3. Bölüm - İKİ GÖRÜŞÜN KARŞILAŞTIRILMASI

Ross, Pun, Davis ve başkalarının ettikleri beyanlara rağmen, yaşlı-yeryüzü/evren görüşü, sadece Kutsal Kitap’tan anlaşılan yaratılış kavramından belirgin bir şekilde farklıdır. Bugünlerde gittikçe çoğalan eleştirilere maruz kalan büyük patlama kavramına göre, evren 10-20 milyar yıl önce büyük bir patlamayla başlamıştır. O zamandan önce tüm evrenin tüm madde ve enerjisi, bir elektron büyüklüğündeki “kozmik yumurta” içinde sıkıştırılmış durumdaymış. Artık bazı kozmologlar, yumurtanın kendisinin bile, vakum içindeki kuantum değişiminin bir ürünü olduğunu iddia etmektedir. Belli bir zamanda dengesizlik olmuş ve yumurta patlamıştır. Patlamanın ilk kısa döneminde soğuk ve büyük bir genişleme olmuş, bundan hemen sonra sıcak ve büyük bir patlama atomun parçacıklarını oluşturmuş, sonra parçacıkların bazılarını birleştirerek hidrojen gazı (ve helyumu) oluşturmuştur. Bir vakum içindeki bir patlamadan bekleneceği gibi, hidrojen gazının merkezden hızlı bir şekilde uzaklaşması yerine, zamanla yıldızlardan, galaksilerden ve galaksi kümelerinden oluşan yığınlarla bütünleşmesiyle uzayın çoğunu boş bırakmıştır.

Yıldızların iç kısımlarında, hidrojen ve helyum daha ağır elementleri oluşturmak üzere sözde füzyondan geçmiştir. Zaman ilerlerken, bu yıldızların bazıları nova ve üstnova patlamaları yaşayarak ağır elementleri uzaya fırlatmıştır. Bu yıldızların patlamış parçaları da zamanla birleşerek, daha ağır elementlerin birazını taşıyan “ikinci nesil” yıldızları oluşturmuştur. Zamanla süreç tekrar etmiştir. Güneşimizin, “üçüncü nesil” bir yıldız olduğu düşünülmekte ve gezegenlerinden insana kadar her şeyin, güneş çekiminden uzaklaştırılıp güneş etrafında dönen geri kalan uzay tozundan oluştuğu düşünülmektedir. Bu görüşe göre güneş sistemimiz yaklaşık beş milyar yaşındadır.

Bu senaryoda yaşam, cansız kimyasallardan üç dört milyar yıl önce birdenbire ve çok hücreli yaşam da belki bir milyar yıl önce oluşmuştur. İnsan bir ile üç milyon yıl önce evrimin ürünü olana kadar yaşamın karmaşıklığı giderek artırmıştır. Modern insan ve uygarlık, yalnız birkaç bin yıla dayanan kozmik takvimin son anına eklenmiş bir olay gibi görünmektedir.

Kutsal Kitap Ve Soyağaçları

Diğer yandan, Kutsal Kitap, yaratılışın başlangıçtaki amacının “Tanrı’nın sureti” olan insan olduğunu ve altı gerçek günde gerçekleşen yaratılış zamanının yalnız birkaç bin yıl önce olduğunu belirtmektedir. Bu tarihin ana kaynağı Kutsal Kitap’taki soyağaçlarında verilen yaşların toplanmasıdır. İbranice Masora metninden tercüme edilen tüm İngilizce Kutsal Kitap’lardaki Yaratılış kitabının 5. bölümündeki rakamları toplayarak yaratılıştan tufana kadar yalnız 1656 yıl geçtiğini görmekteyiz. Bu nesil açıklamaları, her atanın neslini devem ettiren oğlunun doğduğu zamandaki atanın yaşını, oğlun doğumundan sonra atanın kaç yıl daha yaşadığını ve bu iki rakamın toplamı olan atanın ölümündeki yaşını vermektedir. Bu rakamların toplamaları doğru hesaplandığı için ve Kutsal Kitap’ın başka bir yerinde eksik yazılan nesillerle ilgili bir ipucu olmadığı için, Kutsal Kitap’a güvenen uzmanların çoğu 1656 yıllık toplamın, doğum gününe göre bir yılın rakamının yuvarlanmış olabileceğini kabul etmekle birlikte, yaratılıştan tufana kadar zaman sürecini doğru yansıttığı sonucuna varmıştır.


