hitcomb ve Morris’in 1961 yılında yazdığıThe Genesis Flood(Yaratılış’taki Tufan)adlı kitabın yayınlanması genel olarak modern yaratılış hareketinin başlangıcının katalizörü olarak kabul edilmektedir. Nedeni, kitabın yaratılış konusunu çokça ele aldığından değil, Tufan’ın doğası ve gücünü açıkladığındandır. Ve Tufan konunun anahtarıdır. Böyle bir Tufan, genel olarak tekbiçimciliğin uzun çağlarının bir kanıtı olarak yanlış yorumlanan fosilleri ve katmanları açıklayabilmektedir. İlk olarak, Kutsal Kitap’ın hatasızlığı inanılır, bilimsel bir sav olarak kabul edilebilmiştir. Kutsal Yazılar’ın yetkisiyle, katastrofik Tufan gerçekten de dünya çapında gerçekleşmiştir ve jeolojide de bu kadar büyük çapta bir katastrofinin bol bol kanıtı bulunmaktadır. Başka bakımlardan Kutsal Kitap’a inanan Hristiyanlar’ın yaşlı yeryüzü konusundaki inançları yerel Tufan kavramını savunmayı gerektirdiği gibi, genç yeryüzü savı da küresel Tufan doktrinini izlemektedir.
Ama o zamandan beri geçen yıllarda birçok şey değişmiştir. Yaratılış hareketi seküler jeolojik düşüncede bir devrime bile neden olmuştur. Seküler jeoloji en azından, The Genesis Floodkitabında yer alan “radikal” savların birçoğunu kabul etmiştir çünkü şimdi jeoloji disiplininin bütününün yeniden katastrofizme dönmekte olduğunu görmekteyiz. Jeoloji alanında lider olan jeologların birçoğu şimdi kendilerini “neo-katastrofist” olarak tanımlamaktadır ve jeolojik katmanlar ve yeryüzünün özelliklerinin oluşması konusunda geniş çapta, dinamik süreçlerden söz etmeye başlamışlardır. Bu jeologlar kıtaların hareket etmesinden, meteorların yeryüzüne çarparak dinozorların yok olmasına neden olduğundan, insanlık tarihindeki patlamaların hepsinden büyük olan volkanik olaylardan ve benzeri afetlerden rahatça söz etmektedir. The Genesis Floodadlı kitaptan önce, bu düşüncelerle rutin biçimde alay edilirdi.
Resim: Tsunaminin oluşturduğu yıkım
Grafik: Hızlı Katastrofik Çökelme
Bir an için, İngiliz Jeologlar Derneği’nin eski başkanı merhum Dr. Derek Ager’in bakış açısını ele alalım. Nuh’un Tufanı’na inanan yaratılışçı jeologlarla arasına mesafe koymaya çalışırken jeolojide dinamik süreçlere doğru bir uyanışın başını çekti. “Kasırga, sel ya da tsunami bir saat ya da bir gün içinde, doğanın bin yıl içinde gerçekleştirdiğinden daha fazlasını gerçekleştirebilir. . . . Yani, yeryüzünün herhangi bir kısmının tarihçesi, bir askerin hayatı gibi, uzun süreli can sıkıntısı ve kısa süreli dehşetlerden oluşur.”1
Günümüzdeki birçok önde gelen jeolog gibi Ager de, jeolojik çökeltilerin birçoğunun (ve belki de hemen hemen hepsinin) aslında suyla bağlantılı olan ve hızla gelişen bir dizi katastrofik olayın sonucu olduğunda ısrar etmektedir. Örneğin, Büyük Kanyon’daki fosil taşıyan yatay katmanların her birinin şu ya da bu türlü bir katastrofi sonucunda çökeldiğini savunmak, artık gülünecek bir şey olmaktan çıkmıştır. Bu savı savunan ve sayıları artmakta olan “neo-katastrofist” jeologlar, Tapeats Kumtaşı’nı oluşturan afetlerin (katastrofilerin) kanyonun kenarına kadar gelen ve üzerini örten tabakaları oluşturan afetin ya da afetlerin bir parçası olmadığını düşünüyorlar. Jeologlar her afet sekansının arasında milyonlarca yıl olduğunu iddia ederler. Bunu yaparak, jeolojideki katastrofizmi kabul ederler ama yine de eski yeryüzü kavramına tutunur ve evrimin gerçekleşmesi için gerekli olan zamanı korurlar.
Bu bilim insanlarının neyi savunduğunu açık bir şekilde anlamaya çalışın. Kaya materyallerinin hemen hemen hepsinin katastrofik olaylar aracılığıyla tortular olarak hızlı bir şekilde yerlerine çökeltildiğini söylerler. Bu olayların arasında çok uzun zaman geçtiğini bildirirler. Gerçek kanıtlar çok kısa bir zaman içinde gerçekleşen hızlı bir katastrofik tortuya işaret ettiği halde, tabakalar arasında sözde uzun zamanların geçmiş olduğunu söylerler ama bu konuda hiçbir kanıt bulunmamıştır! Zaman konusundaki kanıt, fiziksel kanıtların olmamasıdır. Kayalardaki hemen hemen her kanıt, sadece kısa bir süre süren katastrofik sel süreçlerine işaret etmektedir.
Modern yaratılışçılığın ilk zamanlarında, özellikle de 1961’de The Genesis Flood’un yayınlanmasıyla yaratılışçı jeologların görevi (her jeolojik katmanın günümüzde gerçekleşenlere benzer olarak yavaş yavaş gelişen süreçler ve süreç oranlarıyla biriktiği düşüncesi olan) katı bir tekbiçimcilik yerine katastrofizmi göstermekti.2 Şimdi, birçok önde gelen jeologun hızlı, katastrofik süreçleri kabul etmesiyle yaratılışçının görevi biraz değişmiştir. Şimdi bu tabakaları bir tek katastrofiye bağlamaya ve birbirine bitişik herhangi iki tabakadaki ve böylece dizinin bütününün çoğundaki tortu arasında geçen zamanın hiç de uzun olmadığını göstermeye çalışmalıyız.
Aşağıda tabakaların göreceli kısa bir zamana bağlantılanabileceğini göstermenin birkaç yolu ele alınmıştır. Yeryüzünün yaşını bu yöntemler kullanarak belirlemek tavsiye edilmez. Bunun yerine, kanıtların, dünyanın fosilli tortul kayalarının çoğunun oluşumundan sorumlu olan ve evrime hiç vakit bırakmayarak jeolojik sütun boyunca devam eden bir tek, hızlı jeolojik olaya işaret ettiği gösterilecektir.
Grafik: Yüzey özellikleri kolayca yok edilebileceğinden çabucak korunmaları gerekmektedir.
Resim: Texas’ın orta kısımlarında çeşitli büyüklüklerde dinozorların ayak izleri.
Resim: Büyük Kanyon’daki eskiden yatay olan Hakatai şeylinin yüzeyinde suyun hareketleri tarafından bırakılan dalgacık işaretleri.
Bir yatakla onun üzerini örten başka bir yatağın yerlerine oturması arasında sadece kısa bir zamanın geçmiş olduğunu göstermenin bir yolu, her bir tabakanın üst yüzeydeki var olan çeşitli yüzey özelliklerinin açıkta kaldığında çok uzun zaman aynı kalamayacağını göstermektir. Bu yüzey özelliklerinin aşınma ya da yok edilme fırsatları olmadan epey hızlı bir şekilde örtülmüş olmalıdır.
Birçok yerdeki birçok kaya katmanında çok yaygın olarak görülen bir özellik, suyun bir yüzeyin üstündeki hareketiyle oluşan dalgacık işaretlerinin varlığıdır. Bunlar bir plajda, sular geri çekildikten sonra sık sık görülür ve ayrıca belirli bir akıntı yönünün baskın olduğu okyanusun dibinde de görülebilir. Birçok başka durumda da yağmur damlası izleri adı verilen işaretleri görmekteyiz. Ancak bu narin yağmur damlası işaretleri aslında suyun altına hızla çökelmiş tortulardan kaçan hava kabarcıklarından ötürü oluşan fiskeler de olabilirler. Hayvan izleri de çok görülmektedir. Her durumda, bu özelliklerin yumuşak tortularda oluşmuş olmaları gerekir, yoksa hiç oluşmazlardı. Bunlar çok kırılgandır ve sağlam olmayan yumuşak yüzeylerde de olsalar, sert kayalar gibi bir yüzeyde de olsalar fazla uzun zaman dayanmazlar.
Şunu unutmayın ki, hemen hemen her tortul kaya tabakası suyun altına çökelmiştir. Bu görüşe her jeolog katılır. Erozyon yerel olarak hakim olmadıkça, tortular normalde su akıntılarının olduğu yerlerde, okyanus zemininde, göl yatağında, deltada, plajda, lagünde, ırmak kenarlarında vb. birikir. Eğer sonraki olaylar çökeltiyi sudan çıkartırsa, bunun sonucunda erozyon gerçekleşecek ve/veya tortulaşma duracaktır. Ama eğer bir bölge suyun altında kalmaya devam ederse, suyun etkinliklerine maruz kalmaya devam edecek ve büyük bir olasılıkla daha çok tortu alacaktır. Böylesine aktif bir ortamda, dalgacık işaretleri ancak üzerlerini örten maddeler tarafından çabucak gömülürlerse saklanabilir, böylece korunurlar ve kaya olmak üzere sertleşecek zamanları olur.
Dünyanın birçok yerinde bu okyanus tabanı tortuları katılaşıp kaya olmuşlardır ve şimdi de kıta yüzeylerine yukarı itilmiş bulunmaktadırlar. Dalgacık işaretleri ve benzer özellikler birçok mahalde som kayaçta “donmuş” olarak kolayca görülebilir. Aklımıza hemen bir sürü örnek geliyor. Bir keresinde Oklahoma’da bir akarsu yatağından yürümüştüm, burada her biri sadece birkaç santimetre olan çok sayıda kireçtaşı tabakası görülüyordu. Her birinde açıkça görülen ikişer buçuk santim kadar yüksekliğinde dalgacık işaretleri bulunuyordu. Değişik tabakalardaki dalgacık işaretlerinin farklı yönlerde olması ilginçti, bu da tortunun oluşmasına neden olan su akıntısının birikim devam ederken hızlı ve düzensiz bir şekilde devam ettiğini gösteriyordu. Bütün dalgacık işaretleri nasıl korunmuş olabilirdi?
Eğer böyle bir işaret, ister suyun altında, ister suyun üzerinde olmak üzere herhangi bir yüzeyde açıkta bırakılırsa, çok geçmeden aşınır ve su ile sürüklenir. Sert kaya yüzeyinde bile izler birkaç on yıl içinde aşınacaktır. Kırılgan özelliklerin, yeniden suyun yüzüne çıkıp yeniden suyun altına girerek yıkıcı güçlerden korunmayı bekleyerek, milyonlarca yıl boyunca korunmasız bir durumda dayanmaları mümkün değildir. Sadece dalgacık izlerine, yağmur damlası izlerine ve hayvanların ayak izlerine vb. bakarak iki tabaka arasındaki tortuyla alakalı olarak tam olarak ne kadar zaman geçtiğini belirleyemeyiz ama yüzey özelliklerinin aşınıp yok olmaları için çok daha az zaman geçtiği sonucuna varabiliriz.
Hemen hemen her tabaka hızla ve katastrofik bir şekilde yerleştiği konusunda açık kanıtlar verdiğinden ve hemen hemen bütün bu tür katastrofik tabakaların aşınmamış yüzey özellikleri olduğundan kaya sekansının tümünün hızla ve büyük bir olasılıkla sürekli olarak gerçekleşen bir olayın farklı bölümleri aracılığıyla çökeltilmiş olduğu sonucuna mantıklı olarak varılabilir.
Bir kaya katmanı içinde canlı toplulukların korunmuş kanıtı konusundaki yetersizliği gözlemleyerek buna benzer bir mantık kullanılabilir. Belli ki, ister karada, ister denizde olsun hemen hemen her yüzeyin üzerinde ve altında izini bırakacak olan birçok canlı bulunmaktadır. Okyanus tabanında ya da kıyısına yakın, solucanlar, istiridyeler, balıklar ve her türlü bitki ve hayvan yaşar ve tortuları bozar. Birçoğu çamurları yer ve çamurun içinde var olan besinleri kullanır.
Karada, ağaç kökleri, Amerikan yer sincapları ve daha başka birçok hayvan yüzeydeki toprak tabakasını epey kısa bir zaman içinde değiştirir. Hava şartları nedeniyle bozunma da aşınmayı daha da hızlandıracaktır.
