İçindekiler
Yaklaşık iki bin sene önce Mesih’in en ünlü havarilerinden biri olan Elçi Petrus bugünkü Türkiye coğrafyasında bulunan imanlılara iki mektup yazdı. O sırada büyük olasılıkla Roma’da bulunan Petrus tüm imparatorluğu silip süpürecek bir zülüm dalgasını öngörmüştü. Kendisi de, Mesih’in sözleri uyarınca, kısa bir süre sonra inancı uğruna can verecekti. Fakat göksel evine göç etmeden önce Petrus yıllarca hizmet ettiği ve şimdi dağılmış bulunan Mesih imanlılarına son bir kaç satır yazmak istedi. Bu son mektupları Petrus’un kiliseye bıraktığı kutsal vasiyetidir.
Eskiden Celile gölünde balıkçılık yapan Petrus, İsa Mesih’i izlemeye başladıktan sonra epey değişmişti ve müjde uğruna pek çok yol kat etmişti. Başta Yeruşalim Kilisesi’ne önderlik yapan Elçi Petrus daha sonra zülüm nedeniyle daha başka şehirlere gitmeye başladı. Anlaşılan Anadolu sınırlarında bulunan ‘Pontus, Galatya, Kapadokya ve Bitinya’ gibi yerlere de uğramıştı. Şimdi Roma’ya kadar gelmiş ve artık hayatının son yıllarını geçiren Petrus geride bıraktığı imanlılara ruhsal bir miras bırakmak üzere bir kaç mektup yollamaya karar verir. Ancak bahsettiği miras servetten ve mülkiyetten öte bir şeydir. Elçi Petrus İsa Mesih’ten bizzat öğrendiği kutsal bir takım mücevheri onlara teslim eder. Dahası bu miras yeryüzünde değil göklerde saklı bulunuyor dolayısıyla ne sıkıntılar gelirse gelsin bu kutsal mirasa hiç bir zarar gelemez.
Mektuplarında Petrus inançları uğruna baskı görmeye başlayan imanlıların daha dirençli bir imana sahip olmaları için pratik olarak nasıl yaşamaları gerektiğini öğretir. Dediğine göre imanlı bu tür sıkıntılara şaşırmamalı aksine Rab uğruna acı çektiğine sevinmelidir. Mektubunda Petrus imanlıyı gurbette yaşayan bir yabancı, dünyada gelip geçici bir mülteci olarak tasvir eder. Burası esas evimiz değil, biz göksel yolcularız. O yüzden burada çektiğimiz zulümlere hiç aldırmadan göksel memleketimize gözümüzü dikeriz (2. Korintliler 4:16-18). Ama bu zor yolculukta dayanma gücüne ihtiyacımız var. O yüzden Petrus kendi tecrübelerine dayanarak Mesih’in ardından istikrarlı bir imanla yürümesini öğretir.
Günümüzde yine bu coğrafyada baskılar artıyor. Mesih imanlısı olarak özgür bir şekilde yaşamak oldukça zor olmaya başladı. İşte Elçi Petrus’un buradaki sözleri bizim için tam isabetli oluyor. Zulüm dalgası yine yükselebilir ama hiç bir şey göksel mirasımızı yok edemez. Zaten bu dünyadan pek bir beklentimiz yoktur, bizim için önemli olan göklerdeki vatanımız. Şimdiyse dünyada kalan günlerimizi Rab’be yaraşır bir biçimde geçinmeye özen göstermeliyiz. Bunun için Petrus’tan dirençli bir imana nasıl sahip olacağımızı öğrenebiliriz.
Her mektubun bir yazarı, bir okuru ve bir amacı vardır. Önümüzdeki mektup de öyle. Şimdi bunlara bakalım:
YAZAR - Mektubun başında Petrus’u görüyoruz. Aramice eski ismi Simun olan Petrus, Celile Gölü kenarında olan Kafernahum’da balıkçı olarak çalışırken Mesih’le tanıştı ve O’nu izlemeye başladı. Üç sene boyunca Mesih’in yanındaydı ve diğer havariler arasında hep öncü ve sözcü olarak görünüyordu. Mesih yanlarından ayrıldıktan sonra Petrus diğer 11 elçiyle birlikte Yeruşalim Kilisesi’nin ilk önderliğini yaptı. Yaklaşık İ.S. 33 yılında baskı gören kilise topluluğu dağıldığında Petrus büyük ihtimalle Yeruşalim civarında bir şekilde gizlenerek kaldı. Daha sonra özellikle Samiriye’de oluveren uyanıştan oluşan kilise topluluğunu onaylamasında önemli bir rol oynadı. (Elçilerin İşleri 8)
Bir süre sonra tüm Yahudiye’yi gezip birçok yerde mucize yaparak ün saldı ve imanlılara epey teşvik oldu. Yafa’dayken Romalı Yüzbaşı Kornelius onu yanına çağırdı ve böylece kurtuluş kapısı Yahudi olmayanlara da açıldı. Bu gelişme müjdenin gayri-Yahudiler’e ulaşması konusunda çok büyük önem taşıyordu. Sonra 44 yılında, Elçi Yakup Hirodes tarafından öldürüldü ve hemen ardından Petrus da tutuklandı ve hapse atıldı. Geceleyin Rab’bin meleği mucizevi şekilde onu kurtardı ve Petrus kaçıp Sezariye’ye yerleşti. (Elç.İş. 12) Beş sene sonra Petrus’u bir daha Yeruşalim Konseyi’nde görüyoruz. Bu kez Pavlus’un müjdesini savunuyor ve diğer elçilerle beraber onu bereketliyor.
Bundan sonra Petrus’un nerelerde hizmet ettiği konusunda kesin bilgimiz yoktur. Pavlus’un Galatyalılar’a yazdığı mektuptan Antakya’da bir süre kaldığını öğreniyoruz (Gal. 2:11). Korintlilere yazılan mektuptan Petrus’un bir ara eşiyle birlikte Korint kilisesine uğradığını tahmin edebiliyoruz (1.Kor. 1:12, 3:22, 9:5). Bu arada da Pontus, Galatya ve Kapadokya yörelerinde hizmet ettiği ya da en azından oraları ziyaret etmiş de olabilir. Sonunda 60 yıllarında Roma’ya kadar gelip bir süre hizmet ettiğini kilise babalarının kayıtlarından öğreniyoruz. Tarihçi Eusebius’a göre 62-64 yıllarında, Petrus ve Pavlus işbirliği yaparak Roma kilisesini destekleyip yönetiyorlardı. Sonra 65 yılında meydana gelen Neron’un büyük katliamında Petrus’la Pavlus beraber Roma’da şehit düştüler. Rivayete göre Petrus çarmıha baş aşağı gerilerek canını verdi, ayrıca eşi de yanında Mesih uğruna şehit oldu.