Grafik:

Evrimsel Tarih Görüşü

En son büyük patlama 10-20 milyar yıl önce

Güneş sistemimiz 5 milyar yıl önce

Tek hücreli organizmalar 3-4 milyar yıl önce

Çok hücreli organizmalar 1 milyar yıl önce

İnsanlık 1-3 milyon yıl önce

Modern uygarlık 5-10 bin yıl önce


Grafik:

Eski Antlaşma’nın tercüme edildiği ve hâlâ var olan çeşitli Masoretik metinlerdeki Yaratılış’ın 5. bölümünün soyağacının rakamları hep aynıdır. Septuaginta metinlerinde ise farklı farklı rakamlar bulunmaktadır. Soyağacındaki tüm azami rakamları seçerek Yaratılış ile Tufan arasında 2.402 yıl çıkmaktadır. Tüm asgari rakamları seçsek, 1.307 yıl çıkmaktadır. En güvenilir Septuaginta metinlere göre bu zaman dilimi 2.262 yıldır. İsa Mesih’in dönemine yakın bir zamanda yaşayan Yahudi tarihçi, Josephus, bu en güvenilir rakamları kullanmıştır. Samiriyeli Tevrat Nüshası olan başka eski bir metin 1.307 yıl yazmaktadır. Tercih edilen metin ne olursa olsun milyonlarca yılın Yaratılış 5’teki soyağacına eklenmesine olanak yoktur.

Bkz: Paul J. Ray, “An Evolution of the Numerical Variants of the Chronogenealogies of Genesis 5 and 11,” Origins12, no. 1 (1985): s. 26-37.


Yahudi takvimine göre hesaplanan zaman benzer bir tarih vermektedir. Ona göre, 2007 yılında yayınlanan elinizdeki kitap 5767 yılında yayınlanmış sayılmaktadır. Bu tarihin eki Anno Mundidir, yani, yaratılışı izleyen yıl sayısı. Bu tarih sistemi milattan sonraki ikinci yüzyılda Haham Jose ben Halafa tarafından düzenlenmiş ve Yaratılış kitabında verilen ataların yaşlarına dayanmaktadır. Değişik Yahudi tarihleri arasındaki farklılıklar, ikinci Yahudi tapınağının yıkılması ile ilgili tarih tahminlerinden kaynaklanmaktadır. Anno Mundi takvimine göre yaratılış yılı İ.Ö. 3760 olsa da, bizim amaçlarımız için bu tarih, başka genç yeryüzü görüşlerinden çok farklı değildir.1

Diğer tarafta, İsa Mesih’in zamanında İsrail’de kullanılan Septuaginta adlı İbranice Kutsal Yazılar’ın Yunanca tercümesine göre, yaratılıştan tufana kadar yaklaşık 2300 yıl geçmiştir. Her iki hesaplamanın doğru olamayacağı gerçeği ile birlikte, yaşlı-yeryüzü / genç-yeryüzü tartışmaları için bu fark önemsiz sayılabilmektedir.

Nuh’tan İbrahim’e

Sonraki iki dönem daha az belirlidir. Yaratılış’ın 10. bölümü, Nuh’un oğullarının erken nesillerini vermektedir. Bunlar Yafet (ayet 2-5), Ham (ayet 6-20), ve Sam’dır (ayet 21-32) ve 1. Tarihler 1:8-23 ayetlerinde aynen tekrarlanmaktadır. Yaratılış’ın 11. bölümünde Sam’ın soyu daha detaylı bir şekilde verilmekte ve Nuh’tan İbrahim’e kadar olan ataların yaşları verilmektedir (ayet 10-32). Aynı bilgi 1. Tarihler 1:24-28 ayetlerinde tekrarlanmaktadır. Yaratılış 11’deki rakamların toplanması, tufandan İbrahim’in doğumuna kadar 292 yıl geçtiğini ortaya çıkarmaktadır. Ama bu toplam, Yaratılış 5’deki detaylı toplamlar kadar kesin değildir.

Üstelik bu soyağacını Luka’daki soyağacıyla karşılaştırdığımızda Nuh ile İbrahim arasında bir fark bulmaktayız. Luka 3:36 ayetinde Kenan ismi Sam’ın torunu olarak eklenmektedir. Birçok uzman bu farka iyi açıklamalar getirmektedir (büyük olasılıkla Luka’nın İncil’ini kopya eden bir katip 3:37’de doğru bulunan Kenan ismini hata yaparak 3:36’ya eklemiştir) ama bu zaman süresinin tamamen kesin olmadığını itiraf etmeliyiz.

Yine de, her baba-oğul arasına büyük büyük baba-torun çocuğu gibi uzun bir zaman sokarsak, toplam birkaç bin yıldan fazla uzamaz. Bu yüzden bu durum, dünyevi ile Kutsal Kitap görüşleri arasındaki çelişkiyi çözmemektedir.