1961’da gerçekleşen ve Texas’ın orta kısımlarının kıyılarını mahveden Carla adlı Kasırga örneğini düşünelim. Kasırga geri çekilirken kıyıda ve Meksika Körfezi’nde epey fazla bir tortu katmanı bıraktı. Bu dereceli ve çok katmanlı tortular gömülmüş dalgacık izleri ve çapraz katmanlaşma gibi birçok tortul yapı içeriyordu. Carla Kasırgası’nı izleyen yıllarda bu dahili izler iyice incelendi ve hızlı tortulaşma özellikleri olarak kabul edildi.3
20 yıl kadar sonra, başkaları da yeryüzü katmanlarına ne olduğunu etüt etmek için oraya geri döndüler. Biyokarıştırmadan ötürü, jeolojik alana biyolojik etkinliğin müdahalesinden ötürü, katman neredeyse bulunmuyordu ve bir kez bulunduktan sonra tortul yapı konusunda hemen hemen hiçbir kanıt kalmamıştı. Sadece yirmi kadar yıl içinde (ve büyük bir olasılıkla daha da hızlı bir şekilde) hem kıyada ve hem de kıyıdan uzaktaki yatağının yüzeyindeki yaşam, katastrofik süreçler aracılığıyla oluşturulan dahili özellikleri yok etmişti.4 Gerçekten de, çöldeki kumullardan sığ denizlere kadar her ortamda bol bol yaşam vardır ve yüzeyin bir metre dahilindeki tortuları sürekli olarak alt üst eder. Özellikle tortulanmanın gerçekleştiği sığ sularda, bitki ve hayvanlardan oluşan canlı topluluklar çokça aktiftir.
Kasırga Carla’nın katmanını, hemen hemen hepsi tortul yapılarla dolu olan dünyanın başka yerlerindeki kayalardaki tortul tabakayla kıyaslayalım. Buna bir iki istisna gösterilebilir ama bunlar istisnalardır. Geniş trend her yeryüzü katmanının bol bol dahili yapı içermesidir. Belli ki tortular, bitki ve hayvan etkinliklerinin erişemeyeceği bir yere gömülüp sertleşmeden önce uzun bir süre boyunca biyolojik etkinliklerin gerçekleştiği bir ortamda açıkta bırakılmamışlardı. Belki de tortular çok hızlı bir şekilde birikmeye devam ettikleri için bu yapı çukur kazıp yuva yapan hayvanların erişemeyeceği bir yerdeydi ama bu durum sürekli bir katastrofik tortuyu ima etmektedir. Fosilleşmiş biyokarıştırmanın var olduğu yerlerde modern yaşam ortamlarından çok farklı görünür. İstekleri dışında gömülmekte olan, çukur kazıp yuva yapan hayvanların derinleşmekte olan tortulardan kaçarken bıraktığı izlere daha çok benzer. Bu kaçma kazıları sık sık sadece yukarıya doğrudur ve canlı toplulukların yaptığı gibi her yöne kazımalar yoktur. İzler, organizmaların sürekli olarak artan bir tortu birikintisinden çıkmaya çalışıyor olması gibidir.
Yine üzerini örten katman çökelmeden önce aşağıdaki katmanın ne kadar zamandır var olduğunu söyleyemiyoruz ama bunun biyokarıştırmanın alt zondaki tortul yapıları yok etmesine neden olacak zamandan daha az olduğunu söyleyebiliriz.
Bu şekilde, tabakaları birbirine bağlayıp sekansın bütününün görece kısa bir zaman aldığı sonucuna vararak jeolojik sütunda ilerleyebiliriz.
Resim: Dereceli katmanlaşmanın birkaç döngüsü olaraktan eskiden set olan kaya yüzeylerinin şimdi yatay olması gösterilmiştir. Böylesine tortul bir yapı biyokarıştırma tarafından çabucak yok edilir.
Grafik: Canlı Okyanus Dibi Ekolojisi
Aynı mantık bir başka özelliğe, jeolojik sütunun hiçbir yerinde tanınabilir bir toprak tabakasının neredeyse hiç olmamasına da uyarlanabilir.
Standart, yaşlı yeryüzü düşünüşünde şimdi açıkta olan kıtalar, hemen hemen bütün kayaların kendilerinin belki kıyıdan açıktaki dalga hareketleri, okyanusun derinliklerinde, deltalarda, lagünlerde ya da büyük fırtınalar veya çamur kaymaları aracılığıyla okyanus suyu tarafından çökeldiği gerçeğinin kanıtladığı gibi daha önce birçok kereler suyun altındaydı. Kara olarak yukarı itilip açıkta bırakıldıklarında içinde bitkiler ve hayvanların yaşayabileceği toprakla örtüldükleri varsayılmıştır. Kıyıya yakın ortamlarda bile, suyun altındaki “topraklara” ihtiyaç vardır.
Günümüzde topraklar esas olarak, donup eriyen su döngüsü, kaya minerallerinin kimyasal bir şekilde ayrışması, rüzgâr ve suyun oluşturduğu erozyon ve köklenen bitkiler ve çukur kazıp yuva yapan hayvanlar tarafından kırılan ve hava etkilerine maruz kalmış kayalardan oluşur. Buna çoğunlukla çürümekte olan bitkiler ve hayvan leşi ve gübresinden oluşan organik moloz eklenir. Toprak olmadan bol yaşam imkânsızdır ama fosil kayıtlarından bol hayatın bu gezegenin tarihinin büyük bir kısmı boyunca var olduğunu biliyoruz. Toprağın oluşması bir süre alır ama bir kere var olduktan sonra, erozyon hariç, sık sık kökler tarafından yerinde tutularak orada kalmayı sürdürür.
Kara yüzeyi suyun altına girmeye başladığında toprağa ne olur? Kara ister katastrofik bir süreç tarafından hızla, ister yavaş yavaş denizin ilerlemesi aracılığıyla örtülsün toprağın bir kısmının bunları izleyen tortulaşmayla örtülerek korunacağı kesindir.
Öyleyse jeolojik kayıtlarda ikna edici toprak tabakaları ya da hatta toprak maddelerinin ender olarak bulunması gerçeği nasıl açıklanacaktır? Tekbiçimcilik paradigmalarıyla yönetilen jeologlar, toprak tabakaları keşfettiklerini iddia ederler ama yeterince sağlam olmayan bu tabakalar gerçek anlamda “toprak” değildir. Sınıflandırma sistemleri modern toprakları da kategorilere sokar ama antik çağlardan kalan adaylar farklı bir şekilde işaretlenir. Toprak türleri hakkındaki bir tartışmada şöyle söylenmiştir: “Birçok paleosolun, Toprak Sınıflandırmasını izleyerek düzenleme düzeyi tarafından doğru sınıflandırma yapılmasına izin verebilmesi için yeterince özellik içermemektedir.. Bu bir gerçektir.”5
Bazen sözü edilen bir toprak taban kilidir, kömür damarlarının altında bulunur ve bazıları yıkanmış toprak tabakasını temsil ettiğini düşünür; ama taban kilinin yapısı verimli bir bataklığı desteklemeye yetecek kadar bir toprak katmanından beklenilen şey değildir. Taban kilinde bataklıkta olması gereken kalın büyüme eksiktir. Küçük kökler, doygun şartları, çok sayıda hayatı ve birbirine dolanmış ağaçlar ve çalıları temsil etmez.
Fosil toprağını tanımlamak için yapılan bu çaba enderdir. Jeolojik kayıt, birkaç istisna dışında toprak ya da paleosolları değil, kayaları gösterir. Tipik olarak, yeterince katılaşmayan kayaların daha önce toprak olan maddelerden oluştuğu düşünülmemektedir.
Standart evrimci jeoloji bizlere bol yaşamı destekleyen toprak yüzeylerinin yüzlerce milyon yıldır sürekli olarak burada olduğunu söyler. O zaman topraklar nerededir?
Daha iyi bir açıklama ise, jeolojik kaydın çoğunun nedeni olan çökeltme olayından önce sadece bir tek toprak olduğudur. Eksik olan topraklar hiçbir zaman var olmamışlardır. Birçok değişik toprak oluşturma zamanı, aslında gerçekleşmemiştir.
Resim: Kömür dahil, tabakalar serisi üzerinde tortu birikmesi için fazla zaman gerektiği konusunda bir kanıt yoktur.
Aynı mantık, katmanlaşma temaslarının kendisi hakkında da kullanılabilir. Sık sık, aralarında bir “bıçak sırtı” katmanlaşma düzlemi olan, biri öbürünün üzerinde olan tamamen farklı kaya türlerinin iki oluşumu bulunur.
Büyük Kanyon’da böyle iki kaya ünitesi arasındaki bir temasın resme dikkat edin. Bölgenin büyük bir kısmında olduğu gibi burada da kahverengi olan Hermit Şeyli’nin, beyazca olan ise Coconino Kumtaşı’nın altında yatmaktadır. Hermit Şeyli’nin kıyıdan uzak bir ortamda silt ve çamur olarak biriktiği düşünülmüştür. Deniz jeolojik kapsamında bulunur ve evrimcilerin kendisi aracılığıyla onun yaşını 280 milyon olarak belirledikleri indeks fosilleri içerir.
Tarihçesi üzerinde tartışıldığı halde üzerinde yatan ve yaşı 270 milyon olarak tayin edilen Coconino Kumtaşı farklı bir öykü anlatır. Tekbiçimci jeologların çoğu onu, şimdi sert kaya olarak katılaşmış bir çöl kumul çökeltisi olarak yorumlar. Bu yorum için bir tortul yapı olan, çapraz katmanlaşma adı verilen ve bir bütün olarak kaya ünitesinin genel yatay katmanlaşmasına bir açıda bulunan kaya boyunca var olan yatık düzlemleri temel alırlar. Bunların genelde düz olan bir çöldeki dalgalı kumul yüzeyler olduğu düşünülmektedir.
Diğer jeologlar bu dev özellikleri bir sualtı kumul çökeltisi olarak yorumlar. Bu savları için, çapraz katmanların açısı, kumda fosilleşmiş ikiyaşayışlı izlerinin varlığı (amiplerin çölde ne işleri vardır ve küçük ayak izleri gevşek, kuru kumda nasıl korunabilir?) ve özgün kumun kaynağı, kum tanelerinin özellikleri gibi kuru kum yerine ıslak kumu temsil eden bazı özelleri temel alırlar.6 Su altı görüşünü izlemesi gereken bazı imalar olmasaydı bu herkes için ikna edici bir görüş olabilirdi.
Hareket eden suyun kum taneciklerini taşıyabileceğini biliyoruz; belirli bir su derinliğinde daha büyük kum tanelerini hareket ettirmek için daha hızlı akan su gerekir. Coconino’da var olan ortalama kum taneciği büyüklüklerini ölçebilir ve onları hareket ettirmek için gereken hızı belirleyebiliriz. Coconino’da bu inceleme yapıldıktan sonra, onun çapları 1/8 mm ila 1/4 mm olan çok ince kumlardan oluştuğu ortaya çıkmıştır.
Tabii ki, ince kum taneciklerini harekete geçirmek için kum-su ara yüzünde su hızının ölçülebilir olması lazımdır. Bunun için de derin suda saniyede 1-1,5 metre hız gerektiği öğrenildi.
Deneysel sonuçların eşlik ettiği kumul geometrisinin ölçüleri, dev kumulların (ya da bu görüşe göre, su altı dalgalanmalarının) 30 metreden fazla derinlikteki suda oluştuğunu göstermektedir.7
Gözlemlerden suyun genel olarak yüzeyde derinlerde olduğundan çok daha hızlı hareket ettiğini biliyoruz. 30 metre derinliğindeki suyun saniyede 1-1,5 metre hızla hareket edebilmesi için, yüzeyde olduğundan çok daha büyük bir hızla hareket etmesi gerektir.
Aslında açık okyanusta 30 metre derinlikte, saniyede 1 metre hızında sürdürülebilen su hızları hiçbir zaman gözlemlenmemiştir. Açıkça böyle bir şeyin gerçekleşebilmesi için daha önce hiç görülmemiş büyüklükte bir fırtınanın gerçekleşmesi gerekmektedir. Böyle bir afet çoğu tekbiçimcilikçinin göz önünde bulundurmaya cüret edebileceğinden de daha büyük bir katastrofidir. Tabii ki, yaratılışı savunanların çoğunun gözü katastrofik su olaylarından ötürü korkmadığından ve aynı zamanda hemen hemen bütün kaya üniteleri en iyi şekilde Nuh’un zamanındaki tufanın en şiddetli sırasında çökelmiş olarak anlaşıldığından su altı modelini tercih etmektedir. Tufan sırasında bir çöl çökeltisinin nasıl gerçekleşmiş olduğunu hayal etmek zordur. Ama bu sadece bir gereksinimsel bir yorum olmaktan daha fazlasıdır. Kanıtlar kesinlikle su altı modelinden yanadır. Çöl yorumunu savunanlar, “Eğer inanmamış olsaydım görmezdim” sözüne birer örnektir!
Resim: Fosilleşmiş kumullar olduğu düşünülen Coconino Kumtaşı, kıyıdan uzakta bir çökelti olan Hermit Şeyl’nin üzerinde uyumlu bir şekilde yer almaktadır.
Resim: Coconino Kumtaşı’nda çapraz katmanlaşma. Ölçek bakımından oradaki insana bakınız.
Ama şimdi Hermit Şeyli’yle Coconino Kumtaşı arasındaki katmanlaşma düzlemine dönelim. Coconino Kumtaşı nasıl çökelmiş olursa olsun, Hermit Şeyli’nden tamamen farklı bir ortamda oluşmuştur ve evrime göre zaman bakımından aralarında 10 milyon yıl vardır.