OKUYUCU – Mektubun ilk ayetlerinde Petrus’un dağılmış bulunan imanlılara yazdığı anlaşılıyor. Bazısı Yeruşalim’de baş gösteren zulümden dolayı başka bölgelere göç etmiş olabilirler. Bunlar Türkiye coğrafyasında bulunan Pontus (Doğu Karadeniz), Galatya (Ankara yöresi), Kapadokya (Nevşehir civarı), Asya (Ege bölgesi) ve Bitinya (Batı Karadeniz) bölgelerinde yaşıyorlardı. Okurları arasında sadece Yahudiler değil, her milletten Mesih imanlısı vardı. Fakat hepsinin ortak özelliği de şuydu ki İsa Mesih’e olan sevgilerinden ötürü zulüm görüyorlardı. Petrus’un yazmaktaki amacı da onları her tür baskıya karşı ruhsal olarak donatmaktır. Ayıca onları Rab’bin çok yönlü lütfuna bağlı kalmaları konusuna cesaretlendirmeye özen gösterir (5:12).
Önsöz – (1:1-2)
Yüce Mirasımız (1:3-2:12)
Kurtuluş mirasımız (1:3-12)
Kutsallık mirasımız (1:13-2:3)
Kahinlik mirasımız (2:4-12)
Yüce Misalimiz (2:13-3:12)
Yöneticilere bağlılık (2:13-25)
Evlilikte bağlılık (3:1-7)
Kardeşlikte bağlılık (3:8-12)
Yüce Mücadelemiz (3:13-4:19)
Sıkıntıya karşı tutarlılık (3:13-17)
Mesih’in örneği (3:18-4:11)
Sıkıntıya karşı tavır (4:12-19)
Yüce Muhabbetimiz (5:1-11)
İhtiyarlar (5:1-4)
Gençler (5:5-11)
Sonsöz – (5:12-14)
AÇIKLAMA: Petrus zulüm nedeniyle farklı yerlere göç eden imanlılara yazıyordu. Onlar Mesih uğruna geride birçok şey bırakmak zorunda kaldılar. Onlar gibi birçok şeyi feda eden Petrus da doğal olarak geleceğe yönelik kaygı duyan kardeşlerine Tanrı çocuklarını bekleyen göksel mirası hatırlatır. Günümüzde bizler de Mesih’i izlemek için birçok şey gözden çıkarmak durumdayız ve kendimize: ‘Değer mi acaba?’ diye sorabiliriz. Bu soruya Elçi Petrus, ‘Fazlasıyla değer!’ diye yanıt veriyor. Mektubun başında gurbette yaşayan kardeşlerini Petrus aynı zamanda ‘seçilmiş’ olarak tasvir eder. Sonra Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un bizi kayırmak, kurtarmak ve kutsamak için nasıl işbirliği yaptıklarını belirtir. Dışardan durumumuz ne kadar çaresiz görünse de bizler Tanrı’nın bağrındayız. Bu dünyada yabancı ve gariban olarak dolaşsak da bizler kesinlikle kimsesiz değiliz.
İlerleyen ayetlerde Petrus öncellikle Rab’bin bizim için yaptığı olağanüstü işlere değinmeden geçemiyor. En başta Göksel Babamız Mesih sayesinde yeniden doğmamızı sağladı. Ademoğlu olan diğer herkes gibi biz de günahın tutsağıydık ve ölüme sürükleniyorduk. Fakat Mesih’e inandığımızda ruhsal olarak yeniden doğup yepyeni bir kimliğe sahip olduk (Yuhanna 1:12, Titus 3:4-6). Adem’den bize kalan miras sadece günah ve ölümdü. Mesih’in bize bıraktığı miras ise sonsuz yaşam vaadidir. Herkes miras sahibi olmak ister ne var ki zamanla en zengin miras bile yok olup gider. Tanrı’nın bize bağışladığı miras ise çok farklıdır. Göklerde Rab’bin yanında saklı olduğu için asla solmaz ve çürümez. Güzel tarafı şu ki daha şimdiden Rab bizi kayırır ve korur. Şimdilik, Mesih’in söylediği gibi, bir süreliğine denemelere ve acılara katlanmamız gerekse bile yakında bir gün teselli edileceğimizi bilerek ümitsizliğe kapılmayız. Yine de buradayken sıkıntılara katlanırken sevinebiliriz çünkü bu sayede imanımızın daha da güçlendiğini görebiliyoruz (Romalılar 5:1-5). Hatta ilginçtir ki genellikle sıkıntılarda Rab’be daha yakın hissederiz. Kendi gözlerimizle kendisini görmememize rağmen, kendisi gibi doğruluk uğruna acıya dayandığımızda olağanüstü sevgisini çok daha yakından tecrübe ederiz. Dahası, kutsal acılarına ortak olma ayrıcalığına sahip olduğumuz büyük bir sevinçle coşuyoruz. İşte mirasımız böyledir. Hem şimdiki zorlu süreçte Rab bizimle birliktedir hem de ölümden sonra sonsuza dek birlikte olacağız.
Aslında çok önceden Mesih’in hayatı hakkında yazan peygamberler bu garip durumu fark edip çözmeye çalıştılar. Mesih derken dünyanın kurtarıcısı ve son kralı demek fakat arada bir onlara seslenen Kutsal Ruh Mesih’in başına geleceği korkunç bazı olaylar da aktardı (Yeşaya 53). Bu yüzden peygamberler bayağı şaşırdılar. Mesih hem zaferli bir kral olacak hem de büyük acılara boyun eğerek ölüme teslim olacak. Onlar zamanında buna tam bir anlam vermedilerse de bizler şimdi anlıyoruz. Mesih, yerimize geçip ölüme boyun eğerek İblis’i yendi ve üçüncü gün bir daha ölememek üzere dirildi. Olayın böyle sonuçlanacağını Şeytan bile tahmin edemedi. Hatta Petrus’un dediğine göre Rab’be hizmet eden melekler bile bu olayları şaşkınlıkla izlediler. Evet, çarmıhta ölen İsa Mesih bütün evreni şaşkına çevirdi. Tanrı’nın bu şekilde muazzam bir kurtuluş sağlayacağını pek kimse akıl edemedi. Ama bugün bizler tüm bunlar için şükrediyoruz. Çünkü bu sayede hem günahımızdan af bulduk hem de yeniden doğduk.