İbrahim’den Davut’a

İbrahim’in zamanından hem Kutsal Kitap’tan hem de arkeolojiden kesin olarak bilinen tarihlere kadar (Davut’un zamanı gibi) olan dönem de tam kesin değildir. Uzmanların çoğu İbrahim’in İ.Ö. 2000 yıllarında yaşadığı sonuca varmıştır, ama bazılarına göre Mısır’dan Çıkış’ın ve Hakimler’in belirsiz tarihlerine göre daha sonra ya da daha erken bir tarih doğru olabilmektedir. Aslında, daha uzun bir soyağacı, Kutsal Kitap’a bakmaksızın dünyevi Mısır arkeolojileri tarafından düzenlenen kronolojiyle daha uyumlu görünebilmektedir. Ama yanlış anlamayın; ben daha uzun bir kronolojiyi desteklemiyorum. Tersine, Mısır kronolojisinin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tarihlerin tam kesin olmayabildiğini itiraf etmemizden, Kutsal Kitap’ın genç yeryüzü öğretisi etkilenmemektedir.

Zamandizinini, tüm olanaklı daha uzun zamanları kabul ederek olabildiği kadar uzatırsak, yine söz konusu zaman ancak birkaç bin yıl artacaktır. Evrimsel tarihte, bu önemsenilmeyecek kadar küçük bir artıştır.

Böylece, hepsi genç yeryüzü görüşünde yer alan yılların asgari ve azami miktarlarını hesaplayabiliriz:


Grafik:


Asgari

Azami

Yaratılıştan Tufana

1656

2400

Tufandan İbrahim’e

300

4000

İbrahim’den Mesih’e

2000

4000

Mesih’ten Bugüne

2000

2000

Toplamlar

5956

12400


Grafik:

Yaratılış 5’te olduğu gibi, Septuaginta metinlerinin Yaratılış 11. bölümünde yer alan soyağacındaki yaşları da farklılık göstermektedir. Tufandan İbrahim’e kadar olan zaman süresi, Masoretik metine uyan asgari bir rakam olan 292 yıl ile azami bir rakam olan 1513 yıl arasında farlılık göstermektedir. En çok kabul gören 942 yıllık süresi Samiriyeli Tevrat Nüshası’yla aynı ve Josephus’un verdiği 952 yıla yakındır.

Bkz: Paul J. Ray, “An Evolution of the Numerical Variants of the Chronogenealogies of Genesis 5 and 11,” Origins12, no. 1 (1985): s. 26-37.


Kendi kanıma göre doğru yaş olasılıkla 6000 yıl civarındadır. Ama dünyanın yaşını güvenli ve doğru bir şekilde beyan edeceğimiz zaman, bu sayıyı yaklaşık olarak ifadesiyle vermemiz gerekmektedir. Zaten, yaratılış / evrim tartışmalarında 12.000 yaşındaki bir dünya da genç sayılmaktadır. Bana ve birçok müjdeci Hristiyan’a göre dünyanın yaşını 6.000 ile 10.000 yıl arasında belirtmek yeterli olacaktır.

O zaman, evrimin ve büyük patlamanın gerektirdiği milyarlarca yıllık tarihe ne diyeceğiz? Kısaca, şöyle diyebiliriz: Kutsal Kitap doğru ise, yaşlı-yeryüzü kavramı yanlıştır; tersine de, dünya yaşlı ise, Kutsal Kitap yanlıştır. Yaşlı- ve genç-yeryüzü görüşlerinin tarihsel olayların zamanlamasındaki paylaştıkları tek nokta, modern uygarlığın, tarih kayıtlarının bizlere sunduklarıyla beraber (yani gerçek olduğunu bildiğimiz tek tarih) ancak birkaç bin yıl önce başladığıdır.

Görüşlerin Karşılaştırılması

Bu iki görüş, veri tahminleri konusunda o kadar farklıdır ki, ikisini de sınayıp ortaya çıkan verilerden hangi görüşün daha doğru olduğunu algılayabilmeliyiz, algılayabiliriz de bence.


Grafik:

Varsayım A => Yorum A


Varsayım B => Yorum B


Söylediğimiz gibi görüşlerin ikisi de gerçek tarihin (yani kayda dökülmüş insan tarihinin) tarihlendirilmesinde aşağı yukarı hemfikirdirler. Ama İbrahim’den önceki insan tarihinin detayları, arkeolojide eksik belgelenmiştir. Jeoloji alanına geçtiğimizde de, yukarda gördüğümüz gibi, kayalar yaşlılık konusunda biraz belirsizdir. Kayalar yaşlarını belirten bir etiketle birlikte bulunmazlar. Tabii ki, belli yoğunluk, fosil içeriği, mineral izotop oranları ve benzeri şeylerle bulunmaktadırlar. Hem yaşlı-yeryüzü hem de genç-yeryüzü yanlıları, kayaların doğasıyla ilgili şimdiki gözlemlenen gerçekleri kabul etmektedir. Ama gözlemlenmeyen geçmiş zaman söz konusu olunca, bu gerçekler bir insanın tarih görüşünün ışığında yorumlanmak zorunda kalmaktadır. Bilim insanları, bir yaş ya da köken süreci ortaya atarken şöyle bir soruyu yanıtlamayı çalışırlar: “Gözlemlenebilen şimdiki zamanı oluşturan geçmiş zamanın, gözlemlenmeyen etkenleri nelerdir?” Bu çabalar tarihsel yeniden yapılandırmalar olarak algılanmalıdır. Verilerin toplanması ve analiz edilmesi deneysel bilimdir, ama tarihsel yeniden yapılandırmalar, ne kadar akla uygun olursa olsun, bambaşka bir iştir.