Eğer Coconino Kumtaşı (260.000 kilometre karelik bir alanı kaplayan) bir çölü temsil ediyorsa o zaman Hermit Şeyli’nin materyallarını biriktiren deltaik ortamın sudan çıkarak bir çöl olabilecek kadar yüksek ve kuru bir yüksekliğe erişmesi gerekiyordu.
Bu dev alanda gerçekleşecek olan erozyonu düşünebiliyor musunuz, özellikle de hem suyun üstünde ve hem de altında olmak üzere su düzeyine yakın olduğunda? Buna karşın Hermit’in üst yüzeyi normal erozyon kanıtı göstermeyerek epey düzdür. Gözlemlendiği kadarıyla, bölgesel yukarı itilmeyle bağlantılanan erozyon süreçleri türlerinin üstlerini örten bütün tortuları ovarak çıkartıp geride üzerinde Coconino çölünün oluşabileceği tamamen düz Hermit yüzeyini bırakmış olması mümkün değildir. Ya da orada daha önce hiç tortu yok idiyse, üzerinde kumların 10 milyon yıl sonra toplanmaya başladığı düz, özelliksiz Hermit yüzeyini bırakarak nasıl hiç erozyonsuz bir şekilde durağan olarak kalabilmiştir? Yeryüzünün hiçbir yüzeyi, erozyonsuz ve tortusuz olarak hareketsiz bir şekilde kalmaz. 10 milyon yıl boyunca hiçbir şey olmadan orada durmayacağı kesindir! Evrimci yaşlı yeryüzü senaryosuna göre yeryüzü o zamanlar uzun bir süre boyunca ıslak bir iklimin tadını çıkarıyordu. Sıcak bir okyanusun yakınında çok az yağmur alan dev bir çöl bu tanıma hiç uymaz. Coconino suyun altında bile oluşmuş olsa, Hermit’in üstü gibi hiçbir yüzey uzun zaman hiç değişmeden orada kalamazdı.
Bütün mesele şu: Bu iki oluşumun arasında keskin bıçak sırtı temasının var olması, indeks fosillerine karşın, tortular arasında uzun zamanların geçmiş olmasına karşı bir tez oluşturur. Eğer evrim varsayımı olmasaydı, bu iki yatak, belki de akıntı yönü ve tortu yükünde neredeyse ani bir değişim gerçekleşmiş olarak, ya sürekli, hızlı gelişmiş bir çökelmeden ya da dev miktarlarda suyun geniş bir alanda hızla eş derinlikte akarak bütün mahallerde tortuyu eşit bir şekilde aşındırdığı bir “yüzeysel aşınma” olayından söz eder. Her iki görüşte de Yaratılış Kitabı’nda yer alan büyüklükte bir selden ya da Tufan’dan söz ediyoruz.
Hemen hemen her alandaki kaya üniteleri arasındaki temaslar, her mahalde iki art arda olan her tabakada değil her mahalde en az bazı tabakalar arasında ve bazı mahallerde “bütün” art arda tabakalar arasında olmak üzere aynı bıçak sırtı temasını sergilemektedir. Kayalar art arda tabakaların çökelmesinin arasında uzun çağların geçtiğini kesinlikle desteklememektedir.
Resim: Coconino Kumtaşı, yine hiçbir erozyon kanıtı göstermeden, Toroweap Kireçtaşı’nın hemen altındadır.
Tabakalar arasında zaman geçmesi konusundaki delil yetersizliği, tabakalar arasındaki sözde zaman boşluklarının büyüklüğü tarafından da pekiştirilir. Büyük Kanyon’u düşündüğümüzde, geleneksel düşünce her katmanın yaşını belirlemiş ve çökeldiği sözde ortamı tanımlamıştır. Tortu türündeki değişiklik, tortusal ortamda bir değişiklik olmuş olması ve her değişiklik için yukarı doğru bir itiliş ya da su altına girmenin gerçekleşmesi gerektiğini gösterir. Büyük çapta dikey kıtasal hareketlerin büyük bir zaman ve enerji gerektirdiği kesindir. Tekbiçimci düşünce bunun çok yavaş olduğunu vurgular ama bunun ardından karada gerçekleşecek değişiklikleri bir düşünün. Tortu türünde ve her ikisinin karışmasında yavaş yavaş bir değişiklik gerçekleşmeyecek midir? Eğer bu aniden gerçekleşirse durumların değişmesi konusunda bir yanılgı olmaz. Biz de aynen art arda iki tabaka arasındaki katmanda aniden gerçekleşen değişiklik görmüyor muyuz? Eğer standart zaman sınıflandırmaları doğruysa art arda olan tabakalar arasında çok zaman geçmiştir; bu zaman içinde ya araya giren katman aşınmıştır, ya da hiç katman çökeltilmemiştir. Bu arada kıta da ya yukarı ya da denize itilmiş, kara, çöl veya denizdeki hayat da bununla birlikte ya gelişmiş ya da yok olmuştur. Tortu için gereken zaman ve tabakalar için tortusal ortamlar bütün bunların çok yavaş bir şekilde gerçekleşerek çok az kanıt bırakmasının imkânsızlığını ortaya koyuyor. Unutmayın, tortulaşma devam ettiği sürece bir zaman aralığı olmaz.
Yerin altındaki kömür madenleri her zaman çalışmak için çok tehlikeli yerler olmuşlardır, özellikle de makineleşmenin kömür çıkartma yöntemlerini düzeltmeden önce geçmişteki zamanlarda. Madenciler sürekli olarak tehlikedeydiler. Bir kömür madeninin en tehlikeli yanlarından biri de silisli fosil artıkların varlığıdır. Madenin çatısında görülen yuvarlak şekiller olarak gözüken silisli fosil artıklar aslında kolayca yerinden kopup düşebilecek ve altındaki madencileri ezebilecek silindir şeklindeki kayaların alt taraflarıdır. Aslında bu yuvarlak özellikler fosilleşmiş, dik duran ağaç gövdeleridir. Kökler dahil, alt kısımlar sık sık kömürün geri kalanıyla birlikte çıkarılır ve geriye sadece yukarıdaki katmandan delerek çatıdan gözüken gövdeyi bırakır. Eğer kirişler, tavan saplamaları ya da başka bir araçla sabitleştirilip desteklenmezlerse silindir şeklindeki bu ağaç gövdeleri ölümcül olabilir.
Resim: Arizona’daki Büyük Kanyon
Kömürün orijini konusundaki popüler açıklama (kömürden önceki tür olduğu düşünülen organik bir çökelti) turbanın bir bataklıkta biriktiğini önerir. Bataklıktaki ağaçlar ve çalılar yaşayıp öldükçe organik maddeler, bataklığın durağan sularında bataklık kömürü olarak birikirler. Bataklık kömürünün çok kalın olması, bataklığın yavaş yavaş suyun altına battığı yıllarda birikmiş olduğunu düşündürür. Kömür bataklığı okyanusun altına tamamen battığında okyanus tabanında üzerine yavaş yavaş çamur birikerek gömülür. Üzerini örten bu çamurun yavaş yavaş sertleşerek kaya (genelde şeyl veya kireçtaşı) haline geldiği ve milyonlarca yıl boyunca derinliklerde gömülü olan bataklık kömürüyken yavaş yavaş sıkıştırıldığı ve ısı ve baskının etkinliği aracılığıyla kömüre dönüştüğü düşünülmüştür. Bu süreç, suyun ve diğer buharlaşan maddelerin bataklık kömüründen çıkarak geriye çoğunlukla karbonu bırakmasını içerir.
Ayrıca, okyanus tabanı çamuru genelde, kıta kenarlarında ya da sığ denizde her yıl bir milimetreyle iki buçuk santimetre arasında olmak üzere çok yavaş bir şekilde birikir. Derin okyanusta ise tortular 1000 yılda bir milimetre kadar birikir. Bu hızla, derin gömülme, turbanın kömüre ve çamurun kayaya dönüşmesi milyonlarca yıl gerektirir. A.B.D.’nin doğu kısımlarındaki bazı kömür bölgelerinde 50’ye kadar değişik kömür damarı birbiri üstünde yer almaktadır, aralarında daha da yavaş bir şekilde biriken kireçtaşı ve şeyl tabakası bulunmaktadır. Teorik olarak, evrimsel terimlerle her katmanın birikmesi çok uzun süreler almıştı ve bu da bölgenin bütünü bir yoyo gibi bir okyanusun altına girip bir çıkarak aşağı yukarı hareket ederken, tortu için gereken zamanın bütününü epey uzatmıştı.
Ama yukarıda sözü edilenler gibi fosil ağaçlar bize sekansın bütününün yaşını belirleme ve en azından bazı tabakaları birbiriyle bağlantılamamıza yardım eden ek bilgiler verir. Eğer ağaçlar şimdi bulundukları yerde büyüdülerse (yani, bataklıkta büyüdülerse) o zaman bataklık kömürü biriktikten ve bölgenin bütünü sonunda yavaşça suyun altına girdikten sonra birikmekte olan çamur tarafından yavaşça gömülürken ölü gövdeleri yukarıdaki okyanus suyuna kadar bazen 9-12 metreye kadar erişir.
Açıkta kalan bir ağaç gövdesinin okyanusun dibinden 9 metre yukarı uzandığını düşünün. Tabii ki, ağaç artık ölüdür. Hiçbir ağaç deniz suyu ve deniz hayvanlarının etkinliklerine fazla dayanamaz. Bazıları tuzlu suda kökleriyle büyüyebilirler ama bir ağaç deniz suyuyla örtüldüğü zaman ölecektir. Bu ölü ağaç gövdesinin çürüyüp düşmesi ne kadar zaman alır? Çamur onun etrafında yavaş yavaş biriktikçe milyonlarca hatta yüzlerce yıl bile ayakta kalabilir mi? Tabii ki, hayır. Üzerlerini örten tabaka tamamen içlerine işleyerek bazı fosil haline gelmiş ağaçlar hatta birden fazla kömür katmanıyla kesişir! Bu ağaçlara polystrate (çok katmandan geçen) fosiller adı verilmiştir çünkü bunlar birçok (poly) katmana (strata) nüfuz ederler. Bu tür ağaçlar milyonlarca yıl boyunca katmanda bir aşağı, bir yukarı mı inmişlerdir? Bu fosilleşmiş ağaçları inceleyerek daha sonra kömür haline gelen turbanın birikmesi için gereken zamanın ve üzerini örten tortuların ağacın çürümesi için geçmesi gereken zamandan daha kısa olduğu sonucuna varabiliriz. İster aktif bir okyanus ortamında, ister havada, ister tortuların altına gömülmüş olsun, tahtanın en fazla birkaç on yılda çürüdüğü bilinmektedir.
Bir tek katmandan fazlasına erişen, çok katmandan geçen fosilleşmiş ağaçlar aslında bütün tabakaları kısa bir zaman dönemine bağlar. Bu zaman süreci verilerden açık bir şekilde belirlenemez ama normalde öğretilen uzun çağlar modeliyle tamamen uyumsuzdur.
Çok katmandan geçen fosilleşmiş bir ağaç anormal bir senaryoda çökelmiş olarak anlaşılabilir ancak gerçek şudur ki, dünyada çok katmandan geçen birçok fosilleşmiş ağaç vardır. Kömür madenlerinde çok sık görünürler. Bazen kömür en kesitinin erozyon ya da açık maden işletmeciliği tarafından açıkta bırakıldığı bölgelerde bunun dramatik örnekleri bulunur.
Belirli jeolojik alanlar şimdiki düşünceyi oluşturmakta özellikle önemli olmuşlardır. Aynı şey, harika bir yatak ve fosil sekansının bulunduğu Kanada’nın, Nova Scotia bölgesinde, Joggins kasabasına yakın Fundy Körfezi’nde de geçerlidir.
Charles Darwin’in dostu ve meslektaşı ve jeolojik tekbiçimcilik ilkesinin mimarı Sir Charles Lyell, 1830 yılında Principles of Geology [Jeolojinin İlkeleri] adlı klasik kitabını yayınladı. Bu kitapta, günümüzde görülenlerin birçoğu gibi yerel ölçekte gerçekleşen bu yavaş sürecin çok uzun çağlar boyunca yeryüzünün yüzeyini biçimlendirdiğini önermişti.
Lyell, modelini destekleyecek kanıtlar bulmak için dünyanın dört bir yanına seyahat etmiştir. Gittiği yerlerden biri de, kendisinin birkaç ardışık kömür tabakadan dikey fosil ağaçların çıktığını iddia ettiği Joggins’teydi. Ağaç gövdelerinin suyla gelişen bir katastrofide ettikleri hareket sırasında dikey konumlarını korumalarının hayal bile edilemeyeceğini savunmuştu.
Grafik:
Joggins’deki Hızlı Tortulaşmanın Savunusu
Belirgin bir toprak düzeyi eksiktir. Organik kömür tabakasından sadece birkaç ağaç çıkmaktadır. Ağaçlar sık sık bir kömür damarının üzerindedir ama kökler ender olarak bataklık turbasunda büyüyen bir ağaç gibi onun içine girer. Organik olmayan tabakadan çıkan gövdelerde belirgin toprak bulunmamaktadır.