Sonra Petrus ne büyük bir fidye karşılığında kurtulduğumuzu hatırlatarak kutsal bir yaşam sürmeye ne kadar daha çok özen göstermemiz gerektiğini vurgular. Bir insan babasına karşı doğal olarak ne büyük bir saygı beslerse bizler de Göksel Babamız’a karşı daha ne kadar büyük bir korku ile yaklaşmalıyız. Tabi bunu kendisinden korktuğumuz için değil, bize olan yüce sevgisine ihanet etmekten korktuğumuzdan yapmalıyız. Şimdi hepimiz atalarımıza saygı duyarız fakat onlardan kalma örf ve adetlerin ya da dini değerlerin bizi kurtaramadığını biliyoruz. Fakat Baba Tanrı’nın Mesih aracılığıyla sağladığı kurtuluş bambaşkadır. İsa kusursuz bir kuzu olarak yerimize kurban edildi ve böylece ebedi bir kurtuluş sağladı. Buna kendi gücümüz ya da maddi imkânlarımızla asla erişemezdik. Fakat Rab bunu bize karşılıksız bir şekilde bağışlar. Bizim yapmamız gereken tek şey, imanla bunu kabul etmektir. Böylece esas sahip olduğumuz her şey Göksel Babamız’dan bir armağandır. İşte bu yüzden büyük bir sevinçle kendisine boyun eğeriz.
İsa Mesih’e iman ederek yalnız Baba Tanrı’nın sevgisine erişmedik, aynı zamanda O’nun ailesine de dâhil olduk. Şimdi Rab’bi sevmek aslında çok kolay, esas zor olan diğer çocuklarını da sevmek. Ne var ki Tanrı’nın bize bağışladığı Kutsal Ruh vasıtasıyla bizler birbirimizi sevmeyi de öğrenebiliriz. Çünkü hepimiz aynı Baba’ya ait olduğumuz gibi, aynı ölümsüz tohumu da taşıyoruz. Böylece kendimizi Tanrı’nın kutsallığına yaraşır bir şekilde yaşamaya adadıkça içimiz O’nun yüce ve içten sevgisiyle dolup taşıyor. Çünkü ne kadar ki farklı yerlerden gelsek hepimiz yeniden doğarak aynı göksel ailenin mensubu olduk. Hepimiz aynı müjdeye inandık. Hepimiz aynı imana ve umuda sahibiz. Bize bağışlanan bu müjde sözü de gelip geçici bir şey değil. İnsan değişebilir ama Tanrı ve kutsal vaatleri asla değişmez. Göksel Babamız bizi kurtarıp bir aile yapacağına dair söz vermiştir ve bunu gerçekleştirene dek bize sadık kalacağına emin olabiliriz.
Ardından Petrus, Tapınak örneğine başvurur. Petrus gibi Yahudi olanlar için Tapınak çok büyük bir önem teşkil ediyordu. Tapınak, Tanrı’nın yeryüzündeki varlığını temsil ediyordu. Rab ise, Yahudiler’in itaatsizliği yüzünden M.Ö. 586 yılında tapınağın yıkılmasına izin verdi. Daha sonra İsa yine Yahudiler’in kendisini reddetmelerinden dolayı yeniden inşa edilen Tapınağın bir daha yıkılacağını söyledi (Matta 24:2). Mesih aynı zamanda kendi bedenini bir ‘Tapınak’ olarak tasvir etti (Yuhanna 2:19-22). Daha sonra Rab’bin Sözü, kilise topluluğunu Mesih’in bedeniyle eşleştirir (1.Korintliler 3:16). Anlaşılan Tanrı’nın belirli bir adrese ya da binaya ihtiyacı yoktur. Rab, kendisine iman edenlerle birlikte yepyeni, ruhsal bir tapınak inşa etmektedir. Petrus’un dediğine göre bu kutsal yapı ruhsal tuğlalarını oluşturan her birimizden oluşup büyümektedir. Ama eski tapınakta olduğu gibi bunda hayvan kesmeye gerek yoktur. Aksine Tanrı’nın kendisine adanmış hayatımız ve hizmetimizle ruhsal kurbanlar sunmuş oluyoruz (Romalılar 12:1-2). Ayrıca bunda hizmet etmek için Levi oymağından olmaya gerek yok çünkü iman eden herkes Tapınak’ta görev alabilir, yani hepimiz kahin olarak Rab’bin huzuruna yaklaşabiliriz (İbraniler 10:19-22).
Sonra Petrus Tapınak’ın temelinden söz eder. Kilise’yi temsil eden bu yapının köşe taşı Mesih’in kendisidir. Bütün binaya güç ve yön veren O’dur (Efesliler 2:20). Rab çok önceden Mesih’i bir ‘köşe taşı’ olarak göndereceğini söyledi (bkz. Mezmur 118:22; Yeşaya 28:16), ne var ki kendisini reddeden Yahudiler için bu taş bir ‘sürçme taşı’ oldu. Gerçekten ilginçtir ki bir yandan imanlılar için Mesih bir temel taşı oluştururken, kendisine karşı gelenler için aynı taş bir tökez taşı oluyor. İşin acı tarafı, Mesih’i reddeden, Rab’bin çok önceden seçtiği kendi halkıydı. O yüzden şimdi Petrus tüm uluslardan oluşan Kilise’ye dönüp, ‘Siz seçilmiş soy, Kral’ın kâhinleri, kutsal ulus, Tanrı’nın öz halkısınız!’ diyor (krş. Mısır’dan Çıkış 19:4-6). Anlaşılan Kilise İsrail’in misyonunu yüklenmiş bulunuyor. Rab, Yahudi ulusunu tüm uluslara kutsal bir örnek teşkil edip erdemlerini duyurmak için seçti. Ama İsrail iradesine karşı gelince Rab amacını bu defa Kilise topluluğu aracılığıyla gerçekleştirmeye başladı. Çoğunlukla Yahudi olmayan Kilise mensupları, eskiden Tanrı’ya karşı yabancı olmamıza rağmen, şimdi tüm dünyaya O’nun kutsal değerlerini öğretmeye çalışıyoruz. Tabi bu çok büyük bir sorumluluktur. Rab’bin İsrail için en çok vurguladığı şey, kutsallıktı. Dolayısıyla bizler bu görevi Yahudiler’den devralacaksak yüce Tanrımız’ın kutsallığını her yönden yansıtmaya özen göstermeliyiz öyle ki bizi gören yüce Rabbimiz’i yüceltsin.
