İslam’ın, Hristiyanlık ve Musevilik’le birlikte ‘İbrahim’den kaynaklanan üç dinden’ biri olduğunu neredeyse herkesin iddia ettiği bir dönemde, Kur’an’ın ve Müslüman ilahiyatçıların Tanrı’nın kim olduğu, bağışlanmanın ve kurtuluşun ne olduğu hakkında ne dediklerine yakından bakmak her zamankinden çok daha büyük bir önem taşır. Kur’an’la Kutsal Kitap arasında tarih bilgisiyle kolaylıkla açıklanabilecek bazı benzerlikler olsa da, bu iki inanç arasında çok daha fazla (ve çok daha önemli) farklılıklar bulunmaktadır.
Kur’an’ın temel ifadelerinden biri “Allah esirgeyendir” ifadesidir (Nisa suresi 4:16). Bu düşünce Kur’an’ın 114. suresinin her birinin (9. Tevbe suresi hariç) başlangıcında tekrarlanır: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla.” İnsanlar her zaman Allah’tan merhamet beklerler. Eğer günah işleyen insan tövbe eder ve günahından dönerse Tanrı onun büyük küçük bütün günahlarını bağışlar. Çünkü O’nun “Rahmeti her şeyi kuşatır.” (A’raf suresi 7:156) Ali İmran suresi 3:135-136, Allah’tan bağışlanma isteyen her inanan Müslüman’a bağışlanma ve cennete giriş vaat eder.
“Yine onlar ki, bir kötülük yaptıklarında, ya da kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı tevbe istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar, işledikleri kötülüklerde, bile bile ısrar etmezler. İşte onların mükafatı, Rableri tarafından bağışlanma ve, altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetlerdir. Böyle amel edenlerin mükafatı ne güzeldir!” (Ali İmran suresi 3:135-136; benzeri, Nisa suresi 4:110).
Kur’an’daki ‘tövbe’ ya da ‘pişmanlık’ sözcüklerinin (Arapça: tauba) aslında ‘yüz çevirmek’ anlamına gelmesi ilginçtir. Bu nedenle tövbe yalnızca yüzeysel olarak günahın reddedilmesinden ibaret değildir, bağışlanmak için Tanrı’ya yalvarmayı ve işlenilen günahı terk etmeyi de içerir. Bunun sonucu olarak Allah lütufkar bir şekilde günah işleyen kişiye doğru döner ve onu doğru yöne yönlendirir. Hadid suresi 57:28-29 şu sonuca varır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve Peygamberine inanın ki O, rahmetinden iki kat versin ve ışığında yürüyeceğiniz bir nur lütfetsin; sizi bağışlasın. Allah, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. Böylece kitap ehli, Allah’ın lütfundan hiçbir şey elde edemeyeceklerini bilsinler. Lütuf bütünüyle Allah’ın elindedir, onu dilediğine bahşeder. Allah, büyük lütuf sahibidir.” (bkz. Tevbe suresi 9:104-106)
İman eden Müslüman belirli bazı günahlarından tövbe etmeden ölürse, Allah, Müslüman ilahiyatçıların birçoğuna göre bu kişiyi yine de bağışlar ve kişi bir süreliğine cehennemde kaldıktan sonra, kişinin cennete gitmesine izin verebilir. Ancak imansızlık (Arapça: kufr) tövbe edilmeden bağışlanamaz, imansız kişi cehennemin sonsuz acılarına maruz kalır.
“Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca ‘Ben şimdi tevbe ettim’ diyenler ile kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlamışızdır” (Nisa suresi 4:18)
Bu imansızlar sınıfına Allah’ı reddeden herkes gibi, putperestler, birden fazla tanrıya tapınanlar, yalnızca Allah’ın hak ettiği saygıyı başka varlıklara sunanlar da dahildir. Buna Budistler, Hindular, ve birden fazla tanrıya tapan diğer bütün dinlere inanlar da eklenir. Yahudiler’le Hristiyanlar da Müslümanlar’ın gözünde çok tanrılı bir dine inanırlar, çünkü Kur’an’a göre Yahudiler Üzeyir’i Tanrı’nın Oğlu olarak kabul ederlerken (Tevbe suresi 9:30), Hristiyanlar da üç tanrıya inanırlar. Tanrı’nın kendisi, İsa ve Meryem. Üçüncü tanrı, İslam’a göre, İsa’nın annesi olabilmek için Tanrı’nın karısı olmuştur. Bu da Müslümanlar için düşünülemeyecek kadar büyük bir hakarettir.
İslam’ın en önemli kuralı olan yalnızca bir Tanrı vardır kuralını ihlal eden bu ‘birçok tanrıya tapanlar’ doğaları gereği imanlı olamazlar. Bağışlanmaya yalnızca putperestliklerinden tövbe edip İslam’ı kabul ederek ulaşabilirler. Yalnızca imansızlıklarından tövbe edip Müslüman olanlar Son Yargı’da Allah’tan lütuf bekleyebilir.
Kur’an’a göre insan günah işleyerek Allah’tan Şeytan’a doğru döner ve onun etkisi altında kalır, ancak günahkâr tövbe ederek Allah’a geri döner, bundan sonra Allah da ona doğru döner. İmansız da sırtını Tanrı’ya döner fakat onun bu reddedişi nihaidir. Çünkü tekrar geri dönmez. Bunun için de Kur’an insanları sürekli olarak Allah’ın lütfuna çok geç olmadan geri dönemeye çağırır. Allah birden ve beklenmedik şekilde Son Yargı’nın cezasına çarptırdığı zaman imansızların hiçbiri ilahi merhamet umamazlar. Zümer suresi 39:53-55 şöyle der:
De ki: “Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin! Çünkü Allah, bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir. azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün, O’na teslim olun, sonra yardım edilmez. Siz farkında olmadan, ansızın başınıza azap gelmezden önce, Rabbinizden indirilenin en güzeline (Kur’an’a) tabii olun.”
