Bu bölümün amacı, belli bir kayanın ya da fosilin 3 milyon, 700 milyon ya da 2 milyar yaşında olduğunu ısrarla savunan gazete ve dergi makalelerinden ve okul derslerinden doğan soruları yanıtlamaktır. Çok az insan bu yaşların nasıl tayin edildiği üzerinde düşünmektedir. Peki, bilim insanları bu kayaların sözde yaşını nasıl ölçmektedir ve bu yöntem güvenilir midir?
Sadece kayalar ve fosiller değil, diğer birçok sistemin yaşı da bazı yöntemlerle belirlenmektedir. Bilim insanları bir nehir deltasının yaşını, yani tortuların birikmesi için ne kadar zaman geçtiğini, bilmek isteyebilirler. Geçmişte yer alan herhangi bir zaman süresi içerisinde nüfusun ne kadar zamanda arttığını ya da çevre kirlenmesinin ne kadar hızlı büyüdüğünü hesaplama kavramını anlamak çok faydalıdır.
Gördüğümüz gibi, kaya katmanındaki fosil sıralarının, evrimsel sırayı yansıttığı düşünülmektedir. Bu da diğer tüm jeoloji tarihlerini belirlemektedir. Fakat belirlenen bu tarihler, doğru olsa da yanlış olsa da, birden bire ortaya atılmamaktadır. Hep birlikte bu yaşların kaynağını öğrenelim.
Aslında, her yaş tayin yöntemi, aynı temel yöntemi kullanmaktadır ve bu yöntemlerin kavramını anlamak zor değildir. Şunu aklımızda tutalım: Kayalar, fosiller ve yaşı tayin edilebilen jeoloji sistemleri yaşlarını belirten etiketle birlikte gelmezler. Araştırmacı, olayların tarihini yorumlamak zorundadır ve genellikle birden fazla geçerli yorum vardır.
Normal durumlarda yaş tayin yöntemi şöyle işlenmektedir:
1. Bilim insanı, yaşı tayin edilecek kayanın ya da sistemin şimdiki durumunu gözlemler. (Bu, şimdiki zamanla ilgili bilimdir.)
2. Bilim insanı, sistemde şimdi işlenen bir sürecin hızını ölçer. (Bu da bilimdir.)
3. Bundan sonra bilim insanı, kaya ya da sistemin geçmiş tarihi hakkında birkaç şeyi varsaymak zorundadır. (Bu gözlemlenmeyen tarihi yeniden yapılandırmak üzere, varsayımlar aracılığıyla model üretmektir.)
4. Artık bilim insanı, şimdiki gözlemlenmiş oranlarla kıyaslama yapıp gözlemlenemeyen geçmiş üzerinde çalışarak, şimdiki sürecin ne kadar olabileceğini hesaplayabilir. (Bu, gözlemlenmeyen geçmiş zaman hakkındaki varsayımlara dayalı gözlemlenen verilerin yorumudur.)
Bu yöntemi bir benzetme ile aydınlatayım. Karmaşık kavramları aydınlatmak için benzetmeler kullanılabilir. Yaş belirleme kavramı çok karmaşık olmamasına rağmen, birçok insan bu kavrama yabancıdır. Bu yüzden bu konuyla ilgili bir benzetme kullanmamız yerinde olacaktır. Bu benzetmeyi “Patates Sepeti Benzetmesi” diye adlandıralım.
Farz edelim ki, bilimsel bir dersi dinlemek üzere ders salonuna girdiğinizde sahnede duran ve önünde bir masanın üzerinde bir sepet patates bulunan birisini görmüşsünüzdür (1. resim).
Oturup beklerken, saatin saniye kolu 12’ye ulaşınca, adamın sepetten bir patatesi alıp onu soyup sepete geri koduğuna dikkat etmişsinizdir. Saniye kolu tekrar 12’ye ulaşınca adam yine sürece devam etmiştir. On dakikadır onun dakikada bir patates soyduğunu gözlemlemenizden sonra, kendi kendinize, “Acaba bu çılgın ne zamandan beri bunu yapıyor?” diye sorarsınız.