Kayaların ve fosillerin yaşlı-yeryüzü görüşüne göre kısmen başarılı bir şekilde yorumlanabildiği doğrudur. Onlar o görüşe sıkıştırılabilmektedir. Dahası, kayalar birçok farklı yaşlı-yeryüzü senaryosuna uydurulabilmektedir. 1900 yılında dünyanın kabul gören yaşı yalnız yaklaşık 100 milyon yıl olarak sayılırken, şimdiki evrimcilerin dünyanın yaşını bundan 50 kat daha yaşlı saydıklarını hatırladığımızda bu gerçek ortadadır. Deliller ve hoş görülen günlük yorumlar ne olursa olsun kayalar buna uydurulabilmektedir.

Ancak kayalar genç-yeryüzü görüşüne göre de yorumlanabilmektedir. Her iki görüşe de uydurulabilmektedir. Ancak bana göre kayalar yaşlı-yeryüzü görüşüne daha az uyum göstermektedir. Ne yaşlı-yeryüzü fikri ne de genç-yeryüzü fikri jeolojik gözlemlerle bilimsel bir şekilde ne ispatlanabilmekte, ne de çürütülebilmektedir.

Benim gibi Kutsal Kitap’a güvenen birçok yaratılışçı, genç-yeryüzü görüşünü benimsemektedir. Kutsal Kitap’ın yaratılış zamanını yalnızca binlerce yıl önce gerçekleştiğini ve bundan sonra, Nuh’un zamanında küresel bir tufanın dünyanın yeryüzünü yeniden şekillendirdiğini özellikle belirttiği kanısındayım. Bu olaylar gerçek tarihi yansıtıyorsa, bu olayları inkâr eden her hangi bir tarihsel yeniden yapılandırma, başarısız kalmaya mahkûmdur.

Aslında, dünya hiç de yaşlı görünmemektedir. Sadece lanetlenmiş ve tufandan geçmiş gibi görünmektedir. Yeryüzü ya uzun zamanda az miktarda su ile şekillenmiş ya da kısa zamanda çok su ile şekillenmiştir.

Her iki görüş ne ispatlanabilmekte ne de çürütülebilmekte olmasına rağmen, ikisinin verileri karşılaştırılarak hangisinin daha çok uyum gösterdiği ve bu yüzden daha yüksek bir doğru olma olasılığı taşıdığı fark edilebilmektedir. Eminim ki, görüşler karşılaştırılınca, yaratılış / Tufan / genç-yeryüzü modeli yalnızca verilere çok iyi uyum sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda verilerle olan uyumu yaşlı-yeryüzü / evrimci modelininkinden daha fazla olacaktır.

Tamamen doğal, mucizesiz bir tarih görüşüne bağlı olanların yaşlı-yeryüzü modelini benimsemeleri beklenen bir durumdur. Fakat gücü her şeye yeten Tanrı’ya ve Kutsal Kitap’a güvenen bir Hristiyan bu doğalcı, Kutsal Kitap’a aykırı ve hatalı düşünme tarzını benimseme gereğini hissetmemelidir. Bunun yerine bir Hristiyan, uzak bir konuma ve devirlerce süren savurgan, kanlı ve Tanrı’nın doğasına aykırı olan evrim sürecinin sorumlusunu Tanrı yapmaktan kaçınmalıdır.


Grafik:

Astronomi alanında büyük patlama yerine geçebilecek olan yeni fikirler neredeyse sonsuz bir evreni benimsedikleri için, dünyanın yaşı konusunda da büyük değişiklikler ileri sürülürse şaşırtıcı olmayacaktır. Ama merak etmeyin; istenen yeni bir yaşa uydurulmak için kayalar yeteri kadar esnektir (!). Zaten, bilim insanları evrenin yaşını 20 milyar yıldan 12-14 milyar yıla indirmiştir.


Kutsal Kitap’ı bizim düşünme sürecimizin başlangıç noktası olarak kabul edip bilimsel verileri devamlı onun açısından yorumlarsak, yorumlarımızı yalnız bilimsel açıdan ikna edici değil, aynı zamanda kişisel açından doyurucu, sezgisel olarak doğru ve gerçek tarihi yadsıyan görüşlerden kaynaklanan yorumlardan açıkça üstün bulacağız.