Kur’an yalnızca Tanrı’nın son reddedişine karşı değil, bile bile işlenen günahların ölümden önce edilecek tövbeyi geçersiz kıldığına karşı da uyarır:
“Allah’ın kabul edeceği tevbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tevbe edenlerin tevbesidir; işte Allah bunların tevbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir. Yoksa kötülükleri yapıp yapıp da içlerinden birine ölüm gelip çatınca “Ben şimdi tevbe ettim” diyenler ile kafir olarak ölenler için (kabul edilecek) tevbe yoktur. Onlar için acı bir azap hazırlanmıştır” (Nisa suresi 4:17-18).
Kur’an’daki bu günahların bağışlanmasıyla ilgili ayetlerden, Müslüman ilahiyatçılar tanrısal bağışlanma için gerekli olan şu üç koşulu çıkarmışlardır:
Günahkâr Tanrı’nın yargısından korktuğu için ya da bağışlanmayı planladığı için değil, işlediği günahtan pişman olduğu için tövbe etmelidir.
Günahkâr bu günahı bir daha asla işlememeye kararlı olmalıdır. Bu günahı tekrar işleyeceğini bilerek tövbe etmek, imanlı bir kişiden beklenecek bir davranış değildir.
Günahkâr gelecekte kendisini bu günahı tekrarlamaya yönlendirecek her durumdan sakınmalıdır.
Bağışlanma tamamlandıktan sonra yapılması gereken şeyler vardır. Eğer günah insana karşı işlenmişse, günah işlemiş olan kişi verdiği zararı telafi etmek zorundadır. Kur’an’da bununla ilgili birçok kural yer alır. Örneğin, cinayetin bedeli ödenmelidir.
Yaygın olan İslam’da bu düşünce belirli bazı sevapların (ek olarak tutulacak oruç ya da yüklü miktarlarda verilecek zekât) kefaret yerine geçebileceği kavramının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Örneğin Müslümanlık inancı uğruna şehit düşmek, bu bakış açısına göre, kişinin bütün günahlarını telafi eder. Şehit düşenler hemen cennete giderler, Son Yargı’da imanlarıyla ilgili olarak sorgulanmazlar. Diğer Müslümanlar için bu geçerli değildir. Hacca gitmenin de bütün büyük günahları ortadan kaldırmak ve hacca giden kişinin Tanrı’yı hoşnut etmesi için etkili olduğu düşünülür. Kabe’de edilen duaların – Mekke’deki büyük camide yer alan İslam’daki en önemli kutsal yer – başka herhangi bir yerde edilen dualardan daha güçlü olduğuna inanılır. Görünüşe göre bir Müslüman’ın yaşamının özünü, Kur’an’daki yasaya uymak ve İslam’a olan imandan çok ‘sevaplar’ oluşturmaktadır. Bu tek tek her Müslüman için geçerlidir diyemeyiz, ancak birçoğu için geçerli olduğu doğrudur.
Kur’an’la Kutsal Kitap arasındaki ilginç farklılıklardan biri de Tanrı’nın bağışlama nedenidir. Kutsal Kitap’ta Tanrı insanlara olan sevgisi nedeniyle bağışlar. O’nu, Oğlu İsa Mesih’i insanların günahları için ölmesi ve böylece bizlerin bağışlanabilmesi için dünyaya göndermek üzere, sevgi harekete geçirir. “Çünkü Tanrı dünyayı öyle çok sevdi ki biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, ama hepsi sonsuz yaşama kavuşsun.” (Yuhanna 3:16) O günahkarlara sevgisinden kaynaklanan bir çağrıyla seslenir. Böylece onlar O’nun bağışlaması aracılığıyla O’nunla bir ilişki kurabilir.
Kur’an’da, Allah’ın bağışlaması sevgiden değil, O’nun her şeye kadir oluşundan kaynaklanır. O istediğini bağışlar ancak bunu sevgisini kanıtlamak için yapmaz. Kur’an Allah’ın insanlara karşı olan merhamet ve iyiliğinden söz eder ancak bu O’nun varlığının özü, gücü ve üstünlüğüdür. O, o kadar güçlüdür ki yaratmış olduğu insanla arasında hiçbir karşılaştırma yapılamaz. Tanrısal gücü kısıtlayacağından, insan Tanrı’yı hiçbir şekilde anlayamaz, Allah’ın nasıl davranacağını önceden bilemez ya da işlerini önceden sezemez. İnanan bir Müslüman bile Son Yargı anında kurtuluşundan kesinlikle emin olamaz, bunu umsa da bundan kesinlikle emin olması, insanın Tanrı’nın yarattıklarına karşı olan davranışlarını denetleyebileceği anlamına gelir. Kutsal Kitap bunun tersi olarak, inanan kişinin Tanrı’nın çocuğu olduğundan kesinlikle emin olmasından ve sonsuz yaşamı miras alacağından söz eder. “Kendisinde Tanrı’nın Oğlu bulunanda yaşam vardır. Kendisinde Tanrı’nın Oğlu bulunmayanda yaşam yoktur. Ben bunları Tanrı Oğlu’nun adına iman eden sizlere, sonsuz yaşama sahip olduğunuzu bilesiniz diye yazdım.” (1. Yuhanna 5:12-13)