Benzer şekilde iş yerinde patronlarımıza karşı saygılı bir tutum sergilemeliyiz. Tabi işveren iyi ve saygıdeğer bir insan ise bunu yapmakta zorlanmayız. Fakat patronumuz kötü huylu ve acımasız biriyse ne yapmalıyız? Petrus onlara karşı da saygıyla bağımlı olmalıyız der. Ama neden? Başka ayetlerde Elçi Pavlus bu konuyu daha da aydınlatır. Öncellikle ne yaparsak yapalım esas Rab için çalıştığımızı hatırlamalıyız. Çünkü bizi her daim gözetleyen O’dur ve günün sonunda ödüllendirecek ya da cezalandıracak olan da O’dur. Dolayısıyla patronumuzun gözüne girmek için çabalamak yerine, Rab’bin gözünde doğru olanı yapmak için uğraşmalıyız (Koloseliler 3:22-25). Peki, iş yerinde acı çekiyorsak ne yapmalıyız? Öncellikle niçin acı çektiğimize dikkat edelim. Eğer kendi tembelliğimiz ya da saygısızlığımızdan ötürü acı çekiyorsak o zaman pek şikâyet edemeyiz. Fakat doğru olanı yaptığımız halde acı çekiyorsak o zaman Rab’bin bunu kayda aldığından emin olabiliriz. Sonuç olarak Petrus, ‘Tanrı bilinciyle’ bunlara katlanmamız gerektiğini vurgular. Yani her şeyin burada olup bitmediğini unutmayalım. Her şeyi şimdiden gözlemleyen Rab günü geldiğinde adaletini de gösterecektir.
Sonra Petrus Mesih’in yüce örneğine odaklanır. Bizler İsa Mesih’i izlemeye çağrıldık, dolayısıyla ‘acılar adamı’ izlerken bizim de başımıza kötü olaylar gelse şaşırmamalıyız (Yuhanna 15:20). Aynı zamanda özellikle acılara katlanmak konusunda Mesih’ten öğreneceğimiz pek çok ders var. Kendisi hiç günah işlemediği halde, ağzından kötü bir söz dahi çıkmamasına rağmen, bizim uğrumuza korkunç bir eziyete katlandı. İnsanlar kendisine karşı çok ağır hakaretler ve asılsız iftiralar yağdırdıklarında, İsa sövgü veya tehditle karşılık vermemeye kararlıydı. Aksine kendisini çarmıha gerenler için ‘Rab onları bağışla!’ diye dua etti. Peki, bunu söyleyen Mesih adaletten vaz mi geçti? Hayır! Esas davasını göklerdeki Babasına havale etti. Kendisi öç almayı reddetti ama günü geldiğinde Tanrı’nın gerekeni yapacağına güveniyordu. Aynı zamanda, Mesih bizim yerimize geçtiği için günahlarımıza karşılık çarmıhta bu acılara katlanması gerekiyordu, o yüzden sesini etmedi. Yeşaya 53. bölümde gördüğümüz gibi yolunu şaşırmış bizler için İsa kuzu olarak sessizce ölüme gitti. Böylece Mesih yerimize acılara katlanarak hem en güzel örneği vermiş hem de uğruna çektiğimiz acıları şereflendirmiş oldu.
Düzen derken, Petrus’un de belirtiği gibi, kadınların kocalarına bağımlı olmaları gerek. Tabi bağımlı olmak demek, pas pas olmak demek değil, aksine Tanrı’nın düzenine saygılı olmak demek. Bu tutumu sergileyen kadın genellikle kocasının saygısını kazanır. Petrus’un dediğine göre bu özellikle kocası imanlı olmayan kadınlar için son derece önemlidir. Rab’bin Sözü’ne göre insanın eşi imanlı değilse onu Mesih’e kazanmak için içten bir çaba sarf etmelidir. Fakat bunu dır dır ederek değil, Tanrı korkusuna dayanan pak bir yaşantı sergileyerek ancak başarabilir. Kadınlar ezelden beri dış güzelliklerine çok meraklıdırlar. Kimisi süslü saçlara, kimisi altın takılara odaklanır ancak Petrus bundan daha önemli bir olaya odaklanmalarını ister, o da içsel güzelliktir. Elbette ki güzel giyinmenin hiç bir sakıncası yoktur ancak güzelliğimiz bir tek bundan ibaretse vay halimize! Petrus Rab’bin esas hoşlandığı güzelliği şöyle tarif eder: ‘sakin ve yumuşak bir ruh.’ Kutsal Kitap’ta İbrahim’in eşi Sara gibi hep övülen kadınlar bu şekilde süslenirlerdi. Yani kocalarına saygı duyarak Tanrı’nın beğenisini kazanırlardı.
Son ayette Petrus kocalara yüklenir. Eşlerine son derece duyarlı bir şekilde yaklaşmaları gerektiğini buyurur. Bunun bir kaç sebebi var. Birincisi, kadın yapı itibarıyla ‘daha zayıf bir varlıktır’ dolayısıyla erkek onu korumak ve kayırmakla yükümlüdür. İkincisi, kadın erkekle yaşamın ortak mirasçısı olarak Tanrı’nın gözünde tamamen eşittir. Üçüncüsü, eğer erkek eşine gerekli saygı ve sevgi göstermiyorsa Rab onun dualarını kayda almayacaktır. Şimdi başa dönelim çünkü bazı bayanlar hemen itiraz edecek: Ne demek ‘daha zayıf’? Aslında bu bir gerçektir ki kadınlar bazı konularda erkeklerden daha çevik ama şunu da kabul edelim ki Rab erkeği fiziksel açıdan daha güçlü yarattı. Aynı zamanda burada ‘zayıf’ diye çevrilen kelime ‘zarif’ anlamına da gelir. Yani, güzel bir vazo düşünebilirsiniz. Böylece erkek sevdiği eşini içgüdüsel olarak korur ve kayırır, çünkü Tanrı bizi böyle tasarladı. Sonuç olarak erkek evliğin başı olsa da her yönden eşine bakmak ve el üstünde tutmak için uğraşmalı. Aklımızdaki kaygıları bir kenara atıp Tanrı’nın evlilik için tasarladığı bu orijinal tasarıya güvenirsek çok daha dirençli bir ilişkiye sahip olacağımız kesindir.