Dikey kütükler, sık sık ince kömür damarları dahil, iki ya da daha çok katmana nüfuz eder. Sık sık üzerlerini örten tabakadan çıkmakta olan başka ağaçlarla örtüşürler. Ölü, içi boş ve suyun altına girmiş olan bir kütük, ikinci bir ormanın büyüyüp bataklık kömürü olarak birikmesi için gerekli zaman boyunca dayanamazdı.
Diğer fosil kökleri normalde ayrık ve kendilerini çevreleyen tortuya gömülmüş olarak bulunduğu halde köklerin kısımları sık sık bir zamanlar boş olan ağaç gövdelerinin içinde bulunur. Bu, in situ hipotezinde herhangi bir büyüme konusunda pek olası olmayan bir senaryodur.
Yapraklar bir orman ya da bataklık tabanında çürümeden uzun süreler duramaz. Buna karşın iyi korunmuş fosil yaprakları bol miktarda bulunmaktadır ve bu da hızlı gömülmeye işaret etmektedir.
Fosilleşmiş ağaçlardan bazıları doğrudan dikey büyüme pozisyonlarında değil, eğiktir. Birkaç tanesi baş aşağı bir şekilde bulunmuştur. Ağaç kök sistemlerinin hiçbiri bütün değildir; hepsi kopuktur.
Sık sık fosil ağaçlarıyla bağlantılı olarak fosilleşmiş bir şekilde bulunan deniz tüp solucanı Spirorbis, bunların hepsinin deniz suyuna maruz kaldığını ima etmektedir.
Çevredeki kumtaşları hızla hareket eden suyu ima eder bir biçimde çapraz katmanlıdır.
İçi boş dikey ağaçlar tipik olarak kendilerini çevreleyen matriste yer alanlardan farklı tortularla doludur. Dahili tortular çapraz katmanlıdır.
Hem kısmen var olan köklerin ve hem de küçük köklerin uzun eksenlerinin oldukları yerde büyümekten değil hareket sonucu oluşmuş olan tercih ettikleri yönelmeleri vardır. Dalgacık izleri ve çapraz katmanlaşmadan anlaşıldığı üzere bu yönelme akıntı yönüne paraleldir.
Bu konuda daha çok anlayış kazanabilmemiz için daha çok araştırma yapılması gerektiği halde, Lyell ve günümüz havarilerinin doğru olduğunu iddia ederek anlattıkları hikâye gerçeklere hiç uymamaktadır. Bundan eminiz. Hikâyesi kendi zamanında ne yazık ki, birçok bilim insanı ve ilahiyatçıyı genç yaratılış ve küresel Tufan doktrinlerini terk etmeye ikna etmeye yeterliydi, ama günümüzde daha çok bilgiye sahip olduğumuzdan artık yeterli değildir.
John D. Morris’in, “The Polystrate Trees and Coal Seams of Joggins Fossil Cliffs,” Impact, no. 316’den alınmıştır (1 Ekim 1999).
Tekbiçimci jeologlar arasında bu yatakları, (1) Bir nehrin ara sıra taşıp etraftaki bataklığı çamurla kapladığı bir taşkın alan ve (2) ara sıra yükselen okyanus sularının altında kalan bir kıyılık alanı olarak yorumlayan iki düşünce ekolü bulunmaktadır. Her iki görüşte de tortuların alttaki havzanın suyu alçaldıkça birikmekte olan tortuların da bu çökelmeye ayak uydurduğu varsayılmaktadır. Kömür yataklarının organik maddelerin yüzlerce yıl biriktiği ve sonra ya nehrin taşması ya da deniz seviyesinin yükselmesiyle yeniden gömülerek tekrar eden bataklık çamurlarını kaydettikleri düşünülmektedir. Zamanla kalın çamur ve kum tabakaları birikir ve sonra yukarı itilip yine bir bataklık konumuna döner.
Her zaman çok sayıda ince kömür tabakasıyla kesişen ve aralarına başka kaya türleri serpişmiş olan çok fazla katmandan geçen fosil ağaçları, uzun çağlar boyunca ardışık yukarı itilmeler yerine ardışık Tufan etkinlikleri aracığıyla çökelmiş olabilir mi?
Savunu, fosilleşmiş büyük ağaç gövdeleriyle sınırlı değildir. Bir keresinde Oklahoma’ya yaptığım bir araştırmada, bir dağ yamacında ince katmanlı kireçtaşlarının olduğunu gördüm, birbiri üzerine gözlemeler gibi dizilmiş çok sayıda yedi buçuk santim boyunda kireçtaşı tabakası vardı. Evrim yanlıları, kireçtaşı tabakalarını çok uzun süren yavaş bir birikme sürecinin sonucu olarak yorumladılar. Ama yüzeyleşmenin bütünü boyunca hızlı, sürekli bir birikmenin kanıtları görünebiliyordu. Çok katmandan geçen fosillerin birçoğu her biri birkaç kireçtaşı tabakasından geçip dışarı çıkmaktadır. Bunlar büyük ağaçlar değil, Kalamit adı verilen fosilleşmiş kamışa benzer yaratıklardı. Bazı örneklerin çapları 15 santimetreye kadar çıkıyordu ama genelde sadece iki buçuk santimetre kadardırlar. Bu bölümlere ayrılmış “saplar” bir kere öldükten sonra belli ki epey narindiler çünkü çok küçük parçalara ayrılmış olarak bulunmuşlardır. Belli ki, kireçtaşları hâlâ büyümekte olan bir organizmanın etrafında yavaş yavaş birikemezlerdi, bir dizi su altı etkinliğinde çok çabuk bir şekilde çökelmiş olmaları gerekmektedir.
Başka fosil türleri de aynı sonuca tanıktır. Bazen bir hayvanın fosilleşmiş vücudu bir kayanın birden fazla katmanı ya da yaprağıyla kesişir ve aynı savunu bu durum için de geçerlidir.
Uzun çağlar hakkında aktarılan standart örneklerden biri Wyoming’deki Yeşil Nehir Oluşumu’yla ilgilidir. Burada, geniş çaplı şeyl çökeltileri milyonlarca adet birer milimetre kalınlığında yapraktan oluşur. Tekbiçimcilik bunu sakin göl ortamlarında kış/yaz tortulaşma sekansını temsil edişi olarak yorumlar. Buna karşın burada bol miktarda fosil vardır!
Resim: Fosillerin çoğu hızlı bir şekilde gömülerek oluşmuştur. Bu balık o kadar hızlı bir şekilde gömülmüştür ki, öğle yemeğini yutacak zamanı bile olmamıştır.
Resim: Birçok fosil, leşçilere yem olma ya da çürüme gerçekleşmeden bozulmamış bir şekilde gömülür. Burada balık pulları bile korunmuştur.
Fosillerin nasıl oluştuğunu hiç düşündünüz mü? Ölü hayvanlar ya da bitkiler bir gölün ya da okyanusun dibine çöküp orada mı kalır ve yıllık birikme oranları çok küçük olan tortular onları örtüp fosilleştirir mi? Hayır, tabii ki böyle olmaz. Bunlar ya yüzeyde yüzerler ya da dibe çökerler ve her iki durumda da orada leş yiyiciler tarafından yenilir ya da bakteriler ya da mekanik etkinlikler sonucu parçalara ayrılırlar. Hiçbir durumda etrafta fazla kalmazlar. Ama burada, Yeşil Nehir Oluşumu’nda, fosiller bazen diri diri gömülmüş olduklarına kanıt sunarak sık sık “taze” durumda bulunur. Kesin mekanizmalar farklılık gösterdiği halde, korunmak için, yok edici etmenlerin yetişemeyeceği bir şekilde ve hızlı bir şekilde gömülmeleri gerekmektedir.
Yeşil Nehir Oluşumu’nda da durum böyledir. Hızla gömüldükleri belli olan yirmi beş santim uzunluğuna kadar derileri ve yumuşak kısımları korunmuş vaziyette bol bol fosilleşmiş yayın balığı bulunmaktadır. Yayın balığı fosilleri çok sayıda bir milimetre kalınlığında yaprakları aşaraktan birçok konumda bulunmuştur. Bunlar öldükten sonra yavaş yavaş örtülürken yüzlerce yıl boyunca göl tabanında kalmamışlardır.8 “Göl dibi” tortularında, “dev konsantrasyonlarda kuş fosilleri”9 dahil olmak üzere başka fosil türleri de bulunmuştur. Sık sık Kutsal Kitap’ın hatalı olduğu hakkında bir kanıt olarak kullanılan bu oluşumun aslında bunun yerine hızlı katastrofizmi desteklediğini kabul etme zamanı gelmiştir.
Kömürün kökeni konusunda, turbanın kömüre dönüşmesinin normal şartlar altında hiçbir zaman gözlemlenmemesi ilginçtir. Her türlü kömür, linyit ve turba görülebilir ama değişiklikler durmuş gibidir. Belki de eski bataklık kömürü teorisinin bir kenara bırakılması gerekmektedir. Araştırmalar, kömürün oluşması için genelde söylendiği gibi milyonlarca yıllık ısı ve baskıya maruz kalması gerekmediğini göstermiştir. Son yıllarda, kömür ya da kömüre benzer maddelerin saatler ya da en fazla günler içinde hızla yapılabildiği birkaç laboratuvar planı oluşturulmuştur.10 Kömürün oluşması baskı bile gerektirmemektedir, sadece daha yüksek ısı (ideal olarak belki de çok sıcak su11) gerektirmektedir. Tutuşmaması için organik maddelerin oksijenden soyutlandığı bir şekilde ısıtılmalıdır. Sürecin başlayabilmesi için ısı gerekmektedir ancak süreç başladıktan sonra kendi ısısını ve basıncını oluşturur.
Bu kimyasal reaksiyona, reaksiyonun görece hızlı bir şekilde gerçekleşmesine bir katalizör yardımcı olmaktadır. Bu katalizör, “montmorilonit” ya da aktif kil adı verilen ve volkanik külden elde edilen bir tür kildir. Kömür yataklarının altında sık sık, genelde taban kili adı verilen birçok kil tabakasının olması da ilginçtir. Bu tabakalar toprak olarak hiç uygun değildir ve içinde biyolojik etkinliklerin gerçekleştiğine dair çok az kanıt sunar. Ayrılma yerleri adı verilen ince, volkanik kil tabakaları ve sık sık volkanlardan oluşan maddeler organik maddenin içine yayılmıştır ve kömür yakıldığında cüruf oluşturur.
Kil ayrılma yerlerinin kendileri de epey ilginçtir. Bu ince, düz tabakalar birçok kere yüzlerce kilometre karelik alanlar kaplar.12 Buna tezat olarak, yüzeyi epey dalgalı olan ve içinde birçok akıntı kanalları ve yerel yüksek yerler bulunan modern turba bataklıklarında büyük, düz tabakalar yoktur. Bir bataklık turbasında bir tek düzlem diye bir şey yoktur. Öyle gözüküyor ki, turbanın doğru şartlar altında hızla birikmesi gerekmektedir ve doğru şartlar turba bataklıklarında gerçekleşmez. Aynı şekilde, killerin ayrılma yerleri de, aktif, büyümekte olan bir turba bataklığı değil, düz tortulu bir düzlem gerektirir. Kömür oluşumunun farklı bir modelinin gerektiği açıktır.
Grafik: Mount St. Helens’deki Spirit Lake’de yüzen ağaçlar ıslandıkça sık sık dik bir konumda batarlar.
Mount St. Helens’in 18 Mayıs 1980’deki patlaması, dağın 390 kilometre kare kuzeyindeki ormanı mahvetti. Birkaç dakika içinde Spirit Lake’in üzerinde, organik maddeler ve volkanik küllerle çevrili olan yaklaşık dört milyon kütük yüzüyordu. Sadece birkaç yıl içinde çoğunlukla ağaç kabuğu ve çürümüş odunsu maddeler ve içerdiği volkanik küller gölün dibinde toplanmıştı. Bu turbanın kömürle aşağı yukarı aynı yapısı ve geometrisi vardır. Yüzen ağaçlardan çıkan birçok ağaç kabuğu tabakası birbiri üzerine yığılmış ve dibe çökmüştür. Kömürdeki sert, siyah parlak bantların (vitrain tabakaları) aslında mumyalaşmış ağaç kabuğu olduğu bilindiğinden Spirit Lake dibindeki turba eğer gömülüp pişirilirse iyi kömür olacakmış gibi gözükür.
Durumu daha da ilginç kılan, yüzmekte olan ağaç gövdeleri ıslanmakta ve ıslandıkça tipik olarak kök tarafı altta olaraktan dibe çökmektedir ve gölün dibinde zaten bulunan organik çamur ve ağaç kabuğu tabakalarına gömülürler. Organik maddeler birikmeye devam ettikçe ve volkanik ve aşındırıcı etkinlik göle volkanik kül ve diğer tortuları eklemeye devam ettikçe, bu dik konumdaki ağaçlar gölün dibine gömülür. Eğer daha fazla tortu birikimi gerçekleşirse bu ağaç gövdeleri, dik olarak, çok katmandan geçer bir konumda gömülürler.13
Bu turba, modern kömür yataklarına karakter ve geometri bakımından benzemekle kalmaz, içinde volkanik olarak gerçekleşen kil doludur. Eğer dağ yine patlayarak turba çökeltisinin üzerine sıcak maddelerden oluşan bir katman bırakırsa, bunlar çabucak ve büyük bir olasılıkla günümüzde taş kömürü yataklarında bulunanlara benzeyen kömüre dönüşürler. Ve çok katmandan geçen ağaçlar da bu kömür katmanını delerler.