Sorduğunuz soru, bir bilim insanının bir kaya ya da sistemin yaşını araştırdığında sorduğu sorular gibidir. Yani, Bu kaya kaç yaşındadır? Bu ağaç ne zamandan beri büyümektedir? Bu nehir deltası ne zamandan beri birikmektedir? Bu süreç ne zamandır devam etmektedir?
Adamın ne zamandan beri patatesi soymakta olduğunu nasıl ölçersiniz? Tabii ki, ilk önce öne gelip soyulmuş patatesleri sayarsınız. 35 adet soyulmuş patatesi saydığınızı farz edelim. Böylece, sistemin şimdiki durumunu gözlemlemiş (35 adet soyulmuş patates) ve süreç hızını ölçmüşsünüzdür (dakikada bir patates soyuluyor). Bu gözlemlerin ikisi şimdiki zamanla ilgili olan bilimsel gözlemlerdir. Büyük olasılıkla sistemin 35 dakikadır çalışmakta olduğu sonucuna varırsınız.
Bir düşünelim. Bu sonuca varabilmek için gözlemlenmemiş geçmiş zaman hakkında bazı varsayımlar ortaya atmak zorunda kalmışsınızdır. Bu varsayımlar sonucunuzu yönlendirmektedir.
İlk varsaymak zorunda olduğunuz şey, patates sepetinin tüm tarihinde patates soyma hızının sabit olduğudur. Bilimsel açıdan yalnız son on dakikada adamın dakikada bir patates soyduğunu biliyorsunuzdur. Salona girdiğinizden önceki patates soyma hızını bilmiyorsunuzdur. Belki adam tecrübeden dolayı hızlanmış ve önceleri bir dakikadan fazla bir zamanda bir patatesi soymuştur. Ya da belki yorulup yavaşlamıştır. Şimdiki süreç hızını bilmek, geçmiş zamandaki süreç hızını bilmek anlamına gelmemektedir. Patates soyma hızının hep sabit olduğunu varsaymak için sağlam temeliniz de yoktur. Sabit bir soyma hızını varsaymak mantıklı olabilir, ama bu varsayım doğru mudur?
Bu ilk varsayımı tekbiçimcilik (değişmezlik) ilkesi olarak hatırlamış olabilirsiniz. Temelde bu ilke, gözlemlenmemiş geçmiş zaman süresinde süreçlerin sabit olduğunu ve şimdiki süreçlerden çok farklı bir sürecin hiç olmadığını varsaymaktadır. Bu ilkenin en az iki maddesi vardır: süreçlerin tekbiçimliği ve süreç hızlarının tekbiçimliği. Yukarıda Kutsal Kitap’ın, Tanrı’nın yaratılış haftasında kullandığı yaratıcı süreçlerin sona ermiş olduğunu açıkça öğrettiğini görmüştük. Yaratılış tüm dünyayı kapsamış ve çok uzun bir önce olmamıştır. Üstelik Kutsal Kitap, gezegeni yeniden şekillendiren büyük, küresel bir tufandan söz etmektedir. Dünyanın neresine gidip de yaratılmış ve sonra tufandan etkilenmemiş bir toprak parçası görebilirsiniz? Kuşkusuz Tufan’da işlenen süreçlerin çoğu bugünkü süreçlerdi, ama süreç hızı, çapı ve şiddeti bugünkü benzer süreçlerinkinden çok farklıydı. Kutsal Kitap dünya tarihiyle ilgili, tekbiçimcilikten değil, afetçilikten söz etmektedir.
1790 yıllarında James Hutton ve 1820 yıllarında Charles Lyell, bilimde tekbiçimcilik ilkesini ortaya atmışlardır. İkisi de Kutsal Kitap’ın toplum üzerindeki etkisini azaltmak istemişlerdir. Kutsal Kitap’ta yazılanları çürütmek için çok uzun süre yavaş ve aşamalı bir şekilde deliller aramışlardır. Tabii ki, hiç kimse geçmiş zamana dönüp bir şeyleri gözlemlemeden, geçmiş zamandaki süreçlerin doğasını bilememektedir. Yine de, artık tekbiçimcilik varsayımı bilimde, özellikle tarihsel bilimde, ağır basmaktadır. Daha sonra göreceğimiz gibi Kutsal Kitap bu düşünceye karşı uyarıda bulunmaktadır.
