Kral VIII. Henry’nin karısı Aragonlu Catherine, krala tahta çıkacak erkek bir varis verememiştir. Bunun üzerine kral, o anda zaten kendisinden hamile olan ve bir erkek çocuk dünyaya getireceğini umduğu Anne Boleyn’le evlenebilmek için evliliğin feshini talep eder, ancak Papa VII. Clement buna razı olmaz.
Bu çıkmaz karşısında VII. Henry, önünde açık gibi görünen tek yolu seçer. Eğer Papa boşanmasına izin vermiyorsa, o da izin verecek birini bulacaktır. Eğer boşanmayı onaylayacak birisini bulmak İngiltere Kilisesi’nin “evrensel” Roma Katolik Kilisesi’nden kopması anlamına gelecekse, varsın gelsindir.
Kral Henry, yeni Canterbury Başpiskoposu olarak, boşanmayı onaylamaya ve Papa’nın izni olmaksızın Henry’le Anne Boleyn’i evlendirmeye razı olan Thomas Cranmer’i atar. Henry’nin talepleri üzerine İngiltere Parlamentosu Roma’ya ödenen kilise vergilerinin bundan böyle doğrudan krallığa ödenmesine karar verir. Bunun ardından sıra, İngiltere’deki kilisenin statüsünü değiştirecek olan bir yasa gelmiştir. Bu, krala kilisenin başı olma yetkisini veren “Egemenlik Yasası”dır. İngiltere Kilisesi artık Roma’ya bağlı değildir. Yalnızca İngilizler’e (ya da en azından İngiltere Kralı’na) aittir.
Canterbury Başpiskoposu ve İngiltere Parlamentosu’nun yardımlarıyla Henry’nin ön ayak olduğu Roma’dan kopuş süreci, Hıristiyanlık tarihinde önemli bir dönüm noktasını simgeler. Ancak bu dönüm noktası, İznik Konseyi ya da Worms Kraliyet Meclisi (Diet of Worms) gibi bir teolojik öneme sahip oluşundan ileri gelmez. Henry’nin aldığı bu karar, İngiltere’yi etkilediği için Hıristiyanlık üzerine genel bir etki bırakmıştır. Bu etki Avrupa Hıristiyanlığı’nda kilise tarihinin çok önemli bir dönüm noktası oluşturan yeni ve güçlü bir eğilime neden olmuştur.
Bu olaydan sonra, Protestan Reformu’nun ikinci evresi sırasında Avrupa’da yerel merkezli, kendine özgü ve ulusal Hıristiyanlık biçimi başgöstermiştir. İngiltere’nin 1534’teki Egemenlik Yasası’na dek, Avrupa bölgeleri giderek artan sayıda kendi Hıristiyan inanç biçimlerini oluşturuyorlardı. Modern anlamda hoşgörüyü ya da dinsel çoğulculuğu desteklemiyorlardı, fakat evrensel Katolik Kilisesi’ne küçük ölçekte alternatif oluşturmaktaydılar. Bu gelişme, Batı’daki Hıristiyanlık’ın çehresini sonsuza dek değiştirecekti.
Bu kilise parçalanmalarına katkıda bulunan sosyal, düşünsel, ekonomik ve siyasal etkenler de vardı. Siyasal yetkiler, kraliyet aileleri ve hanedanlıklar etrafında giderek daha fazla toplandı. Alınan pek çok karar bir grubunun tarafını diğerlerine göre daha çok tutacak biçimde ulusalcıydı. Ekonomik dalgalanmalar gruplar arasında öfke yarattı ve finansal güç dinsel güce denk sayılmaya başlandı. Düşünsel alanda matbaa makinesinin icadı, yazılı edebiyatın kolayca basılıp yayılmasına yol açtı. Antik metinlere dönme arzusu, Ortaçağ geleneklerini basitçe kabul etmeye olan isteksizlikle dengelendi. Bu eğilimlerin tümü, Avrupa’da çeşitli Protestan akımların ortaya çıkmasına katkı sağladı.
Bu dönemde Papalık, siyasal ve dinsel yetkiye sahip olabilmek için iki ya da bazen üç rakip papa arasında süregelen rekabetler yüzünden zor durumda kalırdı. Büyük Bölünme olarak bilinen bu dönemde, rakip kardinal okulları Roma, Avignon ve başka yerlerde kendi papalarını seçtiler. Papalık yetki yarışı, kilise içerisinde geçici şeylerin yüceltilerek sonsuza dek kalıcı değerlerin giderek hafife alınmasına yol açtı. Katolik Kilisesi’nin önderliğinde siyasal gücün, zenginliğin, hanedanlık etkisinin ve kişisel çıkarların iki yüzyıldan uzun bir süre sürekli ön planda tutulması giderek tüm kiliseyi etkilemeye başladı. En büyük sorun, Hıristiyanlık yaşamı için temel teşkil eden soruların sürekli göz ardı edilmesiydi: Kurtulmak için ne yapmalıyım? Güvenilir dinsel otorite hangisidir? Kilisenin ruhsal ihtiyaçları dünyadaki yaşamsal ihtiyaçlarla nasıl dengelenmelidir? Kilisenin bu sorunlara değinmemesi, kilisenin temelinin tamamen başıboş bırakıldığı anlamına geliyordu.
Bunun aksine, Protestanlar’ın ilk kuşağı bu temel sorulara yanıt verme uğraşıyla neredeyse tek ses yükseltiyordu:
Kurtuluş, günahkârları aklamak için Mesih’in yaptığı eylem aracılığıyla etkin olan Tanrı’nın lütfuna olan imanla gelir.
Tek otorite Kutsal Yazılar’dır.