Resim: Tortu sekansı, Mount St. Helens’teki bu tabaka dizisi gibi hızla birikebilir.
Sürekli Tortulaşma Konusunda Bölgesel Kanıt
Bu bölümde şimdiye kadar yerel katman dizilerinin sürekli, art arta iki tabaka arasında fazla bir zaman arası olmadan çökelmiş olduğu konusundaki kanıtları aldık. Benzer bir mantık bölgesel bir ölçekte jeolojik tabakaya da uyarlanabilir.14
Önde gelen birçok jeologun, katastrofik süreçlerin neredeyse bütün çökeltileri hızla yerleştirdiğini ama afetlerin belki de milyonlarca yıllık bir zamanla ayrılan olaylara dayalı olduğunu iddia ederek neo-katastrofizme inanmaya başladığından daha önce söz etmiştik.
Birkaç istisnayla, tortu ortamı suyun altındadır, tortu burada oluşur. Bir çökelti sudan yukarı çıkıp da yağmura, rüzgâra ve nehrin etkinliklerine maruz kaldığında bu tortunun değil, erozyonun gerçekleştiği zamandır. Modern yaşlı yeryüzü savunucuları için bir erozyon olayı zamanın geçişini, genel (hızlı) tortusal sekansta bir boşluğu belirler. Bizler tam olarak ne kadar zaman geçtiğiyle ilgileniyoruz.
Genç yeryüzü/Tufan modelinde, fosil taşıyan kaya sekansının hemen hemen bütünü, Tufan sırasındaki kısa etkinlik patlamalarında çökelmiştir ve hızlı erozyon bölümlerine tortular hızlı bir şekilde serpişmiştir. Bu modelde erozyon tortu kadar hızlı ve katastrofiktir ve ikisi de çok fazla zaman almamıştır. Ama ihtiyar yeryüzü modelinde tortu hızlı ya da yavaş olabileceği halde erozyon genelde daha uzun zaman dönemleri gerektirir. (Hızlı erozyon bir katastrofi gerektirir.)
Kaya kayıtlarında erozyon bölümlerini görmek normalde kolaydır. Genelde bitişik kayaları uyumlu bir sekansta olmayan bir alanla temsil edilirler. Uyumluluk da bir katmanın öbürünün üzerine paralel, bozulmamış bir şekilde olması için kullanılan bir terimdir. Uyum, hiçbir erozyon boşluğu olmadan sürekli tortuyu gösterir. Eğer katmanlar uyumlu değilse onların temas yeri açısal olan veya olmayan bir uyumsuzluk olarak adlandırılır. Bir sonraki sayfadaki çizelgede gösterilen enkesitler bu kavramları ve çeşitli erozyon biçimlerini tanımlar.
Uyumlulukta (kendisi de hızlı bir şekilde çökelmış olan) her kaya katmanı altındaki ve üstündekilerle paraleldir. Bu bölümde daha önce ele alındığı gibi, yüzey özelliklerinin ve çok katmandan geçen fosillerin varlığından, bir de biyokarıştırmanın ve toprak tabakalarının eksikliğinden yola çıkarak bir kural olarak herhangi iki uyumlu tabakanın çökelmesi arasında önemli uzunlukta bir vakit geçmediği ve bu yüzden de sekansın bütününün epey hızlı bir şekilde biriktiği sonucuna varabiliriz.
Ayrı ayrı tabakalar (ya da yataklar, üyeler vs.) birçok kereler oluşum adı verilen benzer bir tabaka grubuna birleştirilirler. Bir oluşumda tipik olarak (örneğin, evrimsel düşüncelere göre gruplanan ve aynı zamanda yaşadıklarına inanılan fosiller gibi) aynı tanıtıcı fosiller yer alır. Ayrı katmanlar normdan farklılık gösterebileceği halde, genelde oluşumun içindeki her katman (örneğin, kireçtaşı gibi) aynı temel kaya türündendir. Jeologlar, uzun ya da kısa bir zaman içinde yavaş ya da hızlı gerçekleşmiş olan sürekli bir tortu dönemi sayılan bir oluşumun içindeki bir erozyon bölümünü ender olarak talep ederler.
Bir oluşumdan öbürüne değişim kaya türündeki (belki kireçtaşından kumtaşına) ya da fosil içeriğinde bir değişiklikle temsil edilebilir ve buna göre tayin edilen yaş değişimi belirlenir. Oluşumlar arasında uyum olmayışıyla temsil edildiği üzere bu iki oluşum arasında erozyon gerçekleşmiş olabilir.
Grafik: Uyumsuzluklar ve "Sahte" Uyum
Açısal olmayan bir uyumsuzlukta, tortudan sonra kaya tabakası paralel kalmış, bir eğilme ya da faylanma oluşmamıştır. Ama şekil B’de görüldüğü üzere, erozyonal bir sekans oluşmuştur (bu da bize düzgün olmayan bir kara yüzeyini oluşturan nehir ya da ırmak erozyonunu hatırlatmaktadır). Bunun zaman gerektirdiği açıktır ama ne kadar zaman gerektirir?
Açısal olan bir uyumsuzlukta, şekil A’da görüldüğü üzere aşağıdaki kaya tabakası eğilmiş ve sonra da aşınmıştır ve daha sonra yukarıdaki tabaka eğilmiş, aşınmış yüzeyin üzerine yatay olarak çökelmiştir. Yatmış tabakaların yukarı kenarları erozyon yüzeyinde bir süre açıkta bırakılmış olacaktır. Yine, ne kadar zaman geçmiştir?
Yanıt her zaman yerel ortamda bulunmayabilir. Ama ister açısal olan ister açısal olmayan uyumsuzluk olsun erozyonal bölümün izi, genelde petrol kuyuları ya da başka yüzeyleşmeler gibi yüzel altı bilgilerin kullanımıyla yanal olarak sürülebilir. Bu çok çalışma gerektirebilir ama kendileri de büyük alanları örten tabakalar ve oluşumlar yanal olarak izlendiklerinden ya hiç çökelmiş olmadıkları bir alana, ya da eğilip aşınmadıkları bir alana aşırılmış görüneceklerdir. Bu konumlarda, erozyonal bir sekans sonunda uyumlu, sürekli bir tortusal sekansa çözümlenebilir.
Sürekli tortulaşma varsayımsal bir anlamda çeşitli jeolojik dönemleri düşünerek daha kolay bir şekilde anlaşılabilir ve daha kolay gösterilebileceği kesindir. Örneğin, Devoniyen Dönem’in 417 milyon yıl ila 354 milyon yıl öncesine uzandığı düşünülmektedir. Bundan sonraki eski dönem olan Silüriyen 417 milyon yıldan geriye 443 milyon yıla uzanmıştır. Kişi, Devoniyen ve Silüriyen dönemleri içinde olarak tayin edilen oluşumların her birinin sürekli diziler olarak çökelmiş olduklarını keşfedince şaşırmayabilir. Sık sık Devoniyen, uyumlu bir şekilde Silüriyen’in üzerinde yer alır ve yukarıda sözü edilen ilkelerin uyarlanmasıyla Devoniyen’i başı arasında büyük bir zaman boşluğu gerçekleşmediği sonucuna varılabilir.
Ama bazen ikisinin arasında bir zaman boşluğunu belirten bir biçimde erozyonal bir sekans bulunabilir. Önemli olan bu boşluğun ne kadar uzun bir süreyi kapsadığıdır. Bu soru yerel olarak yanıtlanamayacak ve bölgesel olarak çözümü zor ya da imkânsız olsa da, gerçek şudur ki, birçok başka mahalde iki sistem arasında hiçbir zaman boşluğu gözükmemektedir. Hatta (Silüriyen’in altında bulunan) Ordovizyen ve (Devoniyen’in üzerine yatmış bulunan) Missisippiyen dahil, bütün bir tabaka dizisinin bir biri üzerine uyumlu bir şekilde yatmış olarak bulunduğu birçok mahal söylenebilir. Böylece fosilli sütunun büyük bir kısmı tek ve sürekli bir tortusal sekans olarak yorumlanabilir.
Bu yüzden herhangi bir yerel erozyonal bölüm, normal uyumlu yüzeyden daha fazla zaman temsil edebileceği halde, yine de büyük bir zaman aşımını temsil etmez. Tufan oluşumları sütununun bütünü çökelme olaylarının yerel olarak sınırlı erozyon ile kesilen ama başka yerlerde devam eden tekli bir dizisini temsil eder.
Birçok örnekte, tekli bir oluşumun üzerinde bir başka oluşum uyumlu bir şekilde yatıyor olabilir ama ikisinin de fosil içeriği (evrimciler için) oluşumun çökelme zamanının milyonlarca yılla ayrılmasını talep eder! Buna uyumsu uyumsuzluk ya da sahte uyum adı verilir (şekil C). Bu terimde aşınmayan ve üzerine çökelim almayan bir yüzey, yani milyonlarca yıl boyunca kesinlikle durağan kalmış bir yüzey ima edilir. Tabii ki, günümüzde dünyanın hiçbir yerinde toprakta üzerinde hiçbir şey gerçekleşmeyen, erozyon gerçekleşmeyen, bitkilerin kök salmadığı ya da hayvanların çukur kazıp yuva yapmadıkları böylesine durağan bir yüzey bulunmamaktadır. Bir yüzey hiçbir biyokarıştırma ya da tortu olmadan da suyun altında durağan olamaz. Bu, yaşlı dünyayı savunanların milyonlarca yıl teorilerini kurtarmak için nerelere kadar gideceklerini gösteren tamamen varsayımsal bir kavramdır.
Grafik: Sürekli Çökelme
Resim: Büyük Kanyon’daki “Sahte” Uyumluluklar tabakalar birbirlerinin üzerinde rahatça durmaktadır. Aralarına bir zaman boşluğunu gerektiren tek şey fosillerin evrimci bir yorumudur.
Tabakaları birbirine bağlamanın bir yolu da yumuşak tortu deformasyonunu düşünmektir. Belli ki, birçok tortu, daha hâlâ yumuşak, sağlam olmayan bir durumdayken (örneğin, sert kaya yerine çamurlu tortular) deforme olmuştur (yani eğilmiş ya da kırılmıştır).
İhtiyar yeryüzü düşüncesinde tortuların uyumlu tabakası sırayla çökelmiş ama zamanla, belki de milyonlarca yılla ayrılmıştır. Çökeldikten sonra katman sekansı deforme olmuştur (örneğin eğilmiş ya da kırılmıştır). Bu da tortunun oluştuğu zamandan çok daha sonraki bir zamanda gerçekleşmiş olabilir. Eğer zaten çok eskiyse, tortuların som kayaçlara sertleşmiş olmaları varsayılabilir ve deforme olduklarında sert, “kırılgan” bir durumda olduklarına dair delil vermeleri beklenir.
Ancak genç yeryüzü modeli çok daha farklı bir durumu öngörür. Eğer yaratılış/Tufan düşüncesi doğruysa o zaman Tufan’ın gerçekleştiği yılda ve belki de onu izleyen birkaç yüzyıl içinde çok büyük kalınlıklarda tortu birikintileri oluşmuştu. Bu Tufan tortularının en alçağı, Tufan’ın ilk zamanlarında bırakılmıştı ve en üste yakın olanlar da sadece birkaç ay sonra Tufan’ın daha sonraki zamanlarında bırakılmıştı. Okyanusların derinleşip genişlediği ve kıtaların yukarı itildiği Tufan’ın daha sonraki dönemlerinde epey deformasyon gerçekleşmiş olmalıydı. Birçok durumda bu yukarı itilmeler ve eşzamanlı deformasyon tortular birkaç yıldan daha az zamandır varken gerçekleşmiş olmalıydı. Bazılarının günümüzdeki gibi sert kaya halinde olarak değil, yumuşak, çamurlu bir durumdayken deformasyona uğramış oldukları hakkında kanıt göstermelerini bekleriz.
Yanıtlanması gereken ilk soru şudur: Yumuşak, doygun tortuların som kayaca dönüşmesi ne kadar zaman alır? Ne yazık ki, bu sorunun kesin bir yanıtı olamaz çünkü her durum farklıdır. Genel olarak yükseltilmiş bir ısının varlığı, tanecikleri ya da mineralleri birbirine bağlayacak yeterli çimentonun varlığı ve gözeneklerdeki suyu zorla çıkartan ve ayrı ayrı tanecikleri birbirleriyle temas haline koyan derinlere gömülmenin hepsi de sertleşme sürecini hızlandırır.
Şimdi bile, jeolojik sütundaki tortul tabakanın bir kısmının diğerlerinden daha yumuşak olduğu kabul edilmelidir. Bazıları henüz som kayaca dönüşmemiştir. Sertleşme şartları her alanda yerine gelmemişti, genelde neden yeterli çimento olmamasıydı. Ama tabakaların çoğu tabii ki som kayaç haline gelmiştir.