Grafik:
Biyolojik tekbiçimcilik – evrim
Astronomik tekbiçimcilik – büyük patlama
Jeolojik tekbiçimcilik – milyarlarca yıl
Varsayımlarla ilgili sormanız gereken bir sonraki soru şudur: Patates sepetinin tüm tarihi boyunca, dışarıdan hiç soyulmuş patates sepete eklenmiş mi ya da sepetten alınmış mıdır? Yanıt evet ise, o zaman yaş ölçümünüz güvenilmez olacaktır. Kim bilir? Eğer birisi gözlemlediğiniz patates soyma sürecinin dışında başka soyulmuş patatesleri sepete eklemiş ise, yaş tayininizi bozmuştur (2. Resim). Benzer bir şekilde, vergi memurları dâhil hiç kimsenin, gelip de alın teriyle soyulmuş olan patateslerden hiçbirini sepetten çıkarmadığını varsaymak zorundasınız. Sadece sepete bakarak bunu asla bilemezsiniz (3. Resim).
Yanıtlamanız gereken bir diğer soru da, sürecin başlangıcında sepette hiç soyulmuş patates olup olmadığıdır. Belki sepet salona getirildiğinde zaten sepet içinde birkaç soyulmuş patates bulunmaktaydı ve belki de bu nedenden dolayı patates soyma işleminin süresi yanlış hesaplanmıştır. Bunu yine, patatesleri soyan adama ya da başlangıçta bulunan bir tanığa sormadan bilemezsiniz. Alacağınız cevabın da aslında doğru olup olmadığından emin olamazsınız. (4. Resim).
Bu üç varsayım, yani (1) süreç hızının tekbiçimliliği, (2) sistemin çevreden izole olma derecesi ve (3) sistemin başlangıçtaki koşullar, mecburen her hangi bir yaş belirleme sürecine dâhildir. Geçmiş zaman hakkında kesin, ince bilgi bulunmuyorsa, doğru bir sonuca varabilmek için bu üç koşulda doğru varsayımlar yapılmalıdır.
Herhangi bir yaş belirleme sürecinde neler yürütüldüğünü aklımızda tutmamız gerekmektedir. Dar bir şekilde yapılan bilimsel gözlem bize yalnız ilk adımı sağlayabilmektedir. Şimdiki durumları gözlemleyebiliriz. İlgili bir sürecin hız oranını da ölçebiliriz. Ama gözlemlenmeyen bir şeyin kökeninin tarihini tayin etmek, büyük ölçüde deneysel bilimin alanı dışındaki gözlemlenmeyen tarih hakkında varsayımları gerektirmektedir. Bilim insanının kökenler hakkında tahminlerde bulunması akla uygundur, ama bunu biraz daha alçakgönüllülükle yaparlarsa daha iyi olur. Maalesef, tarih hakkındaki tahminler genellikle sorgulanamaz gerçekler şeklinde sunulmaktadır. Böylece, öğrencilerin, milli parklardaki turistlerin, TV programlardaki seyircilerin ve gazete okurlarının tekbiçimci varsayımlar üzerine kurulmuş, dayatmacı bir tarih yorumunu kabullenmeleri için bu yorumun kesinlikle doğru olduğunu iddia ederek gözleri korkutulmaktadır.