Konunun Önemi

İlginçtir ki, evrime ters düşen canlıların yaratılışının bilimsel anlayışı genç-yeryüzü fikirlerine bağlı değildir. Tüm yaşamın değişe değişe ortak bir atadan geldiğine kesinlikle inanmayan ve Yaradan olan Tanrı’nın bitki ve hayvanların her ana türünü ayrı ayrı yarattığına güçlü bir şekilde inanan birçok Hristiyan, yaşlı-yeryüzü görüşünü benimsemiştir. Bunlar da bir çeşit yaratılışçıdır ama yaşlı-yeryüzü taraftarlarıdır. Ancak bu görüşün Kutsal Kitap açısından birçok sorunu vardır ve bunun için reddedilmelidir. Mesela, günahtan önce kanlı ölüm mü vardı? Her şeyi bilen Tanrı’nın, insanın ortaya çıkışından çok önce neslini tükenen dinozorları ve başka hayvanları yaratma nedeni neydi? Üstelik dünyanın yaşı konusunda taviz vermek, dünyasal akademisyenler tarafından hoş görülmek anlamına gelmez çünkü onlar mucizesiz doğalcılığı şart koşarlar. Bu durumda Hristiyanlar’ın kazanacağı bir şey yoktur.

Öbür tarafta, yaşlı-yeryüzü kavramı evrimin kaçınılmaz bir parçasıdır. Herkes milyonlarca faydalı mutasyonu ve faydalı çevrebilimsel değişimler gibi şartları gerektiren evrim sürecinin olma olasılığının çok düşük olduğunu kabul etmektedir. Evrim kuramı ancak derin zamanın sisine büründüğünde saygı görebilmektedir. İnsanlar, dünya milyarlarca yaşında olduğu için olasılığı çok düşük olan olayların gerçekleşmesi için yeterli zaman vardı şeklinde yanlış bir düşünceye sahiptirler.

Tanınmış bir evrimci olan George Wald’ın şaşırtıcı sözlerine bakalım:

Asıl kahraman zamandır…. Yeterli zaman imkânsızı muhtemel, muhtemeli mümkün, mümkünü neredeyse kesin kılar. Sadece beklemek yeterlidir: Mucizeleri zamanın kendisi oluşturur.2

Zaman, evrimin sorunlarının altına süpürüldüğü büyük bir halı olmuştur. Evrimin sorunları söz konusu olunca, yani canlı ve cansız ara türlerin eksikliği, faydalı denebilecek mutasyonların nadirliği, doğal seçilimin koruyucu niteliği, bilinçsiz süreçlerin üretemeyeceği canlıların ince tasarımı, termodinamiğin ikinci yasasının aşağıya giden yönünün tersine düşen evrimin yukarıya giden eğilimi ve şimdiki zamanda yeni türlerin oluşumu yerine türlerin neslinin tükenmesi gibi problemler bir toz gibi halının altına süpürülürcesine boş verilmektedir. Milyarlarca yılda doğa her şeyi çözer diye geçiştirilmektedir.


Grafik:

Zaman

ara geçiş fosil yokluğu

mekanizma yokluğu

canlıların tasarımı

2. yasa


Ama delillere ciddi bir şekilde baktığımızda görüyoruz ki, zaman mucize yapmaz ve gerçek evrim hiç olmamıştır. Fosil kayıtlarında her hangi bir zamanda, her hangi ana tür bir hayvanın başka bir ana tür hayvandan ya da hayvana evrimleştiğini belgeleyen delil yoktur. Genoma bilgi ekleyebilen faydalı mutasyonlar o kadar olasılık dışıdır ki, istatistik yasaları 20 milyar yılda, milyonlarca kez oluşma bir yana, bir kez bile oluşma olasılığının olmadığını göstermektedir. Bilim yasaları evrimi imkânsız kılar; evrimsel bir toparlama yerine yaşamın, karmaşık sistemleri çürümekte olduğunu göstermektedir. Zaman ne kadar uzun olursa, o kadar çok nesil tükenir ve zararlı mutasyon birikir. Evrimsel ilerleme değil, gerileme olacaktır. Zaman evrimin kahramanı değil, düşmanıdır.


Grafik:

Evrim düşüncelerine göre ilk bitkiler sporlar aracılığıyla çoğalmış ve tohum içeren bitkiler ancak kara hayvanlarının ortaya çıkışlarından çok sonra biyosfere katılmıştır. Ama Kutsal Kitap, tohum içeren bitkilerin yaratılışını önce sıralamaktadır. Evrim sırası ile Kutsal Kitap’a göre yaratılış sırasının aynı olduğu iddiası, mecburen Kutsal Kitap’taki detayları ya çarpıtmak ya da bu detaylara göz yummaktadır.