Normal şartlar altında, tortular sadece yıllar içinde sertleşip kayaya dönüşür, bu süreç en fazla yüz yıl kadar zaman alır. Tortulardan kaya oluşması milyonlarca yıl sürmez. İdeal şartlar altında, bu birkaç günde gerçekleşebilir.
Örneğin, günümüzdeki beton, insan eliyle yapılmış bir kaya olsa da bir kayaya çok benzer. İçinde tanecikleri birbirine yapıştıran kimyasallar bulunmaktadır ve karışımdaki su, mineral yapısıyla birleştirildiğinde ya da dışarı itilip buharlaştığında, beton epey sertleşir. Bu, saatler ila günler içinde gerçekleşir. Birçok kaya da bunun gibi hızlı bir şekilde oluşur.
Mount St. Helens’in patlamasıyla gerçekleşen çamur kaymasını ele alalım: Dağın buzulu hızla eriyip akarken yolda çamur, kayalar, ağaçlar ve hayvanları da alıp götürdü. Üst üste gerçekleşen çamur kaymaları bölgeyi üst üste dizilmiş gözlemeler gibi kapladı ve bazı yerlerde tortu yığını 180 metreye kadar çıktı. Katastrofik su hareketi aracılığıyla çökeltilen bu üniteler özde başka yerlerde görülen kaya tabakalarıyla aynı görünür. Bu maddeler sertleşmek için en uygun koşullara maruz kalmadıkları halde beş yıl içinde neredeyse dikey bir eğimde durmaya yetecek kadar sert oldular. Tortulardan kaya oluşması çok uzun bir zaman almaz, sadece doğru koşullar gereklidir.
Kaya sertleşince, onu kırmadan eğmek çok zordur. Mühendislerin tanımına göre kayaların yumuşak, plastik, biçimlendirilebilir değil, sert ve kırılgan özellikleri vardır. Genelde inceleyerek, özellikle de bir mikroskobun altında inceleyerek kayanın deforme olduğu zamanki durumu belirlenebilir.
Birçok kereler bir kaya yumuşak, sağlam olmayan bir durumdayken deforme olmuş görünür ancak tortunun zamanlaması ve eğimi dikkat çeker. Yaşlı yeryüzü senaryosuna göre, kayalar sık sık deforme olmadan milyonlarca yıl önce yerlerine oturmuşlardır. Sertleşmek için bol bol zamanları olduğundan kırılgan bir özellik göstermeleri gerekirdi ancak sık sık sağlam olmayan çamur gibi deforme olmuş görünürler.
Grafik:
Yaşlı Yeryüzü Senaryosu: Çökelmeden çok sonra deformasyon => Tortular deformasyona uğradığında kırılgandı
Genç Yeryüzü Senaryosu: Çökelmeden kısa bir süre sonra deformasyon => Tortular deformasyona uğradığında yumuşaktı
Resim: Kaliforniya’daki Split Mountain’da sıkıca katlanmış katman, eğildiği zaman şimdi olduğu gibi katı değil, yumuşak olmalıydı.
Bu kavram Büyük Kanyon’da görülür. Büyük Kanyon’un güney kenarında deniz seviyesinden 2100 metre yukarıda durup kenardan baktığınızda toplam iki bin metre kalınlığında olan yatay katmanlı tortul tabakaları görürsünüz. Kanyon, Kaibab Upwarp adı verilen yükseltilmiş bir platoya oyulmuştur. Büyük Kanyon köyünde görülebilecek olan kayaçlar ayrıcı 400 kilometre uzaklıkta Arizona’nın doğusunda da bulunmaktadır ama yükseklikleri 1,6 kilometre kadar daha alçaktır. Tekbiçimci jeologlara göre plato 70 milyon yıl kadar önce, Rocky Mountains’ın oluştuğu sırada şimdiki yükseltilmiş konumuna itilmişi ve kanyon da daha sonra bu yukarı çıkan platodan oyulmuştu.
Katmanlar Büyük Kanyon Köyü’nde düz ve 400 kilometre uzaktaki Arizona’nın doğusunda da düzdür ama daha aşağıdadır. İnsanların çoğu, platonun kenarında, eğik bir yapının 1500 metre aşağıya inerek, bu kayaç katmanlarını gömük bir fay hattının üzerine serdiğinde kayaçların bazı yerlerde dikey durduklarını bilmemektedir.
Resim: Eğik yapının eklem yerinde bir zamanlar yumuşak olan tortu (şimdi sert kayadır) 90 derece esner. Ölçek için iki tırmanıcıya dikkat edin.
Resim: Normalde yatay olan Tapeatskumtaşı eğik yapının ortasında dikey bir biçimde durmaktadır.
Grafik: Büyük Kanyon jeolojisinin eğik yapısını ve Kaibab Yükseltilmiş Platosu’nu gösteren enkesit
Çizelgedeki enkesitten de görülebileceği üzere çoğu mahalde en alçak tortul katman, tek biçimci jeologların 550 milyon yıllık olduğunu düşündüğü Tapeats kumtaşıdır. Kenardaki Kaibab kireçtaşının 250 milyon yıllık olduğu düşünülmektedir. Ama yükseltme olayı sadece 70 milyon yıl önce gerçekleşmiş. Bu da Tapeats kumtaşının yükseltme olayı sırasında yaklaşık 480 milyon yıllık olduğu anlamına gelir!
Eklem noktasındaki eğilmenin doğasını incelerken eğilme gerçekleştiği zaman kumtaşının yumuşak, sağlam olmayan bir durumda olduğunu göreceğiz. Bilim insanları uzunlaşmış kum taneciklerini ya da kırılmış ve yeniden kristalleşmiş durumdaki tanecikleri birleştiren çimentoyu bulmamışlardır. Kayalar eğilirken, üzerlerini örten tortuların ağırlığından ötürü biraz sertleşmiş oldukları halde hâlâ biraz yumuşak ve “taze” oldukları görünmektedir. Eğilme sırasında kaya kadar sert, kırılgan bir konumda değildiler. Delillere göre, fazla uzun zamandır orada bulunmuyorlardı.15
Ancak evrimciler, eğer bir kaya derine gömülmüşse ve etraftaki baskıdan ötürü her yandan kapatılmışsa, başka türlü olsa kırılgan olacak bir kayada eğilmenin gerçekleşebileceğini söyler. Bu, tabii ki, kaya tuzu gibi “akabilen” belirli kayalar için özellikle doğrudur. Ama Tapeats kumtaşı gibi sert bir kayada bu tür eğilme her zaman uzunlaşan kum taneciklerine ya da kırık çimento kristallerine neden olur, bunların ikisi de bu deforme olmuş Büyük Kanyon kayalarında bulunmamışlardır.
Grafik: Gerilme, Gerinim, Uç kayma değerlerinin mevkii
Gerilim-gerinim çizgesinde de görüleceği gibi, herhangi bir maddenin belirli bir gerilim durumunda gerinmesinin (ya da deforme olmasının) bir sınırı vardır. Deformasyon gerilimin uygulanmasıyla gerçekleşir ve eğer gerilim sürekli bir düzeyde sürdürülürse, madde deforme olmaya ya da “kaymaya” devam edecektir.
Herhangi bir kaya, gerilim eklenmesiyle adım adım kırılma noktasına getirilebilir. Eğer gerilim kırılma noktasının altında sürekli bir düzeyde tutulursa çoğu kayada deformasyon terminal bir değere kadar devam eder. Bu noktada kaya ya sağlam olur, ya da çatlar. Çoğu kaya türü sınırsız deformasyonu sürdürmez. Grafikte gösterildiği üzere zamanla gerçekleşecek olan kayma miktarının bir sınırı vardır. Kaya hiç de çelik gibi homojen bir madde değildir. Kayadaki ister çökelmeden ötürü, ister artan gerilimden ötürü gerçekleşen herhangi bir düzensizlik hızla artarak bütün için kırılmaya neden olur.
En fazla eğilme noktasıyla ilgili fotoğraflardan görüldüğü gibi bu kayalar yaklaşık 30 metrelik bir uzaklık içinde 90 derecelik bir açıda eğilmişlerdir. Bu da kayayı gerilmiş olan kıvrımın dış yarısına yerleştirir. Sert kayanın gerginlik altında kırılgan olduğu bilinmektedir, buna karşın bu madde epey esnetilmiştir. Eğik yapı boyunca zaman zaman katmanın bütünü büküldükçe görünür bir şekilde incelmiştir. Sert kayanın çevrelenmiş bile olsa bu kadar esnemeye nasıl dayandığını hayal etmek zordur. Sert kaya bu şekilde davranmaz. Toparlayabildiğimiz kadarıyla, hem görsel ve hem de mikroskop altında, kayalar eğilme zamanında hâlâ yumuşak, sağlam olmayan bir durumdaydılar.
1,500 metre yukarı çıkmak değişik kayalarda değişik tepkiler oluşturmuştur. Tapeats kumtaşı ve üzerini örten tortul kayalar kıvrımın üzerini sadece örtmüşlerdir. Eğilmişler, uzamışlar ve harekete izin vermişlerdir. Fay hattındaki hareket çok daha az olduğu halde, Bright Angel fay hattı gibi daha yeni (Tufan sonrası) olan fay hatları, o zamana dek som kayaca sertleşmiş olan aynı tortul tabakayı kırmışlardır.
Mahallerin çoğunda Tapeats’in altında çok sert bir metamorfik kaya olan Vishnu Şisti yer almaktadır. Bu oluşum, bu alandaki taban kayasıdır ve kıta boyunca yer alan kayalarla yanal bir şekilde bağlantılıdır. Yaratılışçı modelde normal olarak yaşının Tanrı’nın yeryüzünü özgün yaratışının bir kısmı olarak yaratılışla bir olduğu varsayılmaktadır. Belki Tufan aracılığıyla metamorfoz geçirip değişmişti ama Tufan gerçekleştiği zaman zaten sert ve kırılgandı. Tekbiçimcilikçiler ise bunun yaşı bir milyardan fazla olduğunu söylemektedirler.
Vishnu, platoda yukarı çıkan kırılgan kayalar gibi davranmıştır. Kırılmıştır! Sismik araştırmalar fay hatlarını bulmuşlar ve bir tarafın öbür tarafa kıyasla en az 1500 metre yukarı hareket ettiği sonucuna varmışlardır.
Böylece sert, derinlere gömülmüş metamorfik kayalar kırılmıştır, şimdi artık epey katı olan ve fay üzerinde olduklarında kırılan hemen hemen aynı derecede derine gömülmüş olan tortul kayalar ise yukarı çıkma zamanında sadece fayın üzerini örterler. O sırada bunların yeni çökelmiş çamur oldukları ve (Tufan’dan sonraki zamanlarda taşlaştıkları gibi) henüz taş olarak sertleşmemiş oldukları görülmektedir.
Bu genç yeryüzünü ya da Tufan’ı ya da herhangi başka bir Kutsal Kitap doktrinini kanıtlamaz. Bu gözlemle ilgili olarak söyleyebileceğimiz tek şey, Tapeats kumtaşının deforme olduğu sırada henüz som kayaca katılaşmak için yeterli zamanı olmadığıdır. Şu anda çökelme ve deformasyon hakkında kabul edilmiş olan tarihler kayaların doğasıyla uyumlu değildir. Bu gözlem de yeryüzünün sözde 480 milyon yıllık tarihinin bu kısmını yok eder.
Büyük Kanyon’daki durum eşsiz olmaktan çok uzaktır. Kayaların yumuşak, sağlam olmayan bir durumdayken deforme olduğu daha birçok başka yer vardır. Rocky Mountains bu tür oluşumlarla doludur. Appalachian Dağları da öyledir. Böyle durumlardan bir tanesi sıradışı olarak göz ardı edilebilir ama dünya yumuşak tortu deformasyonuna örneklerle doludur. Eğer yeryüzü gençse ve Tufan gerçekten de dünyanın jeolojik özelliklerinin çoğundan sorumluysa zaten böyle olması gerektir.
Resim: Kumun sertleşmesinden önce aşağıdan sıkıştırılan kırıntılı kumtaşı seddi
Kırıntılı Setler
Kırıntılısetler adı verilen özelliklerin gözlemiyle buna benzer bir savunu yapılabilir. Kırıntılı bir kaya daha önceden var olan parçalardan oluşmuştur. Örneğin, kumtaşı kum taneciklerinden oluşmuştur ve kum tanecikleri de genelde daha önceden var olan granit ve başka kayaların erozyonundan türeyen kuvars parçalarıdır. Böylece kumtaşı kırıntılı bir kayadır. Bir set toprağın altına gömülmüş olan dikey, duvar gibi bir özelliktir. Birçok volkanik set, volkanları çevirmiş olarak görülebilir ama bizler şu anda kırıntılı setlerle ilgileniyoruz.
Bir keresinde Teksas’ın orta kısmanda çok ilginç bazı kumtaşı setleri üzerinde bir araştırma yapmam istenmişti. Bu setler Dallas’ın doğusundaki Rockwall idare bölgesinde yer almaktadır. Rockwall’ın ilçe merkezi Rockwall’dır. Her iki yerin ismi de burada bulunan çok olağandışı “kaya duvarlar”dan gelmektedir. Çiftçiler bu setlere sık sık lanet okurlar çünkü sabanları toprak yüzeyinin hemen altında saklı olan bu taş “duvarlar”a çarpınca kırılır.