Daha gerçekçi başka bir yaş belirleme örneği, bir ağacın yaşını tahmin etmekle ilgilidir. Hepimizin bildiği gibi, bazı ağaçlar, bazı istisnalar dışında, yılda bir halka oranında halkalar oluşturmaktadır. Yıllardır dikkatli bir şekilde yapılan araştırmalar sayesinde ağaç halkaları hakkında birçok şey bilinmektedir. Mesela, bir ağaç yağışlı bir yılda, kuru bir yıla göre daha hızlı büyüyerek daha geniş bir halka bırakmaktadır. Hastalık geçirmiş ya da böcekler tarafından saldırılarak geçirilmiş bir yılda, o ağaç anormal bir halka bırakır. Halkalar donmadan zarar görebilmekte ve normal büyüme mevsiminde yaşanan uzun bir soğukluk dönemi aynı yılda ikinci bir halkaya bile neden olabilmektedir. Yine de, böyle halkalar genellikle normal halkalardan ayırt edilebilecek kadar farklı olmaktadır. Bilim insanları, gözlemlenmiş tarihin hava durumlarını ve diğer değişken faktörleri ağaç halkalarıyla karşılaştırarak belli bir ağacın geçmişini çözme konusunda artık tecrübeli olmuşlardır.
Farz edelim ki, incelediğimiz bir ağacın 250 adet halkası vardır. Üstelik son 250 yılda normal ağaç büyüme oranını değiştirebilecek herhangi bir atmosferik ya da jeolojik olayın kayıtlarda bulunmadığını belgelemişizdir. Buna göre, büyük bir olasılıkla, ağaç tüm yaşamı boyunca sabit bir şekilde yılda bir halka bırakmıştır. Ağacın, yaşamında bilinen tarihsel olaylara nasıl tepki gösterdiğini de gözlemleyebiliriz. Ayrıca, ağaçtan bir halka çıkarabilecek hiçbir olay gerçekleşmediğini ve çekirdekten yeni oluşan bu ağacın hiçbir halka ile başlamadığını doğru bir şekilde varsayabiliriz.
Bu varsayımlar büyük olasılıkla doğru oldukları için ağacın yaşının 250 yıl olduğuna karar verirsek haksız olmayız. Ama gerçek anlamda, emin olabilmemizin tek yolu, birisinin fidanın dikilme tarihini bize doğru bir şekilde bildirmesidir. Böyle bir durumda bile bildirinin tam olarak doğru olduğundan şüphelenilebilir. Ağacın 250 yıllık yaş tayini büyük olasılıkla doğrudur, ama vurgulamak istediğimiz şey, geçmiş zamanın belirsiz olduğudur.
Resim: Ağaç halkası, genellikle ağacın yaşı ile çevresindeki tarihi doğru bir şekilde yansıtmaktadır.
Resim: Havadan çekilen bu resim, Niagara Boğazı’nın geriye doğru aşınmasını göstermektedir.
Hakkında daha az şey bilinen bir örnek de Niagara şelalesinin yaşıdır. Erie gölünün suları, Niagara dikliğinden şelale biçiminde harika bir şekilde akarak birkaç kilometre ilerde bulunan Ontario gölüne ulaşmaktadır. Yapılan ölçümlere göre, uçurumun aşınmasıyla, şelalenin yılda 1,2 (veya 1,5) metre Erie gölü yönüne doğru geri çekilmekte olduğu gözlemlenmektedir. Bu durum bir boğaz oluşturmaktadır. Bu, son yıllarda insanlar tarafından kısmen stabilize olmuşsa da, yukarıdaki ölçüm, mühendislerin bu aşınmayı yavaşlatmalarından önceki doğal aşınma hızını yansıtmaktadır. Bununla birlikte, şelalenin Ontario gölünden yalnız 7 mil (11200 metre) uzaklıkta olduğuna dikkat etmeliyiz.
Soru şudur: Bu sistem kaç yaşındadır? Niagara Şelalesi ne kadar zamandan beri uçurumu akıntının ters yönüne doğru aşındırmaktadır?
Basit bir bölme (11200 / 1,2), sistemin yaklaşık 9000 yaşında olduğuna işaret etmektedir, ama bu doğru bir tayin midir? Gördüğümüz gibi sabit bir aşınma hızının olması, sistemin hareketlerinde önemli değişimlerin olmaması ve toprağın eğrilmesinden dolayı suyun akma hızının artmasıyla aşınmanın başlangıç noktasının, oluğun uzak ucunda olması gibi varsayımlar tayin işlemine girer.
Ancak ya geçmiş zamandaki su miktarı daha fazlaysa ya da kayalar daha kolay aşınmışsa ne olacak?
