5 İnsanoğlunun Düşüşü ve İnsanlığın Kurtuluşu – Kur’an Ne Öğretir?

Giriş

Belki de Kur’an’ın ilk günah, insanoğlunun düşüşü ve insanlığın kurtuluşu üzerindeki öğretişlerinin ilk bakışta çok önemli olmadığı düşünülebilir. Hatta bazı Hristiyanlar bile Kutsal Kitap’ın Âdem’le Havva’nın cennette oluşlarıyla ilgili olarak öğrettiklerinin günlük yaşamlarını pek de etkilemediği kanısında olabilirler. Bir keresinde genç bir kadın bana, Âdem ile Havva yasak ağacın meyvesini yediği için kendisinin bunun olumsuz sonuçlarını yaşıyor olmasının ‘adil olmadığını’ açıkça söyledi. Bu onun suçu değildi ve belki de o olsa aynı şeyi yapmazdı! Ancak eğer Romalılar 5’te okuduğumuz, bizim ‘temsilcimiz’ Âdem’in işlediği ilk günah nedeniyle günaha ‘satılmış’ olduğumuzu kabul etmezsek, o zaman kendi uğrumuza kendi canımızı vermeyelim diye bizim yerimize ölen İsa’da asla kurtuluş bulamayız. İlke aynıdır: İsa bizim temsilcimiz olduğu için bizler lütuf, doğruluk, aklanma ve sonsuz yaşam alabiliriz. “Bir adamın sözdinlemezliği yüzünden birçoğu günahkâr kılındığı gibi, yine bir adamın sözdinlemesiyle birçoğu doğru kılınacaktır.” (Romalılar 5:19) O zaman eğer Kur’an’ın ebedi kurtuluşla ilgili olarak öğrettiklerini anlamak istiyorsak, İslam’daki ilk günah kavramıyla işe başlamamız gerekir, tabii eğer böyle bir kavram varsa.

Kısaca biz ilk günah ve kurtuluş üzerinde konuştuk ve bunları iki kısa cümleyle ifade edebiliriz: Kur’an insanın cennetteki denenmesinden ve ahlaki düşüşünden söz etse de, Kutsal Kitap’ın tasvir ettiği insanoğlunun ‘düşüşü’ öyküsü Kur’an’da yer almaz. Bunun sonucu olarak da insanoğlunun aslında günahtan arınmasına gerek de yoktur. Eğer daha ince ayrıntılara girmek istersek Kur’an’ı incelemeliyiz Müslüman yorumcuları dinlemeliyiz ve Kur’an’daki öğretişleri onların nasıl yorumladığını öğrenmeliyiz.

İslam’daki Kurtuluş Anlayışı

Kutsal Kitap ilk günahla kurtuluş arasındaki ilişkiyi tekrar tekrar vurgular (Romalılar 5:8-10, 12-18). Eğer ilk günah diye bir şey yoksa o zaman kurtuluşa da gerek yoktur. Yalnızca insanoğlunun üzerindeki lanet ve Tanrı’yla olan yozlaşmış ilişkisi, bu kadar acil bir kurtarışı gerektirir. Böylece kutsal olan Tanrı’mızla günahkâr insan arasındaki geniş uçurum kapatılabilir (Yaratılış 3:15,24).

Yukarıda da belirtildiği gibi Kur’an tam anlamıyla ilk günah öğretisi içermez. Muhammed’in çevresindeki Hristiyanlar’la temas halinde olduğunu ve Kutsal Kitap’a ait birçok öyküye (özellikle Eski Antlaşma’daki peygamberlerin öykülerine) Kur’an’da yer verdiğini aklımızda tutarsak, Kur’an’ın içeriğinin ilk bakışta Eski ve Yeni Antlaşma’yla benzeşmesine şaşmamamız gerekir. Başka bir taraftan günümüzdeki doğubilimciler, İ.S. VII. yüzyıla rastlayan Muhammed’in zamanındaki Hristiyanlar’ın, Kutsal Kitap’ın Arapça çevirisine sahip olmadıklarına inanmaktadırlar. Onların inanışları büyük ölçüde doğruluğu şüpheli yazmalara ve ağızdan ağıza dolaşan geleneklere dayanıyormuş gibi görünmektedir. Muhammed’in ilişki kurduğu Hristiyanlar bazı sapkın öğretilere (‘Tanrı’nın Annesi’ ve Üçlübirlik’in üçüncü şahsı olarak Meryem’i kutsal saydıkları anlaşılıyor) sahiptiler.

