Peki, evrim kuramı bugün çevremizde gördüğümüz sayısız türün nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışırken daha mı başarılıdır? Birçok insan Charles Darwin'in 1859'da Doğal Seçilim Yoluyla Türlerin Kökeni adlı yapıtını yayınladığında bu soruların tümünü yanıtladığını düşünüyor. Darwin ve izleyicilerine göre doğa, dünyada görülen tüm canlı türlerinden kimilerini türlerini sürdürmek üzere, kimilerini de yok olmak üzere seçer. 'Doğal seçim' diye adlandırılan bu süreç bugün çevremizde gördüğümüz her tür bitkinin, hayvanın ve insanın kökenini açıklamaya yeter.
Ancak çok şaşırtıcı olan gerçek şu ki, Darwin ne doğal seçilime göre ne de başka bir sürece göre yeni bir türün ortaya çıkışını kanıtlayabilmiş değildir. Yapıtı da sırf tahminlerden ibaret olup kanıtlanmamış bir sürü iddiayla doluydu. Darwin'in kendi yapıtını yayınladığı tarihten beri binlerce evrimci yeni bir tür üretmenin çabası içine girdiler. Bunu başarabilmiş tek bir kişi bile yok. İngiltere'nin önde gelen evrimcilerinden birinin itiraf ettiği gibi:
"Hiç kimse doğal seçilim yoluyla yeni bir tür üretebilmiş, hatta böyle bir olanağa yaklaşabilmiş değildir."7
Bir başka evrimciyse şunu soruyor:
"Evrimsel değişiklikler nasıl başlıyor? Popülasyonların yararlı mutasyonlara uğramak için (nasıl oluyormuş bu?) on binlerce yıl beklediğine, sonra seçimin popülasyonu yeni ve yararlı bir değişime doğru ittirmek üzere, bu popülasyon gerekli sayıya ulaşıncaya kadar bu yararlı mutasyonları endişeyle koruduğuna hala inanan var mı?"8
Başka bir deyişle, evrim sürecini hiç kimse gözleyemediği gibi, nasıl olabileceğini de bilen yok!
Bugünkü canlılar dünyası için doğru olan şey, geçmiş için de doğrudur. Evrimciler, evrim sürecinin nasıl bir yol izlediğine ilişkin iki farklı açıklama öneriyorlar. İlki 'filumsal tedricilik'tir (phyletic gradualism). Bu görüşe göre türler, daha ilkel ve basit türlerin derece derece evrimi sonucunda ortaya çıkmıştır. İkincisiyse 'sıçramalı denge'dir (punctuated equilibrium). Bu kurama göre evrimsel gelişmeler tedrici olarak değil, birdenbire meydana gelir.
İleri gelen iki evrimcinin bu iki kurama ilişkin değerlendirmeleri şöyledir:
"Vardığımız sonuç şu: Tür seviyesindeki evrimsel değişimle ilgili bu iki karşıt kuramın hiçbiri, ne filumsal tedricilik, ne de sıçramalı denge, yeni beden biçimlerinin kökenini açıklamaya yetiyor."9
Bu yazarların bize söylediği şu: Yeni türler oluşturulabilse bile, daha gelişmiş 'beden biçimlerine, yani yeni familyalara ya da daha gelişmiş yaşam biçimlerine yol açan evrimsel ara biçimleri bulunmamaktadır.
Fosil bulgularının ortaya koyduğu gerçek de budur. Oxford Üniversitesi Müze Müdürü Thomas J. Kemp'in işaret ettiği gibi,
"Artık biliyoruz ki, fosil türlerinin çoğu kayıtlarda birdenbire ortaya çıkmakta, hiçbir değişikliğe uğramadan milyonlarca yıl yaşayıp yine birdenbire yok olmaktadır."10
Gerek bugünkü canlılar dünyasında gerekse geçmişi bugüne taşıyan fosil bulgularında ileri sürüldüğü biçimiyle gerçek evrimin bilinen tek bir örneği ya da evrimi başlatacak bir süreç olmadığına göre herkes evrim denen bir olayın olmadığını kabul etmelidir.
Peki, onca değişik bitki ve hayvan türü nereden geldi? Yanıt basittir: Hepsini Tanrı yarattı! Kutsal Kitap'a göre Tanrı çok sayıda bitki ve hayvan 'türü' ya da 'cinsi' yarattı. Yaratılış ı:11-25 arasındaki ayetlerin asıl İbranicesi’nde 'türlerine göre' gibi ifadesi on kez geçer. Elçi Pavlus'un 1. Korintliler 15:38,39 ayetlerinde söylediği gibi, "Tanrı tohuma dilediği bedeni -her birine kendine özgü bedeni- verir. Her canlının eti aynı değildir. İnsan eti başka, hayvan eti başka, kuş eti, balık eti başka başkadır."
Şundan emin olabiliriz ki, Tanrı türleri yaratırken ve yarattığı biçimde kalmalarını tasarlarken ne yaptığını biliyordu. Her birinin tanrısal düzendeki amacını tam bilmeyebiliriz, ama Tanrı biliyor ve her birine özel bir ilgi duyuyor! "İki serçe bir meteliğe satılmıyor mu? Ama Babanızın izni olmadan bunlardan bir teki bile yere düşmez" (Matta 10:29).