Resim: Niagara Şelalesi
Nuh Tufanı’nı izleyen yüzyıllarda çok daha fazla su bulunduğunu ve o zamanlarda yeni çökeltilmiş katmanların daha yumuşak, daha kolay aşınabilir durumda olduklarını tahmin etmekteyim. Büyük olasılıkla da, Buzul Çağı, Tufan’ı izlemiştir. Bu, o zamanki yağışları ve yüzey akışlarını, aynı zamanda büyük olasılıkla da suyun asit oranını değiştirmiştir. Niagara Boğazı’nın asıl ağzının nerede olduğunu gerçekten biliyor muyuz? Büyük olasılıkla, bu şelale sisteminin gerçek yaşı, basit bir şekilde yapılan bir hesaplamanın sonucundan daha gençtir. Yine de, bu yaşı kesin bir şekilde bilemeyeceğimiz açıktır.
İlginçtir ki, Charles Lyell, kendisinin, geçmiş zamanda jeoloji süreçlerinin tekbiçimli olduğu kavramını yayarken 1841’de Niagara Şelalesi’ne bir ziyarette bulunmuştur. Bu kavram jeologlar arasında yıllarca benimsenmesine karşın, bugün artık terk edilmektedir. Lyell, oluşmaları için Kutsal Kitap’ın tanıttığı zamanı aşacak jeolojik özellikler bulmaya hevesliydi. Yıllardır şelaleye yakın oturan kişilerin ısrarla şelalenin yılda en az 90-150 cm geri çekildiğini söylemelerine rağmen, Lyell şelaleyi kısa bir süre (bir yıldan bile çok daha kısa bir süre) gözlemledikten sonra yıllık geri çekilme oranını yalnız 30 cm olarak tahmin etmiştir. Buna göre Lyell, Niagara Şelalesi’nin oluşumu için 35000 yıl geçtiğini iddia ederek Kutsal Kitap’ı hatalı olmakla suçlamıştır. Bu yaş belirleme sürecinde, gözlemlenmemiş geçmiş zaman ile ilgili varsayımların hâkim olduğu açıkça görülmektedir. Bu kitabın ilerleyen bölümlerinde dünyanın gençliğine dair birçok delil sunulmaktadır. Bu bölümlerde, tam kesinliğe ulaşmak mümkün olmasa da, delillerin yaşlı yeryüzü modelinden çok, genç yeryüzü modeline uyumlu oldukları iddia edilecektir. Niagara Şelalesi’nin delilleri de bu görüşe uymaktadır. Özellikle Nuh Tufanı ve onu izleyen Buzul Çağı ile ilgili katkılar dâhil edildiğinde, sağlam gözlemler ile hesaplanan şelalenin yaşı Kutsal Kitap’ta verilen zaman ölçeğine iyi bir şekilde uymaktadır.
Geniş zaman yanlılarının hayali düşünce ve sahte hesaplamalarına rağmen, şelalenin ve boğazın genç yaşı, geniş zaman kavramını desteklememektedir. Genç yeryüzü görüşüne ait deliller Kutsal Kitap’a uymaktadır. Bu delillerin uzun devirleri desteklemeleri için ise, yanlış varsayımlar ortaya atmak gerekmektedir.
Maalesef, Lyell’in hileli hesaplamalarına çok insan inanmış ve ünlü Ussher1 Kutsal Kitap zamandizininden vazgeçilmesinde önemli bir rol oynamıştır. Benzer bir şekilde bugünlerde de insanları Kutsal Kitap’a ve Tanrı’ya inanmamaya iten sahtekâr iddialar çoktur.
Kitap sizlere “Patates Sepeti” benzetmesini sunmuştur. Siz de aynı noktayı vurgulayan bir benzetme üretiniz.
Aynı ormanda bulunan ve aynı yaşta olan iki ağacın halka şekillerinin nasıl farklı olabileceğini düşününüz.
Genç yeryüzünün olanaklı bir delili olarak Niagara Şelalesi’nden söz edilmiştir. Yaşları tahmin edilebilen başka jeolojik oluşumlar aklınıza geliyor mu?