Kur’an’ın Hristiyanlıkla ilgili Dağdaki Vaaz, Esinleme, Pavlus’un Mektupları, Petrus ya da Timoteos ya da ilk günahla ilgili öğreti gibi temel ifadeleri içermemesi ilginçtir. İsa’nın çarmıha gerilişinden bile yalnızca iki Kur’an ayetinde (Nisa suresi 4:157-158) söz edilmektedir. Muhammed’in ilişki halinde olduğu Hristiyanlar’dan ilk günahla ilgili öğretiyi pek fazla duymadığı ya da bunların Hristiyanlık teolojisinde ve Kutsal Kitap öğretisinde ne kadar büyük önem taşıdığını anlamadığını ya da bazılarının dediği gibi Kur’an metnini derlerken kendi teolojisinin yapısına uymadığı için amaçlı olarak dahil etmediği düşünülebilir.

Âdem ve Karısı Cennette

Kur’an’ın Âdem’in cennette olduğundan söz ettiği doğrudur. Kur’an’da önemli bir rol oynar ve hatta sözü edilen en yüce peygamberlerden biridir. Nuh, İbrahim ve İmran aileleri ile birlikte o da Allah tarafından ‘seçilip’ ‘alemlere üstün kılındı’ (Ali İmran suresi 3:33). Âdem insanoğlunun atasıdır (Nisa 4:1). Allah onu kuru bir çamurdan ve kara balçıktan (Hicr 15:26) yaratır, ona “Sonra onu tamamlayıp şekillendirmiş, ona kendi ruhundan üflemiştir. Ve sizin için kulaklar, gözler, kalpler yaratmıştır...” (Secde 32:9)

Kur’an Allah’ın Âdem’e ‘ruh’ verdiğini söylese de, Müslüman yorumculara göre bu, Eski Antlaşma’nın öğrettiği (Yaratılış 2:7) gibi burnuna yaşam soluğunu üflediği anlamına gelmez. Yalnızca Allah’ın insana can verdiğini açıklayan bir benzetmedir.3

Kur’an hiçbir zaman insanın Tanrı’nın benzeyişinde (Yaratılış 1:27), onun kendisinden biraz daha alçak (Mezmur 8:5-7) yaratıldığını öğretmez – bu insanın Tanrı’ya benzer olduğu anlamına gelmez – çünkü Allah eşsiz, hayal edilemez ve yarattıklarından çok daha yücedir. O insanoğluyla, yarattıklarıyla ve kullarıyla asla karşılaştırılamaz. O insanoğlundan saklıdır ve hiçbir alanda onlarla karşılaştırılamaz.

Eski Antlaşmaya karşıt olarak (Yaratılış 2:19: … Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Âdem’e getirdi. Âdem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı.) Allah, Âdem’den Allah’ın yarattığı hayvanları adlandırmasını istemez. Kur’an bunun tam tersini öğretir. Allah hayvanların adlarını Âdem’e öğretir. Sonra da Allah meleklere hayvanlara hangi adları verdiğini sorar. Onlar bunun cevabını bilemezler ancak şöyle cevap verirler: “Melekler: Ya Rab! Seni noksan sıfatlardan tenzih ederiz, senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphesiz alim ve hâkim olan ancak sensin, dediler.” (Bakara suresi 2:32) Bundan sonra Âdem’den meleklere hayvanların adlarını söylemesi istenir, bu da Âdem’in onlardan daha üstün olduğunun kanıtıdır (Bu bizlerde ilgi odağının kimin buyruk verme yetkisine sahip olduğunun ve bu buyruklara kimin uyması gerektiğinin de bir kanısını bırakır). Daha sonra da Allah meleklere Âdem’in önünde secde kılmaları buyruğunu verir. Bütün melekler buna uyar, İblis (Kur’an’da Şeytan için kullanılan bir başka sözcük) hariç. O gururu nedeniyle bunu yapmayı reddeder (Bakara suresi 2:34).