Genellikle şunu diyebiliriz ki iyilik yapmakta gayretli olursak insanlarla pek sorun yaşamayız. Yine de özellikle inancımız uğruna zaman zaman sıkıntı çekersek bu bizim için büyük bir onur ve şereftir (Matta 5:10-12). Ancak yüreğimizde kötülüğe yer vermediysek hiç kaygılanmamıza gerek yok çünkü her şey Adil Yargıç'ın önünde açık ve çıplaktır. Bizim için önemli olan her daim vicdanımızı temiz tutmak ve yüreğimizi Mesih’in kutsal ellerine teslim etmektir çünkü O Rabbimizdir. Böyle yaşarsak insanlar bizdeki umudun nedenini merak edecekler. Sebebini sorduklarında da onları yanıtlamaya hazır olmalıyız. Yine de insanlarla inanç konusunda ateşli bir polemiğe girmemeye dikkat etmeliyiz. İnancımızı savunurken bile hep yumuşak huyla ve saygıyla karşılık vermeliyiz. Çünkü özellikle bu durumda insanlar kurduğumuz argümanlardan çok sergilediğimiz tutuma dikkat ediyorlar. Böylece inancımızın mantığını hemen çözemeseler bile olumlu tavrımızdan etkilenebilirler. En azında bize sürekli atılan iftiralara karşın ne kadar farklı bir yaşantı sürdürdüğümüzü kabul etmek zorunda kalacaklardır.
Ardından Petrus bize yine Mesih’i örnek olarak gösterir. İsa dosdoğru bir hayat sürmesine karşı her tür iftiraya uğrayıp çarmıha gerildi. Ama üç gün sonra dirildiğinde tüm düşmanlarının sövgülerini boşa çıkarttı. Ayrıca bu sürede zindanda olan ruhlara bir şeyler duyurduğunu okuyoruz. Bunlar kim? Hemen sonraki ayette Petrus bu ruhların çok eskiden, Nuh’un döneminde Tanrı’ya başkaldırdıklarını söyler. Büyük olasılıkla bunlar Yaratılış 6. bölümde adı geçen ‘ilahi varlıklar’ yani günaha düşmüş meleklerdir. Yahuda 6. ayet aynı bu kötü ruhlar için şöyle der: ‘Yetkilerinin sınırı içinde kalmayıp kendilerine ayrılan yeri terk etmiş melekler...’Anlaşılan tufandan önce bu melekler bir şekilde kadınlarla ilişkiye girerek insanlık soyunu kirlettiler o yüzden Rab onları çözülmez bağlarla bağlayıp karanlığa hapsetti. Mesih de çok eskiden Tanrı’nın kutsal değerleriyle alay eden bu ruhlara ölümden yenerek elde ettiği zaferi göstermek için yanlarına uğradı. Petrus bu sırada tufana değmişken bunu vaftize de benzetiyor. Nuh ve ailesi çağdaşlarının tüm sövgülerine katlanıp Rab’bin sözüne bağlı kaldıktan sonra ancak tufandan sağ salim kurtularak doğruluklarını kanıtlamış oldular. Benzer şekilde bizler de Mesih’in vaftiz buyruğuna uyduğumuzda pek çok baskıya maruz kalabiliyoruz, ancak şundan emin olabiliriz ki bir gün Rab doğruluğumuzu aydınlığa çıkaracaktır (Mezmur 37:6). Bunun garantisi de Mesih’in ta kendisidir. İsa her tür baskıya göğüs gererek çarmıha kadar gittiyse de şimdi Tanrı’nın sağındadır, ayrıca bütün göksel yetkiler ve güçler de O’na bağlı kılınmıştır.
İmansızla imanlı arasındaki en çarpıcı farklardan biri şu ki, imansız bu dünyadaki sefahati sürdürmek için uğraşırken bizler bundan sonra bizi bekleyen kutsal huzuru iple çekiyoruz. Onlar son gelmesin diye dua ederken, bizler bir an evvel son gelsin diye yalvarıyoruz. Dünyada kalan günlerimizi de ahlâksızlıktan oldukça uzak, kutsallık içinde geçirmeyi amaçlıyoruz. Başka insanları kullanıp kendi mutluluğumuz için çabalamak yerine esas birbirimize hizmet ederek Rab’bi hoşnut etmeye çalışırız. Bu yönde, kardeşlerimizi pekiştirmek için Kutsal Ruh’un bize bağışladığı ruhsal armağanlarımızı kullanmaya gayret etmeliyiz. Kutsal Kitap’a göre iman ettiğimizde Rab hepimize en az bir ruhsal yetenek veriyor (1.Korintliler 12:7). İncil’in başka bölümlerinde bu armağanların daha kapsamlı listesine rastlıyoruz ama burada Petrus öncellikle bu armağanları başkalarına hizmet etmek ve Rab’bin adını yüceltmek için özenle değerlendirmemiz gerektiğini vurgular. Çünkü Rab tüm hepimize bu lütfu gösterdi, biz de güvenilir birer kâhya olarak bu kutsal emanetleri kilisenin ortak yararı için kullanmaya dikkat etmeliyiz.
Sonra Petrus bir daha acı çekme meselesine döner. Özellikle Mesih uğruna acı çektiğimizde şaşırmamamız gerektiğini söyler. Bunun birçok sebebini sıralar. Öncellikle imanımızın bu sıkıntılarla sınanarak ateşle arıtılmış altın gibi daha pak ve değerli bir hale geldiğini belirtir. Bu yüzden üzülmek yerine aslında acıların sonucunu düşünerek sevinmeliyiz (Yakup 1:2-4). Aynı zamanda özellikle doğruluk uğruna acı çektiğimizde Kutsal Ruh’un gücü ve esenliğiyle doluyoruz. Mesih uğruna zulme uğrayan nice imanlı o anda hissettikleri Ruh’un olağanüstü etkisine tanıklık etmiştir. Ayrıca Elçi Petrus imanlı olarak acı çekmenin belki en harika bir yönüne daha dikkatimizi çeker. O da şudur ki Mesih uğruna acı çektiğimizde O’nun kutsal acılarına ortak oluyoruz. Bundan daha büyük bir onur ve şeref olabilir mi? (Filipililer 3:10, Koloseliler 1:24). Sonuç olarak bu şekilde acıya katlanıyorsak etrafımızdaki insanlar ne derseler desinler hiç utanç duymamıza gerek yok. Bizler şimdilik bu acılara katlanıyorsak da Tanrı’nın nihai yargısından kurtulacağımızdan eminiz. Sonuç olarak özellikle bizler Mesih’in çocukları olduğumuz için bu dünyada acıdan daha büyük bir pay alıyorsak da üzülmeyelim çünkü tüm bunların yakında biteceğini ve ardından esas özlediğimiz sonsuz mutluluğun başlayacağını biliyoruz.