Ara sıra bu kaya duvarların nasıl olduğu görülmek için kazılıp dışarı çıkarılırlar. Yandan neredeyse tuğlaya benzeyen kırık yassı kaldırım taşlarından oluşan insanlar tarafından yapılmış kaya duvarlar gibi görünürler. “Tuğlalar” bazen aralarında harç olaraktan konik görünürler. Yerel vatandaşların birçoğu tarih öncesi devler ırkının bu kaya duvarları bir kale olarak inşa ettiğinden emindir. Ancak her jeolojik araştırma bunların kale değil, kırıntılı setler olduğu sonucuna ulaştı.
Bazı yerel emlakçılar oradaki emlak değerlerini arttırmanın bir yolu olarak antik “kale” konusundaki ilgiyi kullanmayı ümit ederek Austin’deki Teksas Üniversitesi’nden jeologların ve Baylor Üniversitesi’nden diğerlerinin gelip toplamış oldukları kanıtlara bakmalarını istediler. Ancak jeologlar onları hayal kırıklığına uğratarak kayalara yine kırıntılı set adını vererek onların tamamen doğal bir nedenle oluştuklarını söylediler.
Bundan sonra emlakçılar kendilerine yardım etmeler için Institute for Creation Research’ı (Yaratılış Araştırmaları Enstitüsü’nü) aradılar. Bölgelerini tarih öncesi bir devler ırkının bölgesi olarak tanıtmak istediklerinden ve ICR’nin yaygın olarak kabul edilen jeolojik zaman cetveliyle aynı görüşte olmadığını bildiklerinden ICR’nin belki kendi taraflarını tutacağını düşünmüşlerdi. Ben o sırada Oklahoma Üniversitesi’nde öğretim üyesiydim ve uzun zamandır ICR ile bağlantılı olduğumdan benden gelip orada araştırma yapmamı istediler.
Günlerce inceleme yaptıktan sonra bu duvarların Tufan öncesi bir devler ırkı tarafından oluşturulmuş olduğu sonucuna varmayı istesem de beni çalıştıranları sıkıntıya düşürerek bu duvarların aslında kırıntılı setler olduklarını bildirmek zorunda kaldım. Bunlar hakkında gayet iyi bir jeolojik açıklama bulunmaktadır. Ama aynı zamanda bu kırıntılı setlerden genç yeryüzü hakkında öğrenilebilecek harika bir ders de vardır.
Bu setlerin çoğu kumtaşıdır ve kalınlıkları 6 milimetreyle 46 santim arasında olaraktan dikkate değer bir büyüklüğe sahiptir. Derinlikle biraz daha kalınlaşırlar. Boyutlar değişir ama bazıları birkaç kilometre boyunca uzanır ve yükseklikleri 46 metreye kadar çıkabilir. İster yatay, ister dikey olarak araştırın, tanecik boyunda ya da litolojide fark edilir bir değişiklik yoktur. Bazen daha küçük setler daha büyüğünden kollara ayrılırlar, ara sıra da ona yeniden katılırlar. Birkaç başka set kireçtaşı ya da markazitten oluşur.
Görünüşe göre, setlerin çokluğu birbiriyle bağlantılı bir dizi olaydan ötürü kaynaklanmış ama bunların hepsi de Teksas’ın orta kısmına has ve standart yaş tayinlerine göre yaklaşık 80 milyon yıllık olan kireçtaşı tabakasının içindeki çatlaklarda bulunmuştur. Bazı jeologlar setleri, deniz altı çatlaklarının yukarıdaki maddelerle dolmasından ötürü olarak yorumlamıştır,16 ama bu en azından kumtaşından oluşan daha büyük setler konusunda pek olası değildir. Setlerin üzerinde kaynak görevini görebilecek birkaç santimden daha kalın olan hiçbir yatay kumtaşı katmanı bulunmaz ve hiçbir durumda içinde bol bol pislik olmayan saf kum denizin dibinde çatlaklara yerleşmez. Sadece kireçtaşı setleri bir yatay tortu iması taşır, bu da ancak yukarıdan çökelirse beklenen bir durumdur fakat yanal olarak sıkıştırıldığı ise de böyle bir durum oluşur. Kumtaşı setleri, yukarıdan çökelen sığ ya da derin deniz kumları aracılığıyla oluştukları konusunda ikna edici bir kanıt sunmazlar.
Kumtaşı seddi maddelerinin incelenmesi, bunun setlerin altına gömülen bir kumtaşı yatağıyla aynı olduğunu göstermiştir.17 Bunlar aynı kimyasal bileşimlerdendir ve ikisindeki kum tanecik büyüklükleri birbirine benzemektedir. Setlerle ana kumtaşı yatağı arasındaki tek fark setteki kum taneciklerinin uzun eksenlerinin aynı yöne işaret etme yatkınlığıdır. Bu da (diş macunundaki bir pütürün durumunda olduğu gibi) eğer maddeler aşağıdan yukarıya itilerek sıkıştırılırsa gerçekleşecek bir durumdur, ancak hareket eden sudan ya da tortudan oluşmaz. Deforme olmuş kum tanecikleri görünmemektedir ve kırık ya da yeniden kristalize edilmiş bir çimento iması yoktur. Setlerdeki maddelerin üzerlerini örten kireçtaşına itildiği sırada hâlâ doygun ve sağlam olmayan kumlu çamur olduğu görünmektedir.
Yaşlı yeryüzünü savunanlar itilme sırasında kaynak kumtaşı yatağının zaten milyonlarca yıllık olduğunu söylerler. Burada yanlış olan bir şey vardır. Delillere göre, itilme sırasında kaynak yatağın henüz katılaşmaya vakti olmamıştı. Yine, bu genç yeryüzünü kanıtlamaz ama sözde yeryüzü tarihinin üzerine şüphe düşürür.
Grafik: Kırıntılı Seddin Enkesiti
Resim: Kaynak kum daha yumuşakken aşağıdan sıkıştırılan kumtaşı “bacaları”
Yumuşak tortunun eğilmesi durumunda olduğu gibi, kırıntılı set savunusu da dünyanın etrafındaki birçok yere uyarlanabilir. Örneğin, Rocky Mountains’ı oluşturan tortuları bazı yerlerde 6000 metreden fazla yukarı çıkarmıştır. Daha önce sözünü ettiğimiz üzere yukarı çıkma olayının yaklaşık 70 milyon yıl önce olduğunu söylerler. Böylece altındaki kayaların birçoğu, yukarı çıkış sırasında zaten yüzlerce milyon yıllıktı ve epey de sert olmalıydılar. Ama bu yukarı çıkan bölümün şimdi kırıntılı setlere sertleşmiş olan yumuşak maddeyi sıkıştırdığı görülmektedir. Yapısı (470 milyon yıl olarak tarihlenen) Sawatch kumtaşıyla tıpatıp aynı olan bu setler yumuşak kumlu çamur olarak çok daha yaşlı olan Pike’s Peak granitine sıkıştırılmışlardır. Gözüktüğü gibi eğer bu yukarı itilme olayı sözde 70 milyon yıl önce Rocky Mountains’ı oluşturan Laramide dağ oluşturma olayıyla aynı ise o zaman bu senaryo yeryüzü tarihinin 400 milyon yılını kesip atar.18
Bir başka ilginç araştırma da Utah’daki Kodachrome Havzası Eyalet Parkı’ndan aktarılabilir.19 Buradaki setler, bazen uzunlukları 52 metreye ve çapları da 15 metreye ulaşan silindirimsi özelliklere sahip dev kumtaşı “bacaları”yla bağlantılı olarak bulunmuştur.20 Yine aynı sorun ortaya çıkmaktadır. Kaynak yatağın çökelme zamanı sıkıştırılma zamanından 25 milyon yıl önce olduğu düşünülmektedir.
Bunlar nadir örnekler değildir. Dünyada, Kutsal Kitap’ın Tufan ve genç yeryüzü anlatımının doğru olduğunu gösterir biçimde, olması gerektiği üzere kırıntılı setlere (ve bacalara) birçok örnek bulunmaktadır.
Grafik: Specimen Ridge’den bir kesit görüntüsü
Grafik:
Genç Yeryüzü İçin Jeolojik Kanıtlar
1. Yüzey Özellikleri
2. Biyokarıştırmanın yetersizliği
3. Toprak tabakalarının eksikliği
4. Bozulmamış katmanlaşma düzlemleri
5. Çok Katmandan Geçen Fosiller
6. Uyumsuzlukların Sınırlılığı
7. Yumuşak-tortu deformasyonu
Klasik Yaşlı Yeryüzü Savunusunun Yeniden Değerlendirilmesi
Birçok insan jeolojinin yeryüzünün milyarlarca yaşında olduğunu kanıtladığı şeklinde yanlış bir izlenime sahiptir. Görmüş olduğumuz gibi bu düşünce gerçekten çok uzaktır!
Yaşlı yeryüzü lehine yapılan klasik savunmalardan biri de, çok iyi korunmuş olan taşlaşmış ağaç kütüklerinin çok sayıda bulunduğu Yellowstone Park’ındaki fosil ormandır. Specimen Ridge’de, şimdi erozyonla oyulmuş olan bir yamaç 27 ya da daha çok sertleşmiş yatay volkanik madde tabakasını ortaya koymaktadır. Bunların her birinde, köklü uçları aşağıda, gövdeleri yukarıda dikey konumunda olan birçok ağaç gövdesi dahil, bol bol fosilleşmiş ağaçlar bulunur. Birçok başka ağaç gövdesi yatay biçimdedir. Yakınlardaki Specimen Creek’teki benzer görünümler 50’den fazla tabakadan oluşur.
Dik duran ağaçlar, buradaki jeoloji levhasında açıklandığı üzere geleneksel olarak büyüdükleri yere gömülmüş ve fosilleşmiş olarak yorumlanır. Çok katmanlı tabakalar, fosilleşmiş biçimde, her biri büyüdüğü yerinde ve ardışık olarak volkanik kül tarafından gömülmüş olan bir dizi orman olarak yorumlanırlar. Her volkanik patlamadan sonra volkanik kül katmanlarının üst yüzeyinin yavaş yavaş hava etkilerine maruz kalarak tohumlar ve filizlerin kök salabilmesine uygun bir üst toprağa dönüştüğü iddia edilmiştir. Birkaç yüzyıl içinde, ikinci bir orman büyüyüp olgunlaştığı, sonra o da ikinci bir volkanik kül patlamasıyla yine gömüldüğü söylenmektedir. Bu yoruma göre, bu tekrarlanan kalıp en az 27 kez gerçekleşmiştir. Her ormanın oluşması en az birkaç yüz yıl gerektiriyordu, çünkü 400 kadar halkası olan fosilleşmiş ağaçlar her katmanda tipik olarak bulunmaktadır. Olayların sekansının bütününün en azında birçok bin yıl, belki de daha fazla zaman aldığı varsayılmıştır. Yine de, söylenilen zaman süresinde, Kutsal Kitap kronolojisine kolayca uyabilenden daha fazla zaman geçmiştir.
Bu da fosilleşmiş odunun oluşmasının milyonlarca yıl almadığına işaret etmek için iyi bir zaman olabilir. Birkaç laboratuvar deneyinin de ortaya koyduğu gibi, tahta belirli şartlar altında hızla fosilleşebilir.21 Araştırmacılar, bir alan deneyimi sırasında, bir ipin ucuna bir tahta blok bağlayıp bunu Yellowstone Park’ındaki alkalin bir kaynağa sarkıtmışlardır. Böyle bir ortamın tahtayı fosilleştirip fosilleştirmeyeceğini görmek için onu bu silika bakımından zengin, sıcak suya batırmışlardır. Bir yıl sonra geri dönüp de kütüğü delikten çıkarttıkları zaman epey bir fosilleşmenin gerçekleşmiş olduğunu görmüşlerdir.22 İnsanlar tarafından yapılan tahta nesnelerin birkaç yıl içinde fosilleşmesinin birçok örneği vardır. Ayrıca günümüzde ticari olarak gerçek ahşap döşemeler için yapay olarak fosilleştirilmiş tahta da üretilmektedir. Tahtayı fosilleştirmek fazla zaman almaz, sadece doğru şartlar gerekir. Sıcak volkanik küller arasından sızan ve tipik olarak silikayla dolu olan yer altı suyunun tahtanın hızla fosilleşmesi için en uygun doğal ortam olduğu düşünülmektedir.
Resim: Büyüme pozisyonunda ama büyüme mahallinde olmayan fosilleşmiş ağaçlar
Resim: Bu ağaç dik durduğu halde kökü yoktur. Burada büyümemiştir.
Bazıları dik olan fosilleşmiş ağaçlar içeren kül tabakası dizisi, bir zamanlar birçokları tarafından Kutsal Kitap aleyhine en ikna edici savunu sayılırdı. Bu klasik ve dramatik alanın bize söyleyecek çok şeyi olduğu kesindir. Eskiden Kutsal Kitap’a iman ettiği halde şimdi kuşkucu olan Dr. Ron Numbers’dan aşağıdaki alıntıyı bir düşünün. Kendisi içeride olan aydınlanmış biri olarak ikna edici bir şekilde yazarak yaratılış düşüncesindeki “hatalar”ın çok yayınlanan bir tarihçisi haline gelmiştir. Aşağıda yaratılış ve Hristiyanlığı reddetme düşüncelerinin ilerlemesi yer almaktadır.