Yasak Ağaç ve Âdem’in Günahı

Kur’an Âdem’in karısının adından söz etmez. Kur’an yorumcuları ona Havva adını verdiler, onun uykuya daldığı sırada Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını da eklerler. Oysa Müslümanlığı savunan bazı kişiler, günümüzde yalnızca Kutsal Kitap’ın Âdem’in karısıyla ilgili olarak Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığını söyleyen bu ‘küçültücü’ bölümü içerdiğini, bunun Kur’an’da yer almadığını iddia ederler. Bu da İslam’da kadınla erkeğin eşit yatıldığı anlamına gelmektedir (belki eşit yaratılmışlardır ancak bununla İslam’da kadınlarla erkeklerin aynı haklara sahip oldukları asla söylenemez. Erkeklerin üstünlüğünden söz eden ifadeleri incelerken bunun doğruluğunu kanıtlamak daha kolay olacaktır).

Kur’an’da, Âdem ve karısı cennette hiçbir kısıtlama olmaksızın yaşayabilirlerdi. Bunun tek istisnası, Kutsal Kitap’a benzer olarak, belirli bir ağaçtan yememeleriydi. Kur’an bunun hangi ağaç olduğunu belirgin bir şekilde söylemez. Ancak Ta-Ha 20:120 suresinden bu ağacın ölümsüzlük ve meleklere benzerlik sağlayacağını dolaylı olarak öğreniriz. Hatta başka bir surede (Bakara 2:35), Allah Âdem’le karısının bu ağaca yaklaşmalarını bile yasaklar, yoksa onlar da ‘zalimlerden’ olur. Buraya kadar Kur’an’la Eski Antlaşma’nın arasındaki farklılık çok önemli gibi görünmemektedir.

Şimdi Kur’an Şeytan’ın onları ayartmak için Âdem’le karısına yaklaşmasını anlatır: Şeytan Âdem’in ‘haddi tecavüz’ etmesine ve cennetten atılmasına önderlik eder (Bakara suresi 2:36). Ta-Ha suresi 20:120 Şeytan’ın Âdem’i günah işlemek için ayarttığını söyler. Şeytan’ın onu cennetten kovdurabileceği konusunda Allah Âdem’i önceden uyarmıştır (Ta-Ha 20:117-119). Yine de Âdem’le karısı yasak olan ağaçtan yerler. Çıplak olduklarını fark edip kendilerine yapraklardan giysiler yaparlar (Ta-Ha 2:121). Cennette daha fazla kalamayacakları için Allah onları buradan çıkarır (A’raf 7:22) ve onları yeryüzüne indirir.

Eski Antlaşma’yla çelişkili olarak, Âdem ile karısının Allah’tan bu meyveyi yedikleri için kendilerini bağışlamasını istemeleri son derece ilginç bir noktadır. Aynı zamanda, günahlarının yalnızca kendilerini etkilediğini vurgularlar (A’raf 7:23): “Âdem ile eşi) dediler ki: ‘Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik.” (A’raf 7:23) Allah değil, Allah’ın buyruğuna karşı geldikleri için kendileri bundan etkilenirler. Kur’an daha birçok yerde insanın her zaman kendisine karşı günah işlediğini ve bunun Allah’ı etkileyemeyeceğini öğretir (bkz. örn. Bakara suresi 2.54; 2:57; Ali İmran 3:117; 3:135; Nisa 4:64; 4:97; 4:110; A’raf 7:160). (Din değiştirmek gibi ölümcül günahlar Allah’ın yasasını incitir, asla Allah’ın kendisine dokunamaz.)

Cennet öykümüzde, Allah Âdem ile karısının günahlarını bağışlar (Bakara 2:37). Kur’an’a göre Âdem’in cennette işlediği günahın insanlık üzerinde bir etkisi yoktur ve insanın Allah ile olan ilişkisini aksatmaz ya da kesmez.

Bu günah yalnızca ‘uygunsuz bir davranıştır’ bu da Eski Antlaşma’nın öğrettiklerine karşıdır. Kur’an’da işlenen bu günah, insanın önceden Allah ile olan yakın ilişkisini koparmaz, çünkü insanın Allah ile arasında Allah’ın her varlığın yaratıcısı olması dışında asla başka bir ‘ilişki’ yoktur. Kur’an Âdem ile karısının işledikleri günah nedeniyle cennette kalamayacaklarını söylese de, bu olay Eski Antlaşma’daki kadar büyük bir önem taşımaz ya da insanlığın tarihini bu denli kökten etkilemez. Âdem ile karısının arasındaki ilişkinin niteliği de Kur’an’daki cennet öyküsünden etkilenmez. Âdem ile karısının karşılaştıkları tek sonuç yeryüzüne gönderilmeleri ve gelecekte insanlarla Şeytan arasında olacak düşmanlığın önceden bildirilmesidir (Bakara 2:36). Bu günaha rağmen, Âdem Allah tarafından ‘seçkin kılındı’ ve “tevbesi kabul edildi ve doğru yola yöneltildi.” (Ta-Ha 20:122)