Sonra Petrus İblis tarafından gelen büyük tehlikelere odaklanır. Kilise İyi Çoban Mesih’in sürüsü ise İblis de kuzuları kapmak için gölgelerde saklanan ve fırsat kollayan aslandır. Aslan her zaman yalnız gezen ve sürüden uzaklaşan kuzulara yöneldiği gibi İblis aynı şekilde kendine çok güvenen ve başkaldıran imanlılara saldırır. O yüzden Rab’be ve topluluğuna sadık kalmak çok önemlidir. Tabi bazen Şeytan’ın bir tek bizimle uğraştığı düşüncesine kapılabiliriz, ama gerçek şu ki İblis yeryüzündeki tüm imanlılara saldırmak için sürekli fırsat arıyor. Fakat çarmıhta onun başını ezen İsa Mesih’e bağlı kaldığımız sürece Şeytan’ın üzerimize hiç bir yetkiye sahip olmadığını biliyoruz. O yüzden imanda dimdik durarak İblis’in tüm oyunlarına karşı direnebiliyoruz. Neticede bu kovalamacanın yakında biteceğini de biliyoruz. Çünkü Rab’bimiz İsa Mesih her an yeryüzüne dönecek ve Şeytanı bağlayacaktır (Vahiy 20:1-2). O zamana dek bu tehlikeli süreç boyunca Rab’bin lütfu bizi her daim pekiştirip yetkinleştiriyor. Çoğu zaman aslında bu sıkıntılar sayesinde Rab’be daha çok bağlanıp imanda büyüyoruz. O yüzden karanlık vadilerden geçsek de Rab’bimizin hikmetine güvenerek Çobanımızın gösterdiği yoldan devam ediyoruz.
Mektubun son satırlarında Petrus muhtemelen mektubu yazan Silvanus kardeşin ismini zikrediyor. Özet olarak da okurları Rab’bin lütfuna yönlendirmeye çalıştığını belirtiyor. Petrus için imanlı hayat ‘lütuf’ sözüyle özetleniyor. Lütuf sıradan iyilik ya da merhametin de ötesinde bir şeydir. Lütuf demek hak ettiğimiz cezanın tersini almak demek. Petrus yeri geldiğinde Mesih’i inkar etti. Ama Rab onu yine de bağrına bastı ve hiç hak etmediği olağanüstü bir lütuf gösterdi. İmanlıları da Rab’bin bu harika lütfuna bağlı kalmalarını söyler. Sonra ‘oğlum’ dediği Markos’un selamlarını da gönderir. Markos, Barnaba’yla Pavlus’un üzerinde tartıştıkları gençtir, ne var ki sonradan adam olup Pavlus’un güvenini kazandığını görüyoruz (2.Timoteos 4:11) Yani Markos da Petrus gibi büyük bir lütuf gördü. Adını taşıyan İncil’in ikinci kitabını yazdığı biliniyor. Aslında ilk kilisenin kayıtlarında Markos’un kitabını Petrus’un önderliğinde yazdığını okuyoruz. Böylece Petrus ilk mektubun Rab’bin selametini dileyerek noktalar.
2.PETRUS’A GİRİŞ
Petrus’un bu ikinci mektubu daha önce yazdığı ilk mektubu harika bir şekilde tamamlar. İlk mektubunda Petrus imanlıları özellikle dışardan gelen baskı ve zulme karşı hazırlarken ikinci mektubunda kilisenin içinden çıkan sahte öğretilere karşı uyarır. İlk mektubunda Petrus yeni doğuşu pek çok defa vurguladı, ikinci mektubunda ise Mesih’te olgunlaşmanın yolunu harika bir şekilde tarif eder. Bu ikinci mektubu muhtemelen ilk mektubu gibi Roma İmparatorluğu’nun farklı yerlerine dağılmış bulunan imanlılara yöneliktir. Bu sırada Petrus büyük olasılıkla Roma Kentinde bulunup son günlerini geçiriyordu. Yakında Mesih uğruna can vereceğini bilerek geride kalan imanlıları gayrete getirmeye çalışıyordu (2.Petrus 1:12-15). Mesih’in havarisi ve yaşadıklarının görgü şahidi olarak Petrus Rab’den aldığı müjdenin güvenirliliğini vurgulamayı borç biliyordur. İsa’nın sözü doğrultusunda kendisi yakında Rab’bin huzuruna göç edeceğini bilerek Petrus son vasiyeti olarak tüm imanlıları Mesih’in temel öğretilerine sadık kalmaya çağırır. Çünkü Mesih’in de uyardığı gibi, kendisinden sonra pek çok sahte öğretmen ve peygamber çıkacağını biliyordur. Nitekim Yuhanna ve Yahuda yazılarında gittikçe yükselen bu tehlikeye karşı benzer uyarılar yazarlar. Hatta 2.Petrus ve Yahuda mektupları özellikle bu konuda pek çok açıdan birbirine benzemektedirler.
İçerik olarak Petrus’un ikinci mektubu üç bölüme ayrılır. Birimci bölümde Petrus imanlıları imanda büyüyüp pekişmeye çağırır. İkinci bölümde imanlıları yanlış öğretilere karşı direnmeye çağırır. Üçüncü bölümde ise imanlıları Mesih’in gelişi ve egemenliğini sabırla beklemeye çağırır. İlk kısımda Petrus olumlu yönden müjdenin sağlamlığını ve imanda köklenmenin adımlarını tek tek anlatır. Sonra o günde baş göstermeye başlayan sahte öğretileri yayan sahtekârları son derece keskin bir dille azarlamaya başlar. Eski Antlaşma’dan pek çok örnek vererek Petrus yayılan bu yanlışların yargılanacağını belirtir. Son olarak Mesih’in geri gelişine şüphe düşürmeye çalışanlara çok net bir cevap verir. Böylece artık ölüme hazırlanan Elçi Petrus yaydığı müjdenin kökünün sağlam olduğunu ve her tür tehlikeye karşı sonuna kadar dayanacağına inandığını gösterir.