Kilise, tümü kâhin rolü üstlenen ve barışı sağlayanlar olarak hizmet eden imanlılar topluluğudur.
İlk reformcular kilise içinde çalıştılar. Luther ve Zwingli, kiliseyi içeriden yenileme gayretindeydiler. Bu çabalar, 1540’ların sonlarına dek sürdü. Ancak ortaya çıkan sonuç ilginçti. Genelde tek bir kişi üzerine odaklanmış yerel Protestan akımları ortaya çıkmıştı. Almanya’da Luther, İsviçre’de Calvin, İskoçya’da Knox. Reformcular, Katoliklik’e dair yanlışlar, Kutsal Kitap’ın rolü, imanla aklanma ve tüm imanlıların kâhinliği konuları hakkında aynı düşüncedeydiler. Protestan inancının temeli aynı olmasına karşın, bu inancın nasıl yürütüleceği konusunda farklılıklar vardı. Örneğin, kilise içerisinde seküler otoritenin rolü bir bölünme konusuydu. Bazıları seküler otoritenin kilise meselelerinde bir rolü olmasına izin verirken, Anabaptistler gibi bazıları buna hiç müsaade etmediler. Bir başka anlaşmazlık noktası Rab’bin Sofrası’nın doğası üzerineydi. Bazıları ekmek ve kâseyi simgesel görürken, bazıları Mesih’in bedeninin gerçekten ekmekte bulunduğuna inanıyordu. Diğer farklılıklar arasında vaftiz ve Rab’bin Sofrası törenlerine kimin katılabileceği, vaftizden sonra günahların bağışlanması için ne gerektiği, kilisede ne tür müzikler çalınması gerektiği, Hıristiyanlar’ın askerlik yapıp yapmayacakları vb. sayılabilir.
Protestanlar arasındaki çok sayıdaki farklılıklar, on altıncı yüzyıl boyunca Anabaptistler’e karşı Protestanlarca uygulanan şiddetin üzücü gerçekliğine rağmen, çok nadir olarak topyekün bir öğretisel kavgaya dönüştü.
Protestanlar arasında görülen farklar, en yoğun biçimde kilisenin kendisi üzerinde yoğunlaşmıştı. “Kilise nedir?” sorusuna verilen cevapların çoğalması, önceki 1500 yıl boyunca verilen tek cevapla keskin bir ayrılığı temsil ediyordu. VIII. Henry’nin İngiltere’de kurduğu yeni kilise ve diğer Protestan bölgeler ve kiliseler artık Papa’ya boyun eğmiyorlardı. Avrupa’daki bu çoklu Protestanlık gerçekliği, bir gün tek bir bölgede farklı mezhepleri meydana çıkaracak büyük ölçüde farklı bir dinsel ortamı işaret ediyordu.
Böylece, Protestanlık’ın yükselişi birleşik Batı kilisesinin sonunu simgeliyor. Evrensel kiliseye bağlılık yerine ulusa bağlılığa geçmekle herhangi bir kilisenin rehberliğini reddeden düşünce biçimleri gelişmeye başladı. Bir taraftan, her biri yerel bağlamına sıkıca bağlı çoklu Protestan akımların ortaya çıkışı, ruhsal uyanışın bölgesel olarak güç kazandığı ve yüreklerin Avrupa’nın Katolik bölgelerine kıyasla daha derinden çalkalanacağı ortamlar yaratırken, diğer taraftan, evrensel kilisenin kaybıyla birlikte insanların geleneksel otoriteden kurtulup kendi iradeleri ve düşünceleriyle eyleme geçmeleri nedeniyle dini bölünmeler Avrupa’nın sekülerleşme sürecini de hızlandırmıştır.
VIII. Henry’nin Egemenlik Yasası, tüm çağlarda olduğu gibi Reformasyon sırasında da kilise yapılanmasındaki kurumsal değişikliklerin yanı sıra bireylerin kalıcı ruhsal katkıları eşliğinde gerçekleştiğini hatırlatır. Henry’nin başpiskoposu Thomas Cranmer’i (1489-1556) ele alırsak, Henry şüphesiz onu Kraliyet’in sadık bir hizmetkârı olarak görüyordu. Katolik yandaşları ise onun tek Gerçek Kilise’ye ihanet eden bir düşman olduğunu düşünüyorlardı. Ateşli Protestanlar, Katolik Kraliçe Mary tarafından ateşte yakılarak idam edilme cezası karşısında gösterdiği cesaret için onu övmüşlerdi. Ancak Cranmer’in yaşadığı zamandan bu yana kuşaklar boyunca yaptığı etki, kendi hazırladığı Anglikan Dua Kitabı’nda süregelmiştir. Cranmer’in bestelediği birlik duası, on altıncı yüzyılda Batı Kilisesi’ni bölen olaylar hakkındaki bu yazı için uygun bir kapanıştır:
Ey Tanrımız, Tek Kurtarıcımız, Esenlik Önderimiz ve Rabbimiz İsa Mesih’in Babası: yaşadığımız üzücü bölünmeler nedeniyle içinde bulunduğumuz tehlikeleri yüreklerimizde duyma lütfunu bize ver. Her nefreti, önyargıyı ve bizi tanrısal birlik ve uyumdan alıkoyan her şeyi bizden uzaklaştır; öyle ki tek beden, tek Ruh ve çağrımızdan gelen tek umut, tek Rab, tek iman, tek vaftiz, hepimizin tek Tanrısı ve Babası vardır ve böylece bundan sonra tek yürekte ve tek ruhta, gerçeğin ve esenliğin, imanın ve sevginin kutsal bağında birleşelim ve tek akıldan ve tek ağızdan seni yüceltelim: Rabbimiz İsa Mesih adıyla. Amin.