Açıkçası, dünya yalnızca binlerce yıl yaşında ise, evrim kuramı oldukça akılsız görünmektedir. Bu nedenle evrim görüşünün sürdürülmesi için yaşlı-yeryüzü inancı şarttır. Genç-yeryüzü inancı ise, bitkilerin, hayvanların ve insanın özel yaratıldığı inancının kaçınılmaz bir temeli değildir. Ancak, gerçekten Kutsal Kitap’tan doğan bir görüş, yeryüzünün genç olduğu inancını da benimseyecektir. Yaşlı-yeryüzü yaratılışçılarının ruhsal kurtuluşunu sorgulamıyoruz, ama onların Tanrı, Kutsal Kitap ve eski tarih hakkındaki düşünce tarzlarının tutarsız olduğu kanısındayız.

İşlevsel olarak Olgun Yaratılış

Tanrı’nın, yarattıklarını yüzeysel bir geçmişin görünüşü ile birlikte yaratmış olması gerektiği daha önceden yazılmıştır. Örneğin, Tanrı meyve ağaçlarını yarattığında onlar meyve veren olgun ağaçlardı (Yaratılış 1:11). Hayvanları yarattığında yüzebiliyor, uçabiliyor ya da yürüyebiliyorlardı (1:14-25). Adem’i yarattığında, Adem bir bebek ya da cenin değil, olgun bir adamdı. Zaten, yüzeysel bir geçmişin görünüşünü taşımayan olgun yaşayan bir canlının yaratılışı imkânsız görünmektedir. (Bir ceninin bile geçmişi vardır).

Burada yüzeysel sözcüğü önemlidir. Belki de dikkatli olan bilim insanlarının Adem’in yeni yaratılmış vücudunu inceleme fırsatı olsaydı, aslında 25 yıl (mesela) önce değil, biraz önce yaratıldığının farkına varabilirlerdi. Kuşkusuz Adem’in dişlerini çürüksüz, kemiklerini kireçlenmesiz, atardamarlarını kolesterolsüz ve genlerini hatasız bulurlardı. Dikkatli bir araştırma Adem’in bugünkü normal büyüme süreçlerinden geçmediğini belki de ortaya çıkarırdı. Yeni yaratılmış olmalıdır çünkü yüzeysel olgunluk yaşına göre, hiç yaşlanmaya dayalı bir çürümeye maruz kalmaması gerekirdi. Olgun görünüp gerçek yaşı ancak birkaç dakika olurdu. Bitkilerin ve hayvanların durumu da aynı olurdu.

Yeni yaratılmış ağaçların halkaları da olabilirdi. Tamamlanmış yaratılış “çok iyi” idi ve ağaç halkaları bugün görebildiğimiz faydalı işler yapmaktadır. Suyun gövdeden yükselmesine yardımcıdır. Halkalar da ahşap mobilyaya güzellik katmaktadır. Halkasız bir ağaç çok daha az güçlü, dayanıklı ve boyunu uzatabilen bir ağaç olurdu. Bu yüzden, ağaç halkaları Tanrı’nın “çok iyi” tasarımının bir örneği olabilmektedir.


Grafik:

Karmaşıklık derecesi =>

Evrim

Zaman =>

parçacıklar, tek hücreli canlılar, çok hücreli canlılar, omurgasızlar, omurgalılar, insanlar

(a) Evrim, zamanla karmaşıklığın arttığını ileri sürer.


Karmaşıklık derecesi =>

Doğadaki Temel Eğilimler (termodinamiğin ikinci yasası)

Zaman =>

(b) Her süreçte geçerli olan termodinamiğin ikinci yasası, zaman geçtikçe canlı sistemler dahil, tüm sistemlerin bozulmalarını gerektirir.

Zaman, evrimin kahramanı değil, düşmanıdır.


Benzer bir şekilde, yıldızlar dünyaya parlayarak zaman ölçme amacıyla yaratılmıştır (Yaratılış 1:14-19). Tanrı’nın amacının gerçekleşmesi için birkaç olanak vardır: Yıldızların ışığının anında dünyaya varmak üzere yaratılması, başlangıçta ışık hızının hemen hemen sınırsız olması, yıldızların dünyaya daha yakın olması ya da uzayın yapısının değiştirilmiş olması. Güneş ve yıldızlardan gelen ışık dünyaya nasıl geldiyse gelsin, Tanrı’nın amacının gerçekleşmesi için altıncı yaratılış gününün sonuna kadar dünyaya varmış olmalıdır.