Önsöz (1:1-2)
İmanlının Köklenmesi (1:3-21)
İmanımızın Temellenmesi (1:3-11)
İmanımızın Sağlamlığı (1:12-21)
İmanlının Düşmanları (2:1-22)
Sahte Öğretmenler (2:1-3)
Tarihten örnekler (2:4-16)
Sahtekârların sonu (2:17-22)
İmanlının Ümidi (3:1-18)
Dünyanın Sonu (3:1-10)
İmanlının Tepkisi (3:11-18)
İlerleyen ayetlerde Petrus tanrısal özyapıya ortak olmanın sürecini adım adım anlatır. İlk adım her türlü gayreti göstermektir. Bunu içtenlikle arzulamalıyız ve uğruna her tür emek vermeye hazır olmalıyız. Ama gayret kendi başına yeterli değil, erdem ve bilgi de gerek. Yani doğru karakter ve doğru enformasyon da gereklidir. Bir yandan Mesih’in karakteristik özelliklerini özümsemeliyiz, öbür yandan Rab’bin Sözü’nden beslendiğimize de emin olmalıyız. Yine de bu konularda gayretli olmak yeterli değil, ilerleyen zaman özdenetim de gereklidir. Doğru bildiğimiz şeyleri tutarlı bir şekilde hayatımızda uygulamak büyük sabır ve cesaret ister. Bunun için de dayanma gücü gereklidir. İblis’e karşı iki üç kez değil her defasında direnebilmek için Rab’bin gücüne ihtiyacımız var. Ancak güçlenmeye başladığımızda dikkat etmeliyiz, çünkü kendi gücümüze güvenmeye başladığımız andan itibaren çok kolay yıkılabiliriz (bkz. 1. Korintliler 10:12). O yüzden Tanrı yoluna bağlılık şarttır. Buradaki kelime aynı zamanda ‘Tanrı’ya yaraşır’ olmak demek. Hayatımızın her alanında Tanrı’ya yakışır davranışlar ve tutumlar sergilemek demek. Tabi kuru bir dindarlıktan çok öte, bu Tanrı’yla içten, samimi ve şeffaf bir ilişki demek. Tanrı’yı bu şekilde sevmeyi öğrendik mi, kardeşlerimizi de sevmeyi öğrenebiliriz. Sonuç olarak bu serüvenin nihai amacı da sevgi olan Tanrı’nın en temel niteliği olan sevgiye kavuşmaktır. İşte Petrus’un tarif ettiği bu merdivenden çıktığımızda Tanrı’nın bizim için öngördüğü kutsal özyapıya ortak olmaya adım adım yaklaşıyoruz.
Aynı zamanda bu kutsal değerlere sahip olduğumuzda imanda gerçekten etkili ve verimli olmaya başlıyoruz. Öte yandan ruhsal olarak körelip gittikçe geriliyoruz. Halen eski günahların içinde debelenip gidiyorsak Mesih’in yolunda pek yol kat etmediğimi anlamalıyız. Oysaki Rab bizi bu zincirlerden kurtarmak için geldi. Bu nedenle Rab’bin bizdeki çağrısını ve seçimini etkinleştirmek için gayret etmeliyiz. Yoksa bir gün Mesih’in karşısına çıktığımızda bize sunduğunu ve boşuna harcadığımız bunca lütuf ve olanak için derin bir utanç ve üzüntü duyacağız. O halde daha vakit varken kutsal inancımızda köklenmeye ve kutsal Rab’bimize yaraşır meyveler yetiştirmeye bakalım.
Tabi birçok kişi Petrus’un bu ‘kesin’ bakışını eleştirebilir; ölümden sonra Rab’bin yanına gideceğine nasıl bu kadar emin olabilir? O yüzden Petrus bu inancının bir takım uydurma masallara dayanmadığını hatırlatır. Bir kere Petrus kendi gözleriyle Mesih’i tüm görkemiyle görme fırsatına sahipti. Günün birinde İsa en yakın üç öğrencisini yanına alıp yüksek bir dağa çıktı. Orada onlar uyuklarken Mesih’in görünümü değişti (Matta 17). Uyandıklarında İsa’nın Musa ve İlyas’la konuştuğuna şahit oldular. Buna çok şaşıran Petrus onları alıkoymaya çalıştı, ama tam o sırada koyu bir bulut etraflarını sardı ve gökten gelen bir ses ‘Sevgili Oğlum budur, O’ndan hoşnudum!’ diye seslendi. İşte Petrus yine burada bu görkemli manzaraya ve ilahi sözlere bizzat şahit olduğunu belirtir. Bu yüzden Petrus başta dediği gibi, bir takım rivayetlere inanarak bu yola inanmadığını söyleyebilir. Onun için Mesih’le ilgili bu gerçekler büyük bir kesinlik kazanmıştı.
Bunun bir boyutu daha vardı ki Mesih’in hayatıyla ilgili peygamberlerin çok önceden kayda geçirdikleri onlarca ön bildiriler de vardı. Yahudi olarak Petrus bu peygamberlik sözleri çocukluğundan beri duyuyordu. Şimdiyse bu sözlerin Mesih’in hayatında açık ve net bir şekilde gerçekleştiğini belirtiyor. Dahası Petrus peygamberlerin yazdığı bunca sözlerin üstün bir zekânın ürünü ya da tesadüf sonucu olmadığını da vurguluyor. Çünkü yazılan bu sözler yazan ya da konuşan peygamberlerin kendi yorumları değildi. Nitekim onlar kendi istekleriyle konuşmuyorlardı, aksine onlar Kutsal Ruh’un etkisi altında kalarak Tanrı’dan konuşuyorlardı. Burada Kutsal Ruh tarafından ‘yönetildiler’ sözü, aslında antik dünyada rüzgâr tarafından sürüklenen gemiler için kullanılırdı. Böylece Rab’bin sözlerini ileten peygamberler bir kere Kutsal Ruh’un verdiği güç ve ilhamla sesleniyorlardı. İşte bu yüzden Kutsal Kitap’ta geçen sözler için ‘Tanrı’nın Sözü’ diyebiliyoruz çünkü esas konuşan Tanrı’ydı, peygamberler ise sadece birer alet olarak görev görüyorlardı. Sonuç olarak Petrus tüm bunlara dayanarak bu sözlerin büyük ‘kesinlik’ kazandığını söyleyebiliyor. İşte biz de Petrus ile sabahyıldızı gibi doğmak üzere olan bu sözlerin görkemini daha şimdiden imanla görmeye başlayabiliyoruz.