Bu nedenle insanların doğru bir yaşam sürdürmeleriyle ilgili olarak Kur’an, Kutsal Kitap’a göre çok daha iyimserdir. İnsanoğlu Âdem nedeniyle günah tarafından “ele geçirilmemiştir” ve iyi işler yapmak için kurtuluşa ihtiyacı yoktur. İnsan eğer Şeytan’ın saldırılarına karşı koyarsa, Tanrı’ya yaraşır bir yaşam sürdürebilir. Sonuç olarak işlenebilecek en kötü günah, Kur’an’a göre, Allah’ın güvenirliğinden kuşku duymaktır (Yaratılış 3:1 bunu şöyle ifade eder: “Tanrı gerçekten … dedi mi?”). Ayrıca iman öncelikle Tanrı’ya güvenmek demek değil, O’na itaat etmektir. Kur’an’daki insanın en ölümcül günahları kendi kaderini kendi belirleme isteği ve Allah’ı bir yaratıcı ve hâkim olarak bir kenara itmektir. İnsanın gururu onun Allah’a itaat etmesine engel oIur.

Kur’an’daki Cennet Öyküsünden Çıkarılan Sonuç

a. İnsanla Allah arasındaki ilişki genel olarak zarar görmemiştir. Öncesinde daha yakın bir ilişki olmadığı için, günah insanı Allah’tan ayırmaz. Allah insanın efendisidir, onun yaratıcısıdır; ama onun babası değildir ve insan Tanrı’nın benzeyişinde yaratılmamıştır. Günah Allah’ı asla etkilemez, yalnızca günah işleyen insanı etkiler. Eğer günah işleyen kişi tövbe edip, günahından dönerse ve bu günahı bir daha işlemezse, Allah’ın “rahmeti her şeyi kuşattığı için” (A’raf 7:156) küçük, büyük bütün günahları bağışlar. Müslüman ilahiyatı, Allah’ın günahları insanlar tövbe etmese de bağışlayıp bağışlamayacağını tartışmaktadır. Müslüman ilahiyatçıların büyük bir bölümü tövbenin bağışlanma için gerekli bir koşul olduğunu düşünmemektedir (bazıları ölmeden önce tövbe etmemiş olan bir Müslüman günahkarın, bir süre cehennemde kalıp sonra cennete gideceğini söyler). Bunun tek istisnası imansızlıktır (Arapça: kufr). Ayrıca şirk (Tanrı’ya eş koşmak – Hristiyanların Üçlübirlik’e inanarak işledikleri günah) ve din değiştirmek de bir çeşit imansızlıktır. İmansızlıktan tövbe edilmesi ve İslam’a geri dönülmesi gerekir. Allah kullarının bağışlanma yakarışlarını işitir. İlk günah diye bir şey olmadığı için, tövbe ettikten sonra insanları daha iyi bir yaşam sürmekten alıkoyan hiçbir şey yoktur.

b. Âdem’in günahı insanlar arasındaki ilişkileri zehirlemediği için ilişkiler de bundan etkilenmez.Kur’an’da cennette olanlar nedeniyle Âdem’in karısıyla olan ilişkisinin aksadığına ya da değiştiğine ilişkin hiçbir ipucu bulunmaz. Kutsal Kitap’ta erkeğin karısının başı olması düşüşten sonra günahın bir sonucu olarak açıklanır. Tanrı başlangıçta bu şekilde tasarlamamıştır. Kur’an’da buna rastlanmaz (Yaratılış 3:16). Kutsal Kitap bizlere Tanrı’nın erkekle kadını bir birlik olmaları için tasarladığını gösterir. Birbirinden çok farklı iki insan olmalarına karşın onlar bir çifttir, uyum içinde yaşarlar ve birbirlerini tamamlarlar. Düşüşten sonra gerçek uyuma ve birliğe ancak Tanrı’nın yardımıyla ulaşılabilir. Düşüşten sonra karı koca arasında kıskançlık, güç çekişmeleri, boyunduruk, güvensizlik ve şiddet görülür. Kur’an’da bu boyut tamamen eksiktir.

