Evrimcilerin son hedefi, her olguyu Tanrı'dan bağımsız şekilde açıklayıp Tanrı'yı yüce tahtından indirmektir. Tabii ki, bu da insanın kökenini açıklayan evrimsel bir senaryo gerektirir. Sonunda evrimciler, Darwin'den önce bile, insanı Kutsal Kitap'ta söylendiği gibi Tanrı'nın benzerliğinde değil de maymuna benzer bir yaratık olarak tanımlamaya çalıştılar.
Ne var ki, insanın evrim sonucu maymundan ya da başka bir yaratıktan türediğine dair geçerli bir kanıt yoktur. Tarih boyunca insan her zaman insan, maymun da her zaman maymun olagelmiştir.
Peki, evrimcilerin bize tasvir ettiği o insan-maymun yaratıklarına ne diyeceğiz? Yakından incelendiğinde bunların ya soyu tükenmiş insan toplulukları ya da türü tükenmiş maymunlar olduğu görülür. Kimi durumlarda da uydurma resimlerdir.
1912'de İngiltere'nin Doğu Sussex bölgesinde bazı insan kemikleri bulundu. Piltdown Adamı olarak adlandırılan bu kalıntılar bir sürü tartışmaya neden oldu. Buluntuların evrim zincirinde eksik kalan halkaları tamamlayacağı sanıldı önce. Sonunda anlaşıldı ki, Piltdown Adamı'nın yaratıcıları bilerek bir fosilin kafatasının üst kısmıyla çağdaş bir maymunun çene kemiğini birleştirip bunu maymun-insan şeklinde tanıtmışlar.11
Fosilin yeniden yapılandırılmasında hile yapılmamış olsa bile gayretkeş evrimciler bulunan fosil parçalarını kullanıp insanın evrimine kanıtlar biçiminde sunmada birbirleriyle yarışıyorlar. Evrimci bir bilim insanı bu gayretkeşlerle şöyle alay ediyor:
"Tarih öncesi insanlar hiçbir evrim kuramının belirleyemeyeceği bir değişimden geçiyorlar. Kuzey Afrika'da rastlanan ve maymunlarla insanların bilinen eski atası sayılan hominoid, yakın geçmişte yunus balığına dönüştürülürken, doğu Afrika'da iki ayaklı bir hominid, ya da ilkel bir insan, dans eden bir ayıya dönüştürüldü. Bu değişiklikler ilk insana ilişkin görüşleri etkilememekle beraber antropologların insanın ilk atalarını ortaya çıkarma gayretleri konusunda hararetli tartışmalara yol açtı. Örneğin, bazı kemikleri ısrarla insan köprücük kemiği olarak yorumlamayla ilgili oldukça eski ve yaygın bir gelenek var. Bunların arasında timsahın uyluk kemiği ya da üç toynaklı atın toynağı anılabilir."12
Evrimciler insan ile yaşamın ilk biçimleri arasında bir ilişki kurabilmek için ellerinden geleni yaptılar; ama başaramadılar. Nedeni gayet açıktır: Böyle bir ilişki yoktur.
O halde insan nereden geldi? İnsanın kökenine ilişkin gerçek açıklama, Kutsal Kitap'ın Yaratılış kısmı 1:26-28 ayetlerinde veriliyor: "Tanrı, 'İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım' dedi, 'Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun.' Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, 'Verimli olun, çoğalın' dedi, 'Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.'"
İnsan ruhsal ve ahlaki yönden yaratıcısına benzer yaratılmıştı: soyut konularda akıl yürütebiliyor, çevresiyle anlamlı biçimde iletişim kurabiliyor, öğrendiklerini kendinden sonraki kuşaklara iletebiliyor, yanlışı ve doğruyu ayırt edebiliyor, Tanrı'ya tapınıyordu. Hiçbir maymun ya da hayvan bunları yapamaz. İnsan, Tanrı suretinde yaratılmıştı. Maymuna benzer olarak yaratılmamıştı!