İlerleyen ayetlerde Petrus bu konuyla alakalı Kutsal Kitap’ta geçen pek çok örnek sıralamaya başlar. İlk başta tufan öncesinde Yaratılış 6. bölümde geçen bir olay vardır. Anlaşılan o dönemde İblis’in peşinden gelen bazı melekler (Tanrı oğulları denen varlıklar) insanlarla bir tür ahlâksız ilişkiler kurarak büyük çaplı ciddi bazı bozukluklara neden olmuşlardı. Öyle ki Rab’bin bütün insanları yıkmaktan başka bir çaresi kalmamıştı. Belirlenmiş sınırları aşan bu düşmüş melekler dolayısıyla koyu karanlıkta zincire vurulmuşlardı (1.Petrus 3:19-20, Yahuda 6). Ardından Rab tüm dünyayı büyük bir tufanla yargıladı ve bir tek Nuh’la ailesi kurtuldu. Daha sonra İbrahim’in döneminde Rab korkunç bir sefahate kapılan Sodom ve Gomora kentlerini de gökten yağan ateş ve kükürtle yıktı (Yaratılış 19). O sırada aralarında yaşayan Lut kendi içinde korkunç bir vicdan azabı çekiyordu. Ama İbrahim’in yalvarması sonucunda Rab o bölgedeki şehirleri yıkmadan önce Lut’u ve çocuklarını kurtardı. Bundan şunu öğreniyoruz ki Rab yeri geldiğinde kötüleri yargıladığı gibi kendisine bağlı kalmaya çalışanları da kurtarmasını bilir.
Sonra Petrus aramıza sızmaya çalışan sahte öğretmenleri ayıklamamız için birçok temel özelliklerini sıralamaya başlar. Onlar öncellikle bencil, açgözlü ve dik başlı kişilerdir. Her şeyden önce kendilerini dilleriyle ele verirler çünkü genellikle övüngen ve küstah sözler sarf ederler. Kimi zaman göksel varlıklara söver, kimi zaman başkalarını yerden yere vurur ve imanlıları da yargılayıp dururlar. Petrus onları akılsız ve vahşi hayvanlara benzetir. Onlar için ahlâksızlık bir tür eğlencedir, gözleri pisliğe doymaz ve mümkün mertebede başkalarını da beraberlerinde aşağıya çekmeye çalışırlar. Bu anlamda Çölde Sayım 22-25 bölümlerinde adı geçen Balam’a benziyorlar. Rab’bin halkını lanetleyemeyeceğini anladıktan sonra Balam onları başka türlü Moav’ın kızlarıyla ahlaksızlığa çekmeye başardı (31:16). Sahtekârlara dönerek Petrus onları susuz pınarlara benzetir. İnsanlara özgürlük vaat ederler, oysa kendileri ahlaksızlığın kölesidirler. Acı gerçek şudur ki bu tür insanlar kendi yalanlarının tutsaklarıdırlar. Kendi kusmuğuna dönen köpekler gibi aynı pislik içinde debelenip dururular. Bir zamanlar Rab’bi bir şekilde tanışmışlarsa da kendi egolarına uyarak topluluktan koptuktan sonra beraberlerinde başkalarını da uzaklaştırmaya çalışırlar. O yüzden bu tehlikeye karşı hep ayık ve uyanık olmamız gerek.
Yine de sona geldiğimizde birçok insanın şaşıp kalacağı kesindir. Petrus, Mesih’in de belirttiği gibi ikinci gelişinde bir ‘hırsız’ gibi habersiz ve aniden geleceğini belirtir (Luka 12:39-40). Dünyaya döndüğünde İsa Mesih kendisine karşı gelmiş tüm hasımlarını yargılayacak ve yeryüzünde mutlak egemenliğini kuracaktır (Vahiy 19). Bunun ardından Rab gökyüzünde ‘beyaz tahtını’ kurarak son yargısını ortaya koyacaktır. Petrus burada Rab’bin yargısının bu son aşamasına odaklanır. O zaman yaratılan bütün evren ateşle yok edilecektir. Yalnızca Rab’be iman edenler yeni gök ve yeryüzüne kavuşacaktır. Ama Petrus için mühim olan esas bunun pratik boyutu. Bu hayatta gördüğümüz ve sahip olduğumuz her şey bu şekilde aniden yok olacaksa o zaman nasıl yaşamalıyız? Esas neye değer vermeliyiz? Neler peşinde koşmalıyız? Önemli olan Rab’be yaraşır kutsal birer yaşantı sergilemektir. Çünkü İncil’in belirttiği gibi ‘Kutsallığa sahip olmadan kimse Rab’bi göremeyecektir’ (İbraniler 12:14). Bunun ilginç yanı şu ki bizler Rab’bin yolunu izledikçe ve kutsal işlerini sergiledikçe O’nun dönüşünü bir şekilde çabuklaştırmış oluruz.
Sonuç olarak Rab’bin görkemli dönüşünü beklerken bizler barış ve kutsallık için yaşamaya gayret etmeliyiz ki Mesih geldiğinde bizlerde yücelik bulsun. Bazıları gibi sabırsızlığa kapılmak yerine bu dünyada bize bağışlanan her günü başkalarını Mesih’in lütfuna çağırmak için değerlendirmeliyiz (Koloseliler 4:5). En büyük arzumuz daha fırsat varken bir can daha kurtarmak olmalıdır. Son ayetlerde Petrus Elçi Pavlus’un yazılarına da değinir. İlginç olan şu, Petrus Pavlus’un yazdığı mektupları peygamberlerin çok önceden yazdıkları sözlerle bir tutuyor. Yani daha çok erken bir tarihte Petrus elçilerin yazdığı sözleri Tanrı’nın sözü olarak kabul ettiğini gösteriyor. Son satırlarda Petrus yine okurlarını Rab’be bağlı kalmaya çağırır. Sona kadar İblis’in pek çok oyunu ve yalanı olacak. Bunlardan kurtulmanın tek yolu Rab’bimiz İsa Mesih’i tanımakta günbegün ilerlemektir. Bizler Mesih’in sözüne bağlı kaldıkça düşmanımızın yalanlarının bize kök salması imkânsız. O yüzden bizler de sona kadar Rab’bin lütfuna tutunarak mücadele vermeliyiz.
William MacDonald, Kutsal Kitap Yorumu: Yeni Antlaşma Serisi, Cilt 3, Yeni Yaşam Yayınları, 2002.
Edmund Clowney, 1.Petrus’un Mesajı, Haberci, 2015.
Thomas Constable Online Commentary: http://www.soniclight.com/constable/notes/pdf/1peter.pdf