ICR (Y.A.E.) fizikçisi olan Dr. Russell Humphreys, uzaktaki yıldızlardan gelen ışıkla ilgili olan bu sorunu yıllardır araştırarak kendini bu işe adamıştır. Kendisi birçok yıldızın şimdi milyarlarca ışık yılı uzaklıkta olduğunu kabul etmektedir. Güvenilir ölçümlerden bilinen ışığın hız sınırını kabul ederek, bu yıldızların ışığının dünyaya varması için birkaç bin yıl yetmeyecektir. O zaman, Kutsal Kitap her şeyin bu kadar zaman önce yaratıldığını öğrettiğine göre, yıldızları nasıl görebiliriz? Dahası, çok uzakta bulunan patlamış yıldızlar olan süpernovaları görebilmekteyiz. Tanrı, hiç var olmayan bir yıldızın patladığını yansıtan birkaç bin yıllık bir seyahat uzunluğundaki bir yıldız ışıncığı akıntısını mı yarattı? Belki, ama Humphreys daha tatmin edici bir olanak sunmuştur.

Kozmoloji kuramlarının çoğu, görecelik kuramını varsaymaktadır. Görecelik, modern fiziğinin sunabildiği gerçekliğe en yakın açıklamadır. Uzaydaki herhangi bir şeyin yolunu belirten görecelik denklemleri, mecburen birkaç sınır koşulu varsaymaktadır. Denklemler uzayın sınırsız olduğunu varsayar. Tabii ki, sonsuz uzayda kütle merkezi olamaz. Ama Kutsal Kitap, sadece Tanrı’nın sonsuz olduğuna işaret ediyor gibi görünmektedir. Uzay çok büyük olup sonsuz olmayabilir. Kutsal Kitap dünyayı Tanrı’nın ilgi odağı olarak da tanıtmaktadır. Burada onun suretini insana vermiştir. Burada O’nun Oğlu yaşamış, ölmüş ve ölümden dirilmiştir. Burada Mesih egemenliğini sürdürecektir. Burası yeni dünyadaki Yeni Yeruşalim’in bulunacağı yerdir. Büyük patlama kuramı, dünyanın herhangi bir yerdeki bir galaksinin zayıf bölgesinde, bayağı bir yıldız etrafında dönen önemsiz bir gezegen olduğunu varsayabilir, ama Tanrı için bu yer özeldir. Dünyanın uzaydaki yerinin de özel olabileceğini düşünmek mantıklıdır.

Fiziğin aynı yaygın kullanılan denklemlerini kullanır, aynı zamanda sınır koşullarını uzayın sonlu (ama çok büyük) olduğu ve dünyanın uzay merkezine yakın bir konumda olduğunu farz edersek, her şey değişmektedir. Denklemler, bilinen uzayın herhangi bir yerinden gelen ışığın dünyaya iki gün içinde varacağını öngörmektedir. Bu da yıldızların dördüncü günde yaratılmaları ile altıncı günde yaratılışın tamamlanması arasındaki zamandır!


*** Üst Grafik:

Çıkış 20:11 ayetinin, Tanrı’nın her şeyi, gökler dâhil, 1. günde dünya ile başlayarak, yarattığını bildirdiğini hatırlayalım. Hugh Ross gibi yaşlı yeryüzü/evren yanlıları, Kutsal Kitap’ın, yıldızların ancak 4. günde yaratıldıklarını açıklamasına rağmen, yıldızların dünyadan milyarlarca yıl önce var oldukları görüşünü benimsemektedirler. Hem İbranice gramer, hem de içerik Yaratılış’ın 1. bölümünün düz ve dolambaçsız bir yorumunu başka yorumlardan daha fazla desteklemektedir. Bu konunun iyi bir incelemesi için “Star Formation and Genesis 1” adlı makaleye bakabilirsiniz (ICR Impact Article no. 251, May 1994).


Adem yaratıldığı günün ilk akşamında yıldızları görebilir ve amaçlarına göre zaman tutmak için (Yaratılış 1:14) kullanabilirdi.

Tabii ki, Tanrı bir yıldızı yaratma gücüne sahip olduğuna göre ışığı da yaratabilmektedir. Bir yıldızın iç süreçlerinden başka birçok ışık çeşidi ve kaynağı vardır. Sanırım ışığı yaratmak, olgun meyve veren yeni bir meyve ağacını yaratmaktan daha kolay olurdu. Her nasılsa, birçok Hristiyan için bu kalıcı bir sorun oluşturmaktadır. Bu insanlar olgun bir meyve ağacının yaratıldığını kabul ederken, ışıkları anında dünyaya varmış yıldızların ya da hâlâ yerleştirilmekte olan düzenli bir evrenin yaratıldığını kabul etmekte zorluk çekmektedirler. Ama Tanrı’nın niteliklerini ve yaratma gücünü kavradığımızda, bu bir sorun olmamalıdır. Bazı insanların suçladığı gibi bu durum bir kandırma değil, hazır ve olgun bir yaradılışın kaçınılmaz durumudur. Üstelik yanılmamıza karşın Tanrı ne zaman yarattığını söylemiştir. Gerçi, yaratış gerçekten çok uzun bir zaman önce olmuşsa, o zaman, Tanrı kendi sözünde yakın bir zaman önce yarattığını söylediğine göre, bizi kandırmış olurdu.