c. Cennet’ten kovulmasından sonra insan Şeytan’ın fısıldamalarına karşı koyarsa doğru bir yaşam sürdürebilir.Ayartma insana dışarıdan yaklaşır, yüreğinden kaynaklanmaz. Günah Tanrı’ya baş kaldırmak değil, bir ‘kuralı ihlal etme’ ya da ‘izinsiz bir davranışta bulunmadır’ (Bakara 2:36). Bunu göz önünde bulundurursak, yeryüzündeki yaşam Allah’ın insanlara verdiği bir test ya da denenme sürecidir4. Bunun sonucu olarak da, Pavlus’un Romalılar 7’de açıkladığı, insanın kendi içinde yaşadığı iyiyi yapmaya olan isteği ile bunu başaramama çatışmasını Kur’an tanımaz. İnsan yalnızca kendi gücü ile iyi olmayı başaramayacağını çaresizlik içinde anlamaya başlayınca Tanrı’ya doğru uzanır ve yardım etmesi için yalvarır.

Kur’an’a göre insanın yüreği Kutsal Kitap’ın söylediği gibi kötü değildir, ayartmalar dışarıdan gelir. Göklerden kovulmuş, düşmüş melek olan Şeytan, şimdi de kötü olanı yapması için insanı baştan çıkarmaya çalışmaktadır. İnsan her zaman iyiyle kötü arasında özgürce seçim yapabilir, buna karşın birçok insan iyiliği seçmez. Ancak bu yalnızca Allah’ın sınamasıdır. Günah işleyenler kulaklarını Şeytan’ın fısıldamalarına açmıştır, ancak Allah’ın buyruklarına gerçekten uymak isterse, İslam’ın beş şartıyla birlikte diğer dini görevlerini de yerine getirebilme gücüne sahiptir.

Eski ve Yeni Antlaşma da insanın iyi işler yapmasını bekler, ancak aynı zamanda, her ikisi de bu iyi işleri Tanrı’nın gücü ve Kutsal Ruh’un yardımı olmaksızın başarmanın olanaksız olduğunu hiçbir kuşku bırakmayacak şekilde net açıklar. Dahası, bir kişinin yapacağı bütün iyilikler tek bir canı bile kurtarmaya yeterli değildir. Tanrı’nın yasasının tek bir ihlali bile iyi işlerle yok edilemez, ancak günahkarın bağışlanma dilediği ‘temsilci olan’ İsa Mesih tarafından kaldırılıncaya kadar bir gerçek olarak kalacaktır.

d. Çok ilginçtir, Müslümanlık ilahiyatına göre günahsız olan insanlar vardır. Kur’an’da sözü edilen peygamberlerin hiçbiri günah işlememiştir ifadesi Müslümanlık ilahiyatına göre doğrudur, ancak Kur’an’a göre değildir! Kur’an’ın kendisi birçok farklı yerde peygamberlerin çoğunun Allah’tan günahlarını bağışlamasını istediklerini söyler. (A’raf 7:23’te Âdem; Hud 11:47’de Nuh; İbrahim 14:41’de İbrahim; Kasas 28:16’da Musa; Sad 38:24’te Davut; Nasr 110:3 ve Fetih 48:2’te Muhammed [!]). Kur’an’a göre tek istisna İsa Peygamberdir. O günah işlememiştir ancak yine de yalnızca bir insandır. Doğubilimci Louis Gardet, bu günahsızlık öğretisinin ilk defa ortaya çıkışının X. yüzyılda olduğunu düşünür5. Kökeninin İslam’ın Şiilik mezhebi olduğu sanılmaktadır.

e. İlk günah olmadığı için kurtuluşa da gerek yoktur.

İslam ve Hristiyanlığı karşılaştıran E. E. Elder şu şekilde özetler: “İslam’da günah öğretisi bulunmaz, yalnızca günah hakkında bilgi verilir. İtaatsizlikleri küçük ve büyük olarak sınıflandırır ve cezalarını belirler. Hristiyan düşünürlere göre günah, Tanrı’nın doğruluğuna ve kutsallığına karşı olan isyankârlık durumudur.”6Eski Antlaşma’da yer alan tapınağa girmeden önceki arınmayla, hayvanların kesimi ve hayvanlar kurban edildikten sonra kanlarının serpilmesiyle ilgili bütün farklı kural ve yasalar, gelecek olan günahsız kurbanın, yani Tanrı’nın Kuzusu İsa Mesih’in önceden bildirilmesidir.