Yellowstone National Park’taki fosil ormanların ünlü sekansı üzerindeki örnekli konuşmaya katıldığım akşamı çok iyi hatırlıyorum. . . dünyanın en az otuz bin yıllık olduğunun rahatsız edici olasılığını ilk önce acı çekerek düşündüm, sonunda kabul ettim. Böylece kökenler konusunda Kutsal Yazılar yerine bilimi izlemeye karar verdikten sonra acısız olmasa da çabucak inançsızlığa doğru o ünlü kaygan yoldan aşağıya kaydım. . . . [Agnostik] etiketi hâlâ yabancı ve rahatsız edici geliyor ama tanrıbilimsel şüphelerimi doğru bir şekilde yansıtıyor.23
Yaratılışçılar, kanıtların herhangi başka bir yoruma izin verip vermediğini görmek için yıllardır Yellowstone’daki Fosilleşmiş Orman’ı etüt ettiler. Oraya ilk kez 70’li yılların ortalarında gittim ve kökleri altta, gövdeleri dikey olarak fosilleşmiş olan birçok dik turan ağaç gözlemledim. Sorulan soru onların orada yetişip yetişmedikleriydi. Eğer orada yetişmişlerse, o zaman yeryüzü Kutsal Yazılar’ı doğrudan okumanın gösterdiğinden daha yaşladır. Ya da bir şekilde dik konumlarını koruyarak başka bir mahalden bu mahale hareket etmiş olabilir miydiler?
Ağaçlar hakkında birkaç şeye dikkat ettik. Her örnekte tam ağaçlar yerine sadece kütükler vardı. Ayrıca kütükler tipik olarak genelde üç ila üç buçuk metre uzunluğundaydı.
Aynı şekilde kökler sık sık aşağıya doğru eğilmiş oldukları halde tamamen gelişmiş kök sistemlerine sahip değildiler. Canlı ağaçlarda kökler ağacın kökünden çok daha geniştir, dallardan bile daha geniş bir alana yayılır. Bu fosilleşmiş ağaçların kökleri, ağacın alt tarafına yakın kopmuş gibi görünmektedir. Tamamen gelişmiş kök sistemleri yerine sadece kök topları vardır.. Böylece bu ağaçlar canlı ağaçlardan çok farklıdır ve tahmin ettiğimiz ve bizden önceki yaratılışçıların da tahmin ettiği üzere24 bulundukları yerde yetişmemişlerdir.
Volkanik küllerin içine gömülmüş olan her ağaç katmanı, başka bir yerde yetişip bu mahale getirilmiş olduğu konusunda kanıtlar sergilemektedir. Tabakaların her biri, esas olarak volkanik külden oluşan suyla doygun çamur olarak aktığı konusunda kanıt sunmaktadır. Volkanik çamurun kıvamı ve kütüklerin boyu ortak bir kaynaktan gelmiş olabileceklerini önermektedir.
Bu alan hakkındaki özelliklere dikkat eden başka araştırmacılar da aynı şekilde taşınmış olma modelini desteklemektedir. Dr. Harold Coffin, yatay ağaç kütükleri gibi sürgün ve dalların da tercih ettikleri bir yöne yönelmiş olduklarını görmüştür. Hareket eden çamur tarafından sürüklenerek taşınmışlarsa durum bu olmalıdır. Ayrıca hepsinin de volkanik küllerle örtülen bir mahalde yetişebilmesi için orada fazlasıyla çok sayıda bitki maddesi olduğuna da dikkat etmiştir. O zaman ağaçların yol boyunca çeşitli maddeleri sürüklediği bir çamur akışıyla uzak bir kaynaktan gelmiş oldukları gözükmektedir.25
1975’de bu sorunu çözmenin bir yolunu önceden bildirmiştim. Değişik tabakalardan fosilleşmiş ağaçların halkalarının kıyaslanması gerektiğini önermiştim. Eğer tabakalar ortak bir kaynaktan geliyorsa ve ağaçlar aynı zamanda yaşamışsa o zaman değişik tabakalardaki ağaç halkası kalıpları birbirine uyacaktı. Ama eğer tamamen farklı zamanlarda ardışık ormanlarda yetişmişlerse ağaç halka kalıplarının birbiriyle hiç alakası olmayacaktı.
Günümüz genç-dünya yaratılışçısı olmak için gerçekten de harika bir zamandır çünkü şimdi artık Kutsal Yazılar konusundaki anlayışımızı onaylayan çok sayıda bilgi vardır. Bir dostum olan Dr. Mike Arct, yakınlardaki Specimen Creek bölgesinde böyle bir araştırma gerçekleştirdi. Araştırmasında, birkaç değişik tabakada bir “imza” halka kalıbı keşfetti. Bu da çeşitli “ormanlar”ın aynı zamanda yetişmiş olduklarını ve bu mahale ardışık çamur akışları aracılığıyla taşınmış olacaklarını göstermiş26 ve böylece ardışık orman modelini çürütmüştü.
Resim: Spirit Lake’te dik olarak yüzen kütükler
Mount St. Helens yanardağının patlaması da bunların sürüklenerek buraya getirildikleri yorumunu sağlamlaştırmaktadır. 18 Mayıs 1980’deki patlamanın sonucu olarak, enerjik bir patlama bulutu dağın üst kısmından hızla inip 390 kilometre karelik ormanı mahvetmişti. Aynı şekilde, dağın tepesinden Spirit Lake’e eşzamanlı bir çığ düşmüş ve göle bitişik eğimleri kazıyan neredeyse 270 metre yüksekliğinde bir dalgaya neden olmuştur.
Birçok ağaç devrilme bölgesinden Spirit Lake’e düşmüş, diğerleri ise, Mount St. Helens’den akan nehirlere düşmüş ve çamur akıntılarıyla kilometrelerce aşağıya taşınmıştır. Bu çamur hareket ettikçe birçok ağacın nehirde büyük bir hızla kökleri aşağıda olmak üzere dik bir şekilde yüzdükleri gözlemlenmiştir. Belki bu, büyük kayaların kopmuş kökler arasında sıkışmış olmasından ya da belki köklerdeki tahtanın gövdedekinden daha yoğun olmasındandır. Her ne nedenle olursa olsun, bu ağaçlar hâlâ dik bir konumda olarak hareket eden çamurda yüzüyorlardı. Çamur sonunda durduğunda bu ağaçlar hâlâ diktiler ve bugün de hâlâ diktirler.
Aynı şekilde günümüzde Spirit Lake’de, birçok ağaç gövdesi ıslandığından dik bir konuma girip batmaktadır. Kendilerini gölün dibindeki kül ve turba çökeltisine gömerler. Bu gerçeği hem dalışlar aracılığıyla, hem de yan tarafları tarayan sonar aracılığıyla kanıtladık. Mount St. Helens aktif olmayı ve zaman geçtikçe çöle daha çok madde çökeltmeyi sürdürdüğünden bu dik ağaçlar, aynı ormandan gelmiş olmalarına karşın ayrı bir jeolojik tabakada gömüleceklerdir. Yüzyıllar sonra eğer göl dolar ve jeologlar tarafından kazınırsa, (o zamana kadar fosilleşmiş olan) bu ağaçlar birkaç değişik ormanı temsil ediyor gibi görüneceklerdir. Ama tabii ki, öyle değildirler ve ayrıca ağaç halkası kalıpları da kesinlikle birbirine uyayacaktır.27
Böylece, Mount St. Helens’de iki farklı mekanizmanın dik ağaçların fosilleşmenin gerçekleşebileceği bir alana çökelmesine neden olduğunu görmüş bulunuyoruz. Bunlar büyüme pozisyonunda ama yetişme mahalinde olmayarak çökelmiştir. Yellowstone Park’ta da benzer olayların gerçekleştiğini tahmin edebiliriz.
Yellowstone Fosilleşmiş Ormanı konusundaki birkaç yeni yorumun Mount St. Helens’deki olaylardan söz etmesi ilginçtir. Birçok jeolog şimdi Yellowstone fosilleşmiş ağaçlarının gerçekten de aynı ayaktaki ormandan olduklarını ve bir dizi çamur akışı aracılığıyla taşındıkları konusunda görüş birliği içindedir. Ve en harikası da yol kenarındaki evrim dersinin kaldırılmış olmasıdır. Kutsal Kitap’ın yanlış olduğu hakkındaki klasik savununun yanlış olduğu gösterilmiştir. Kutsal Kitap sağlam bir şekilde ayaktadır. Dr. Ron Numbers yanıltılmıştır!
Resim: Mount St. Helens’in patlamasıyla mahvolan orman
Bu arada Dr. Arct da, Yellowstone fosilleşmiş ağaç halkalarında başka bazı ilginç özellikler bulmuştur. Tabakaların birçoğunun içindeki ağaçlarda 900’e kadar ağaç halkası bulunuyordu. Halkalar genişti ve neredeyse monoton bir düzenlilik gösteriyordu, bu da yıldan yıla harika büyüme şartlarında büyüdüklerini gösteriyordu. Hiçbir donma kalıbı bulunmamıştı. Bu daha yaşlı ağaçlar günümüzde düşman çevrelerde bile çok büyük yaşlara kadar büyüyen ve özde ateşe, böceklere ve hastalıklara karşı bağışıklığı olan çeşitli Kaliforniya kızıl çam türleriyle aynı ailedendi. Ayrıca Mount St. Helens’in Spirit Lake’indeki yüzen ağaçlar gibi bu büyük ağaçların kabukları da tipik olarak çıkmıştı. Spirit Lake’de olduğu gibi, Yellowstone’daki ağaçların da kabuklarını da taşıma sırasındaki aşınma mı çıkartmıştı?
Bu bulguları, aynı tabakada birçok başka kütüğün aynı şekilde iyice fosilleşmiş ancak sadece 30-50 halkaya sahip olarak bulunduğuyla birleştirin. Bu ağaçların dalları kopmuş olduğu halde birçoğunun kabuğu hâlâ üzerindeydi (hatta bazen “odunsu” durumdaydılar). Ayrıca ağaç halkaları yıldan yıla büyük çeşitlilik göstermekteydi.
Bundan sonra Tufan’dan önceki zaman diliminin büyük bir olasılıkla 2000 yıldan daha az olduğunu göz önünde bulundurun. Hiçbir ağaç şimdi var olan ve bazıları 4000 yıllıktan daha fazla ve hâlâ büyümekte olan Kaliforniya kızıl çamlarının yaşına erişecek kadar büyüyemezdi.
Bu çökelti dizisi, Tufan’ı izleyen yüzyıllardaki bir volkanizma dönemini temsil ediyor olabilir mi? Daha yaşlı ağaçlar, Tufan’ın oluştuğu yılda bitişik bir şekilde yüzerek Tufan suları çekildiğinde sonunda toprağa gömülen Tufan’dan öncesinden kalan ağaçlar olabilir mi? Belki de bunlar toprakta dururken başka ağaçlar kozalaklarından filizlenip etraflarında büyüdüler. Her ikisi de daha sonra, büyük sayılardaki Tufan sonrası volkanizma olaylarıyla bağlantılanan dinamik çamur akıntıları tarafından yerlerinden alınıp götürülmüş olmalıydılar.28
Sonuç
Böylece çeşitli ölçümler ve teknikler aracılığıyla dünyanın jeolojik ve fiziksel kanıtlarının Kutsal Kitap’ın genç yeryüzü doktriniyle büyük bir uyum içinde olduğunu gördük. Jeolojiye bakarak Kutsal Kitap’ı kanıtlayamayız, böyle bir şey yapmaya da çalışmıyoruz. Kutsal Yazıları imanla kabul ediyoruz ama eğer Kutsal Kitap gerçekten doğru ise o zaman jeolojik kanıtların onu desteklemesi gerektiğinde ısrar ediyoruz ki zaten jeolojik kanıtlar da onu desteklemektedir! Kanıtlar sadece Kutsal Kitap’ı desteklemekle kalmıyor, bunun yanı sıra jeolojik kanıtların büyük bir kısmı eski yeryüzü senaryosuyla epey uyumsuzdur.
SORULAR
1. Hemen hemen her tortul kayanın artık sadece çok kısa bir zaman dönemi gerektiren hızlı bir katastrofik çökelme sonucu olduğu anlaşılmıştır. Yaşlı yeryüzünü savunanlar evrim için gereken büyük zamanları nereye koyuyorlar?
2. “Tabakaları” kısa bir zaman süresi içinde “birbirine bağlamanın” ve böylece katman serisinin bütününün zamanı en aza indirgemenin birkaç yolunu listeleyin.
3. “Biyokarıştırma” ile ne demek istenmektedir ve biyokarıştırma yeryüzünün genç olduğunu nasıl savunur?
4. “Çok katmandan geçen bir ağaç” günümüzde hangi şartlar altında korunabilir?
5. Mount St. Helens’in patlamasının ve bunun sonraki etkilerinin incelenmesi kitap boyunca kullanılmıştır. Bunun genç yeryüzü için imalarını özetleyin.