Daha da önemlisi, Tanrı’yı bugünkü gördüğümüz olaylarla kısıtlama yanılgısına düşmeyelim. Yaratılış haftası her yönüyle bugünden çok farklıydı. Her şeye gücü yeten, her şeyi bilen Yaradan, artık kullanmakta olmadığı ve mutlaka tek başlarına oluşmayan süreçler kullanıyordu. Tanrı yaratma işinin tamamlanmış olduğunu, devam etmediğini bize bildirmiştir (Yaratılış 2:1). Hep geçerli olan bilimin birinci yasası, kütlenin yaratılamayacağı konusunda ısrar etmektedir. Evrenin var olma gerçeği, şu anda işlemeyen bir sürecin onu var ettiğini kanıtlamaktadır. Şimdiki süreçler yaratamaz. Belki yerçekimi gibi tanıyabildiğimiz bazı süreçler yaratılış haftasında işlemekteydi, ama onları bile bugünkü deneyimimizle kısıtlayamayız. Hristiyanlar’ın yaratılış olayının bugünkü deneyimimizin ötesinde olduğunu kesin bir şekilde anlayarak rahatlamaları gerekmektedir. Yaratma olayı hakkında bir şeyler öğrenebilmemizin tek yolu, Yaradan’ın bize bunu söylemesidir ve zaten Kutsal Kitap’ta bunu yapmıştır. Yaratılışın sonuçlarını araştırabiliriz ama asıl yaratılış olayını ve süreçlerini araştıramayız. Yine de, Tanrı’nın tamamladıklarını araştırarak yaratılış olgusunun ve Yaradan’ın doğasının kavrayışına varmamız beklenmektedir (Romalılar 1:20).

Yaratılış’ın 1. bölümünün son ayetinde Tanrı tüm yaratılışa “çok iyi” şeklinde bir değer biçti. İyi olabilmesi için Tanrı’nın amaçlarını gerçekleştirebilen ve işlevsel olarak olgun olmak zorundaydı. Bugünlerde yaradılışın sonuçlarını araştırdığımızda, delillerin gayet iyi bir şekilde Kutsal Kitap’ın kaydına uyduklarını görmekteyiz. Veriler Kutsal Kitap’ı kanıtlıyor diyemeyiz ama onu destekliyor ve onunla uyum içindedir. Genellikle, bilimin gerçekleri Kutsal Kitap’ın doğru olma durumuyla ilgili beklentilerimize iyi bir şekilde uymaktadır.


Tanrı, yaratılışın ilk halini tespit edemeyenlerin ya da onu araştırmak için sabrı eksik olanların yaratılışın yüzeysel tarih görünüşünü yanlış algılayabileceklerini biliyordu. Onun için kendi kelamında bunu ne zaman gerçekleştirdiğini bildirmiştir. Bugünlerde bazı bilim insanları bazı şeylerin yaşını çıkartmaya çalışırken yaratılış olanağını en başta dışladıkları için yanlış bir sonuca varmaktadırlar. Birisi işlemeye olgun bir yaratılış olanağını yadsırsa, o olgunluğu yaşlılık olarak yanlış yorumlayabilir.


Alt Grafik:

OLGUN YARATILIŞIN NİTELİKLERİ

Kısmi Liste

• Üst topraklı kıtalar

• Tohum üreten bitkiler

• Meyve üreten meyve ağaçları

• Su boşaltma kanallı toprak

• Billurumsu mineralleri içeren kayalar

• Çeşitli izotop oranları taşıyan kayalar

• Dünyadan görülebilen yıldızlar

• Okyanus hayatına uymuş olan deniz hayvanları

• Uçabilen kuşlar

• Çevrelere uymuş olan kara hayvanları

• Simbiyotik ilişkili bitkiler ve hayvanlar

• Adem ve Havva’nın olgunluğu

• Her şeyin “çok iyi” olması



SORULAR


1. Kutsal Kitap’a dayalı evrenin altı bin ile on bin yıllık yaşı nereden gelmektedir? Bu yaş nasıl hesaplanmıştır?


2. “Yaşlı görünüş” ifadesi ne anlama gelmektedir? Bu evrim ile yaratılış çatışmasının çözümü müdür?


3. Olgun yaratılışın bazı niteliklerini sıralayan bir liste verilmiştir. Bu listeye birkaç madde daha ilave ediniz.


4. İkinci Termodinamik Yasası, evrim kavramı ile nasıl ters düşmektedir?