmak.
Son Yargı gününde her insanın Allah’ın önünde yargılanacağına inanmak.
Bazen bunlara iki ifade daha eklenebilir:
Meleklere inanmak.
Vahiy ile gönderilmiş Kutsal Kitap’lara inanmak.
Bu ifadelerin yanı sıra, Müslüman ilahiyatçılar bazı temel öğretileri bir araya toplamıştır. Peygamberlerin günahsız oldukları ya da Allah’ın mutlak egemenliği gibi … Bunlar İslam ilahiyatında genel olarak kabul edilmiş, ancak bütün inananları birbirine bağlayan bir iman ifadesi haline asla dönüştürülmemiştir. XIX. yüzyılda Kahire’de yaşamış olan tanınmış reformcu ilahiyatçı Muhammed Reşid Rıza (1865-1935), İslam inancını şöyle tanımlar:
“İbadet etmek, kötü ve ayıplanacak işlerden uzak durmaya özen göstermek, sosyal ilişkilerde doğruluğa ve adalete saygı göstermek, ruhu arındırarak gelecekteki yaşama hazırlamak; kısaca bütün yasaların amacı insanı Tanrı’ya yaklaştırmaktır.”17
Sonuç: İman’ın Kur’an’daki ve Müslüman ilahiyatçılar tarafından yapılan tanımı, Kutsal Kitap’ın iman hakkında söyledikleriyle hem benzerlikler hem de farklılıklar gösterir. Kutsal Kitap imanı yalnızca çeşitli kuralları kabul etmekten, öğretişler üzerinde teolojik olarak anlaşmaktan ya da dini bir gruba üye olmaktan çok daha fazlası olarak sunar. Diğer taraftan, Kutsal Kitap’ta yer alan imana, İslam’da olduğu gibi Tanrı’nın egemenliğini yalnızca alçakgönüllü bir şekilde tanımaktan çok ‘Tanrı’ya olan sarsılmaz, sağlam güven’ de denebilir. Kuşku duymayan bu sağlam inanç, görmeden emin olma kavramı, Kutsal Kitap’ta örnek gösterilir (İbraniler 11).
İbraniler 11:1 imanı şöyle tanımlar: “… ümit edilenlere güvenmek, görünmeyen şeylerin varlığından emin olmaktır.”
Aynı zamanda Kutsal Kitap, imanın yalnızca bazı kesin gerçekleri kabul etmek olmadığını açıkça belirtir. (“Sen Tanrı’nın bir olduğuna inanıyorsun, iyi ediyorsun. Cinler bile buna inanıyor ve titriyor.” Yakup 2:19) Bunun yerine, Kutsal Kitap’ta sözü edilen iman kendisini kişinin eylemlerinde ifade eder. (“Ey akılsız adam, eylem olmadan imanın yararsız olduğuna kanıt mı istiyorsun?” Yakup 2:20 ya da “Aynı şekilde tek başına eylemsiz iman da ölüdür.” Yakup 2:17) Kutsal Kitap buna aynı zamanda ‘meyve vermek’ de der: “Bende kalan ve benim kendisinde kaldığım kişi çok meyve verir.” (Yuhanna 15:5) Gerçekten inanan her kişi Tanrı’nın önünde tövbe eder, Sadece teoride kalan bir günah anlayışı gerçek tövbe değildir. Mesih’e gerçekten inanan bir kişi, Tanrı’nın standartlarına uygun bir şekilde davranır. Eğer bunun tersini yapıyorsa o zaman Tanrı’nın Sözü’nün gerçekliğine gerçekten inanmadığını kanıtlar: “’Tanrı’da yaşıyorum’ diyen, Mesih’in yürüdüğü yoldan yürümelidir.” (1. Yuhanna 2:6)