İslam’da soru kurtuluş olduğunda, her insanın Allah’a boyun eğmesi ve İslam’ı kabul etmesi şarttır. Çünkü Yargı Günü’nde Müslüman olmayanlara merhamet gösterilmeyecektir. Hadisler uyarınca, yalnızca Muhammed (ya da diğer ilahiyatçıların farz ettikleri gibi Allah’ın kendisi ya da melekleri) Müslüman inananlar için aracılık edebilir; ancak bu sorunun cevabı tam olarak bilinemez. Çünkü Kur’an’ın kendisi aracılık etmenin mümkünlüğü konusunda çok az bilgi verir. Hadislere göre bizlere aracılık etmesi için Muhammed’e çok dua ederiz.

Bunun için de İslam’ı kabul etmek kurtuluş anlamına gelmez. Allah’ın sözünü dinlemek, Allah’a ve İslam’ın yasalarına itaat etmek demektir.

f. Yasal olarak temsil etmek kavramı İslam’da yoktur. Herkes yalnızca kendisinden sorumludur ve yalnızca kendisi için hareket edebilir. Eski ve Yeni Antlaşma insanoğlunun temsilcisi olarak Âdem’in günah işlediğini öğretir (Romalılar 5:12) ve bu günah nedeniyle, tek tek her bir insanın Tanrı’yla olan ilişkisini yıkıma uğratır. Aynı şekilde, Mesih kendisini feda ederek onu izleyen bizler için kurtuluş elde eder, öyle ki hiç kimse kendi günahları için ölmek zorunda kalmasın (Romalılar 5:6-21).

Müslüman ilahiyatçıların gözünde bu temsilci tarafından sağlanan kurtuluş kavramı, Müslüman bakış açısına göre gerekli olmadığı için, onlara göre mantıksız ve saçmadır. Müslüman ilahiyatçılar temsilci tarafından sağlanan kurtuluş kavramının, hırsızlık, cinayet, zina gibi her türlü günahı sona erdireceği için hiçbir etkisi olmadığını iddia ederler.7Ancak insanlığın İsa’nın ölümünden bu yana değişmediği ve günah işlemeyi sürdürdüğü ortadadır.

Müslüman ilahiyatı, kurtuluşun bir kişiyi yaşamının sonuna dek otomatik olarak günahtan azat etmediğini ve kurtarılmış olan kişinin kötülük yapmayı seçme özgürlüğüne sahip olduğunu, Yargı Günü’ne dek bu dünyayı Şeytan’ın yönettiğini ve İsa’nın kurtarışının bütün insanlar üzerinde onlar istese de istemese de sihirli bir şekilde işlemediğini fark etmez.

g. İslam İsa’yı Tanrı’nın Oğlu olarak tanımadığı için, kurtuluş İslam ilahiyatı tarafından asla kabul edilemez.Eski ve Yeni Antlaşma, insanoğlunun kurtarıcısının yalnızca Tanrı olduğunu açıkça öğretir. Kurban olarak sunulan bir hayvan günahları alamaz (İbraniler 10:4: “Çünkü boğaların ve erkeçlerin kanı günahları ortadan kaldırmaz.” ayrıca bkz. İbraniler 9:12-14); yalnızca günahlı olan kişinin içten tövbe edişinin bir dış sembolü olarak kurban edilir ve gelecek olan kusursuz sununun önceden bildirilmesidir. Ayrıca hiçbir insan başka birinin canını kurtaramaz. İshak’ın ölümü insanoğluna bir yarar sağlamaz, yalnızca İbrahim’in itaat ettiğini gösterir. Musa kendisinin yerine İsrail halkının kurtulması için adının Yaşam Kitap’ından silinmesini Tanrı’dan istediğinde bile Tanrı buna izin vermemiştir (Mısır’dan Çıkış 32:32; Pavlus’un buna benzer bir isteğini Romalılar 9:3’e bulabilirsiniz). Mezmur 49:7-8 şöyle özetler: “Kimse kimsenin hayatının bedelini ödeyemez, Tanrı’ya fidye veremez: Çünkü insan hayatı pahalıdır, bundan vazgeçmemeli.”

İsa’nın halkını kurtarabilme koşullarından biri O’nun Tanrı’nın Oğlu olarak kutsallığı ve günahsızlığıdır. Ancak İsa’nın oğulluğu Kur’an ve İslami ilahiyat tarafından reddedildiğinden, insanoğlu için tamamen günahsız olacak bir kurtarıcı yoktur.